Kur’ân-ı Kerîm, kıyametin muhakkak kopacağını ve bütün insanların ebedî âhiret âleminde hesaba çekilip dünyadaki amellerinin karşılığını göreceğini kesin bir üslûpla beyan etmiştir. İlahî kaynaklı bütün dinler kıyametin kopacağını haber vermişlerdir. Hem Kur’ân-ı Kerîm hem de hadis-i şerifler, kıyamet vaktini yalnızca Allah Teâlâ’nın bildiğini açıkça ifade etmiştir. İnsanlara yalnızca kıyametin yakınlaştığını bildiren bazı iz ve işaretler yani alâmetler bildirilmiştir. Bu alâmetlerin bir kısmı tekvinî yani kozmolojik değişiklikler diğer bir kısmı ise dinî ve ahlâkî alandaki değişikliklerdir. Toplumu ilgilendiren değişiklikler, toplumsal bozulmanın bir başka deyişle o toplumun kıyametinin yakınlaştığının alâmeti olduğu gibi aynı zamanda büyük kıyametin de habercisidir. İnsanın ve toplumun ölümü kâinatın ölümünün habercisidir. Kâinat; insan ile diğer şuur ve irade sahibi varlıkların bir imtihan alanı olarak yaratıldığına göre imtihan süresi bittiğinde kâinatın vazifesi de bitmiş olacaktır. Bu sebeple her gün biraz daha ferdî kıyametimize yakınlaştığımız gibi kozmolojik kıyamete de yakınlaşmaktayız. Niyazî-i Mısrî’nin dediği gibi; Günde bir taşı bina-yı ömrümün düştü yere, Can yatar gafil, binası oldu vîrân bîhaber. Cenâb-ı Hakk, kullarına kıyameti ve haşri, alâmetleri ile anlatmıştır. Kıyametin vaktinin bilinmesi insanların en çok merak ettiği konulardan birisidir. Ama âyet-i kerîmeleri ve hadis-i şerifleri okuduğumuzda kıyametin ne zaman kopacağı üzerinde durulmadığı, bunun yerine kıyametin alâmetleri ve âhirzaman fitnelerine dikkatlerimizin çekildiği görülmektedir. Zira hayat bir imtihandır. Âhirzaman alâmetleri insanlar için bir imtihan vesilesidir. İnsanın vazifesi dünya hayatında karşısına çıkan imtihanlarda başarılı olmaktır. İnsanın dünya hayatını ve âhiretini mahvedebilecek âhirzaman fitnelerinden korunması son derece önemlidir. Âhirzamanda ortaya çıkacağı bildirilen her alâmet insan için bir fitne/imtihan vesilesi olabilir. Bu sebeple insanın dünya hayatında mutlu olabilmesi âhiret kurtuluşunu kazanabilmesi, âhirzaman fitnelerinden korunabilmesine bağlıdır. Bu fitnelerden korunabilmek için öncelikle onların bilinmesi gerekmektedir. Âhirzaman alâmetleri yalnızca gelecek merakı sebebiyle öğrenilecek konular değildir. Hatta merak ile araştırılması ve gayb âleminin sırlarını öğrenmeye çalışmak, çoğu zaman olumsuz neticelerin ortaya çıkmasına sebep olabilir. Âhirzaman alâmetleri, öncelikle korunmak ve ibret almak maksadıyla öğrenilmelidir. Nitekim Cenâb-ı Hakk, “Yoksa onlar, kıyametin kendilerine ansızın gelmesini mi gözlüyorlar? Zaten alâmetleri geldi bile! Ama kıyamet gelip çattıktan sonra, ibret almaları neye yarar ki!” 1 buyurarak kıyamet alâmetlerinden insanların ibret alması gerektiğine işaret eder. Bilinç, geleceğe yönelik şeyleri, geçmişe yönelik olanlardan daha çabuk kavrar. Biz insanlar, anılarımız veya şimdiki yaşantılarımızla olmaktan çok geleceğe ilişkin korku ve kuşkularımız, heyecan ve umutlarımızla yaşarız. Bu sebeple bugünün insanını, geçmiş dönemlerdeki sosyal kargaşalardan ziyade içinde yaşadığımız anda işaretleri görülen, gelecekte olması beklenen kargaşalar daha çok korkutmaktadır. Bu korkuyu yenmek ve yarın ne olacağını sormaktan kaçınmak mümkün değildir. Geleceği düşünmek ve gelecekte yaşamak insanın vazgeçemeyeceği, yaratılışına ait niteliklerinden birisidir. Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) gelecek hakkındaki sözleri, insan üstü bir kaynağa dayandığı için tecrübe ve deneyle bilinebilecek türden ya da kehânet türü bir bilgi değildir. Onların gelecek haberleri aşkın bir bilgi kaynağına dayanmaktadır. Peygamberlerin gelecek hakkındaki haberleri yalnızca “önceden bilme” anlamını içermez, ayrıca söz verme (vaad) manasını da kapsar. Bu haberler, “yeni bir gökyüzü ve yeryüzü” umut ve güvencesini canlı tutarlar. Korku ve kaygılarımızın içinde hep taptaze umutlar da vardır. Binaenaleyh istikbal ile ilgili haberleri, gelecek kargaşa günlerinin habercileri olarak değil, umutları her dem taze tutan haberler olarak okumalıdır. Kıyamet alâmetleri, ibret almak ve âhirete hazırlanmak için âhiret yurdunun yoluna dizilmiş yol işaretleri gibidir. Âyet ve hadislerdeki kıyamet alâmetleri gelecekten açık bilgi vermekten ziyade dünya hayatında inanan insanların karşısına çıkması muhtemel tehlikeleri haber vermek maksadıyla zikredilmiştir. Bu sebeple kıyamet alâmetlerinde kişi, tarih ve mekânlar açıkça belirtilmemiş, kapalı bir üslûpla benzer birçok olaya işaret edecek şekilde ana hatlarıyla belirtilmiştir. Kıyamet alâmetleri tayin ve teşhis için değildir. İnananlara ümit vermek, günahlara, fitnelere ve küfre karşı uyanık olmalarını temin etmek için okunmalıdır. Aksi takdirde “Mehdi kim?” “Mesih kim?” gibi tartışmaların inanan insanlara kazandıracağı dünyevî ve uhrevî hiç bir kazanç yoktur. Tam aksine bu tür tartışmalar, olumsuz kıyamet alâmetlerinin en önemlilerinden birisi olan mü’minler arasındaki ihtilafların artmasına sebep olurlar. Bu eser yeni tartışma konuları üretmek maksadıyla değil, insanlık için en büyük hakikat olan ölüm ve ötesi yani kıyamet günündeki dehşetli hesaba hazırlanmaya bir vesile olabilmek ümidiyle kaleme alınmıştır. Tevfik ve hidayet Cenâb-ı Hakk’tandır. 1 Muhammed Sûresi, 47/18. GİRİŞ Kıyametin Anlamı ve Alâmetleri “Yoksa onlar, kıyametin kendilerine ansızın gelmesini mi gözlüyorlar? Zaten alâmetleri geldi bile! Ama kıyamet gelip çattıktan sonra, ibret almaları neye yarar ki!” (Muhammed, 47/18) İnsanlık, âdeta bir Sûr sesi bekleme heyecanı içinde kıyametin gölgesinde sabahlıyor ve akşamlıyor. Lâkin kıyameti beklediğinin farkında olan ne az insan var. Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) “Kıyameti, bekleyiniz” 1 emrinin, farkında olan mü’minlerin sayısı her zamankinden daha az. Kıyametin ansızın gelip insanı yakalaması ve hiçbir hazırlık yapamadan insanların başına kıyametin kopması ve ansızın tutulup hesaba çekilmenin ne dehşetli bir son olduğunun bilincinde mi insanlar? Hâlbuki inanan insanların, her an hazır olmak için Sûr’a hemen üflenecekmiş gibi kıyamet gününe ve âhiret hayatına hazır olmaları gerekmiyor mu? “Acaba onlar, farkında olmadıkları bir sırada, Allah’ın cezasına uğrayıp azabın kendilerini kaplamasından yahut ansızın kıyametin kopmasından emin midirler?” 2 âyetinde bildirildiği gibi inananların korku ve ümit arasında âhiret hazırlıklarını yetiştirme telaşı içinde olmaları gerekmez mi? Yoksa Resûl-ü Ekrem Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) kıyameti beklememizi emretmesi, kıyamet günü için hazırlanın anlamına gelmiyor mu? Kıyametten bahsedildiğinde yalnızca bir merak duygusu ile âhirzamanda vuku bulacak harikuladeliklere takılıp kalmak mı gerekiyor, yoksa her bir kıyamet alâmetinin izini korku ve endişe içinde takip ederek kıyamet gününe hazırlanmak mı gerekiyor. Şüphesiz her şey, bilmek ve doğru anlamakla başlıyor, ancak bilgi insanın kurtuluşu için yeterli değil; bildiğini yaşamak, bildiğiyle amel etmek, sosyal ve ruhî hayatını tanzim etmek gerçekte esas olan. Bu sebeple kıyamet alâmetlerinin izlerini merak saikasıyla değil kurtuluşumuzun yol işaretleri olarak okuyabilmektir önemli olan. Bu çalışmada âhirzaman alâmetlerinin merak uyandırıcı yönlerinden ziyade bizim için bugün ne ifade ettiği üzerinde durulacak; âhirzaman alâmetlerinin nasıl yorumlanacağı tetkik edilecek ve günümüz insanının hayatını doğru yaşaması için âhirzaman alâmetlerinin günümüze tuttuğu bazen apaçık bazen flu ışık yakalanmaya çalışılacaktır. Her şeyden önce kıyametin daha sonra da kıyamet/âhirzaman alâmetlerinin anlamı üzerinde durulacaktır. Âhirzaman alâmetleri, Kur’ân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde gelecekle ilgili olarak bildirilen haberlerdir. Yani tamamen vahiy kaynaklıdır. İnsanların kendi zihinlerinden ya da kıyas yoluyla kıyamet alâmeti uydurması mümkün değildir. Kur’ân-ı Kerîm kıyameti haber verdiği gibi önemli kıyamet haberlerini de açıkça bildirmiş, diğerlerini ise perdeyi tam açmayarak farklı âyetlerdeki işaretlerle bizlere anlatmıştır. Âhirzaman alâmetlerini anlatan hadislerin ise bir kısmı mütevatir, diğer bir kısmı ise sıhhat açısından farklı derecelerdedir. Biz bu çalışmada daha ziyade temel hadis kitaplarındaki (kütüb-i sitte) kıyamet alâmetleri ile ilgili hadisleri esas aldık. 1. Kıyametin Anlamı Kıyamet kelimesi kıyam etme, yani ayağa kalkma, dik durma anlamlarına gelir. Âhirette insanların dirilmesi, ölülerin kabirlerinden kalkması ve diriltilmesi anlamındadır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de âhirette insanların Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda kıyam edecekleri, “Sahi onlar, o en mühim günde, yani bütün insanların Rabbü’l-âlemîn’in divanında kıyam edecekleri günde, diriltilip toplanacaklarını düşünmezler mi?” 3 âyetlerinde tasvir edilmiştir. Âhirete iman ve kıyamet günü Kur’ân-ı Kerîm’in ana konularından; Kur’ân’ın insanlara inandırmayı hedeflediği temel iman esaslarından ve Kur’ân’ın gerçekleştirmeyi hedeflediği gayelerinden birisidir. Birçok âyet-i kerîmede kıyamet ve kıyamet günü ile ilgili bilgiler bazen açık bazen dolaylı bir anlatımla zikredilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça geçen “yevm/gün”, kelimeleri genelde insanlar için en önemli gün olan “kıyamet günü” anlamındadır. Yaklaşık 400 âyette kıyamet günü “yevm” kelimesi ile anlatılmıştır. Kıyamet kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de 69 âyette “yevmü’lkıyâme” (kıyamet günü) şeklinde terkip olarak geçmektedir. Hatta Kur’ân-ı Kerîm’in 75. sûresinin adı Kıyamet Sûresi’dir. Kıyamet gününün anlatıldığı bu sûrenin hemen ilk âyeti “Hayır, gerçek öyle değil! Kıyamet günü hakkı için” buyrularak, kıyamet gününe yeminle başlamaktadır. Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerîm’de önemli hususlar üzerine yemin edilmiştir. Kıyamete yemin edilmesi onun insanlar için ne derece önemli bir hakikat olduğunu göstermektedir. Daha sonra kıyametin kopuşuna inanmayan insanlara hitap edilerek; “Kendisini eleştirip kusurlarından pişmanlık duyan kimse hakkı için (ki siz mutlaka diriltileceksiniz) insan zanneder mi ki ölümünden sonra Biz kemikleri toplayıp onu diriltmeyeceğiz? Evet toplarız, hem de parmak uçlarına varıncaya kadar eski halinde düzenleriz.” buyrularak kıyametin muhakkak vuku bulacağı bildirilmektedir. 4 Sûrenin devamında kıyameti kabul etmeyen inkârcılara kıyametin bazı âlametleri şöyle sıralanır: “Fakat insan suç işleyip durmak için önündeki kıyameti inkar etmek ister de, ‘ne zamanmış o kıyamet günü?’ diye alay eder. Gözler kamaşıp karardığı, ayın ışığının büsbütün gittiği, güneş ile ay yan yana getirildiği zaman… İşte o gün insan der: ‘Var mı kaçacak mekân?’ Hayır, sığınacak hiçbir yer yoktur” 5 daha sonra bu sûrede, kıyamet günü tasvir edilir ve insanların kıyamet gününde Rab’lerinin huzurunda nasıl hesap verecekleri anlatılır: “O gün insana yaptığı her türlü iyilik ve fenalık ile; yapmadığı her türlü iyilik ve fenalık tek tek bildirilir. Ona göre karşılığını alır”. 6 Görüldüğü gibi Kıyamet Sûresi’nde, kıyamet ve alâmetleri, insanların hesap gününe hazırlanması ve hayatlarını hayır ve iyilik ekseninde düzenlemeleri vurgulanmak maksadıyla anlatılmıştır. Kıyamet ve âhirete iman İslâm’ın usûlü’d-dîn denilen altı iman esasının aslı olan üç esasından (Allah’a iman, peygamberlere iman ve âhirete iman) birisidir. Bu sebeple özellikle Mekke’de indirilen sûrelerin ana konularından birisi kıyamettir. Kur’ân-ı Kerîm’de kıyametin anlatıldığı başka birçok sûre vardır. Mesela Vâkı’a, Hâkka, Tekvîr, İnfitar ve İnşikak Sûreleri’nin ana konusu kıyamettir. Hatta altmış yedinci sûre olan Mülk Sûresi’nden sonraki kırk sekiz sûrenin ana konularından birisi kıyamettir. Kıyamet, Kur’ân-ı Kerîm’deki muhtelif sûrelerde, kıyametin farklı özelliklerini anlatan, “sâ’a(t)” (zaman), “ukbâ” (dünyanın sonu), “vâkıa” (mutlaka gerçekleşecek gün), “hâkka” (kesin gerçekleşecek olan), “kâri’a” (dehşetli gün), “gâşiye” (dehşeti her tarafı saran gün), ve et-tâmmetü’l-kübrâ (her şeyi bastıran felaket) gibi muhtelif isimlerle anılmıştır. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de kıyamet “âzife” (yaklaşan), sâhha (kulakları patlatan gürültü), “hâfıda-râfı’a” (alçaltan-yükselten) gibi sıfatlarla tavsif edilerek, insanların dikkatleri kıyamet gününün farklı özelliklerine çekilmîştir. Kur’ân-ı Kerîm’de kıyametin ne zaman kopacağı haber verilmemiş, ancak ansızın kopacağı bildirilerek, insanların her an kıyamete hazır olmaları gerektiği vurgulanmıştır: “Bütün göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah’a mahsustur! Kıyametin oluş işi ise, başka değil, ancak göz açıp kapama yahut daha da kısa bir anda olup biter. Şüphe yok ki Allah her şeye kadirdir!” 7 Kıyametin ne zaman kopacağı bildirilmediği halde ilk yüzyıllardan itibaren kıyametin ne zaman kopacağı insanların hep merakını çekmiştir. “Yüzyıl sonra içinizden nefes alıp veren kalmayacak.” hadisinin eksik nakledilen bir rivayetine dayanılarak bazı kişiler, hicrî birinci yüzyılda kıyametin kopacağını iddia etmişlerdir. Hâlbuki Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm), “Bugün doğmuş (canlı olan) hiçbir nefis yoktur ki, yüz sene sonra ölmemiş olsun.” buyurarak, insan ömrünün ne kadar kısa olduğuna dikkat çekmiş; o gün orada bulunanların yüzyıl sonra kıyametlerinin kopacağını yani hepsinin ölmüş olacağını haber vermiş; her kişinin kıyameti kendisinin ölümüdür, hakikatine işaret etmiştir. 8 Yine “Alâmetler, iki yüzden sonradır” 9 hadisine dayanılarak, bazı kişiler hicrî ikinci yüzyıldan itibaren kıyameti beklemek gerektiğini vurgulamışlardır. Hâlbuki hadiste kıyametin kopacağı zaman değil alâmetlerinin hicrî ikinci yüzyıldan itibaren (yoğun olarak) ortaya çıkmaya başlayacağı haber verilmiştir. Keza hicrî bin yılından önce de bin yılında kıyametin kopacağı beklentisinin ortaya çıkması üzerine devrin önemli âlimlerinden Celaleddin es-Suyûtî (ö. 911/1505), el Keşf an mücâvezeti hâzihi’l-ümmeti el-elf (Bu ümmetin bin yılını geçeceğini açıkça ortaya koyma) adlı bir risâle kaleme alarak bu iddiaların asılsız olduğunu ortaya koymuştur. 10 Kıyametin ne zaman kopacağını yalnızca Allah bilir. İnsanı öncelikle ilgilendiren kıyametin ne zaman kopacağı değil, âhirete hazırlanmaktır. Âyet ve hadislerde kıyametin ne zaman ve nasıl kopacağına dair açık bir ifade yoktur. Kıyametin kopması demek, şu kurulu düzenin bozulması demektir. Bunun için Samanyolu’nda bir yıldızın mihverini kaybedivermesi yeterlidir. İnsanı asıl alâkadar eden ondan sonra yerinin neresi olacağıdır. Cennet mi, cehennem mi? Bu sebeple kıyametin ne zaman kopacağı gibi teferruatla uğraşıp vakit kaybetmek yerine, mü’minler inandıkları ölüm ötesi hayat için hazırlanmalıdırlar. Bir insanın ölümü onun kıyametidir. Nitekim âyet-i kerîmede “Kıyamet vaktini bilmek O’na aittir. O’nun bilgisi ve izni olmaksızın, ne bir meyve tomurcuğundan çıkabilir, ne herhangi bir dişi hamile kalabilir, ne hâmile olan biri yavrusunu doğurabilir. Gün gelir, ‘Neredeymiş Bana ortak saydığınız putlar?’ diye nida eder de, müşrikler: ‘İçimizden buna şahitlik edecek bir tek kişi bile olmadığını Sana arz ederiz!’ derler.” 11 buyrularak, kıyametin ne zaman kopacağı bilgisiyle ilgilenmek yerine Cenâb-ı Hakk’ın kâinattaki tevhid delillerinin tefekkür edilmesi gerektiğine işaret edilmiştir. Ölüm, gerçekte insanlar için muhakkak karşılaşacakları yakın bir kıyamettir. Âhirete iman, mü’minlerin ölüme daha bir mûnis ve sıcak bakmasını temin eder. Hatta ölümü ebedî âhiret yurduna bir geçiş kapısı gibi gördüklerinden dolayı şairin dediği gibi, Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm. (Erdem Beyazıt) diyerek ölüme seslenirler. Ölüm, bir idam sehpası ve yokluğun başlangıcı değildir. Bizatihi hayat kadar gerçektir ve ebedî hayatın geçiş kapısıdır. Âhirete inanmayanlar ise ölümü kendilerine uzak gördüklerinden kıyametin kopacağına da inanmak istemezler. Kendi nefislerinin ölümüne de inanmak istemeyen, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi dünya hayatına sımsıkı sarılan bu insanların ruh hallerini Kur’ân-ı Kerîm, şöyle tasvir eder: “Kıyamet saatinin gelmesini acele ile isteyenler, ona inanmayanlardır. Mü’minler ise O’nun gerçekten vaki olacağını bilir ve ondan kaçınırlar. Kıyamet hakkında münakaşa edenler, haktan ve gerçekten çok uzak, derin bir sapıklık içindedirler.” 12 Âyet-i kerîmede ifade edildiği gibi kıyametin kopacağına inanmayanlar acele ile “Hadi uyardığınız kıyamet gelsin.” diye inananlarla tartışmaya girişirler. Kıyametin vakti bazı insanlar istiyor diye değişecek değildir. Cenâb-ı Hakk’ın kâinata koyduğu tekvinî kanunlarda nasıl bir değişiklik olmuyorsa bu kanunlardan birisi olan kıyametin kopma vakti de insanların dilemesiyle değişmeyecektir. Hâlbuki insanlar ibret alsalar kendilerini daha yakından ilgilendiren birçok kıyamet sahnesinin gözleri önünde cereyan edip gittiğini görebilirler. Akşam, bir günün kıyameti, son bahar mevsimlerin kıyameti ve ölüm, insanın kıyameti her an tekrarlanıp durmakta ve âdeta her an büyük kıyametin vukuunu haber vermektedir. Herkesin ölümü kendi kıyametidir. Hatta kıyamet anında hep birden ölseler de gerçekte herkes kendi ölümünü yaşar. Şairin dediği gibi “Bir anda ölseler de insanlar tek tek ölür” (Necip Fazıl) Bu sebeple ölüme küçük kıyamet, kıyamete de kâinatın ölümü denilmiştir. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), büyük kıyametten haber verdiği gibi bazı kişilere büyük kıyametle ilgilenmek yerine daha önemli olan kendi ölümleri için hazırlanmaları gerektiğini söylemiş; herkesin ölümünün onun kıyameti olduğu gerçeğini hatırlatmıştır. Kıyametin ne zaman kopacağı bazı cahil bedeviler tarafından Allah Resûlü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) de sorulmuş, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bir defasında içlerinden en küçüğüne bakarak, “Eğer bu çocuğun ömrü olur da yaşarsa o yaşlanmadan hepinizin kıyameti kopar.” buyurarak, onların dikkatini kendi kıyametlerine, yani ölüme çekmiştir. 13 Yine bir başka hadiste kendisine “Kıyamet ne zaman?” sorusunu soran sahabiye “Kıyamet günü için ne hazırladın?” sorusuyla cevap vererek, yalnızca bilgi olsun diye kıyametin vaktinin araştırılmasının doğru olmadığına işaret etmiş; insan için kıyamet gününe hazırlanmanın daha önemli olduğunu veciz bir üslûpla ifade etmiştir. 14
Ayhan Tekines – Ahirzaman ve Kiyamet Alametleri
PDF Kitap İndir |