Carl Gustav Jung – Ruh

Asıl adı Philippus Aureolus Bombast von Hohen-heim olmakla birlikte Theophrastus Paracelsus olarak tanınan bu olağanüstü adam1 2 10 Kasım 1493’te bu evde dünyaya geldi. Zamanının geleneklerine uyarak, doğduğu anda ilk olarak güneşin konumuna bakmış olsaydık eğer, onun Ortaçağ zihniyeti ve sorgulayan ruhu buna gücenmezdi. O sırada güneş Akrep burcundaydı ki, bu da eski geleneklere göre hekimler, zehir ve şifa dağıtıcıları açısından olumlu bir şeydi. Akrep burcunun efendisi, gücü savaşçı cesaretinden, zayıflığı kavgacı ve çabuk parlama huyundan kaynaklanan, gururlu ve savaşçı Mars’tır. Paracelsus’un yaşam çizgisi de doğumunu kesinlikle yalancı çıkarmadı. [2] Göklerden onun doğduğu dünyaya dönecek olursak, anne babasının evlerinin, derin, ıssız bir vadinin içinde, ağaçların karanlığında kalmış, tepelerin çalılık yamaçlarını kuşatan kasvetli yüksek dağlarla ve Einsie-deln’i çepeçevre saran bayırlarla çevrilmiş olduğunu görürüz. Alplerin ulu dorukları tehlikeli bir yakınlıktan yükselmekte, toprağın kudreti insan iradesini gözle görülür bir şekilde gölgede bırakmakta; tehditkâr bir canlılıkla insanı derinliklerine kapatıp iradesini ona dayatmaktadır. Doğanın insandan daha güçlü olduğu burada hiç kimse onun etkisinden kaçamaz; suyun serinliği, kayaların sertliği, ağaçların eğri büğrü, pörtlek kökleri ve yüksek kayalıklar, bütün bunlar orada doğmuş bir insanın ruhunda asla silinemez bir şey bırakarak ona karakteristik isviçreli inatçılığını, kararlılığını, soğukluğunu ve çeşitli şekillerde -olumlu açıdan özgüven, olumsuz açıdan suratsız inatçılık olarak- yorumlanan Tanrı vergisi gururunu kazandırmıştır. Bir zamanlar bir Fransız “İsviçreliler soylu özgürlük ruhlarıyla ama aynı zamanda pek hoş olmayan soğukluklarıyla ünlüdür,” diye yazmıştı. [3] Görünüşe göre Paracelsus’un karakterinin asıl kaynağı kendi kanından çok, Güneş Baba ile Dünya Ana’dır. Çünkü Paracelsus en azından baba tarafından İsviçreli değil, Svabyalı olup, Aziz John Şövalyeleri Tarikatının Büyük Üstadı Plohenheimlı George Bombast’m gayrimeşru çocuğu Wilhelm Bombast’m oğludur. Fakat Alplerin büyüsü altında, kanının nerden geldiğine bakmadan, onu kendi çocuğu yapan daha güçlü bir toprağın kucağında doğduğu için Paracelsus, kişinin yaradılışını belirleyen meçhul topoğrafya yasalarına göre karakter bakımından dünyaya İsviçreli olarak gelmişti. [4] Annesi Einsiedeln’dendi ancak etkisi hakkında hiçbir şey bilinmiyor. Babası ise biraz sorunlu biriydi. Hekim olarak buraya gelmiş ve hac yolunun kenarındaki o ücra yere yerleşmişti.


Gayrimeşru doğmuş biri olarak babasının soylu adını taşımaya ne hakkı vardı ki? Gayrimeşru bir çocuğun ruhunda yaşanan trajediyi tahmin etmek mümkündür: Doğuştan kazanılan haklardan yoksun, ormanlık vadinin münzeviliğinde, memleketine diş bileyen ve buna rağmen, itiraf edilmeyen bir özlemle hacılardan bir daha hiçbir zaman dönmeyeceği dış dünyaya dair haberler alan huysuz, yalnız bir adam. Aristokratik yaşam ve kozmopolitliğin hazları damarlarında dolaşıyor ve orada gömülü halde duruyorlardı. Hiçbir şey, insan çevresi ve de özellikle çocuklar üzerinde, ebeveynlerin yaşamadığı bir yaşamdan daha güçlü bir psişik etki bırakamaz. Dolayısıyla bu babanın tam tersi doğrultuda tepki verecek olan genç Paracelsus’un üzerinde çok güçlü bir etki bıraktığını varsayabiliriz. [5] Babasına büyük bir sevgiyle bağlıydı; hatta o, sevdiği tek kişiydi. Sevgiyle hatırladığı tek insan oydu. Onun gibi sadık bir oğul babasının işlediği suçun bedelini ödetecektir. Babanın teslimiyeti oğulda yakıcı bir hırsa dönüşecektir. Babanın küskünlüğü ve kaçınılmaz aşağılık duygusu, oğlu babasının hatalarının intikamcısı yapacaktır. Her türlü otoriteye karşı kılıç çekecek ve potestas patris [babalık hakkı] iddia eden her şeyle sanki babasının düşmanıymış gibi savaşacaktır. Babanın kaybettiği ya da feragat etmek zorunda kaldığı şeyi -başarı, ün, koca dünyada özgürce dolaşmak- o tekrar geri kazanmak zorunda kalacaktır. Ve trajik bir yasaya tâbi olup, tek dostuyla yani babasıyla arasındaki sadık bağın kaçınılmaz bir sonucu olarak ayrıca dostlarıyla bozuşmak zorunda kalacaktır – çünkü psişik endogami ağır cezalar gerektirir. [6] Pek yaygın olduğu üzere, doğa onu intikamcı rolü için fena halde donatmıştı. Bir isyancıya uygun düşen bir kahraman sureti yerine, sadece 1.50’lik bir boy, sağlıksız bir görünüm, dişlerini doğru dürüst örtmeyen (ve genellikle sinirliliğin işareti olan) oldukça kısa bir üst dudak, ve kemikleri 19.

yüzyılda Salzburg’da mezardan çıkarıldığında kadmsı görüntüsüyle herkesin dikkatini çeken bir kalça vermişti. 3 Hatta kendisinin bir hadım olduğuna dair bir efsane dahi vardır, bildiğim kadarıyla her ne kadar bu konuda başka bir kanıt olmasa da. Her halükarda, dünyevi yaşamı kesinlikle sevginin güllerinden örülmüş görünmemektedir. Gel gör ki dikenlerine de ihtiyaç duymamışür, çünkü zaten yeterince huysuz bir karakteri vardı. [7] Küçük adam silah taşıyacak yaşa gelir gelmez kendisine göre oldukça büyük bir kılıç kuşandı. Kılıcını bir an olsun yanından ayırmazdı, çünkü kabzasının topunda gerçek iksiri olan afyon ruhu haplarını saklardı. Bu teçhizatla donanmış olarak ve biraz da komik denebilecek görüntüsüyle kendisini Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Danimarka, İsveç ve Rusya’ya sürükleyen ilginç ve maceralı yolculukların geniş dünyasına atıldı. Efsaneye göre, uçuk bir sihirbaz ve neredeyse ikinci bir Tuvanalı Apollonius olarak Afrika ve Asya’ya seyahat edip oralarda büyük sırlar keşfetti. Hiçbir zaman düzenli bir eğitim almadı, çünkü bir otoriteye tâbi olmak onun için bir tabuydu. Kendi kendini yetiştirmiş, yerinde bir şekilde Alterius non sit, qui suus esse potest mottosunu benimsemişti. 4 Doğru ve haklı bir İsviçre sözü. O sonsuz seyahatlerinde Paracelsus’un başına gelenler varsayım alanında kalmak durumunda olmakla birlikte, Basel’de başına gelenler muhtemelen oralarda da sürekli tekrarlanmış olmalıdır. 1525 yılında artık ünlü bir hekim iken, besbelli -genç Nietzsche’nin atanmasında olduğu gibi-tarih boyunca ender görülen bir mantıklılık nöbeti sırasında, kent konseyi tarafından Basel’e davet edildi. Ancak Paracelsus’un atanmasının biraz hüzün veren bir arka-planı vardı, çünkü o tarihlerde Avrupa, Napoli Seferi’ nden sonra patlak veren, daha önce benzeri görülmemiş bir frengi salgınıyla boğuşmaktaydı. Paracel-sus kent hekimliği gibi bir makama oturmuştu, ama o üniversitenin yahut saygıdeğer kesimin hiç hoşuna gitmeyecek kadar saygınlıktan uzak davranıyordu.

Seyislerin ve bulaşıkçıların diliyle yani Almanca ders vererek üniversitede skandala yol açmış; sokakta resmi cübbesi yerine amele yeleği giyip dolaşarak saygın kesimi öfkelendirmişti. Basel’de meslektaşları arasında en nefret edilen kişiydi ve tıbbi tezleri yoldurmadık saç bırakmamıştı. “Azgın boğa,” “Einsiedeln’in huysuz eşeği” olarak tanınırdı. Gün gelip hepsinin acısını çıkarmıştı, hem de terbiyeden uzak, ağza alınmayacak hakaretlerle. [8] Basel’de kader yaşamını derinden etkileyecek bir darbe indirdi ona: Dostu ve gözde öğrencisi hümanist Johannes Oporinus’la arası bozuldu; çünkü kendisine alçakça ihanet etmiş ve düşmanlarına büyük kozlar vermişti. Oporinus sadakatsizliğinden dolayı sonradan pişman oldu gerçi, ama artık çok geçti, verdiği hasarın onarılması imkânsızdı. Fakat hiçbir şey Paracelsus’un küstah ve yaygaracı davranışlarını değiştiremezdi; aksine, ihanet bunu daha da şiddetlendirdi. Çok geçmeden yeniden seyahate çıktı, yokluklar içinde ve sık sık da dilenecek kadar düşerek. Otuz sekizine geldiğinde yazılarında belirgin bir değişiklik kendini gösterdi: Tıbbi incelemelerinin yanında felsefi incelemeler ortaya çıkmaya başladı. Gerçi “felsefi” sözcüğü bu ruhsal fenomeni tam karşılamıyor -“Gnostik” demek daha iyi olurdu. Bu belirgin psişik değişim genellikle yaşamda yolun yarısının aşılmasıyla meydana gelir ve psişik akımın tersine dönmesi olarak tarif edilebilir. Bu narin yön değişimi ender olarak görünür bir şekilde meydana gelir; çoğu kişilerde, tıpkı yaşamdaki bütün önemli şeyler gibi, bilinç eğişinin altında gerçekleşir. Güçlü zihinlerde kendini, örneğin Newton, Svvedenborg ve Nietzsche’nin durumlarında olduğu gibi, zekanın bir tür kurgusal ya da sezgisel ru-haniyete dönüşmesiyle dışa vurur. Paracelsus’un durumunda karşıtlar arasındaki gerilim yeterince dikkat çekici olmakla beraber o kadar belirgin değildir. [9] Kişisel yaşammın dış görünüşüne ve değişimlerine değindikten sonra, buradan Paracelsus’un ruhani yanına geliyoruz ve geç Ortaçağ zihniyeti hakkında özel bir bilgi sahibi olmadığı sürece günümüz insanına olağanüstü karanlık ve karmaşık gelebilecek bir düşünceler dünyasına giriyoruz.

Her şeyden önce Paracelsus -Luther’e büyük saygı duymasına karşın- pagan felsefesiyle garip bir çelişki içinde, iyi bir Katolik olarak öldü. Katolikliğin onun sadece yaşam biçimi olduğunu varsaymak doğru değildir. Paracelsus için Katoliklik muhtemelen açıkça ve tam olarak anlaşılamayacak bir şeydi, o kadar ki üstüne kafa bile yormamıştı. Yoksa kesinlikle Kiliseyle ve kendi duygularıyla başı derde girerdi. Besbelli, Paracelsus zeka ve duygularını ayrı bölmelerde tutan ve böylelikle zekalarıyla mutlu mesut düşünürken, duygularının inandığı şeylerle çatışma riskine girmeyen o insanlardan biriydi. Aslında bir elin yaptığım öbür elin bilmemesi büyük bir rahatlık olup, ikisinin çarpışması halinde ne olacağını bilmeye çalışmak gereksiz bir meraktır. O günlerde her şey yolunda gitmiş ve çarpışmamışlardı -o tuhaf çağın ayırt edici özelliği bu olup, örneğin Papa VI. Alexander’m ve 16. yüzyıl Kalyasının yüksek ruhban sınıfının düşünce yapısı kadar muammalıdır. Tıpkı Kilisenin eteklerinin altından sanatta güler yüzlü bir paganizmin ortaya çıkması gibi, skolastik tartışma perdesinin ardından da Yeni-Platonculuk ve doğal felsefenin yeniden doğuşuyla beraber ruhun paganizmi gelişip serpildi. Bu akımm öncüleri arasında, o günlerin gelecek vadeden diğer birçok “modern” beynini olduğu gibi Paracelsus’u da en fazla etkileyen, hümanist Marsilio Ficino’nun Yeni-Platoncu-luğu oldu. Protestanlığı çok gerilerde bırakarak 19. yüzyılı önceden yaşayan zamanın patlayıcı, devrimci ve fütüristik ruhunu, hiçbir şey Agrippa von Nettesheim’m De incertitudine et vanitate scientiarum (1527) eserinden daha iyi anlatamaz: Nullis his parcet Agrippa, Contemnit, scit, nescit, flet, ridet, İrascitur, insectatur, carpit omnia, İpse philosophus, daemon, heros, deus et omnia. 5

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir