Atilla Atalay – Sidika

Sıdıka ve Kitaplar… – Babam izin verdi b i kere! – Herif zilzurnaydı be… Ne dediğini anlamamıştır. Tüyap filan… Kim bilir ne sandı… – Ben anlamam… “Babacım kitap fuarına gidip bikaç kitap alıyım mı” dedim, kafasını öne eğerek onayladı… “Hüyp” dedi… – “Kafasını öne eğdi” dediğin; baban yoğurt tabağına düşüp sızdı bi kere… Ayrıca yıllardır babanı rakı sofralarından toplayıp yatağına taşımış bi kadın olarak diyebilirim ki, çıkardığı “Hüyp” sesi, “Hayır” demek… O haldeyken söylediği sözleri en iyi ben yorumlarım… Mesela; “Hanbikahb-zubeaa” derse, bu “Hanım bi sade kahve yapsana” demek… “Biycammımımı” şeklinde mırıldanırsa, “Pijamamı giydir” demek… “Raggıynerezakmınnavradına” diye haykırdığında ise “Rakıyı nereye sakladınız lan, daha içicam” demek… – Peki anne! Ben anlaşılır ve net sözcüklerle söylüyorum… Kitap fuarına gidicem, işte o kadar! – iyi! Dönüşte Kelime-i Şahadet getir… Baban seni sağ komaz… istersen minibüsten bi durak önce in, harakiri yap… Ev kana bulanmasın… – Ay anne, şiddetin ne hoş, ne güzel dehşetin… Kendimi yuvamda, sıcacık bir mezbahada gibi hissettim… Altı üstü bi fuara gidicez dedik, derhal ortalık kan ve barut koktu… Anlaşıldı… Sağ kalabilmek için kitap fuarından sonra, silah fuarına ve Bekaa Vadisi’ne de uğramam gerekiyo… – Gerekmiyo aslında, manyaklaşmazsan uzun yaşarsın… Surda sıcacık sobanın başında otur işte… Boş zamanlarını değerlendirmek için ille de kitap okuman mı gerekiyo… Zaten bizim ev hobi fuarı gibi… Çiçekler, kuşlar, akvaryum, kedi… Onlarla vakit geçir. — Çiçekmiş… Geberik bir menekşe var… Geçen gün bi tane açıcak oldu, babam saksıda izmarit ezerken paraladı… Bu sevgisiz evde çiçek mi büyür be… Bütün hayvanat stress içinde… Balık doğurduğunu yiyo, kuşun bi kere “cik” dediğini duymadım, kedinin de âdetleri düzensiz… – Çiçeğe çubuk gübre koydum, kedi yaşlı zaten… Kuşu da değiştiricez… – Kuşu değiştiriceklermiş… Şu sevgisizliğe bak… Zavallı hayvan… Mobilya mı kız bu? Koltukların yüzünü, duvarkâ-ğıdını filan mı değiştiriyorsun? Önce şunu anla, o bir organizma, o kuşun bile bir kimliği var anne! — Senin de bi kimliğin var. Baba adı hanesinde essek kadar Zekeriya yazıyo,. Hatırlatırım!. Bu mevzu kapanmıştır Sıdıka, kuşa yem ver! – Sıdıkağ! Sıdıkaa!. Kuş nerde kız, naaptın?. – Abim yemiştir… – Doğru cevap ver… Kafesinde yok hayvan… – Ay ne baarıyosun anne… Kuş eskidiydi zaten, değiştiricez diyodunuz… Belki babam götürmüştür, yerine sıfır kuş 10 alıcaktır… Ya da ne biliim, istavritle filan takas edicektir… – Naaptın kız kuşa? – Kuşu bozup yastık yaptım… Çeyizime… Kuş tüyü kırlent… – Dalga geçme! Akşama baban gelir, seni o kafese sokup duvara asar, görürsün… – Tamam… Biz kuşla ööle anlaştık zaten… Onu azad ettim. Pır dedi gitti… Şimdi kitap fuarmdadır, belki ordan bir tiyatroya gider, oturur arkadaşıyla kahve içer, konuşur… Şimdiye belki insan bile olmuştur… \r – Teytö! Mmmmmazastaravradını heytk! Zımbalinsstimi-ni… Rrrosb! – Baban diyo ki, kuşu niye saldın? Kitap fuarında bok mu var? Yediğin dayak yetmedi mi… -Piycammımı… – Baban pijamasını istiyor… 11 Yağmur Kaçağı Sıdıka! ı — Bu havada, gerilla eğitimi almamış bi insanın Merter’e gitmesi son derece anlamsız bişey anne… – Ne varmış kız havada?.


Alt tarafı bi yağmur yağıyo… Duyan da dışarda hortum çıktı sanıcak… – Adı geçen yağmur istanbul’a yağıyo anne! Kazmapolit metropolümüz şimdiye çoktan sel ve afakan baskınına uğramıştır… Elektrik kesintisi, su baskını, zincirleme kaza, kitli trafik arasında, on milyon manyak insan dışarda gırtlaklaşır-ken bir anne öz kızına “sokağa çık, Merter’e git” der mi? – A aa… Kız sen dul misin eve tıkılı kalmaktan şikâyet’ eden… Merter’e halangile gidicen işte; hava almış olursun… Surdan atla otobüse… — Ne? Bi de otobüse binicem haa? Üç saat bi santim ilerlemeyen belediye otobüsünde fordçularm ne biçim fantezileri vardır biliyo musun? Ailecek benim ırzımdan vazgeçtiniz heralde! işe bak, yıllar sonra tek başıma dışarı çıkmama izin veriliyo ama planlı olarak istanbul’un cinnet geçirdiği bir günoseçilmiş… – Aay sanki karıya iskenderun’a git dedik… Gidiceğin yer iki adım yer be kızım… Şetaret halanın günü var, ortalığı silip süpürmesine yardım etçen, yaptığım keki götürüveri-cen… Kadıncağız telefon etti, sevaptır, istiyosan mahalleden tanıdık bi taksi tutalım… — Taksiciler bu havada babasını bile tanımaz… Çoğu eş-şoğlueşşeğin çift tarifelisi olmuştur… Bence Şetaret halam hava muhalefeti nedeniyle gününü ertelesin, ya da git bana komşudan motosiklet iste… Bu trafikte anca motosikletle ulaşım sağlanır… Esasen motosiklet bile bişey yazmaz… Benim hurdan Merter’e gidebilmem için, suda da manevra kabiliyetine sahip anfibik komando bölüğünün bana yol açması lazım… Bunalımlı ev karısı günlerine kek yetiştirmek ve gıda yardımı için alarma geç irilsinler… -Bunalımlı deme halaya! (Şlak!) Edepsiz karı! – Haydaa… Durduk yerde bi de darpa uğradık… Ev dul darphane… Neymiş, Merter’de yaşayan halama kek götüre-cekmişim… Kırmızı şapkalı, kara bahtlı kız masalının 1993 versiyonu… Orman yerine yağmur yağmış istanbul’da cereyan ediyo… – Mor gözlü kız olcan akşama sen… Baban bi duysun… – Bana ne be! Ben kek kuryesi miyim? Hem babamın beni “evde oturucam, asla dışarı çıkmak istemiyorum” diye dövmesi imkânsız bişey… Stratejisine ters herifin… Yıllarca kırıp dizimi evde oturarak hayırlı bir kısmet beklemek üzere eğitildim ben… Çıkmiycam işte dışarı! Minder gibi oturucam şu divanın üstünde… Kimse benim kadar güzel evde oturamaz, bu benim zenaatım… Kırmızı şapkalı bir ev kızıyım ben… — Eh, keyfin bilir… Bi daha bok dışarı çıkarsın sen! — 2000 yılında istanbul’un nüfusu yirmi milyon kişi olu-cak… Benim dışarı çıkmama gerek kalmıycak, onlar içeri gelicek… Freni patlak otobüsle camdan dalıp senin kabarmamış keklerini sorgusuz sualsiz yiycekler… Surda, evin sa12 13 lonunda, arazi mafyası, rüşvet erbabı belediyeciler, sahtekâr müteahhidler fink atıcak… içine sıçıcak yol kalmıycağı için AS 900 kamyonlarla banyonun ortalık yerine linyit kömürü dökücekler… – Sen kimin kekine “kabarmamış” diyosun haa, kırmızı şapkalı, pabuç dilli kaltak… – Senin ellerin niye bu kadar ağır baba? — Senin kafanı kırmak için… Niye Merter’de oturan halana kek götürmedin, niye dışarı çıkmam diye tutturdun? Şimdi senin saçını, başını… Kırmızı şapkanı… Ecdadını… — Hayır, döv dövmesine de, bu çok anlamsız bişey… Eşki-yanın tabiyatına aykırı… Dayak arsızı olucam ama… Ah! Ben dışarı çıkmak isteyince mi, yoksa istemeyince mi dövü-lücem, ya da kek kabarmamış diye mi dayak yiyorum, bunu bilmek en doğal hakkım… Ah… Ay saçım… Fakat, baba! Ben niye dayak yiyorum yaa! Terör uzmanı Mahir Kaynak’a sorucam bak, nooluyo?. Ay ay… Saçım… Uff!… 14 Dilek Türbesinde… – Marpuçcu Baba Hazretleri’nden ne diledin kız? -Park yeri… – Hazretleri’nin huzurunda çimdirmiyim şimdi! Ulu kimselerin türbesinde huzuraçıkınca makara yapılmaz… Hele anneyle dalga geçmek hiç olmaz, çarpılırsın alimallah… Bö-öle yamulup helezonik kalırsın… — Niye? Dalga filan geçtiğim yok, ben Hazretleri’ne dua okuyup, park yeri istedim… Seneye de araba istiycem kıs-metse… – O dilin şişer de kalır ağzının içinde, dalga geçme diyorum sana!. Park yeri istemişmiş… Direkman araba istesene madem… Niye işi uzatıyosun? Marpuçcu Baba Hazretleri park kâhyası mı sana park yeri bulacak? – Bizi batıran bu zihniyet işte… Önce alt yapı sorununu halletmeye çalışıyoruz heralde. Park yerin, sürücek yolun olmadıktan sonra Rolsroys’un olsa ne yazar… Bütün hıyar tüketiciler gibi üç kuruşu denkleştirip araba almakla olmu-yo bu iş… – Hıyar deme Hazretleri’nin huzurunda… Hem senin ara15 ba istemen bile manasız… Gelinlik kızsın, hayırlı bi kısmet istesene… En azından kısmetinle ilgili altyapı hizmetleri iste, kocana iyi bi iş, bedelli askerlik filan… – Bana ne, onları erkek tarafı istesin… — Manyak! Ünce akıl fikir istemek lazım sana… – Hakkaten fikir isteseydim keşke… Acaba Marpuçcu Baba Hazretleri’nin 2000 yılının eşiğinde bir megapel olarak istanbul’un sorunlarıyla ilgili çözümsel fikirleri var mıdır? Kız anne hakkaten bi düşünsene… Bööle bi fikri Hazret lütfedip bana verse, ben bu yerel seçimlerde aday olsam… – Töbe de kız çabuk… Bi dilek dile dedik, koca istanbul’u istedi salak… Sana kaldıydı… Elin değmişken Eflak ve Boğ-dan’ı da isteseydin… Hem Sayın Tansu Çiller istanbul’u senden önce istedi bi kere… – Hazret’in huzurunda kapışmayalım şimdi anne… Ben öölesine söyledim zaten. Fikir iste diyen de sensin… Hem Hazret bilse de kimseciklere söölemez ki… Arazi mafyası bi öğrenirse kabrinde rahat bırakmaz adamı… Gelip türbesinin üstüne gecekondu plazası yaparlar… -Hadisene kız… – içimizden diliyoruz heralde… – Niye? Annenden gizli saklı bişeyin mi var? Damat bu boru dul, kızımın kısmetini bilmek en tabii hakkım. – Manyaklaşma anne, damadın henüz tasarı safhasında… Şööle ela gözleri, siyah saçları olsun diyorum, iki yanağında gamzesi mutlaka bulunsun, fazla uzun boylu istemez… Bebek gibi yüzü olsun… – Çok yakışıklı olmasın, gözü dışarda olur… Şimdiki gençlerin hepsi manyak, televizyondan felan kışkırıyolar… Sen kendine göre bişey iste… Siyah gözlü filan olsun, kara kıvır saçlı, bıyıklı, hafif kel ve göbekli de olabilir… Evine bağlı olur o tipler… Bira içip maç seyreder, iki de çocuk do16 gurup atarsın önüne, sen sağ ben selamet… – Hazret de şaşmcak şimdi bu işe… Kısmeti kim istiyor karıştırıcak… Adı geçen kısmet benimdir efendim, annem kafayı yedi, mümkünse onu kaale almayın, amin… – Sen yedin esas kafayı… O çocuk itin teki. — Hangi? Kim? – Ela gözlü olan. Gamzesi var hani… Serseri o… – Kız yok ki ööle birisi anne, nerden biliyoruz serseri ol-caanı… – Ana sözü dinlenicek, o kadar… Düdükler o çocuk seni, yüzünden belli, sahtekâr o, koca olmaz ondan… – Lütfen siz annemi dinlemeyin, amin… -Yürü kız, yok sana kısmet felan, kaltak! Töbeler…, – Evelallahın izniyle; bi yanlış anlaşılma olmasın Hazret… Anneminki dul benim dileğim yani… Ela gözlü, iyi yürekli olcak… Amin… Tamam anne çekiştirme… Amin… Ela göz… Tom Kuruyz… 17 Evrenin Sırları – Annecim kız… Bak ne düşünüyorum biliyo musun? Diyelim ki şu masa uzay olsun… Peki bunun dışı neresi, uzay nerde bitiyo? Yani evren nedir bi bakıma, hu? – Ne biliyim kız ben, Kaptan Kork müyüm? — Babam biliyo mudur peki? – Tabi, astronot ya senin baban; bilir, niye bilmesin… istersen akşam gelince kendin sor… Çarptığı gibi seni dünya görümcesinin dışına çıkartır… – Ahihih… Görümce diil kız, yörünge… – Ne haltsa işte! Ukalalık yapma anneye!. – Peki bi teleskop kaç paradır? – Yeni Karamürsel’de dörtyüzbin lira!. Milkart’ın varsa yetmişdörtbin lirasını trink geri veriyolar… Kız sen beni de-lirticek misin sabah sabah! Senin ağzından doğru dürüst bi laf çıkmıycak mı? Hoplak şey! Evin dışına çıkamayan karı, gezegenin dışına takmış kafayı… Teleskop kaç paraymış. Baban sana uzaya baktırtır mı hiç? — Uzaydan buraya bakıyolar ama… Globe teleskobunu yeni tamir ettiler… 18 , . – Kim bakıyo kız, ört perdeyi… Çıkıl şu camın önünden!. Kız çeksene şu perdeyi… – Ay tamam tamam çektik… Hemen de uzaylılar iffetime baktı ordan… Olmaz böyle bişey yaa… Elalem aya gidiyo, biz cam önünde oturucak teknolojiye sahip diiliz daha… Gali-leo’yu da bu zihniyet astı zaten… Engizisyon mahkemesi… — Engin kim kız?. – Tamam anne kapatalım bu konuyu… — Ben biliyorum o Engin’i ama… Açıyo telefonları, ben çıkınca sessiz sessiz duruyo… Efendi karakterde bi insan olsa, ses verir, kendini tanıtır, kısa künye yapar… -Kim?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir