Neil Gaiman, Terry Pratchett – Kiyamet Gosterisi

İnsanlar, Kıyamet Gösterisi’ni yazmak nasıl bir histi?, diye soruyorlar. Biz de onlara şöyle yanıt veriyoruz: Biz yalnızca iki adamdık, tamam mı? Hâlâ öyleyiz. Bir yaz işiydi bu. Yaparken çok eğlendik, parayı yan yarıya bölüştük ve bir daha asla yapmamaya yemin ettik. O kadar da önemli olduğunu düşünmedik. Bir açıdan hâlâ önemli değil. Kıyamet Gösterisi’nin yazarları o günlerde onları zaten tanıyan insanlar arasında ünlü sayılırdı yalnızca. Kitabın satacağından bile emin değildiler. Dünyadaki en çok onarım gören kitabı yazacaklarını kesinlikle bilmiyorlardı. (İnanın bize: Küvete düşürülmüş, endişe verici bir kahverengiye dönmüş, bantla yapıştırılmış, iple bağlanmış, hattâ bir seferinde, tamamen dağılan sayfaları plastik torbaya doldurulmuş karton kapaklı kitaplar imzaladık. Diğer yandan, kitabı cevizden yapılmış, gümüş işlemeli, içi siyah kadife kaplı özel bir kutuda getiren bir adam da çıktı karşımıza. Kutunun kapağında gümüş rünler bile vardı. Hayır, onların ne olduğunu sormadık.) Bir görgü kuralı tüyosu: Bir yazardan kolunuzu imzalamasını istemek sorun değildir, ama ardından yandaki dövmeciye gitmek ve yarım saat sonra geri dönüp iltihaplı imza dövmesini yazara göstermek görgülü bir davranış değildir. Katıldığımız bazı imza günleri bizim cömert standartlarımıza göre bile fazla tuhaftı: Burger King restoranında yaşanan korkunç rehine olayı hakkında ki flaş haber bültenleri arasında, on beş saniyelik süreler içinde mizah hakkında konuşmak; Kıyamet Gösterisi’nin bizim mesleğimizde ‘kurgu’ adı verilen türden bir eser olduğunu bilmeyen hazırlıksız New Yorklu radyo sunucusuyla röportaj yapmak ve ‘biz İngilizler devamlı küfürlü konuştuğumuz için’ devlet radyosunun ufak tefek Protokol Direktörü’nden röportaj öncesinde küfürlü konuşma konusunda sert bir uyarı almak gibi.


Aslında ikimiz de fazla küfretmeyiz, özellikle de radyoda konuşurken, ama önümüzdeki bir saat boyunca kendimizi, birbirimize bakmamaya özen göstererek, dikkatlice düşünülmüş, çok kısa cümlelerle konuşurken bulduk. Sonra bir de okuyucular vardı, Tanrı onları korusun. Şimdiye dek onlar için yüz binlerce kitap imzalamış olmalıyız. Kitaplar genellikle dağılasıya okunmuş oluyordu; yepyeni, pırıl pırıl bir kitapla karşılaşırsak, bunun sebebi genellikle kitabın sahibinin önceki beş kopyasının ya arkadaşları tarafından çalınmış, ya dev Sumatra termitleri tarafından yenmiş, ya da kitaba yıldırım düşmüş olmasıydı. Sizi uyarmış olduk. Ah, bir de, anladığımız kadarıyla Vatikan kütüphanesinde de bir kopya varmış. Gerçekten öyle olduğunu düşünmek güzel. Bu kitabı yazmak eğlenceliydi. Ve eğlence son hız devam ediyor. BAŞLANGIÇTA GÜZEL BİR GÜNDÜ. Gördükleri günlerin hepsi güzeldi aslında. Günlerin sayısı yediyi epey geçmişti ve henüz yağmur icat edilmemişti. Ama Cennet bahçesinin doğusunda toplanmakta olan bulutlar ilk fırtınanın yolda olduğunu haber veriyordu, görünüşe bakılırsa fırtına büyük olacaktı. Doğu Kapısı’nın meleği ilk yağmur damlalarından korunmak için kanatlarını başının üzerine kaldırdı. “Affedersin,” dedi nazikçe.

“Ne diyordun?” “Dedim ki, kurşundan yapılmış bir balon gibi düştü bu seferki,” dedi yılan. “Ah. Evet,” dedi Aziraphale adındaki melek. “Dürüst olmak gerekirse, bizimki aşırı tepki verdi bence,” dedi yılan. “Demek istediğim, işlediği ilk günah falan filan. Hem, iyiyle kötü arasındaki farkı bilmenin neresi kötü anlamıyorum.” “Kötü olmalı,” diye akıl yürüttü Aziraphale, olan bitene anlam veremeyen ve bu yüzden endişelenmeye başlamış birinin düşünceli ses tonuyla, “yoksa sen işe karışmazdın.” “Bana yalnızca, Yukarı git ve biraz sorun çıkar, dediler,” diye açıkladı yılan. Adı Crawly idi, ama artık değiştirmeyi düşünmeye başlamıştı. Crawly adının kendisine hiç yakışmadığına karar vermişti. “Evet, ama sen bir iblissin. Senin iyilik yapmanın mümkün olduğunu sanmıyorum,” dedi Aziraphale. “Senin, bilirsin işte, doğanla ilgili bu. Kişisel bir şey değil anlayacağın.” “Ama işin komediye dönüştüğünü kabul etmen lazım,” dedi Crawly.

“Yani, Ağaç’ı göstermek ve koca koca harflerle ‘Dokunmayın’ demek? Çok da incelikli sayılmaz, değil mi? Yani, ağacı çok uzağa ya da yüksek bir dağın zirvesine koysan olmaz mı? O’nun gerçekte ne planladığını merak ediyorum.” “Hiç düşünmemek en iyisi gerçekten,” dedi Aziraphale. “Her zaman söylerim, esrarengiz planı kavramak imkânsızdır. Bir Doğru vardır, bir de Yanlış. Sana Doğruyu yapman söylenmişken ‘Yanlış’ı yaparsan, cezalandırılmayı hak etmiş olursun. Şey.” Utanç dolu bir sessizlik içinde oturarak yağmur damlalarının ilk çiçekleri zedelemesini izlediler. Bir süre sonra Crawly, “Senin alevden kılıcın yok muydu?” dedi. “Şey,” dedi melek. Bir an yüzünden suçluluk dolu bir ifade geçti, ama sonra geri dönüp oraya yerleşti. “Vardı, değil mi?” dedi Crawly. “Acayip harlanıyordu.” “Ee, şey…” “Çok etkileyici göründüğünü düşünmüştüm.” “Evet, ama, şey…” “Kaybettin, değil mi?” “Ah, hayır! Hayır, tam olarak kaybettiğim söylenemez, daha çok…” “Ee?” Aziraphale perişan görünüyordu, “illa bilmen gerekiyorsa,” dedi hafifçe aksilenerek, “birine verdim.” Crawly ona bakakaldı.

{1} “Şey, vermeye mecburdum,” dedi melek dalgın bir ifadeyle ellerini birbirine sürterek. “Çok üşümüş görünüyorlardı zavallıcıklar. Kadın çoktan hamile kaldı bile, orada bir sürü vahşi hayvan var, hem fırtına da yaklaşıyor, bu yüzden ben de düşündüm ki, eh, ne zararı olur, bu yüzden bakın, dedim, geri gelirseniz korkunç bir kavga çıkar, ama bu kılıca ihtiyacınız olabilir, o yüzden buyurun, yo, teşekküre gerek yok, herkese bir iyilik yapın ve burada güneşin üzerinize batmasına izin vermeyin.” Crawly’ye bakarak endişeyle sırıttı. “Yapılacak en iyi şey buydu, değil mi?” “Senin kötülük yapmanın mümkün olduğunu sanmıyorum gerçekten,” dedi Crawly alayla, ama Aziraphale alaydan anlamazdı. “Ah, umarım öyledir,” dedi. “Gerçekten de öyle olduğunu umuyorum. Bütün akşam endişelendim durdum.” Bir süre yağmuru izlediler. “Tuhaf olan şu ki,” dedi Crawly, “ben de elma olayının yapılacak doğru şey olup olmadığını merak ediyordum. Doğru şeyi yapan bir iblisin başı feci derde girebilir.” Meleği dürttü. “İkimiz de yanlış yapmışsak ne komik olur, değil mi? Ben iyi, sen de kötü şeyi yapmışsak ne komik olur, hı?” “Pek değil,” dedi Aziraphale. Crawly yağmura baktı. “Hayır,” dedi ciddileşerek.

“Olmaz herhalde.” Yağmur kapkara perdeler halinde Cennet bahçesinin üzerine iner, gök gürültüsü tepelerin arasında homurdanırken, daha isimleri yeni verilmiş hayvanlar fırtınadan ürkerek bir yerlere sığınmışlardı. Çok uzaklarda, sırılsıklam ormanda, ağaçların arasında parlak ve alev alev bir şey titreşti. Karanlık ve fırtınalı bir gece olacaktı

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir