Atalay Yörükoğlu – Çocuk ruh sağlığı

Ana ya da baba olmak, insan yaşamının en önemli aşamalarından biridir. Sağlıklı ve başarılı çocuklar yetiştirmenin ana ve babaya sağladığı mutluluk sözlerle anlatılamaz. En yoksulundan en varlıklısına dek her aile çocuklarını erdemli erişkinler olarak görmek ister. Bu uğurda varını yoğunu ortaya kor; hiçbir özveriden kaçınmaz. Bugünün ana ve babaları eskiden olduğu gibi çocuklarını kendi yaşlılık dönemlerinin bir güvencesi olarak görmüyorlar. Başlıca amaçları onları iyi eğitmek, başarılı ve sorumlu yurttaşlar olarak toplum yaşamına katabilmektir. Ana ve babalar, çocukların yetişmesine şimdi daha bilinçli bir ilgi ve özen gösteriyorlar. Beden sağlıklarına olduğu gibi ruh sağlıklarına da önem veriyorlar. «Nasıl daha iyi ana ya da baba olabilirim?» sorusunu kendi kendilerine soruyorlar. Tutumlarını gözden geçirmeye, varsa yanlışlarını düzeltmeye çabalıyorlar. Çünkü dengeli’kişilik oluşumunda kendi katkılarının büyüklüğünü kavramış durumdalar. Bu olumlu gelişme yanında, günümüz ana ve babaları, çocuk eğitimi konusunda daha güvensiz ve tedirgin görünüyorlar. Çeşitli yayınların etkisinde kalıp duraksıyor, yanlış yapma korkusuyla daha kararsız davranıyorlar. Bir yandan geleneksel eğitim yöntemlerinden sıyrılmaya uğraşıyor, öte yandan çağdaş eğitim anlayışını benimsemekte güçlük çekiyorlar. Çağımızın hızlı toplumsal değişmeleri tüm aileleri bocalatıyor ve yeni uyumlara zorluyor.


Bugünün yaşam koşullan, daha girişken ve bağımsız kuşaklar yetiştirmeyi gerektiriyor. Osmanlı döneminde geçerli olan değer yargıları ve eğitim yöntemleri çağdaş Türk toplumunda yetersiz kalıyor. Anababa (ebeveyn) olmanın ve yöneticiliğin okulu yoktur, derler. Bu sözde, bir gerçek payı var. Yönetmek gibi iyi ana ve baba olmak da, her şeyden önce bir kişilik sorunudur. Doğal yeteneklerin eğitimle işlenmesi sonucu kazanılan bir beceri, bir sanattır. Ancak çocuk yetiştirmenin bilimsel ilkeleri ve yöntemleri de vardır. Bir bakıma bu ilkeler evrenseldirler. Çocuk yetiştirme biçimi çağdan çağa ve toplumdan topluma ayrılıklar gösterirse de, temeldeki ilkeler büyük değişime uğramazlar. Yeryüzünün her köşesinde, çocuklar birbirine benzer. Ancak onları eğiten ana ve babalar çok değişiktirler. Hiç kuşkusuz bu, ekinsel (kültürel) ayrılıklardan ileri geliyor. Her toplumun kendi koşullarına göre insan yetiştirme zorunluluğu, uygulamada çeşitli yöntemlerin izlenmesi sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle bu kitabı yazarken, bilimsel kaynaklara başvurmakla birlikte, ülkemizdeki gözlemlerime ve araştırmalarıma ağırlık verdim. Örnekleri, yıllardır yardımcı olmaya çalıştığım ailelerden seçtim.

Ruh sağlığı ilkelerini destekleyen Türk Atasözlerine yer verdim. Kısacası geleneksel çocuk yetiştirmenin eskimeyen yönleriyle çağdaş eğitim ilkelerini bağdaştırmaya çalıştım. Bu arada, kendi çocuklarımı yetiştirirken geçirdiğim acı-tatlı deneylerden de yararlandığımı eklemeliyim. Çocuklarımızı kendi benliğimizin ayrılmaz parçaları ve uzantıları olarak görürüz. Onlarla birlikte sevinir, birlikte üzülürüz. Başarılarıyla övünür, kıvanç duyarız. Ulaşmak istediğimiz amaçlara çocuklarımızı ulaşmış görünce, onlar adına sevinmekle kalmaz, kendi özlemlerimizi de gerçekleştirmiş oluruz. Ne var ki ana ve baba olmak, sevinç, övünç ve mutluluk yanında, sıkıntıları ve düş kırıklıklarını da birlikte getirebiliyor. Çocuk büyütmenin kaçınılmaz sorunları, ana ve babaları geçici ya da sürekli olarak üzüp bunaltıyor. Bu kitabı ana, baba ve öğretmenlerin çocukları daha iyi tanımalarına yardımcı olmak amacıyla yazdım. Dönem dönem ruhsal gelişimi izleyerek çocuğun kişilik oluşumunu belirleyen olumlu ve olumsuz tüm etkenleri tartıştım. Çocuğun dengeli gelişimini köstekleyen ya da yolundan saptıran aile içi ve aile dışı koşulları anlattım. Ana ve babanın sakıncalı tutum ve yöntemlerini belirtip, çocuk eğitiminde sık düşülen yanılgıları göstermeye çalıştım. Çocuklukta sık rastlanan ruhsal sorunlara değinip, önleyici ve düzeltici yaklaşımlar önerdim. Çocuklarımızı,- ayrı kişilik geliştiren ayrı birer insan olarak görmeden, sözlerine kulak vermeden, davranışlarının anlamı üstünde düşünmeden iyi tanıyamaz, sağlıklı biçimde yetiştiremeyiz.

Onları anlayıp tanımada en büyük yardımcım kitaplar değil, gene çocuklar oldu. Bu nedenle, buraya aktarabildiğim bilgi ve gözlemler ana babalara yararlı olursa, bunda en büyük pay çocukların olacaktır. Bu tür kitapları okuma gereksinimi duyan ana babalar, hiç kuşkusuz-çocuklarını daha iyi yetiştirmek isteyen ana babalardır. Umarım, onlar bu kitapta olumlu çabalarını destekleyen ve yanılgılardan koruyan öneriler bulurlar. * • 1979 ULUSLARARASI ÇOCUKYILI’nda iki kez basılan kitabımın bugüne dek toplam 140.000 sayıyı pn bulan on dokuz baskı yapması, ana babaların çocuklarının ruh sağlığına verdikleri önemin bir göstergesidir ve gelecek kuşaklar adına umut vericidir. Bilimsellikten ayrılmadan akıcı bir Türkçe ile yazmaya çalıştığım kitabımın, Çocuk Yılında Türk Dil Kurumu Bilim Ödülüne değer bulunması benim için ayrı bir mutluluk kaynağı oldu. Bir okuyucum mektubunda şöyle yazıyordu: Gecekonduda oturan tanıdığım bir anne, elimde sizin Çocuk Ruh Sağlığı’nı gördü; resminize baktı ve «Radyoda, Televizyonda konuşan şu ak saçlı adamın kitabı değil mi? Bitirince bana ver, ben de okuyayım. Çocuklarımızı iyi besleyemiyoruz, bari iyi yetiştirelim.» dedi. Bu annenin sözlerini aldığım ödüllerin en değerlisi sayıyorum. Prof. Dr. Atalay YÖRÜKOĞLU 22. BASIMA ÖNSÖZ GÜZEL BİR ANNENİN ANISINA İlk kez 1978 yılımla çıkan Çocuk Ruh Sağlığı kitabımı iki sevgili anneye, beni büyüten anneme ve eşim Emele sunmuştum.

Sevgili eşim 22. basımı göremeden, 1998 yılının Ocak ayında aramızdan ayrıldı. Bu satırlarda örnek bir anne ve 45 yıllık can yoldaşım Emel e gönül borcumu ödeyebilmek umuduyla yazıyorum: Sevgili Emel, Bu kitap bizim dördüncü çocuğumuz olarak doğdu. Yirmi yılda 22 kez basılmış ve ana babaların başucu kitabı olmuşsa senin katkılarınla olmuştur. Çünkü her sayfasında senin emeğin var. Ev işlerinden ayırabildiğin saatleri, yeni doğan bir bebeğe bakar gibi, kitabın yazılışına ayırdın. İki parmakla yazdığın daktiloda sana verdiğim taslakları usanmadan temize çektin, düzeltmeleri yaptın, yerinde eleştirilerinle Annelik deneyimlerinle edebiyat öğrettnenliği yeteneklerini cömertçe sundun. O günlerde, çocuklarımızı büyütürken al dığın tadı ve mutluluğu yeniden yaşıyor gibiydin. Sonuçta ortaya akıcı dille yazılmış bir kitap çıktı. Her kitaptan sonra bir yenisine başlamak için beni durmadan yüreklendirdin. Övgüleri ben aldım ama her iyi eş gibi sen yanımda ve arkamda itici gücüm olarak kalmayı yeğledin. O günleri nasıl arıyorum bilemezsin! Seni, yıllar boyunca bir eş ve bir Çocuk Ruh Sağlığı uzmanı olarak izledim; anneliğinin gizini bulmaya çalıştım. Çocuklarımıza karşı öyle sevecen ve doğal bir tutum içindeydin ki seni uyarmak gereğini pek duymadım. Eleştirsem de sen sezgin ve sağduyunla doğru bildiğini yaptın. Sevgiyle eğitimi senin gibi ustaca dengeleyen pek az anne tanıdım.

Küçük oğlumuzun, “Anne, bana ceza verdiğin zaman neden sana kızamıyorum?” dediğini hiç unutmam. Topluluklar önünde çocuk eğitimini tartışırken senden örnekler verir, sana takılmadan edemezdim. “Çocuklarımı eşim Emel yetiştirdi, ben de onu gözleyerek kitap yazdım.” derdim. Bu sözü şaka olsun diye söylemediğimi şimdi daha iyi anlıyorum. Kimi okuyucularım kendi çocuklarımızı nasıl eğittiğimizi merak ederler. Ne mutlu bize ki çocuklarımız bizi yanıltmadılar, emeklerimizi boşa çıkarmadılar. İkisi hekim, biri iktisatçı olarak yetiştiler, dostlar tanıktır ki, sağlıklı, kişilikli ve başarılı erişkinler oldular. Sevgili karıcığım, bir yazarın şu sözlerini sana sık sık söylerdim: “Çocuklarınızı ruhsal bakımdan sağlıklı yetiştirmek istiyorsanız tek bir şey yapın, eşinizi mutlu edin!” Bu söz en çok sana uyuyor. Hepimizi mutlu etmekle kalmadın, beni başarılı kıldın, daha iyi baba, daha olgun insan olmamı sağladın! Seninle anlaşmak öyle kolaydı ki! Ne zekânı ne de güzelliğini öne çıkarmazdın. Sıcaklığın ve tatlı dilin yuvamızı mutlulukla doldurmaya yeterdi. Doğal davranışın, içtenliğin ve şakacılığınla çevrende aranan ve sevilen bir arkadaştın. Güzel eş, güzel anne ve her anlamda güzel insandın. Birlikte geçirdiğimiz 45 yılda bana ve çocuklarımıza verdiğin katıksız sevgiden dolayı içimiz şükranla dolu. Bize verdiklerinin çok azını sana verebildik.

Çünkü sendeki sevebilme gücüyle yarışamazdık, bizi bağışla! Son uykuna dalmadan önce söylediğin son söz: “Ölürsem hepinizi çok özleyeceğim!” olmuştu. Asıl biz seni nasıl özlüyor, nasıl arıyoruz bir bilsen! Tek avuntumuz, hepimizin de seni çok sevdiğimizi bilerek aramızdan ayrılmandır. Sevgili Emel, ömür boyu bana tattırdığın mutluluk şimdi yerini derin bir acıya bıraktı. Geriye kalan yıllarım hep seni özlemekle geçecek. Ölümden sonra bir yaşam olduğuna inanabilseydim yeniden kavuşacağımızı düşünerek avunabilirdim. Ama bu umuda şartlamıyorum. Onun yerine içimi dolduran sevginden güç alarak ve anıları canlı tutarak yaşam yolculuğumu tamamlayacağım! ruh sağlığı Önünde saygıyla eğiliyorum canım karıcığım! Nur içinde yat güzel insan! Atalay BİR RUH SAĞLIĞI NEDİR? Sağlığın tanımını yapmak, sayrılığı (hastalık) tanımlamaktan daha güçtür. Sağlık, «bedensel, ruhsal ve toplumsal iyilik durumu» olarak tanımlanmaya çalışılmıştır. Bu tanım yanlış değilse de çok geneldir. Hekimlikte, belli belirtiler bir arada görülünce belli bir sayrılık tanısı konur. Ancak her belirti, kişinin sağlıksız olduğunu kanıtlamaz. Örneğin, her diş çürüğü ya da baş ağrısı birer belirtidir, ancak gerçek anlamda sayrılık değildirler. Bunun gibi her korku, üzüntü ya da kaygıyı bir ruhsal bozukluk saymak da yanlış olur. Sağlıklı durumdan her türlü sapmayı bir sayrılık sayarsak «Yeryüzünde sağlıklı insan yoktur» demek zorunda kalırız. Daha gerçekçi ölçütler yardımıyla da ruh sağlığı tanımı yapılabilir: Ruh sağlığı, kişinin kendi kendisiyle ve çevresiyle sürekli bir denge ve uyum içinde olmasıdır, diyebiliriz.

Ancak bu denge ve uyumun katı ve durağan bir nitelik taşımayıp, değişken bir denge ve esnek bir uyum olduğunu belirtmek gerekir. ‘ Ruhsal bakımdan sağlıklı bir insanda aranacak özellikleri, ayrıntılara inerek açıklayalım: 13 a) Kişinin kendi kendisiyle uyumlu olması her şeyden önce ruh hekimliğinde bunaltı (anksiyete) denen kaygılardan, kuruntu ve kuşkulardan uzak olmasına bağlıdır. Günlük kaygılar ve üzüntüler her sağlıklı insanda vardır ve ruhsal uyumsuzluk belirtisi sayılmazlar. Ancak nedeni belli olmayan ya da uzun süren bunaltı ve kaygılar ruhsal dengeden sapmanın göstergeleri olabilirler. b) Kişi, içinde yaşadığı yakın ve uzak çevrede ilişkiler kurup sürdürebilmelidir. Aile üyeleriyle birlikte başka meslektaş kümeleri ve topluluklarla işbirliğine girebilmeli; iş ilişkileri dışında arkadaşlıklar kurabilmelidir. c) İnsanlarla geçinme ve işbirliği yapmanın ötesinde, sevgiye ve saygıya dayalı bağlar kurabilmelidir. Aile üyeleriyle bağlılığını sürdürürken toplum içindeki ilişkiler alanını genişletebilmelidir. Karşı cinsle de sevgiye dayalı ilişkilere yönelmeli, eş seçmede kendi başına sorumluluk alabilmelidir. Başka bir deyişle, kişi sevebilmeli ve karşılığında sevgi bulabilmelidir. d) Kişinin kendine güveni olmalıdır. Davranışları nı ve yeteneklerini gerçekçi olarak tartabilmelidir. Kendini başkalarının gözüyle de görebilmelidir Yete nekleriyle orantısız bir üstünlük ya da aşağılık duygusu içinde olmamalıdır. Gerçeğe uygun bir özsaygısı olmalıdır. e) Kişi, toplumda bir yeri ve görevi olduğu duygusunu edinmiş olmalıdır.

Yeteneklerini geliştirrn-rh v -rimli işe yöneltebilmeli, çalışmasından ve basandı?; ian tat almalıdır. f) Kişinin, geleceğe dönük tasarıları olmai > : lara ulaşmak için gerçekçi bir yolda çaba g§s:t .-; li, sıkıntılara katlanabilmelidir. Gerçekleş 4- isteklerini başka yollardan doyum sağlayan > tirme yoluna gidebilmelidir. 14 g) Kişinin karşılaştığı güç durumlarda baş vuracağı bir yedek gücü bulunmalı ve yeni durumlara uyma esnekliği gösterebilmelidir. Başarısızlıklardan yılmamalı, güç durumlarda kendini koyvermemelidir. Geleceğe dönük umudu ve savaşım gücü ile karşılaştığı engelleri yenmeye çalışmalıdır. h) Bağımsız olarak girişimler yapabilmelidir. Kendi başına kararlar alıp uygulayabilmen, eylemlerinin sorumluluğunu taşıyabilmen ve sonuçlarına katlananlmelidir. Yanılma ve başarısızlıklardan ders alabil-‘ neli, yanlışlarını düzeltmeye çalışmalıdır. Yanılgıları-li başkalarına yüklememeli, kendini eleştirebilmeli-iir. i) Kişinin yaşadığı çevre ve toplumla ters düşme-en, inandığı değerleri ve inançları olmalıdır. Hiç kim-e toplumun törelerini, geleneklerini, değer yargılarını e ahlâk kurallarını tümden yadsıyamaz; ya da kendili onların dışında ve üstünde göremez. Ancak kişi ye-dliklere de açık olabilmeli, toplumun çağdışı yasaları e değer yargıları önünde eli kolu bağlı kalmamalıdır, iaşka bir deyişle, toplumun başı eğik bir üyesi olmak merine, onu etkileyen ve katkı yapan bir üyesi olmaya çalışmalıdır. Örneğin, ırk ayrımı, din ayrılığı konusunla çevresine önyargılarıyla bağlanıp kalmamalıdır.

Bunun yanında başkalarının inançlarına, paylaşmasa la, saygılı ve hoşgörülü olmalıdır. j) Son olarak, ruhça sağlıklı bir insanın, mesleği dışında eğlendirici, dinlendirici ve kişiyi geliştirici uğraşıları olmalıdır. Bu uğraş, sanat, spor ve toplumsal yardımlaşma alanlarında olabilir. Büyük ruh hekimi Sigmund Freud, ayrıntıya girmeden, ruh sağlığını «Sevmek ve Çalışmak» diyerek iki sözcükle özetlemiş. Gerçekten sevebilen ve verim-i çalışan bir kişi, ruh sağlığına oldukça yaklaşmış bir dişidir. Ruhsal sorunları olsa da dengesi bozuk değil-ür. 15 ,. ,5? Yukardaki açıklamalardan anlaşıldığı gibi, ruhça sağlıklı kişide aranan nitelikler, olgun bir insanda bulunması gereken niteliklerdir. Olgun kişi sever ve sevilir. Davranışları tutarlı, gerçekçi ve özgürdür. Çevresiyle ilişkileri olumludur. Toplumda bir yeri ve görevi olduğunun bilincindedir. Yeteneklerini belli bir amaca yöneltir, doğru ve verimli olarak kullanır. Kendine güvenir, engeller karşısında umutsuzluğa kapılmaz. Esnekliği ve hoşgörüsü vardır.

İnsanların davranış ve tutumlarım gülmece (mizah) açısından görebilir. Başkalarının olduğu gibi, kendi yanılgılarına da yerinde gülüp geçebilir. Alman ozanı Goethe’nin dediği gibi «Olgun insan, kendine gülebilen insandır.»

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir