Can Başkent – Efendisiz Dergisi Seçkisi

‘Özgürlük, herhangi bir etki yapmaktan vazgeçmeyi gerektirmez. Her insanın özgürlüğü, içinde doğduğu ve içinde yaşayıp öldüğü ortamın onun üzerindeki fiziki, zihni ve manevi etkilerinin kalabalığıyla her zaman yeni baştan oluşan sonuçtur. Aşkın, tanrılık, kendine -yeterli ve bütünüyle bencil bir özgürlük adına bu etkiden kaçmayı istemek, varolmamayı amaçlamaktadır; başkalarını etkilemekten vazgeçmek, toplumsal eylemden, hatta insanın düşünce ve duygularına anlatım vermekten vazgeçmektir – bu da yine varolmamaya eğilim göstermektir. İdealistler ve metafizikçiler tarafından öylesine coşkunlukla övülen bu ünlü bağımsızlık ve bu anlamda düşünülen bireysel özgürlük, düpedüz hiçlikten başka bir şey değildir.’ M. Bakunin ‘Efendisiz’ ilk sayısıyla elinizde. Türkiye’de yayınlanan ikinci liberter dergi ‘Efendisiz’. Birincisi ‘Kara’ idi. ‘Kara’nın son, yani on ikinci sayısı Kasım 1987’de çıktı ve ‘Kara’ yayınına bu sayıyla birlikte son verdi. ‘Kara’ ilk liberter dergimiz olarak başardıkları ve başaramadıklarıyla birlikte bir ilk göz ağrısı. İlk olmanın getirdikleri ve götürdükleriyle yüklü, uzun bir emekleme. ‘Niçin Efendisiz?’ sorusunu açmak, Efendisiz’i başlatan nedenleri ve Efendisiz’in yayın programını, ilkelerini tartışmaya sunmaktan önce, bizi ‘Kara’yı kısaca değerlendirmeye yönelten bir durum bu. ‘Kara’, Ekim 1986’da yayın hayatına başladığında liberterler Türkiye’de onları bekleyen zorlukları önemli ölçüde biliyorlardı, ama şüphesiz hepsini değil. ‘Kara’nın geri planında koskoca bir tarih yatıyordu. Dünya çapında bir düşünce ve hareket geleneği.


Oysa Türkiye’de bu gelenek hemen hemen hiç tanınmadığı gibi, dil bilmeyen okurların da bu geleneği kendi ağzından tanıması imkansızdı. Çünkü Türkiye’de daha önce yeterli ölçüde yayımlanmış liberter eserler, yazılar ve gerçekleşmiş hareketler yoktu. Bu nedenle ‘Kara’ ilk olarak atladı okyanusa. Hem geleneği tanıtmaya, hem bu ‘yabancı’ önermelerden, hareketlerden ‘Yerli’ olanı çıkarmaya, hem de güncel olanı yakalamaya çalışacaktı. ‘Kara’yı çıkarırken yanlış bir hesap da yapmıştık üstelik. Düşünüyorduk ki birkaç sayı dayanırsak, okurlarımızdan bir kısmı yazarımız, çizerimiz, destekçimiz, eleştiricimiz olur, bizi okyanusta yalnız başımıza yüzmeye bırakmaz; ‘Kara’ya değişik soluklar getirdiği gibi onun her türlü sorununu da paylaşırdı. On iki sayı dayandık (İyi dayanmışız) sonra da ‘Kara’ kapandı. Ama ‘Kara’yı değerlendirirken sorunu bu kadarla kapatmak, en azından yüzeysellik olur. ‘Kara’ aynı zamanda içinden çıkmaya çalıştığı bir açmazda kısıldı kaldı. Derginin kendisini tanımladığı Onuncu sayıdaki ‘Kara Bildirge’de şöyle deniyor: ‘KARA… otoritenin bütün özgün biçimlerinin temel ifadesi ve varoluş koşulu olan ‘merkezi’ toplumsal otoriteyi de ilk elden hedef aldığı için ‘politik’ bir yayın organıdır. KARA bu nedenle Türkiye’de otoritenin politik maskesini parçalamanın yöntemlerini arayışın ve bunları tartışmanın, oluşturmanın platformudur… KARA öncelikle ‘politik’ bir dergidir.’ ‘Kara’ üstlendiği bu tavrı ve işlevi yerine getirebildi mi? Bugün baktığımızda bu sorunun tek bir cevabı var: Hayır. Birkaç konuda (Sosyalist Parti, Cezaevi direnişleri, Seçimler) istisnalar oluşturan tavırlar geliştiren ‘Kara’, biraz da ilk Türkiyeli liberter dergi olmanın getirdiği, liberter düşünceyi en genel hatlarıyla tanıtma zorunluluğuyla, tavır alma arasındaki hassas dengeyi kuramadı. Giderek genel ‘şeyler’, soyutluklar düzleminde sisler arasına gömülmeye başladı. Kara, ‘afakî’ atışlar yapan bir dergi olmaya yöneldi.

Oysa politik olmanın gereklerinden biri üzerinde yaşanan ülkeyi çözümlemekti. 1930’ların Nazi Almanyası, 1980’lerin ABD’si ve 1980’lerin ikinci yarısının Türkiyesinde ‘Tahakkümün her biçimine karşı mücadele etmenin’ yolu yordamı birbirinden çok farklı olurdu, olacaktı. Kara, bu sorunu gündeme getiremedi. Bir mücadele tarzı tartışması yaratamadı. Oysa politik olmanın gereklerinden bir diğeri ‘kitleler’ kavramının yeni bir ele alınışıydı. Liberter hareket, İspanya’da, Ukrayna’da, Latin Amerika ve Avrupa’da ‘kitleler’ ile birlikte -Kitlesel olarakkültürel dönüşüm çabalarının yürütülebileceğini, devrimle kültürel dönüşümün birbirinden ayrılmaz kavramlar olduğunu göstermişti. Ne devrim bir avuç ‘otoriter kişilikli’ militanın ‘kitleleri’ sürükleme eylemi; ne de kültürel dönüşüm, bir avuç seçkinin ‘yeni yaşam projeleri’ olmak zorundaydı. Liberter hareketi tarihteki diğer toplumsal hareketlerden ayıran özellik burada yatar. O, İtalyan liberter Nico Berti’nin deyimiyle ‘Toplumsal gövde içinde politik olarak davranan ahlaki öznedir.’ Liberter hareketi sosyalizm gibi politik hareketlerden Quakerler ve Taocular gibi ahlaki-kültürel hareketlerden ayıran bir özelliktir bu. Liberter hareket amaç-araçlar çelişkisi ve gerilimini, ahlak ve politika çelişkisi ve gerilimini hep yaşayacaktır. Ayrıca o, buna aday olan tek toplumsal harekettir de. şeytan azapta gerek. Tahakküm toplumunda politik mücadele vermek bir azaptır. Çünkü tahakküm toplumunda politika bir azap verme ve azap çekme sanatı haline getirilmiştir.

Politika kavramının, topluluğun sorunlarının, eşit kabul edilen bütün bireylerce doğrudan demokrasi yoluyla ele alınmasından kaynaklandığını kim hatırlıyor artık? Ama tahakküm toplumunda üstelik önyargınız, özgürlük ve eşitlik gibi önyargılarınız, amaçlarınız varsa, yani bir ahlakınız varsa politika yapmak iyice zorlaşır. ‘Amaç, bütün araçları meşru kılar’ demiyorsanız eğer, bütün politik kuram ve mücadeleniz bir gerilim üzerine kurulacaktır. Fakat şüphesiz bu gerilime adaysanız, ‘ben şiddet içermeyen bir toplum amaçlıyorum, öyleyse araçlarım arasına da şiddet giremez!’ diyebilirsiniz. Burada görünürde bir amaç-araç uygunluğu vardır, çok ‘ahlaklı’ olabilirsiniz bu sayede. Ve bir gün faşizm ya da benzeri gibi bir olgu karşısında, ya da çok sıradan durumlarda ahlakın bile faşizm ya da benzeri durumlara karşı kendisini savunacak etkinliğe ihtiyacı olduğunu hissedersiniz. Ama biraz geç olur. Bu gerilime aday olmaktan başka türlü de kurtulabilirsiniz. ‘Saf’ anlamıyla politik olursunuz. En doğruyu siz bilirsiniz ve iktidara geldiğinizde siz yapacaksınızdır. Her aracı meşru kılan bir amacınız vardır. Özgürlük için diktatörlük kurarsınız sözgelimi. Ama her iki durumda da karşımıza çıkan, ister uygun, isterse uygunsuz olsun araçların amacı imkansız kılışıdır. Biri bizi güçsüz kılarken, diğeri ahlaksız kılar. Liberter hareketi ‘saf’ politik hareketlerden ayıran onun ahlakı, ‘saf’ kültürel hareketlerden ayıran da onun politikliğidir. Tarihi boyunca bu gerilime her zaman aday olmuştur, liberter hareket.

Buna aday olmasaydı sosyalist ve liberallerden ya da Taocu ve hippilerden hiç farkı kalmazdı. Dolayısıyla liberter, ne bütün araçları kabul edebilecek kadar midesiz, ne de kimilerinin ona atfetmeye çalıştığı gibi kafasını oradan oraya vuran deli bir koçtur. Liberter hareket, amaç-araç, politika-ahlak, yapılanlar ve yapılmak istenenler arasında kristalleşen bir andır. Ahlakımız bize özgürlüğü, devrimciliğimiz bize ahlakımızı -aşkın olmamızın bu ön koşulunu- zorunlu kılar. Öte yandan eğer değiştirmek istediğimiz, düşlerimiz değilse sadece, bu da bize erki zorunlu kılar. Biz erksizlik istemiyoruz ama herkesin eşit erke sahip olmasını istiyoruz. Yani erkin ‘yeniden bölüşümünü’. Bu da bize politikliği zorunlu kılar. ‘Kara’ bu gerilime kendini ‘politik’ olarak tanımlarken adaylığını koymuştu. Ama bu yaklaşımın hakkını verebildiğini ileri sürebilmek çok zor. ‘Bütün tahakkümler özde birbirinin aynıdır’ diyebilirsiniz, bu anlamlı ve doğru bir felsefi saptama da olabilir. Ama bu saptama politik olarak bize ne kazandırır? Hiçbir şey. Babanızın tahakkümüne karşı, faşizmin tahakkümüne karşı savaşacağınız araçlarla mı mücadele edersiniz? Sorun politikalar saptama sorunuysa, bu önermeler hiç bir kapıyı açmayan anahtarlar olmak durumundadırlar. Politikalar saptama sorunuysa, gerçeklikle ister tatlı olsun, ister tatsız, boğuşmaktan ve onları çözümlemekten geçer. Bu noktada yeniden ‘Kara’ya dönüp bir göz atalım.

Gerçekleri çözümlemeye çalışacak bir yaklaşım, bu çözümlemeyi ancak ‘yanlışlanabilir’ önermelerle yapabilir. Oysa itiraf etmek gerekiyor ki ‘yanlışlanamaz’ ‘önermelerin’ sayısı Kara’da biraz fazla kaçmıştı. ‘Özgürlük kayalar üzerinde uçan bir martıdır’ denebilir. (Felaket bir cümle olduğunu biliyor ve özellikle yapıyoruz). Bu yanlışlanamaz. Edebi olsa güzel olabilir ama en azından politik planda bizi bir adım öteye kıpırdatmaz. Kısacası bir çözümleme değildir. Böyle bir söylem politik bir hareket eğiliminden çok, yalancı peygamberlere hizmet eder. Bereket versin ki bu durum Kara sayfalarının nicelikle küçük bir kısmını işgal etmiştir. Ama politikalar saptamak, açıktır ki yalnızca çözümlemeler yapmak da değildir. Politikalar saptamak, aynı zamanda uygulanma alanları ve olanakları bulunan öneriler getirebilmektir. ‘Zorunlu çalışma kötüdür’ demek kolaydır, ‘Ama ne yapabilirim?’ sorusuna cevap vermek çok zordur. ‘Toplumsal örgütlenme’ demek kolaydır, ama ‘nasıl?’ sorusuna cevap vermek çok zordur. ‘Bir birey olarak bütün bu sorulara ben cevap veremem’ demek kolay bir kaçış yoluna sapmaktır. Çünkü bireyler de kendi kendilerine bu soruyu sorarlar.

Bu tür sorulardan ‘serbest’ olabiliriz ama ‘özgür’ asla. İşte politika ve ahlakın iki uçlu değneği buralarda yine karşımıza çıkar. Hem uygulanabilir yönelişlere -üstelik sadece kendince uygulanabilir olanlarına değil, çünkü o zaman da peygamber olursun- girecek, hem de bütüncül eleştirini yapacaksın. Her bakımdan eski bir atasözü vardır: Ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin. Eski, çünkü hiçbir yere gidemezsin. Tahakküm, artık dünya çapında olmak bir yana, ince dokunmuş, hayatımızın her alanına girmiş bir görüngü. Gidilecek hiçbir yer yok, gidilecek yeri kendi gücünle açman gerekiyor. Bir alanı kendi gücünle açmaya da ‘fetih’ denir. Politika eylemini üstlenmek ‘kitlelerde’ hala devrimci bir gücün, bir dinamiğin olduğuna inanmayı gerektirir. ‘Kitlesel’ davranmanın yollarını aramaktır çünkü. Peygamberler ve kahramanlar yaratmak istenmediği zaman bu sorunun biricik cevabı yine hassas bir dengeden oluşan liberter politika uygulamasından geçecektir. Ama bu, birlikte yaşanılan ‘kitleleri’ tanımayı gerektirir. Ortamı oluşturan kültürün başkaldırı ögelerini çözümlemeyi gerektirir. Çözümlemelerin ve önerilerin tercüme öneriler ve çözümlemeler olmamasını gerektirir. Kısacası tek kelimeyle ‘yerli’ olmasını gerektirir.

Kara’nın başaramadığı hedeflerinden biri de budur. Buraya kadar Kara’nın başaramadıklarından ve hatalarından, dolayısıyla kısmen kendi başarısızlık ve hatalarımızdan söz ettik. Ama başardıkları yok muydu? Bilançoya şöyle bir baktığımızda başardıklarının en az başaramadıkları kadar olduğunu görüyoruz. Her şeyden önce Türkiye’ye liberter düşünce ve kısmen tavır getirildi. Çok sınırlı da olsa bir tartışma gündemine girdi. Öyle ki yakın zamanlara kadar dillerini özgürlük kelimesine alıştıramamış olan bazı sosyalistlerimiz bile özgürlük kelimesini telaffuz etmeye başladılar. Sağda solda ‘Yaşasın özgürlük!’ denilmeye başlandı. İslamcılık, Türk faşizmi, Ekoloji, Devrim gibi kavramlara liberter açıklıklar getirilmeye başlandı. Tabii bu arada çeşitli kesimlerden dolaylı dolaysız saldırılar alındı. Dolaysız saldırılar açıkça teşhis edilebilirken ve bu haliyle tercihe şayan iken dolaylı saldırılar kendilerini ‘dost’ göstererek ortaya çıktılar. Bunların en yaygını Kara’yı ve liberter düşünceyi, revaçta olan bir kelimeyle ‘marjinal’ olarak adlandırarak ‘hoşgörü’ göstermek şeklindeydi. Kara ‘marjinal’ toplantılarına çağırıldı, bazı gazeteler Kara ile marjinallerden birisi olarak röportajlar yapmak, kısacası eğlenmek istediler. Bu ‘öneriler’ basitçe reddedildi. Kara, kendisini, sansasyon yaratarak ucuz şöhretler arayan ‘marjinaller’ kervanından özenle uzak tuttu. Çağımızın garip bir tezahürü bu.

Tahakkümün yaşamın bütün alanlarına burnunu sokma başarısının bir göstergesi. Devrim hanidir modası geçmiş bir kavram ‘sağduyulu’ kamuoyu oluşturucularına göre. Ve özgürlük marjinal? Devrim ve özgürlüğü bir arada savunanlar ise ‘enteresan’. Teselliler arasınlar kendilerine! Kara ‘günahıyla sevabıyla’ Türkiyeli liberterlerin kapanan bir sayfası oldu. ‘Bildirge’sini tamamen üstlendiğimiz Kara’yı bazı yönleriyle açmaya çalıştık. Bizce Karanın ‘bayatî’ makamından çalmaya başlayabileceği bir zamanda noktalanması en doğru olanıydı. Geldik Efendisiz’e. Kara’ya getirdiğimiz eleştirilerden görüldüğü gibi Efendisiz, önce politik bir dergi olacaktır. Liberter düşünceyle ilgileri öncelikle politik olanların dergisi. Efendisiz, ‘Nasıl yapmalı’ ve ‘Nereden başlamalı’ soruların cevaplarını öncelikle Türkiye’de yaşadığımızı bilerek arayacak, Türkiye’de uygulanabilir tarzlar sorununa yönelecektir. Yok edilen toplumsal örgütlenme alanlarının nasıl açılabileceğini tartışacaktır. Sorunumuz ‘alternatif’ adacıklar yaratmak, özgün koşulları elverdiği için ve o ölçüde ‘alternatif’ yaşayan bir insanlar zinciri yaratmak değildir. Sorunumuz, üç çocuklu işçiyle, bütün gün patlıcan doğrayan ev kadınıyla, vize kağıdı tırtıklayan öğrenciyle, kravatını düzelten memurla, kısacası ‘veri’ insanla, ilgili bir sorundur. Sorunumuz bu durumları yaratan yaşam örgüsünün topyekun dönüştürülmesi sorunudur. ‘Sıradan’ insanların hep seçkin yanları, ‘seçkin’ insanların da hep sıradan yanları vardır.

Türkiyeli liberterler ‘sıradan’ işçi, memur ya da işsizin ‘kendi kendimin patronu olmak istiyorum’ cümlesindeki özgürlük ve efendisizlik istemini görmek zorundalar. Onu tanımak, kendi kendilerine sokaklarda niye bu kadar çok seyyar satıcı, havalı tüfek attırıcısı, tombalacı, sucu vb. olduğunu sormak zorundalar. Aksi halde devrimin bu tek dayanağını, çağımızda toplumsal devrimin gerçek tek savunuru olan liberterler de gözden yitirmiş olacaklardır. Öte yandan Efendisiz, liberter düşüncenin teorik açımlamalarının Türkiye’de oldukça az olduğunun farkında olarak zaman zaman bu yönde yazılar yayımlayacak, politik tartışmaların, teorik tartışmalarla zenginleştirilmesine çalışacaktır. Efendisiz, efendisizlerin değil ama efendisiz olmak isteyen ve bunun için mücadele edenlerin çıkardığı bir dergidir. Efendisiz, Kara’da kısmen uğradığımız hayal kırıklığına rağmen, okurlarından, eleştiri getirmelerini, yazı yazmalarını, çizgilerini ve desteklerini iletmelerini inatla hala beklemektedir. Kısacası ilk sayısı elinizde olan Efendisiz, her tür tahakküme ve iktidarı ele geçirme ve kullanma sanatının her türlüsüne karşı toplumsal devrimci bir yayın organıdır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir