Ayşe Kulin – Geniş zamanlar

“Süt var mı acaba evde?” “Yok.” “Belki buzdolabında biraz kalmıştır. Gidip bakayım.” “Boşuna gitme. Süt yok.” “Hiç süt bulundurmaz mısın evinde sen?” “Hayır.” “Aaa, neden?” “Sütü çocuklar içer. Ben çocuk değilim.” “Çaya koymak için…” “Çay sütsüziçilir.” “Sütle de içilir. Bizçayımıza süt koyarız.” “Biz koymayız. Çaya sütü, damak zevki olmayanlar koyar.” Hayretle bakıyor yüzüme. Birazincinmiş, birazşakaya vurmuş, ama kesinlikle şaşkın bir ifadeyle ve yaralı hayvan gözleriyle suratıma bakıyor.


Niye böyle hırçın ve edepsiz olduğumu anlamaya çalışıyor, büyük bir sabırla. Süt beyazı uzun gövdesiyle etrafımda dolanıp durdukça, insanın ayaklarına sürünen bir yavru kedi gibi yaltaklandıkça, büsbütün sinir olduğumun farkında değil. Avazımçıktığı kadar bağırarak, “Defol git,” demek geçiyor içimden. Ama, bunu yapmadan önce, bilmemgereken bir ayrıntı var. Onun nasıl olup da evimde ve yatağımda uyandığını öğrenmemgerekiyor. Açıkça soramıyorum. Açıkça sorarsam, dün gece benimiçin iplerin koptuğunu itiraf ediyor olacağım. Hiçbir şey hatırlamadığımı, bu odanın içinde dolanıp duran kişiyle neler yaptığımı ya da neler yapmadığımı bilmediğimi… kısacası bilinçsizliğimi, kontrolsüzlüğümü, çaresizliğimi kabul etmiş olacağım. Bunu istemiyorum. “Birkaç damla süt için, çok ağır bir yanıt değil mi bu?” diye soruyor, yüzünde yine o yarı incinmiş, yarı “şaka yapıyorsun ama fazla oldun” ifadesi. “Sizçay içmeyi bilmeyen bir milletsiniz.” “Sizçok mu iyi biliyorsunuz bu işi?” “Kesinlikle evet. Biz, bir de Ruslar.” “Başka ne bilirsiniz bizden iyi, bakalım?” Sesinde alay var. “Çok şey biliriz.

” “Mesela?” “Sevişmesini.” Bu sefer yüzünde sadece incinme var. Tuzağıma düştü. Bu sözü özellikle söyledimve… Aman Allahım, ben ne yaptımdün gece?… Oturma odasındaki kanepenin üstünde uyandımbu sabah. Yerde bir yastıkla bir battaniye duruyor, öylece atılmış. Koltuğun üzerinde ise dün gece giydiğimgiysiler. Kafamçatlıyor. Ağzımın içi zehir gibi. Odanın kapısında, boyu beş metreymiş gibi duran, bu güneş yüzü görmemiş adam, süt beyazı uzun bedenini kapıya yaslamış, çipil mavi gözlerini kırpıştırarak tatlı tatlı bakıyor. “Uyandın mı nihayet?” Nihayet mi? Saat kaç? Bu adamevimde ne arıyor? Gözlerimi ovuşturuyorum. Şu an uyku sersemiyim, ama birazdan hatırlayacağımher şeyi. “Đçkiyi fazla kaçırdın dün gece…” Yanıtlamıyorum. “Ben de izin verdimistediğin kadar içmene. Böyle durumlarda iyi gelir içmek.” Hangi durumlarda? Sen de kimoluyorsun? Đzin vermişmiş!… Niye yatağımda değil de burada yatıyorum ben? Kalkmaya çalıştığımda, başımdöndüğü için geri düşüyorum.

Adamı inceliyorumşimdi. Uzun ve ince olmasına rağmen löpür löpür görüntüsü, acaba aşırı beyazlığından ötürü mü? Birden çıplak olduğumu fark ediyorumyatakta. Felç iniyor sanki her yanıma. Çarşafın altında ufalmaya çalışıyorum. “Lütfen gider misin! Kalkacağım.” Omuzsilkiyor, sanki “bana ne,” der gibi. Arkasını dönüp içeri gidiyor. Çarşafa bürünüp kalkıyorum. Koltuğun üzerindeki giysilerimi karıştırıyorum. Bunları ben mi çıkardım, yoksa o mu çıkardı üstümden dün gece? Giysilerimi alıp banyoya geçiyorum. Soğuk su vuruyorumyüzüme önce. Ağzımı çalkalıyorum. Duşun altına giriyorum. Soğuk su, tenime değdikçe, üstüme ateş parçacıkları düşmüş gibi sıçrayıp irkiliyorum. Banyodan çıkmadan önce, dün geceye dair her şeyi hatırlamalıyım.

Sonra da iyi niyetle dolanıp duran bu gâvuru kapının önüne koymalıyım. Bornozuma sarılıp banyodan çıktığımda, kafamhâlâ çatlıyor ve hâlâ bomboş. “Sen daha gitmedin mi?” diye soruyorum, uzun adama. “Senin kendine geldiğini görmeden gidemem.” “Sen git. Ben açılırımyavaş yavaş. Dün gece çok içtimgaliba.” “Çok mu? Çok sözcüğü yetersiz kalır, içki komasına girdiğini zannettimbir ara.” “Şimdi iyiyim, haydi sen git artık.” “Dün gece beni yollamaya böyle meraklı değildin ama. “Ne olur beni yalnız bırakma Gerry,’ deyip duruyordun.” Gerry? Gerry? Bu adı hatırlayacağım. Bu sesi de. Sally’nin bir arkadaşı yok muydu Gerry diye? Bu pırasa, o işte! Allahım, aklımı bir an evvel başıma geri yolla! “Gerçekten çok içmişimgece. Başımağrıyor, biraz da kopukluk var.

Biz Sally ile sinemaya mı?…” “Tiyatrodan çıkınca, King’s Road’un üstündeki Rus lokantasına gittik. Votkaları hepimizden hızlı devirip durdun?” Eveeet… Dumanlar açılıyor yer yer. “Kalinka Kalinka” diye, kollarımhavada avazavaz bağırdığımı anımsıyorum. “Đlk başta çok neşeliydin. Şarkılar söylüyordun, çalgıcılarla birlikte. Sonra birden kederlendin, ağlamaya başladın.” “Kimler vardı orada bizden başka?” “Hatırlamıyor musun?” diye soruyor pırasa adam, “Sally, David bir de biz. Senle ben.” Đçimbirazrahatlıyor sanki. Sally çok yakın arkadaşım, David onun kocası. Onlar benimdostlarım, kendimi onların yanında dağıtmış olmamçok vahimdeğil de… bu pırasa canımı sıkıyor. Pırasanın getirdiği koyu kahveden içiyorumbirkaç yudum. Daha iyiyimşimdi. “Evde birazsüt olsa, böyle zehir gibi içmek zorunda kalmazdın kahveni,” diyor. Hâlâ süte takılı nedense.

Tanrım, ne manasız ve ne uzun bir adam. Kendi ülkemin orta boylu, tıknaz, kıçı yere yakın ve kadınlara hizmeti zül sayan esmer erkeklerine müthiş bir hasret duyuyorumbirden. Şimdi karşımdaki bir Türk olsaydı, kapıyı vurup çoktan gitmişti. Belki, yaradana sığınıp bir de şamar indirmişti suratıma, tamçekip gitmeden önce. “Ben on yaşıma bastımbasalı, ağzıma süt koy-mu-yo-rum. Bu evde süt bulunmaz. Sütten nefret edi-yorum. Anladın mı?” “Canın isterse. Đleri yaşlarda kemiklerin eriyecek.” “Gerry, ben ileri yaşlara kadar yaşamayacağım.” “Dün geceki gibi içersen, söylediğin doğru olabilir,” diyor pırasa, “Bak güzelim, kadın erkek herkesin başına geliyor bu iş. Bu olayı geride bırakmayı başarmalısın.” Alık alık bakıyorumadamın yüzüne. Neler biliyor benimhakkımda, bu elin gâvuru? Sally anlatmış olmalı ona hayat hikâyemi. Oysa, tutucu bir Đngiliz kızından hiç beklenmez böylesine bir boşboğazlık.

“Sally yeterli bilgiyle donatmış seni anlaşılan,” diyorumbuz gibi bir sesle. “Sen anlattın çoğunu,” diyor Gerry. “Dün gece mi?” “Ayla, iki hafta önce, köyde geçirdiğimiz hafta sonu anlattındı ya neden boşandığını.” Elimden kahve fincanını düşürmeme ramak kaldı. Ben bu adamı başıma dün akşammusallat ettiğimi düşünüyordum, oysa öncesi varmış… Ne oldu benimbelleğime? “Davidler’in köydeki evine gitmiştik hani. Ocak yanıyordu çıtır çıtır. Sana, Đstanbul’daki evini hatırlatmıştı. Duygulanmıştın…” * * * Evet, doğru söylüyor, ne zaman kocaman kütüklerin çıtır çıtır yandığı bir şömine görsem, duygulanırım. Boğazımın orta yerine bir yumru oturur, göz pınarlarıma yaşlar birikir. Yutkunurumağlamamak için. Yanan şömineler bana hep, mutlu olduğumu sandığımbir evde, beni sevdiğini sandığımbir kocayla geçen yıllarımı anımsatır. Boşa geçen, kadir bilmez bir erkeğe akıttığımgençlik yıllarımı. Ama, kapatmamış mıydımben bu defteri? Kendime acımaktan vazgeçmeyi, zor yollardan, anlamsız ilişkilerden, içinden bin pişman çıktığımyataklardan geçerek öğrenmemiş miydim? Yaralanan onurumu onarmak ve aldatılmanın öcünü almak için, Londra’da önüme gelene takılırken, kendimi harcamanın aptallık olduğunun ayrımına varıp, tövbekar olan ben değil miydim? Üstelik de, bir gün ansızın, Verlaine’in mısralarında aynaya bakarken bulmuş olduğumdan ötürü, kendimi. “Avare gençliğimbenim, her gelene kul köle Ve şan olsun diye, sunduğumölesiye.” Kendimi şan olsun diye sunmamaya kesin karar veren ben, ne oldu dün akşamda uzun süredir içmediğim kadar çok içip, belleğime bir darbe indirdim? Gerry! Bu beyaz, uzun, löpürdek adam! iki hafta öncesi olduğuna göre, belki daha öncesi de vardı.

Yoksa, beline doladığı bir havluyla, dikilir durur muydu kapının önünde öyle? “Gerry, çok yorgunum. Ben yine yatıp uyumak istiyorum. Sen işine gitmiyor musun?” “Bu gün pazar,” diyor pırasa, “Evimşehrin taa öbür ucunda, biliyorsun.” * * * Hayır bilmiyorum. Bu sabah, hiçbir şey bilmiyorum. Biri kafama çekiçle vurdu, açılan yaradan tüm bilgilerimaktı gitti. Yok yalan bu, sadece dün geceyi hatırlayamıyorum. Ya dün sabahı? O da yok! Daha önceki gün, daha, daha öncesi? “Bu gün pazar, demek!” “Elbette. Saat üçte tenis oynamak için kortta yer de ayırttık ya dün. Onu da mı hatırlamıyorsun? Bana üçe kadar katlanacaksın mecburen. Uykun varsa, sen yat, uyu. Ben gazete alıp geleceğim. Süt de alırım.” Sütlerin içinde boğul emi, süt tenli Đngiliz. “Đstediğin bir şey var mı?” diyor pırasa.

“Yalnız kalmak istiyorum.” “Bu ruh haliyle, seni yalnız bırakamam.” Sen nereden bilebilirsin ki benimruh halimi! Ben bu hale gelene kadar nerelerden geçtim, ne bilirsin sen? “Ben iyiyim. Lütfen gider misin Gerry!” “Zaten gidiyorumama, hemen döneceğim. Seni yalnız bırakmayacağıma dair Sally’ye söz verdim….” Bu iş korktuğumgibi değil. Dün gece ben bu pırasaya Sally ve David tarafından emanet edilmiş olmalıyım. Bir Đngilizcentilmeni, emanete hıyanet etmez, iyi de, ben niye kanepenin üzerinde yattım? Hemen yerimden fırlayıp yatak odasına koşuyorum. Yatak bozulmuş. Pırasa dün gece benimyatağımda yatmış. Battaniyeyi de bana verip, yatak örtüsüne bürünüp uyumuş olmalı. Yatağı düzeltiyorum. Gözümaynaya takılıyor. Bembeyaz yüzümle, bir hortlak gibiyim. Duş alırken rimellerimbüsbütün akıp bulaşmış yüzüme.

Gözlerimşiş. Ağlamışımdün gece, öyle dedi pırasa. Çirkin, berbat bir cadı görünümündeyim. Üstelik içimde kötülük dolu. Koşup kapıyı açıyorummerdivenlerden inen adama seslenmek için. “Bu eve süt girmez. Sakın getirme.” Sesim, merdiven boşluğunda yankılanıyor. Đncinmiş köpek gözleriyle yukarı, bana bakıyor adam. “Süt duası okutalım, abla,” demişti Zehra. “O da nesi kızım?” “Dua işte. Đyi gelir, ferahlık verir eve. Anneme haber salayım, gelip okusun.” “Ben inanmamöyle şeylere.” “Đnanmasan da yaptıralım, ne olur.

” Yalvarıyor âdeta. “Kızım, böyle dualarla filan evlilikleri pekiştirmek mümkün olaydı, kimse boşanmazdı.” “Yüreğin ferahlasın diye, abla.” “Sen benimiçin üzülme Zehra, ben iyiyimkızım.” Zehra, ela gözlerini dikip, yüreğimin en derin noktasını görmek ister gibi bakıyor gözlerimin içine. Benim evimin yıkılması, onun evinin de yıkılması demek. Bu yüzden midir gecelerdir onu da uyku tutmaması, salonda sabahın üçünde tozalmaları, ütü yapmaları ve gözyaşlarını benden saklamaya çalışmaları? On beşte bir, büyük temizliğe gelen Fatik, “Kızı bir kurtarabilsem, başka şey istemiyorumhayatta,” demişti. “Şarapçıdır benimadam, her akşameve fitil gibi gelir, beni döver. Kız üzülür. Bir gün, beni elinden almak isterken, dayak ona da bulaşacak diye korkarım.” On üç yaşındaydı kızı. Bir-iki kere, annesini iş çıkışı almaya gelmişti. Yuvarlak, güleç bir yüzü, dürüst bakan ela gözleri, koyu kumral, ipek gibi saçları vardı. Đçimhemen ısınmıştı kıza. “Senin bu merhametinden bıktım,” demişti kocam, “Burası Kızılay değil.

O yaşta kız, çocuk filan bakamaz. Kendisi çocuk onun.” Kız, çeşitli nedenlerle ayrılan yatılı yardımcıların üçüncüsüne de yol vermemden sonra başlamıştı işe. Sabahları, eve her gün gelen hizmetçiye yardımediyor, akşamları sofrayı toplayıp, bulaşığı yıkıyor ve gezmeye gittiğimizde bebeği bekliyordu. “El kadar kıza çocuk emanet. edilir mi?” demişti annem, “Sen gerçekten birazçatlaksın.” “Son çıkarttığımdiplomalı dadıdan daha sorumlu bu küçük kız, anne,” demiştim. Gerçekten de öyleydi. Sadece sorumlu ve iyi huylu değil, çok da zekiydi. Gültepe konduları yerine, bizim yaşadığımız muhitlerde doğsaydı, bir sürü ailenin, çocuklarını iyi bir özel okula sokmak için oluk oluk para akıttığı özel derslere hiç gerek duymadan, en yüksek puanlan tutturabilirdi kolaylıkla. “Niye okutmadınız bu kızı Fatik?” demiştim. “Okuyup da netçekmiş?” demişti Fatik, “Berberin yanında işe koymuştuk. Ama ben kızı evden kurtarmak için, yatılı hizmete vermek istedim.” Kız, üçüncü sınıftan sonra okula yollanmamıştı. Ona, dördüncü beşinci sınıfların kitaplarını almıştım.

Yanımıza gelişinin yılında, dışardan ilkokul bitirme imtihanlarına sokmuştuk Zehra’yı. Elinde kapı gibi ilkokul diploması vardı artık. Yaşı on dörde varmıştı. Mahallenin ortaokuluna yazdırmıştık. Fatik, elinde iki kutu Pınar sütle gelmişti sabahın köründe. Direnmiştim, “istemiyorumbu saçmalıkları,” demiştim. “Bir gurşun döktüreydin zamanında, başına gelmezdi bu işler,” demişti Fatik, “Nazara geldin, nazara!” “Sen döktürüyorsun da çok mu iyi haldesin?” diye sormuştum. “Ben kendimi insandan bile saymıyorum, hanım,” demişti Fatik, “Bu alına yazılanı, hiçbir gurşun sökemez.” Eliyle alnına vurmuştu çat çat. “Beni boş ver, yeter ki siziyi olun ve Zehra gurtulsun.” Zehra kurtulmuştu. Zaman içinde lise diplomasını bile almıştı. Ama üniversite sınavlarına girmesine babası rıza göstermemişti. Onu, hemşire okuluna yazdırtmıştımzorla. El kapılarında ev işi yapacağına, bir mesleği olsun, hemşireler dünyanın parasını kazanıyor diye ikna etmiştik şarapçıyı.

Babasından gizli Đngilizce kurslarına da gidiyordu. Ana kız, bir tencerenin içine doldurdukları sütü, taşımtaşımkaynatıp duruyorlardı ocağın üstünde. Başa çıkamayınca, “Ne haliniz varsa görün, yeter ki beni bu işe bulaştırmayın,” demiştim. Zehra, sütü taşırmamak için, ateşin az üzerinde tutuyordu tencereyi, Fatik de birtakımdualar okuyup, benim bulunduğumodaya doğru üfleyip duruyordu. Nasıl bir medet umuyorlardı acaba sütten? Başka kadınlara takılan kocalar koşa koşa evlerine mi dönüyorlardı? Ben ettimsen eyleme diyerek ayaklara kapanıyor ve bundan böyle uslu mu duruyorlardı? Kadınlar da af ve barış ilan edip, hemen koyunlarına giriyor, en cilveli halleriyle ve tabii süt duasının da gücüyle, geri kazanıyorlardı zahir erkeklerini. Bu işler, böyle oluyordu demek ki kondularda. Konduların, sahneciler ya da medyacılar tarafından keşfedilememiş, kara bahtlı genç kadınları, kendilerini ya sürekli döven, ya sürekli gebe bırakan ya da sürekli sömüren kocalarını dualar ve muskalarla yola getirmeye çalışıyorlardı. Öyle anlatıyordu Fatik ve öyle bir umutsuzluğa düşürüyordu ki beni, sanki bu ülkede, o kadınların geçmiş ya da gelecek zamanları yoktu. Onlar, hep geniş zamanlarda yaşarlardı. Dünleri de, yarınları da bugündü; böyle gelmiş böyle giderdi, hiç değişmeden! Ama, Zehra kurtulmuştu işte. Sayemde, Zehra’nın lise diploması vardı. Yakında bir de mesleği olacaktı. Bunlara rağmen, süt duası gibi saçmalıklara, cahil annesinin zaafları diye, utangaç bir hoşgörüyle yaklaşıyor gibi dursa da, kocakarı yöntemlerine inanmayı gözardı ettiğini söyleyemezdim. Ne de olsa, hücrelerine sinmişti kondu kültürü. Süt tenceresinin başında, annesiyle birlikte, benimiçin dualar okuduğunu ve duaları benden tarafa üfleyerek yolladığını, göz ucuyla görebiliyordumoturduğumyerden.

Benimevliliğimin kurtarılması onun için çok önemliydi. Bu yuva yıkıldığında, annesiyle babasının evine sığınmak istemiyordu. Orada, sarhoş baba, ceberrut ağabey ve dayak vardı. Onun da dünyası, benimki gibi paramparçaydı bir süredir. Saf Zehra! Gecekondu çevresinin dışındaki kadınların hırpalanmadığını zannetmişti hep. Benimsosyal sınıfımdaki hemcinslerinin her zaman bakımlı, alımlı ve mutlu olduklarını sanıyor, öykünüp duruyordu bizimgibilere. Anası içinse, kadın doğuştan kısmetsizdi, kural olarak. “Đster zengin, ister fakir olsun, garı kısmının gaderi değişmez, dedimama, anlatamadım,” demişti Fatik, “Şimdi gördü işte gözleriğnen.” Zehra, gözleriyle gördüklerinden çok sarsılmışa benziyordu. Onun bir köşesinden içine adımını atmış olduğu sırça köşkü, tuzla buz olmuştu. Tahsilli, yakışıklı ve zengin olduğu için, haksızlık, yanlışlık, kötülük yapacağına ihtimal vermediği evin beyi, tıpkı gecekondu kocaları gibi davranmıştı. Şaşkınlığını bir türlü atamıyordu üstünden Zehra. “Abla, bizimoralarda kadınlar berbat durumdadır. Ağızlarında diş kalmamış, un çuvalı gibi karılarının üstüne elbette kuma filan getirirler, onları da çürütene kadar ite kaka kullanırlar. Ama senin üstüne nasıl gül koklanır, anlayamıyorum,” demişti.

Tamda, Amerikan Hastanesi’nin Hemşirelik Okulundan diplomasını aldığı günlerin, hemen sonrasına rastlamıştı evimizdeki çözülme. Kep giyme törenine birlikte gitmiştik Fatik’le. Yazsonu, yanımızdan ayrılıp, kendi mesleğine başlayacaktı. Nerede yatıp kalkacağına henüz karar vermemiştik. Ben “ev yardımcısı” sıfatından tamamen sıyrılması, sınıf atlamasını tamamlayabilmesi açısından, bizden ayrılması gerektiğini düşünüyordum. Baba evine gitmek istemiyordu. Belki bir iki arkadaşıyla bir ev tutabilirlerdi, ucuz bir muhitte. Hastanede çalışan genç bir asistan doktorla flört ediyordu. Đlk aşkını yaşıyordu Zehra. Mutluydu. O doktorla evleneceğini umuyordu. Ama kısa sürmüştü bu bayramhavası. Benim, boşanma davası açıp, çocuğumu Đngiltere’de okula yerleştirme bahanesiyle, evden uzun süreli ayrılmamdan sonra, bana bir mektup yollamıştı Londra’ya. “O iş olmadı. Beni, bizimmahallede isteyen biri var, babamla ağabeyimçok ısrar ediyorlar, ben hiç istemiyorumama, herhalde en doğrusu evet demek,” diye yazmıştı.

Üzülmüştüm. Zehra’nın hangi sebeplerle doktordan ayrıldığını henüz bilmiyor ama tahmin edebiliyordum. Tek sığınağı olan, “bizimevimiz” dağılmıştı. Đçinde, onun da bir odasının, bir “örnek” ailesinin olduğu o ev yoktu artık. Kocamla benimboşanma dosyamız, asliye hukukta gün bekliyordu. Daha kendi küçücük bir çocukken, sorumluluğunu üstlenmeye sıvandığı oğlumuz, büyümüştü, uzun bir tahsil için yurtdışına gönderiliyordu. Zehra’nın, eğitmeni, yaratıcısı, örnek aldığı güzel hanımının yuvası yıkılmıştı. Umut bağladığı ilk aşkı hüsranla sonuçlanmıştı. Derin bir hayal kırıklığının ve boşluğun uçurumunda, yapayalnız durduğunu ve çok korktuğunu anlayamayacak kadar bencil ve kendime dönüktümo ara. “Benim kendi derdimbaşımdan aşmış” havasında, vurdumduymazlık içindeydim. Mektubuna cevap yazmadım Zehra’nın. Sally’ye telefon etmeliyim. Dün gecenin sırrını bana sadece o anlatabilir. Ama bu gün pazar ve Sally ile David köyde, ormanların içinde yürüyüştedirler şimdi. Koyu kahve iyi gelmiş olmalı, başımın dönmesi azaldı.

Ufak ufak evi toparlamaya başlıyorum. Tepeleme dolu kül tablasını, sağda solda bırakılmış içki bardaklarını mutfağa taşıyorum. Etraftaki bunca döküntüye, cips artıklarına ve buz kovasındaki erimiş buzlara bakılırsa, dün gece tiyatroya gitmeden, benimevde içki içmiş olmalıyız. Zevahiri kurtarmaktan vazgeçtimçoktan… Pırasa döndüğünde, olanları hâlâ hatırlayamıyorsam, soracağımher şeyi. Dün geceyi bana ayrıntılarıyla anlatsın. Viski şişesinin ortalıkta görünmeyen kapağını bulmak için, kanepenin altına bakıyorum, eğilip. Kanapenin altı toziçinde. Kapak, birkaç firkete ve ince uzun bir şey daha var, orada. Kolumu kanepenin altına uzatıp, çekiyorumo şeyi. Bir kemer. Kimbilir ne zamandır orada? Kimbilir kimin? Kimbilir? Kim bilir? Boğazıma bir yumru oturuyor…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir