Astrid Lindgren – Uzuncorap Korsan

Diyelim ki kasabaya bir yabancı geldi. Gelmişken kasabayı gezip görmek istiyor. Ama yolunu şaşırdı, birden kendini dış mahallelerde buldu. İşte oradaki Issız Köşk, yabancının gözünden kaçmayacaktır. Bu ev öylesine eskidir ki, sanki şöyle bir dokunsan çökecek gibidir. Bakımsız bir bahçenin içindedir. Hani öyle pek de görülmeye değer bir şey değildir ya, yine de kim olsa o evde kimin yaşadığını merak eder. Kasabanın yerlileri bu eski evde yaşayanı pek iyi bilirler. Ama dışardan gelen bir yabancı bilemez bunu. Hele bir de akşam karanlığı basmışsa, bu geç saatte, bu eski evin ıssız bahçesinde tek başına gezinen bir de küçük kız varsa, kasabayı dolaşan o yabancı, ister istemez, şöyle düşünecektir : «Bu yaştaki bütün çocuklar şimdi mışıl mışıl uyuyordur. Annesi, bu saatte, bu küçük kızın böyle tek başına dolaşmasına nasıl izin verebiliyor?» Evet ama bir yabancı, bu kızın bir annesi olmadığını nerden bilsin. Üstelik kızın babası da yoktur. Kızcağız, bu Issız Köşkte bir başına yaşamaktadır. Ama yalnız değildir. Evin balkonunda bağlı duran bir atı vardır.


Bir de Bay Nilson adlı minik maymunu. Ama bir yabancı, bunları nasıl bilebilir. Bu küçük kız pek dillidir. insanlarla konuşmaya bayılır. Şimdi bu yabancıyı, böyle durmuş eve bakarken görse, hiç durmaz, hemen bahçe kapısına gelir, konuşurdu. Yabancı o zaman şöyle düşünecektir: «Vay canına. Şimdiye dek gördüğüm çocukların en çillisi, en kızıl saçlısı.» Belki sonra da şöyle geçirecektir içinden : «Aslında böyle çilli olmayı, böyle kızıl saçlı biri olmayı ne kadar isterdim. Hem de bu kız kadar canlı, bu kız kadar neşeli olmayı… » O yabancı, alaca karanlıkta, böyle bir başına dolaşan kızıl saçlı bu küçük kızın adını da merak edecektir. Kız, bahçe kapısına gelecek olursa, ona soracaktır: «Adın ne senin?» «Adım Pippilotta Uzunçorap. Bir zamanlar açık denizlerde, o uçsuz bucaksız denizlerde dolaşan ünlü bir kaptandı babam. Adı Efraim’di. İşte ben o kaptan Efraim’in kızıyım. Ama beni herkes yalnız Pippi diye ya da Uzuncorap diye çağırır.» Gerçekten de böyleydi.

Kızın adı Uzunçoraptı. Babasının Zenciler Kıralı olduğunu söylüyorsa, gerçekten öyle olduğuna inandığı için söylüyordu bunu. Bir zamanlar, Pippi Uzunçorap; babasıyla birlikte o uçsuz bucaksız denizlerde dolaşırlarken, bir gün babası azgın bir yele kapılıp geminin güvertesinden denize uçmuş, yok olmuştu. Babası çok şişman bir adamdı. Uzunçorap, babasının denizde boğulmuş olabileceğine bir türlü inanmamıştı. Dalgaların babasını bir adaya sürüklediğine inanıyordu. Bu adada zenciler vardı. Babası bu adadaki zencilere kıral olmuştu. Zenciler Kıralıydı Uzunçorapın babası. Yabancı, bir yere yetişmeyecekse, örneğin o gece tirene binip kasabadan ayrılmayacaksa, bu küçükkızla bir süre daha konuşmak isteyecekti. Bu arada Pippi Uzunçorapın bu Issız Köşkte bir başına yaşadığını da öğrenecektir. Pippi’nin atını ve maymununu saymazsak tabii. Ve yabancı, şöyle düşünecektir: «Peki ama bu çocukcağız, neyle geçinir ki?» Ancak iyi yürekli bir insanın düşüneceği bir şeydir bu. Oysa, bu bakımdan yabancının üzülmesi gereksizdir. «Ben mi? Ben periler kadar zenginim,» diyecektir Uzunçorap.

Gerçekten de öyledir. Babası ona tam bir torbg dolusu altın bırakmıştı. Anasız babasız, bir başınaydı ama, Pippi’nin durumu çok çok iyiydi. Hiç de öyle yoksulluk içinde kıvranan biri değildi. Hani, öbür çocuklarınki gibi, akşam olunca ona gidip yatmasını söyleyecek kimsesi de yoktu. Yoktu ama, Pippi, bunun da kolayını bulmuştu. Uyku saatinin geldiğini, artık gidip yatması gerektiğini o kendi kendine söylüyordu. Ama saat on’a gelmedikçe böyle bir şey söylemezdi. Çünkü o, çocukların kesinlikle erken yatmaları gerektiğine hiç bir zaman inanmamıştı. Tam tersine, çocuklar için en eğlenceli saatler o saatlerdi. Bu bakımdan, güneş battığı, hava iyice serinlediği halde, şu yakındaki evde oturan Tomi ile Anikanın yataklarında mışıl mışıl uyumakta oldukları o saatte, bu çilli küçük kızın böyle ayakta oluşuna, bahçede dolaşıyor olmasına, kimse şaşmamalıydı . Tomi ile Anika mı? Bunların kim olduğunu, bir yabancı nereden bilsin? Bilemez. Tomi ile Anika, bu iki kardeş, Pippinin arkadaşlarıdır. Issız Köşkün hemen ötesindeki evde otururlar. Yabancı, biraz daha erken gelebilseydi, onları da görürdü.

Onların da ne şeker, ne iyi çocuklar olduğunu anlayıverirdi. ‘ Yemek, okul ve uyku saatlerinin dışında, bu iki kardeş. hep Pippinin yanında olurlardı. Ancak akşamın bu saatlerinde uyurlardı. Çünkü Tomi ile Anikanın anası babası vardı. Bütün ana babalar gibi, onlarınki de, bütün çocukların saat yedi oldu mu, yatağa girmeleri gerektiğine inanırlardı. Yabancının vakti bol olsaydı, Uzunçorap belki de ‘iyi geceler’ dileyip uzaklaştıktan sonra, bir süre daha orada durur beklerdi. Niye mi? Niye olacak, o saatte öbür çocuklar gibi uyumayan bu küçük kızın, ne yapacağını görmek için. Bahçe çitinin ardına gizlenip olanca dikkatiyle onu gözetleyebilirdi. Ya bir de, ara sıra olduğu gibi, Pippinin canı o saatte atına binip dolaşmak isterse? Hele o küçücük kız, taraçaya çıkıp atını iki eli üstünde havaya kaldırıp bahçeye taşıyacak olursa? Hiç kuşkusuz, o zaman yabancı gözlerini uğuşturacak, düş görüp görmediğine inanmak isteyecekti. «Vay canına. Bu ne biçim çocuk böyle. Bak bak, koskoca atı tek başına nasıl da havaya kaldırıyor. Ben böyle şey görmedim.» Yabancı, böyle düşünmekte haklıdır.

Çünkü, Uzunçorap, o kasabadaki en ilginç çocuktur. Görülmeye değer bir kız çocuğu. Gerçi başka kasabalarda da insanı şaşırtan çocuklar vardır, ama bu kasabada, bu küçük kızın bir benzerini daha bulamazsınız. Yalnız benzerini değil, onun kadar güçlüsünü de bulamazsınız. Ne bu kasabada, ne de dünyanın herhangi bir yerinde onun gibisi yoktur. İkinci Bölüm UZUNÇORAP ALIŞVERİŞE ÇIKIYOR Güzel bir bahar günüydü. Güneş pırıl pırıldı. Kuş sesleri dört bir yanı sarmıştı. Yolun hemen kıyısından ince bir su akıyordu. Tomi ile Anika, koşa koşa Pippinin yanına geldiler. Tomi, onun atı için şeker getirmişti. İki kardeş, içeriye girmeden önce bir süre taraçada durup atı okşadılar. İçeri girdiklerinde Pippiyi uyurken buldular. Her zaman yaptığı gibi, başı yorganın altındaydı, iki ayağı da yastığın üzerinde. Anika, Pippinin çıplak ayağını gıdıkladı.

«Uyan!» diye bağırdı. Küçük şeytan Bay Nilson, çoktan uyanmış, tavandan sarkan lambanın üzerine çıkıp yerleşmişti. Derken, yorganın altında küçük kıpırtılar başladı. Sonra da Uzunçorap’ın kızıl saçlı başı, yorgandan dışarı çıktı. Gözlerini araladı. Pırıl pırıidı gözleri. Sonra yüzüne bir gülümseme yayıldı. «Vay canına,» dedi. «Demek ayağımı gıdıklayan sizdiniz. Öyle güzel bir düş görüyordum ki. Zenciler Kıralı olan babam, ayaklarımda nasır olup olmadığına bakıyordu, uyandım.» Yatağın ucuna oturdu. Teki yeşil, teki kavuniçi olan uzun çoraplarını giydi. Ayaklarından en az iki kat büyük olan asker postalına benzer kocaman kara ayakkabılarını giyerken, «Yo yoo, insan bunları giydiği sürece ayağında nasır masır olmaz,» dedi. «Pippi, bugün ne yapalım? Okulumuz tatil,» dedi Tomi.

«Düşünelim,» dedi Uzunçorap. «Yılbaşı ağacının çevresinde dansedemeyiz, çünkü ağacı fırlatıp atalı nerdeyse üç ay oluyor. Bakın üç ay önce gelseydiniz, buz üzerinde kızak kayardık. Sonra, altın aramak için kazı da yapabilirdik, hem de çok eğlenceli olurdu. Ne yazık ki onu da yapamayız, çünkü altının nerede bulunduğunu bilmiyoruz. Üstelik dünyadaki altının en çoğu da Alaskadadır. Görseniz, Alaska, altın arayıcılarla doludur. İğne atsanız yere düşmez, öyle kalabalıktırlar. Yok yok, yapacak başka bir şey bulmalıyız.» «Eğlenceli bir şey bulmalıyız,» dedi Anika. Uzunçorap, saçlarım ortadan ayırdı, iki yanında dimdik duran iki örgü yaptı. Uzun uzun düşündü. «Kasabaya inip çarşıyı dolaşsak nasıl olur?» «Ama hiç paramız yok ki,» dedi Tomi. «Benim param var,» dedi Uzunçorap. Bu sözünü kanıtlamak için hemen kalktı, ağzına kadar altın paralarla dolu torbasını getirdi, açtı.

Elini daldırıp bir avuç altın para aldı. Önlüğünün tam ortasında bir cebi vardı. Paraları bu cebine doldurdu. «Şapkamı da alırsam hazırım demektir. Hemen yola çıkabiliriz.» Şapkası ortalıkta görünmüyordu. Önce odun sandığına baktı. Yoktu. Sonra gidip kilerdeki ekmek kutusuna baktı. Orada yalnızca bir çorap lastiği ile bozuk bir çalar saat, bir parça da kuru ekmek vardı. Sonunda askının üzerindeki rafa bakmak aklına geldi. Orda da bir tava ile bir tornavida, bir parça da peynir duruyordu. «Bu evde de hiçbir şeyin yeri belli değil. Aradığını bulabilirsen bul. Ama şu peynir parçasını ne zamandır arıyordum, hiç olmazsa onu buldum, iyi oldu,» dedi.

«Hey şapka!» diye bağırdı. «Benimle çarşıya gelmek istiyorsan çık gel, sonra iş işten geçmiş olacak.» Ama gelen olmadı. «Eh, suç benden gitti. Bu senin yaptığına budalalık derler. Sonra eve döndüğümde ağlayıp sızlanmak yok, tamam mı?» Az sonra Tomi, Anika ve omuzunda Bay Nilson olduğu halde Uzunçorapın, salına salına kasaba yolunu tuttukları görüldü. Tepede güneş parıl parıldı. Gök masmaviydi. Tek bulut yoktu. Çocuklar pek keyifliydiler. Yolun kıyısından akıp giden suyun şırıltılarını dinleye dinleye yürüyorlardı. «Bu akan suyu pek sevdim,» dedi Uzunçorap. Bunu der demez de suyun içine dalıverdi. Su, dizlerinin üzerine kadar çıkıyordu. Uzunçorap, ustalıkla sıçrıyor, Tomi ile Anikaya sular sıçratıyordu.

«Şimdi ben bir gemiyim,» dedi. Suları yara yara ilerlemeye başladı. Birden suyun dibindeki bir taşa takılıp tökezledi, suyun ‘ içine yuvarlanıverdi. Başını sudan çıkarınca, aldırmaz bir sesle, «Daha doğrusu bir denizaltıyım,» dedi. Anika, kaygılanmıştı. «Ama her yanın ıslandı.» «Ne olmuş. Çocukların her zaman kupkuru olmaları gerektiğini de kim söylemiş. Soğuk suda yıkanmanın sağlığa çok yararlı olduğunu söylerler. Ama nedense yalnızca bizim ülkemizde, çocukların böyle su dolu hendeklere girmelerine izin vermezler. Amerikada böyle çukurlara çocuklar öyle bir doluşurlar ki, sulara yer kalmaz. Öyle ki, çocuklar bütün bir yıl boyunca çukurlarda, hendeklerde öylece kalırlar. Kışın donarlar tabii. Yalnızca başları buzun dışında kalır. Evlerine gidemedikleri için, anneleri gelir, onlara çorba içirirler, köfteler yedirirler.

Ama o çocukların hepsi de fıstıklar gibi sağlıklıdırlar. Bundan hiç kuşkunuz olmasın.»

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir