Caroline Linden – Londra’da Bir Gece

Durham Dükü ölmek üzereydi. J I Bu açıkça dillendirilmiyordu ama herkes durumun farkındaydı. Sessiz adımlar ve fısıldanan emirlerle, hizmetkârlar yas tutmaya çoktan hazırlanmaya başlamışlardı. Avukat yönlendirilmişti. Biri orduda, diğeri Londra’da olan dükün oğullarına, eve çağrı mektupları acilen gönderilmişti. Durham da bizzat ölümünün yakın olduğunu biliyordu ve ani kalp kriziyle acılara boğulduğu önceki akşama kadar, cenaze düzenlemelerini kendisi onaylamaktaydı. Edvvard de Lacey babasının uyuklayışını seyretti, bir deri bir kemik, iki büklüm beden solumaya çabalarken yastıklarla desteklenmişti. Doktor ona artık umut olmadığını ve sonun yavaş yavaş yaklaştığını net bir şekilde söylemişti. Edward babasını kaybettiğine çok üzülecekti ancak dükün dünyada geçireceği zaman diliminin sonuna geldiği açıktı. Durham kımıldandı. Hafif sesle, “Charles?” dedi. “Sen misin?” Edward öne doğru eğildi. Alçak sesle, “Hayır efendim,” dedi. “Henüz gelmedi.” Babası, “Charles’la… konuşmam… gerekli,” diye inledi.


“Benim…” Tek elini havaya kaldırdı ve Edvvard’ın elbisesinin kolunu hafifçe yakaladı. “Charles’ı getir… bunu yapmalısın.” Edvvard, her ne kadar böyle bir şeyden emin olmasa da, “Yola çıktı,” dedi. Mektubu ağabeyine mümkün olan en ağır dille 9 yazmıştı. Bu sadece mektup eline ulaştıktan sonra bir işe yarardı. Hatta o an dahi, yola gerçekten çıkmayı bir tarafa bırakın, eve hemen gelmesi gerektiğini anlayamayacak kadar sarhoş olabilirdi. Edward babasının elini kendi avucuna aldı ve beklentisinden ziyade umudunu ifade etti. “Her an burada olabilir.” Durham, huysuz bir tavırla, “Ona söylemeliyim…” diye mırıldandı. “Hepinize…” Edvvard bekledi ama babası sadece gözlerini kapatmakla yetindi, ızdırap çekiyor gibi görünüyordu. Edward istem dışı ufak bir öfke hissetti; her ne kadar dük her istediğinde orada bulunan kendisi olsa da her zaman Charlie, ilkoğul önce geliyordu. Bu düşünceyi kafasından uzaklaştırdı. Babası ölüme gittikçe yaklaşırken böyle bir şey düşünmek uygun değildi. “Bana söyleyin efendim,” diye fısıldadı. “Charlie’ye ben aktarırım, yani olur da…” Yani olurda zamanında burada olmazsa.

“Vefat etmeniz durumunda, gelir gelmez söyleyeceğiniz şeyi öğreneceğine sizi temin ederim.” Dükün sesi yumuşak çıktı, “Evet…” dedi. Kelimeler ağzında geveleniyordu. “Öleceğim. Yakında. Ama… bunu… Charles’a söylemeden asla.” İç çekti ve o kadar hareketsizleşti ki bir an için Edvvard en kötünün olduğundan korktu, ta ki babasının göğsünün ilk yükselişi hâlâ hayatta olduğunu ispatlayana kadar. Odanın sessizliğinde, uzaklardan gelen bir gürültü işitildi. Edvvard çakıl yolda toynak sesleri işitti, babası da o an yatakta doğrulmuştu. “Charles,” diye inledi. Yüzü bembeyaz olmuştu. “Charles mı geldi, Edvvard?” Edvvard büyük bir aceleyle pencereye koşturmuştu ki, binicinin kırmızı paltosunun evin önündeki sütunlu girişin altında gözden kaybolduğuna şahit oldu. “Gelen Gerard, Baba.” Durham, bir kez daha kendisini yastıklar arasına bırakarak, “Ah,” dedi. “Gerard iyi bir oğlan.

” 10 Edvvard babasının maskelenen hayal kırıklığına alaycı bir tavırla gülümsedi. En azından küçük erkek kardeşinin evde olduğuna memnundu. “Gidip onu hemen getireceğim.” Durham, “Öyle yap,” diye mırıldandı. “Onu görmekten çok memnun olacağım. Ve Charles… Charles da kısa sürede burada olacak mı?” Edward, kapıdan dışarı süzülürken tekrar, “Her an gelebilir,” dedi, ardından yerini doktorun alabilmesi için kapıyı tuttu. Erkek kardeşi merdivenleri koşar adımlarla tırmanırken, Edvvard da basamakların tepesine tam zamanında erişti. Gerard, “Çok mu geç kaldım?” diye sordu. Edvvard başım olumsuz manada salladı. Gerard derin bir nefes verdi ve tek elini başının üzerine kaldırdı. Koyu renk saçları terden sırılsıklamdı ve baştan aşağı toz kaplanmıştı. “Tanrı’ya şükür. Tüm gündür at üzerindeydim; zavallı hayvanı neredeyse öldürüyordum.” Edvvard’a baktı. “Ya Charlie?” Edvvard, koridordan aşağı birlikte yürürlerken, “Her zamanki gibi, ondan eser yok,” diye mırıldandı.

“Babam iki gündür onun adını sayıklıyor.” “Pekâla, bazı şeyler hiç değişmiyor.” Gerard iç çekti ve paltosunun birkaç düğmesini çözdü. “Yıkanmalıyım.” Edvvard başını salladı. “Odaların tümünü hazırlattım. Ama Gerard, acele et.” Kardeşi yatak odasının eşiğinde durakladı. “Yani gerçekten de ölüyor, öyle mi?” Bu imkânsız görünüyordu, hatta Edvvard’a bile. Durham önemli bir insandı, oğulları kadar sağlıklı ve gözü pekti. Düşes’in yirmi yıldan da uzun süre önce ölümünden bu yana, hane halkı erkek meşgalelerinin peşinde koşmuştu ve bu uğraşlarla hiç kimse Durham’dan daha çok uğraşmamıştı. Edvvard neredeyse on sekizine geldiğinde, erkek kardeşlerden hiçbirisi hâlâ babasından daha iyi atış yapamamaktaydı. Ayrıca ancak 11 Ekselansları yetmiş yaşında kötü bir şekilde düşüp sırtını incittikten sonra doktoru tarafından ata binmesi yasaklanmış, oğulları da bu şekilde onun önüne geçebilmişlerdi. Ama şimdi Durham seksenindeydi. Yaşlı bir adamdı ve yılın büyük kısmını ölümü bekleyerek geçirmişti.

Gerard ise yaşanan bu gerilemeyi görmemişti. Kardeşinin sorusuna, “Evet, gerçekten ölüyor,” karşılığını verdi. “Eğer bu son gecesi olursa, hiç şaşırmam.” Gerard hasta odasına birkaç dakika sonra yavaşça girdiğinde, Edvvard çoktan pencerenin yanındaki nöbet noktasında yerini devralmıştı bile. Durham ona, Charlie’nin gelişini hemen o dakika kendisine iletmesi için, orada beklemesini söylemişti. Babasının Charlie’ye bu kadar umutsuzca söylemek istediği şeyin ne olduğunu merak etti; Tanrı biliyor ya, Charlie son on yıldır dükün söylediklerini pek umursuyor sayılmazdı ve hâlâ da aynı şekilde davrandığı açıktı. Ancak Durham’m varisine söyleyeceği son sözleri her neyse, bunların büyük bir önem taşıdığı aşikârdı. Dük, Gerard’ın içeri girişiyle birlikte oluşan kapı gıcırtısını işitince, tekrar yerinden fırladı ve “Charles?” diye seslendi. “Hayır Baba, ben Gerard.” Gerard’ın yumuşak ses tonunda en ufak bir gücenme ya da üzüntü mevcut değildi. Yatağa doğru yaklaştı ve babasının elini tuttu. “Edvvard bana senin hasta olduğuna dair bir takım saçma sapan şey yazdı,” dedi. “Ona haddini bildirmeye geldim.” Dük acı içerisinde, “İyi ama neden Charles’ı da yanında getirmedin,” diye fısıldadı. “Ah, çocuklar.

Charles’a söylemeliyim… beni affetmesini istemeliyim…” Bu yeni bir şeydi. Edvvard, Gerard kendisine meraklı bir bakış atarken, pencere önündeki nöbet noktasını terk etti. “Affını mı baba?” Dükün gözünden aşağı bir yaş damlası, içeri çöken yanağında parıltılı bir iz bırakarak aşağı doğru aktı. “Hepinizden 12 özür dilemeliyim. Bilmiyordum… Eğer o günlerde bilseydim… Sen, Gerard, iyi şeyler başardın -hep de öyleydin- ve Edvvard da Leydi Louisa’yla evlenecek… Ama Charles, Charles ne yapacağını hiç bilmeyecek…” “Ne demek istiyorsun?” Edvvard erkek kardeşinin soğukkanlılığını, hatta ses tonunu takdir etmek zorunda kaldı. Dükün tutumu insanın sırtındaki tüyleri diken diken ediyordu. “Edvvard…” Durham ona kuvvetsizce uzandı ve Edvvard yaklaştı. Yatağın yanında diz çöktü, dükün titrek sesini daha iyi işitebilmek için öne doğru uzandı. “Senin beni affedeceğini biliyorum ve hatta bundan sonra ne yapacağını bileceğini… Beni affet, bunu sana daha önce söylemeliydim… çok geç olmadan evvel…” “Bana ne söyleyeceksin Baba? Çok geç olan da ne?” Edvvard içindeki endişe duygusunu bastırmaya çabaladı. Arkasında, Gerard doktora dışarı çıkmasını fısıldadı. Dük, kulakları tırmalayan bir sesle, “Charles’a söyle…” dedi. Nefesinde kaygı verici bir çatırtı yankılandı. “Charles’a… üzgün olduğumu söyle.” Edvvard, “Geldiğinde bunu ona bizzat sen söyleyeceksin,” dedi. Gerard iki adımda odanın diğer ucuna ulaştı, Londra’dan gelen yola pencereden bakarken başını olumsuz manada salladı.

Edvvard tekrar babasına döndü. “Dinlenin efendim.” “Dinlenmek!” Durham öksürdü, tüm bedeni şiddetle sarsıldı. “Siz beni affettiğinizi söyleyene kadar asla…” Edvvard’a bakarken mavi gözleri neredeyse yabaniydi. “Ben,” Edvvard ona baktı. “Evet. Bu her ne içinse Baba, seni affediyorum.” Dük, “Gerard!” diye haykırdı. “Sizi affedeceğimi biliyorsunuz efendim.” Gerard tekrar yatağın yanma gelmişti. “Ama hangi günahınız için?” Şimdi şaka dahi yapamıyordu. “Denedim…” Dükün sesi şiddetini yitirdi. “Avukat… anlatacak… Üzgünüm…” Durham bundan 13 sonra bir daha anlaşılır şekilde konuşmadı. Günün geri kalanında bilinci yerine gelip gitti ve nihayetinde son nefesini gecenin en karanlık saatlerinde verdi. İşkence yüklü solunum sonunda durduğunda, Edvvard yatağın yanındaki sandalyeye yığılıp kaldı ve sessizliği dinledi.

Gerard birkaç saat öncesine kadar onunla birlikte oturmaktaydı ama sonunda tüm gün süren zorlu yolculuktan bitap düşerek yatağına gitmişti. Doktor uyuyalı ise uzun zaman olmuştu, Edvvard da onu uyandırmak için bir sebep görmemişti. Durham uzun ve dolu dolu bir hayat yaşamış, bunun son birkaç ayını acı içerisinde geçirmişti. Artık huzur içerisinde olması bir lütuftu^ Yavaşça, sandalyesinde doğruldu ve babasının elini tutmak için uzandı. Hâlâ sıcaktı; aynen geçen sene, tüketen hastalık dükü pençesine aldığında ve etini büzüştürdüğündeki gibi bir his veriyordu. Ama en ufak bir kuvvet yoktu ve bir daha da olmayacaktı. Alçak sesle, “Huzur içerisinde yat Baba,” dedi ve gevşek eli tekrar babasının göğsüne bıraktı. Dükün avukatı, Bay Pierce, ertesi gün geldi. Durham’ların işleriyle yirmi yıldan daha uzun bir süredir o ilgileniyordu, aynen kendisinden evvel babası ve büyükbabasının yaptıkları gibi. Arabası basamakların önünde durduğunda, Edvvard giriş koridorunda onu beklemekteydi. Pierce, kapıdaki siyah çelenge göz atarak, “Görüyorum ki işe başsağlığı dilemekle başlamalıyım,” dedi. “Kaybınız için çok üzgünüm lordum.” “Teşekkür ederim.” Edvvard başını eğerek selamladı. “Ekselansları her zamanki gibi tüm talimatları gönderdi.

Bir gün geciktim, size vermek üzere yanımda getirmemi istediği şeyleri toparlamakla meşguldüm.” Pierce durakladı. “Siz hazır olduğunuzda başlayabiliriz.” “Ağabeyim, Lord Gresham henüz burada değil. Albay de Lacey ve ben, onsuz devam etmemizi gerektirecek bir telaş 14 içerisinde değiliz.” Pierce başını sallayarak onayladı. “Nasıl isterseniz efendim.” “Tek bir şey var.” Edvvard tek elini havaya kaldırdı. “Babam son günlerine doğru oldukça telaşlıydı, bize kendisini affetmemiz için yalvarıp duruyordu ama işlediği günahın ne olduğuna ilişkin tek kelime etmedi. Bize bunu sizin açıklayacağınızı söyledi.” Pierce şaşırmış göründü. “Size, size söylemedi mi?” “Neyi söylemedi mi?” Gerard kırmızı ceketinin düğmelerini ilikleyerek merdivenlerden inmekteydi. “Şu gizemli günahı mı?” Edvvard başıyla tek bir kez onayladı ve Gerard delip geçen bakışlarını tekrar Bay Pierce’a odakladı. Olağan aceleci tarzıyla, “Durham’ın bununla ne demek istediğini biliyor musunuz?” diye sordu.

Bay Pierce’ın gözleri ikisi arasında gidip geldi. “Evet,” dedi. “Sanırım biliyorum. Diğer bir çok şeyin yanı sıra yanımda Ekselansları’nın yazdığı bir mektup da var, bu her şeyi açıklayacak, tabii ne kadar açıklanabilirse o kadar. Ancak bunu ve bir de Ekselansları’nın vasiyetini hep birlikte dinlemeniz için Lord Gresham’ı da beklememiz gerektiğini düşünüyorum.” Gerard, “Gresham’ın yolu ne zaman Sussex’e düşer, Tanrı bilir,” dedi. “Kardeşim ve ben bunu şimdi duymayı tercih ederiz.” Edvvard, avukat kendisine soru dolu bir bakış atınca, “Evet,” dedi. 0 ve Gerard Durham’ın ne demek istediğini tahmin edememişlerdi ve bu durum Gerard’ı olduğu kadar kendisini de rahatsız etmekteydi. Kahvaltıda, Durham’ın bu görevi avukatın üzerine atmasının, konunun hiç şüphesiz mirasla alakalı olduğu sonucuna varmışlardı. Belki de babaları vasiyetine bir takım sıkıntılı şartlar koymuş ya da beklenmedik bir takım bağışlarda bulunmuştu, ancak bu, her şey gibi, tamamen Durham’ın değiştirme yetkisindeydi ve herhangi bir af gerektirmiyordu. İkisinin de kafaları inanılmaz derecede karışmıştı ve 15 bu sorunun yanıtını öğrenmeye de sabırsızlanıyorlardı. Bay Pierce derin bir nefes aldı. “Ekselansları bunu hepinizin aynı anda duymanızı istedi, hepinizi etkilediği için, üçünüzün birden.” Gerard, “Bakın Bay Pierce,” diye araya girdi.

Edvvard, çok daha nazikçe, “İzninizle,” diye ekledi. “Bu konuda biz beklemek istemiyoruz.” “Babanız…” Edvvard, “Öldü,” dedi. “Sanırım artık ağabeyimin emri altındasınız, şu an için.” Durham’ı, Edvvard’ın yönettiğini herkes biliyordu, hatta bahçede çiçeklerin nereye dikileceğine kadar. Herkes Charles’ın, yeni dükün işlerine hangi avukatın bakacağına en ufak bir önem vermediğinin farkındaydı. Eğer Edvvard Pierce’ı defetmek istese, Charles itiraz etmek için parmağını dahi kımıldatmazdı. Ve Bay Pierce, Durham’ın yasal işlerini yürütmenin ne kadar kazançlı olduğunun bilincindeydi. Sadece kısa bir süre • için tereddütte kaldı, Edvvard’dan Gerard’a, sonra tekrar Edvvard’a baktı. Avukat alçak sesle, “Sorun şu ki,” dedi, “bu iyi betimlenmiş bir problem değil; yıllar, yıllar önce yaşanan olaylardan kaynaklanmakta ve bunca zamanın ardından düğümü çözmek de çok zor.” Gerard, “Ne düğümü?” diye homurdandı. Bay Pierce, her bir kelimeyi büyük bir dikkatle seçerek, “Ortada,” dedi, “çok küçük bir fırsat, uzak bir olasılık var, ama bunu görmezden gelmek de imkânsız…” Edvvard, adam tekrar duraklayınca, sertçe, “Neyi?” diye dürtükledi. Bunun içindeki kötü hissin yok olmasına hiçbir yardımı olmuyordu. “Sizin -yani hepinizin demek istiyorum- tüm mirasınızı…. alamayabileceğiniz… olasılığını.

” “Ne?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir