Bernard Guerrien – Neo-Klasik İktisat

Günümüzün iktisat öğretimi ve araştırmalarında neo-klasik iktisat kuramı egemendir. Öyle ki Nobel iktisat ödüllerinin neredeyse tamamı neo-klasik akım içinde yeralan iktisatçılara verilmektedir. Bu yüzden çeşitli iletişim araçlarında ve geniş kitlelere hitap eden eserlerde, iktisat kuramı denince akla hep neo-klasik kuram gelir. Bununla birlikte, bu iktisatçıların kendi aralarında çok bölünmüş olmaları da unutulmamalıdır. Zaten Nobel ödüllerinin de iki büyük grup arasında paylaşıldığını görüyoruz. Bunlardan ilki, Hayek, Friedman, Stigler, Buchanan ve Allais gibi iktisatçıların oluşturduğu liberal eğilim; diğeri Samuelson, Arrow, Tobin, Modigliani ve Solow’un temsil ettiği daha müdahaleci ya da “sosyaldemokrat” eğilimdir. Kaldı ki bu iki eğilim de kendi içinde birtakım alt-gruplara ayrılmış olup, hem kendi alanlarına özgü dergilerde hem de kitle yayın organlarında sürekli olarak sert kuramsal tartışmalar yapmaktadırlar. Bu çatışma bir yana bırakılırsa, her iki büyük gruba bağlı iktisatçıların, yine de neo-klasik kuramın esasını oluşturan birçok fikri paylaştığı görülür. Bu ortak noktalar, toplumun, bağımsız, özgür ve eşit bireylerden oluşan bir bütün şeklinde anlaşılması ve piyasanın da, bireylerin faaliyetleri arasında bir uyum sağlama aracı olarak belirleyici bir konumda bulunmasıdır.* Neo-Klasik İktisatçıların Toplum Kavramı Toplum, aslında bir bireyler topluluğu olduğuna göre, iktisadi ve toplumsal olaylar, bireysel davranışlardan yola çıkarak açıklanabilir: Bir fizikçinin fizik sorunlarını (‘) VI. ve VII. bölümlerin çevirilerine katkıda bulunan Doç. Dr. Mehmet Duran ile VIII. bölümün çevirisine katkıda bulunan Araştırma Görevlisi Haluk Levent’e teşekkür ederim.


(ç.n.) 7 atom ve temel parçacıklar; bir biyologun da konulan kromozom ve genler düzeyinde ele alması gibi. Bununla birlikte, bu yaklaşım çerçevesi içinde birbirinden çok farklı iki yaklaşım olabilir: Ya önce tek başına bireyler göz önüne alınır ve orjlann, toplum halinde yaşamalanyla ilgili faaliyetlerine bakmadan tek tek davranışlan incelenir; ya da Devlet aygıtı, kurumlan, yasalan ve mülkiyet ilişkileri vb. ile toplum veri olarak alınır ve bu toplumda yeralan bireylerin davranışlan incelenir. Bu iki yaklaşımı birbirinden ayıran husus, bireylerin içinde faaliyet gösterdiği çevreye verdikleri önemde saklıdır. Meselâ birinci yaklaşım taraftarları, çoğu kez, yaşadığı ıssız adada Robinson Crusoe örneğine dayanır. Gerçi sonuçta o da başka ıssız adalarda yaşayan diğer Robinsonlarla mübadeleye girecektir.1 Bu “Robinson” örnekleri ile alay edenler olursa, verilen cevap şudur: Temel bazı mekanizmalan kavramak için bu, yeterli olmasa da, sadece zorunlu bir ilk adımdır. İkinci yaklaşımı benimseyenler devletin veya toplumsal gruplann rolünü esas alırlar. Bu yaklaşım da devleti ve toplumsal gruplan veri kabul ettiği için eleştirilmektedir. Oysa ki, onlann da bireylerden oluştuğu ve bireylerin geçmişteki faaliyetlerinin sonucu olarak ortaya çıktıkları unutulmaktadır. Biz aslında burada, bu tartışmanın aynntılanna girmeyeceğiz. Sadece çeşitli iktisat teorileri arasındaki temel farkın, bu teorilerin, bireyin içinde yeraldığı çevreye tanıdıklan rolden kaynaklandığını belirtmekle yetineceğiz. Bu noktada, Neo-Klasik Teori’nin birinci yaklaşımı benimsediğini görüyoruz.

Çünkü bu teori, toplumu, tek tek bireylerden yola çıkarak “oluşturmaya” çalışmaktadır. En azından ilk aşamada, bu bireyler, sadece kaynakların ve teknolojinin sunduğu imkânların sınırlılığından gelen kısıtlamalar altındadır. Sahip oldukları kaynaklar farklı olsa bile, bu anlamda “özgür ve eşit” sayılmaktadırlar. Bu, karar birimi diye adlandırılan bireylerin incelenebilmesine imkân vermektedir. Son olarak, bu yaklaşı- (1) Yakın tanhte verilmiş bir örnek için bkz. (Barro, 1985). Parantez içindeki isim ve tarihler, eserin sonundaki bibliyografyaya gönderme yapmaktadır 8 mm çoğu kez “yöntemsel bireycilik” diye nitelendiğini de belirtmek yerinde olur. Piyasanın Düzenleyici Rolü Her bireyin zevkleri ve gelir düzeyi farklıdır. Onun için bireylerin birbirleıiyle mübadelede bulunması her biri için yarar getirir. İşte, Neo-Klâsik Teori’ye gere bireyin sosyalleşmesini sağlayan piyasa, onların biraraya gelme arzusundan doğar. Daha piyasanın nasıl doğduğu ve işlediği sorununa değinmeden, neo-klâsikler, fiyatların orada, mübadelede bulunmaya aday olanların önerilen üzerine ortaya çıktığım düşünürler. Şimdi asıl sorun şudur: Acaba bu fiyatlar, bireylerin arzularını tam olarak yansıtıyor mu ve onların faaliyetlerini düzenleme olanağı vermekte midir? Burada neoklasikler, Adam Smith’in (1723-1790), “arz ve talep yasası’nın etkisi,ile fiyatlara yön veren “görünmez el’ benzetmesinden yararlanırlar. Buna göre bir malın talebi, arzını aşıyorsa fiyatı yükselir, tersine arz fazlası varsa fiyatı düşer ve böylece piyasa dengeye gelir. O halde neo-klasik iktisatçıların temel amaçlarından biri, bu arz ve talep yasasına bağımlı piyasa ekonomilerinin herkesin yararına uyan ve ahenkli bir işleyişe sahip olduğunu ispatlamaktır. Bunu ispatlarken, rasyonellik ilkesine dayanmakta ve gerçek yaşamın basitleştirilmiş şemalarından yararlanıp, başka bir deyişle mükemmel rekabet haline ayrıcalıklı bir yer veren modeller kurmaktadırlar.

Rasyonellik tikesi Arz ve talep yasası, bireysel arz ve taleplerin bir sonucu olduğuna göre, bunların ne şekilde oluştuğunu açıklayarak yola çıkmak daha mantıklı olur. Eğere bireylerin davranışlarını, birtakım tesadüflere bağlarsak zaten böyle bir açıklamaya gerek olmaz. İşte bu nedenle, NeoKlasik Teori, bireylerin rasyonellik ilkesine uygun davrandıkları düşüncesinden yola çıkar. Başka bir deyişle bireyler, kendilerini kısıtlayan şartlar dikkate alınmak kaydiyla, ellerindeki imkânları “en iyi” şekilde kullanır9 lar Bu genel ve oldukça biçimsel2 olan rasyonellik tanımının üstünlüğü maksimizasyon (“en iyi”) düşüncesine yer vermesi ve matematiksel ifadelerden yararlanmasıdır (bir fonksiyonun uç noktalarının aranması gibi). Bunun yanında bu tanımın zayıf yönü de çok genel oluşudur. O kadar ki, sonunda şöyle veya böyle her davranışı rasyonel sayar. Bunun için amaç fonksiyonuna (yani fayda, kâr vb. nin optimize edileceği fonksiyon), uygun değişkenlerin sokulması kâfidir. Böylece belirsizliğin mevcut olmadığı ve bilgi akışının “mükemmel” olduğu durumda, rasyonel olan bir davranış belirsizlik, sınırlı bir bilgilenme veya maliyetin yüksekliği halinde irrasyonel olarak değerlendirilebilir. Söz gelişi rizikolu değilse paramı en çok getirisi olan alana yatınnm. Tersine risk varsa “bütün yumur talan aynı sepete koymamak” için, plâsmanlanmı çeşitli alanlara dağıtırım. Kaldı ki bazen a priori olarak irrasyonel sayılan bir davranış çoğunlukla önemsenmeyen değişkenlerin hesaba katılması sayesinde, yerinde sayılabilir. Böylece, en küçük firsatlan bile yakalamayı kollayan insanlar için pek rasyonel görünmeyen birçok “katı” tutumun, aslında belirsizlik ve yeterli bilgiye sahip olmama gibi gerekçelerle açıklanması mümkündür. Onun için herhangi bir davranışın rasyonel olup olmadığı sorunu, tek başına bir anlam ifade etmez Herşey, yapılan varsayımlara ve gözönürde tutulan değişkenlere bağlıdır. Tam Rekabet Modeli’nin Önemi Eğer yayımlanan bilimsel eserlerin sayısına ve kapsadığı alanın genişliğine göre değerlendirilecek olursa, neo-klâsik iktisat, inanılmaz boyutlara erişmiştir.

Bir yandan tüketim, üretim, finansman (kamu ve özel) ve devlete ilişkin analizler yaparken, bir yandan da, özellik- (2) Çünkü bu tanım, beşeri faaliyetler kıt kaynakların “en iyi* şekilde kullanılmasını (kısıt altında maksimizasyon) konu edindiği sürece, her türlü insan faaliyetine uygulanabilir. Bu faydacılık sorununun daha derinliğine bir eleştirisi, (Caillâ, 1989)’de yeralmaktadır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir