Samantha Young – Londra Caddesi

Başımı kaldırıp karşımdaki sanat eserine baktım ve baktığım şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştım. Sanat eseri dedikleri şey biraz orasına biraz burasına gölge atılmış, farklı renklerdeki birkaç kareden ve çizgiden ibaretti. Bana bir yerlerden tanıdık geliyordu. Cole’un üç yaşındayken benim için çizdiği ve daha sonra bir yerlere kaldırdığım resme inanılmaz derecede benziyordu. Gerçi binlerinin çıkıp da Cole’un resmine üç yüz yetmiş beş pound vereceğini pek sanmıyordum. Ayrıca, boyayla dolu bir trenin raylardan çıkıp devrildiği sırada tren yolunun kenarında duruyormuş gibi görünen bir tablo parçasına üç yüz yetmiş beş pound verecek insanın aklından da şüphe ederdim. Oysaki başımı çevirip de etrafıma baktığımda galeri-dekilerin çoğunun sanat eserlerinden hoşlandığını görebiliyordum. Belki de sanattan anlayacak kadar zeki değildim. Erkek arkadaşım için biraz daha sofistike görünmeye çalışarak düşünceli bir ifade takındım ve bir sonraki tabloya geçtim. Hemen yanı başımda, “Hımm, tamam, anlamıyorum.” dedi kısık, boğuk bir ses. Bu sesi nerede olsam tanırdım Amerikan aksanıyla söylediği kelimeler, sesin sahibi neredeyse altı yıldır Iskoçya’da yaşadığı için edindiği şivenin kıvrak ve daha keskin sessiz harfleri arasına tek tük dağılıyordu. En yakın arkadaşım Joss’u görmek için başımı indirdiğim sırada üzerime bir rahatlık çöktü. O akşam ilk defa gerçekten gülümsedim. Jocelyn Butler, lafını esirgemeyen, bayağı cesur Amerikalı bir kızdı ve Club 39 isimli epey fiyakalı bir barda benimle birlikte barmenlik yapıyordu.


Club 39, şehir merkezindeki en ünlü sokaklardan biri olan George Sokağı’nda, bodrum katında bir bardı ve beş yıldır birlikte çalışıyorduk. Boy fakiri arkadaşım, bir tasarımcının elinden çıkmış gibi görünen siyah elbisesi ve ayağındaki Louboutin’le-riyle çok seksi görünüyordu. Tıpkı erkek arkadaşı Braden Carmichael gibi. Eli, sahiplenici bir tavırla Joss’un belinin hemen altında duran Braden, Joss’un arkasında dikiliyor ve çevresine özgüven yayıyordu. Ağzımdan salyaların akmasına neden olan Braden senelerdir aradığım sevgiliye benziyordu. Joss’u bu kadar sevmeseydim ve Braden, Joss’a akıl almayacak kadar tapmasaydı Braden’ı elde etmek için Joss’u ayağımın altında ezerdim. Braden neredeyse iki metre boyundaydı ve bu da onu, benim boyumdaki biri için ideal kılıyordu. Kolaylıkla göze çarpan, bir yetmiş sekiz boyunda bir kadındım -doğru topuklu ayakkabılarla bir seksenin üzerine rahatlıkla çıkıyordum. Joss’un erkek arkadaşı üstelik seksi, zengin ve sevimliydi. Joss’u deliler gibi seviyordu. Neredeyse on sekiz aydır birlikteydiler. Yakında Braden’ın evlenme teklif edeceğini hissedebiliyordum. “Büyüleyici görünüyorsun,” dedim kıvrımlarına bakarak. Joss, benim aksime, büyük memeli bir kadındı. Gözlerinizi kalçalarından da alamıyordunuz.

“Geldiğiniz için çok teşekkür ederim. Her ikinize de.” “Bana borçlusun,” diye homurdandı Joss. Diğer resimlere göz gezdirirken kaşı hafifçe yukarıya kalkmıştı. “Ressam ne düşündüğümü sorarsa ciddi bir şekilde yalan söylemem gerekecek.” Braden Joss’u belinden hafifçe kendine çekti ve ona gülümsedi. “Eğer ressam sanatı kadar gösteriş budalası ise vahşice dürüst davranmak varken neden yalan söyleyesin ki?” Joss adama sırıttı. “Doğru söylüyorsun.” “Hayır,” diyerek araya girdim çünkü izin verirsem bunu gerçekten yapacağını biliyordum. “Becca, Malcolm’un eski kız arkadaşı ve hâlâ arkadaşlar. Gidip de ona Robert Hughes’luk taslarsan kıçına tekmeyi yiyecek olan ben olurum.” Joss kaşlarını çattı. “Robert Hughes da kim?” İç çektim. “Ünlü bir sanat eleştirmeniydi.” “Bunu sevdim.

” Joss şeytani bir tavırla sırıttı. “Dürüstlüğün imandan geldiğini söylediklerini biliyorsun.” “O temizlik değil miydi, bebeğim?” “Tabii ki temizlik ama dürüstlüğün de onu yakından takip ettiğinden eminim.” Joss’un gözlerindeki inatçı parıltı neredeyse nefesimin kesilmesine neden oldu. Joss baş edilmesi zor biriydi ve bir fikri olduğunda ya da bir şey söylemek istediğinde onu durdurmak için yapabileceğiniz çok az şey vardı. Onunla ilk tanıştığımda inanılmaz derecede içine kapalı bir insandı. Arkadaşlarının kişisel işlerine burnunu sokmamayı tercih ederdi. Braden’la tanıştığından beri çok değişmişti. Arkadaşlığımız ilerlemiş ve Joss hayatımdaki gerçekleri bilen tek kişiye dönüşmüştü. Arkadaşlığımız için ona minnettardım ama bunun gibi anlarda düşüncelerini kendisine saklayan, duygularını belli etmeyen eski Joss olmasını da dilemiyor değildim. Hemen hemen üç aydır Malcolm Hendry ile çıkıyordum. Benim için mükemmeldi. Zarif, tasasız, uzun boylu -ve zengin. Malcolm, Joss’un şakayla karışık onlara verdiği adla “yaşlı ve zengin sevgililerimin” en yaşlısıydı. Otuz dokuz yaşında olmasına rağmen hiç de yaşlı sayılmazdı.

Oysaki benden on beş yaş büyüktü. Malcolm’un hep beklediğim o erkek olabileceğine ikna olduğumdan Joss’un adamın yakın arkadaşına hakaret ederek ilişkimizin ilerleyişine zarar vermesini istemiyordum. “Jocelyn” -Braden bana ve artan paniğime bakarak tekrar Joss’un belini kavradı- “Sanırım bu akşam kurnazlık sanatını hayata geçirmen daha iyi olacak.” Sonunda yüzümdeki ifadeyi okumayı beceren Joss, elini beni temin edercesine koluma koydu. “Sadece şaka yapıyorum, Jo. Elimden geldiğince iyi davranacağım. Söz veriyorum.” Başımı tamam anlamında salladım. “Sadece… Biliyorsun işte, işler yolunda gidiyor.” “Malcolm düzgün bir adama benziyor,” diyerek bana hak verdi Braden. Joss, gırtlağından garip bir ses çıkardı ama ikimiz de ona kulak asmadık. Arkadaşım, sevgili seçimim konusundaki fikrini açıkça beyan etmişti. Malcolm’un beni ve benim de onu kullandığıma ikna olmuş görünüyordu. Adamın cömert olduğu, benim de cömertliği sevdiğim doğruydu. Fakat daha büyük bir gerçek vardı; onu gerçekten önemsiyordum.

Ben on altı yaşındayken, John isimli “ilk aşkımdan” beri yakışıklı aile babalarına ve Cole’la birlikte güvende olacağımız fikrine âşık oluyordum. Ama John ailemde ikinci derecede rol almaktan bıkıp altı ay sonra beni terk etmişti. Bu bana önemli bir ders verdi. Ayrıca, yeni bir sevgiliye ihtiyacım olduğunu da fark etmemi sağladı -iyi bir işe, iyi bir gelire sahip, tutkulu ve çalışkan olmalıydı. Ne kadar çok çalışırsam çalışayım olmayan niteliklerimle ve beceriksizliğimle asla aileme güven dolu bir gelecek sağlayacak kadar para kazanamayacaktım. Buna rağmen, nitelikli ve becerikli erkekleri kendime bağlayabiliyordum. John’la yaşadığım sonu kötü biten romantik ilişkiden sonra kırılan kalbimi onarmakla geçirdiğim birkaç yılın ardından Callum hayatıma girdi. Otuz yaşında, göz alıcı, kültürlü, bilgili, varlıklı bir avukattı. Callum’un son erkek arkadaşım olmasına karar verince onun için kusursuz sevgili olduğunu hayal ettiğim şeye dönüştüm. Benim için, işe yaradığı sürece başka birine dönüşmek bir alışkanlıktı. Callum bir süre boyunca kusursuz olduğumu düşündü. Ailem hakkında ser verip sır vermemem ve “onu hayatıma sokmaktaki” beceriksizliğim ikimizin arasında büyük bir uçurum açıp da beni terk etmesine neden olana dek iki yıldır birlikteydik. Callum’dan sonra kendimi toparlamam aylar aldı ve sonunda bunu başardığımda, Tim’in kollarına koşmak üzereydim. Korkunç bir karardı. Tim bir yatırım şirketinde çalışıyordu.

Bencilliği o kadar bezdiriciydi ki aslında onu terk eden ben oldum. Hayatıma giren bir sonraki kişi Steven’dı. Steven, şu rahatsız edici kapıdan kapıya satış şirketlerinden birinin satış müdürüydü. Her ne kadar başlangıçta bizim için iyi olduğunu düşünsem de zamanının çoğunu işte geçiriyor olması pek de iyi sonuç vermedi. Joss, ailemle ilgili sorumluluklarım yüzünden hiçbir konuda esnek davranamadığını için Steven’ın beni terk ettiğini düşünüyordu. Aslında Steven’ı terk eden bendim. Ste-ven kendimi değersiz hissetmeme neden oluyordu. Hiçbir işe yaramadığım konusundaki yorumları eski yaralara tuz basıyordu. Görünümüm dışında yorum yapılacak başka hiçbir özelliğim olmadığını biliyor olsam da aynısını erkek arkadaşınızdan duyduğunuzda ve size ücreti ödenmiş bir eskort gibi davranmaya başladığında ayrılmanın zamanı gelmiş demekti. İnsanların saçmalıklarını çekmekte bir uzman sayılırdım ama benim de sınırlarım vardı ve yaşım ilerledikçe sınırlarım daha da daraldı. Ama Malcolm farklıydı. Asla kendim hakkında korkunç hissetmeme neden olmamıştı ve şu ana kadarki ilişkimiz oldukça güzel ilerliyordu. “Tombalacı nerede?” Omzumun üzerinden arkama doğru bir bakış attım ve Joss’un iğnelemesini duymazlıktan gelerek onu aradım. “Bilmiyorum,” diye mırıldandım. Malcolm’la gerçekten turnayı gözünden vurmuştum çünkü lotodan büyük ikramiyeyi kazanmış bir avukattı.

Üç yıl önce EuroMillions’daki en büyük ikramiyeyi tutturmuş ve bir milyoner olarak yeni hayatının tadını çıkarmak için işini -ve tabii ki kariyerini- bırakmıştı. Meşgul olmaya alışkın olduğundan emlak iyileştirme işine girmişti. Şimdi ise sahibi olduğu gayrimenkullerden oluşan devasa bir portföyü vardı. Sanat galerisindense bir depoda görmeyi bekleyeceğiniz küçük dikdörtgen sıralarından oluşan kirli pencereleriyle, kırmızı tuğladan inşa edilmiş eski bir binadaydık. İçerisi ise tamamen ayrı bir meseleydi. Sert ahşap döşemelerle kaplanmış zemini ve sanat eserlerinin sergilenmesi için ideal aydınlatması ve bölme duvarlarıyla güzel bir galeriydi. Malcolm lotoyu kazanmadan bir yıl önce boşanmıştı ama tabii ki yakışıklı ve zengin bir adam olduğundan benim gibi genç kadınların ilgisini çekiyordu. Kısa zaman içinde yirmi altı yaşında, bilgili, İrlandalı bir sanatçı olan Becca’yla tanışmıştı. Birkaç ay boyunca çıkmışlar ve ayrıldıktan sonra iyi birer arkadaş olmuşlardı. Malcolm kadının sanatına yatırım yapıyor, Leith’deki eski dairemden birkaç blok uzaklıktaki bu galeriyi onun için kiralıyordu. Galerinin ve serginin etkileyici olduğunu itiraf etmem gerekiyordu. Her ne kadar sanatın benim için ne anlama geldiğini bir türlü anlayamamış olsam da. Malcolm, Becca’nın yeni koleksiyonunun özel açılışına katılmak üzere zengin bir grup alıcıyı bir araya getirmeyi becermişti ve Tanrı’ya şükürler olsun, sanat onlar için bir anlam ifade ediyordu. Galeriye ulaştığımız anda, kavalyemi gece boyunca kaybetmiştim. Metalik renkli bir tayt ve kendisine büyük gelen kocaman bir kazak içindeki Becca, çıplak ayaklarıyla dondurucu ahşap döşemelere basarak aceleyle bize doğru koşturmuştu.

Bana telaşla gülümsedikten sonra Malcolm’u kolundan yakalamış ve onu gelen insanlarla tanıştırmasını istemişti. Ben de sanattan anlamadığımı ya da sanatçının epey berbat olduğunu düşünerek galeride tek başıma dolaşmak zorunda kalmıştım. “Dairem için bir tablo satın almayı düşünmüştüm ama…” Braden önünde dikildiğimiz tablonun üzerindeki fiyat etiketini görünce kısık sesle bir ıslık çaldı. “Ama boktan şeyler satın alırken gereğinden fazla ödememeyi bir kural haline getirdim.” Joss kahkahalarla güldü ve kesinlikle katıldığını göstermek istercesine başını salladı. Biri diğerini daha fazla kabalaşmaya teşvik etmeden önce konuyu değiştirmenin en iyisi olacağına karar verip “Ellie ve Adam nerede?” diye sordum. Ellie çok tatlı bir kadındı ve tek bir dokunuşuyla her şeyi güzelleştirebilirdi. Aynı zamanda, en yakın arkadaşının ve erkek kardeşinin her an bir şeyler yumurtlayabilecek dillerini yola sokmak konusunda da oldukça becerikliydi. Onu özellikle davet etmiş olmamın nedeni buydu. “O ve Adam bu gece evden çıkmayacaklar,” diye yanıtladı Joss. Sessindeki ciddiyet endişelenmeme neden oldu. “Bugün MRI sonuçlarını aldı. Her şey temiz ama yine de geçmişi hatırlamasına yol açtı.” Ellie’nin fiziki belirtilere ve nöbetlere neden olan iyi huylu tümörleri aldırmak için girdiği beyin ameliyatının üzerinden henüz bir yıl geçmişti. O sırada Ellie’yi tanımıyordum ama bana anlattıklarına göre çok zor bir dönem geçirmişlerdi.

“Yakında onu ziyaret etmeye çalışacağım,” diye ağzımda geveledim ama bunu yapacak zamanı bulabileceğimden emin değildim. İki işte çalışıyordum, annemle ve Cole’la ilgileniyordum ve nereye giderse gitsin Malcolm’a eşlik ediyordum. Hayatım epey yoğun geçiyordu. Joss başını salladı. Kaşlarının arasında endişeli olduğunu gösteren bir çizgi oluşmuştu. Ellie için herkesten daha fazla endişeleniyordu. Tamam, belki de herkesten fazla değil, diye düşündüm Braden’a bakarken. Adamın kaşları berbat bir yüz ifadesiyle neredeyse birbirine değiyordu. Braden büyük ihtimalle tanıdığım kardeşler arasında en aşırı korumacı olanıydı ama aşırı korumacı bir kardeş olmanın ne anlama geldiğini iyi bildiğimden onunla dalga geçemiyordum. Onları karanlık düşüncelerinden kurtarmak için, işte geçirdiğim saçma sapan gün hakkında şaka yapmaya çalıştım. Salı, perşembe ve cuma geceleri Club 39’da çalışıyordum. Pazartesi, salı ve çarşamba günleri öğlen saatlerinde ise Meikle & Young’s muhasebe firmasındaki muhasebecilerden biri olan Thomas Meikle’nin kişisel asistanı olarak çalışıyordum. Bay Meikle kaprisli bir pislikti ve “kişisel asistan” gerçekte şatafatlı bir “ofis boy” olduğundan adamın renkli mizacından sürekli yara alıyordum. Bazı günler sorunsuz geçiyordu ve gayet iyi geçiniyorduk; tıpkı bugün gibi diğer günler ise “Kıçımla dirseğimi birbirinden ayıramıyordum” -doğrudan alıntı- ve tek kelimeyle işe yaramazın biriydim. Açıkçası, işe yaramazlığım bugün yeni bir rekora imza atmıştı: Kahvesi yeterince şekerli değildi, fırındaki kız patronun sandviçinden domatesleri çıkarmasını söylediğimde beni dikkate almamıştı ve onun bana vermeyi unuttuğu bir mektubu postaya vermemiştim.

Neyse ki yarın Meikle’nin yüzünü görmek ve iğneleyici sözlerini duymak zorunda kalmayacaktım. Braden bir kere daha Meikle’nin yanından ayrılıp emlak ofisinde yarı zamanlı çalışmam için beni ikna etmeye çalıştı ama tıpkı geçmişte Joss’un çok sayıdaki yardım teklifini reddettiğim gibi onun yardımını kabul etmeyi de reddettim. Her ne kadar beni düşündükleri için onlara minnettar olsam da kendi hayatımı kimsenin yardımı olmadan kurmaya kararlıydım. Önemsediğiniz insanlara bel bağladığınızda, bunun gibi önemli bir konuda onlara güvendiğinizde eninde sonunda sizi hayal kırıklığına uğratırlardı. Ve gerçekten Joss ve Braden tarafından hayal kırıklığına uğratılmak istemiyordum. Bu akşam çok daha ısrarcı davranacağı belli olan Braden, onun için çalışmanın faydalarını bir bir saymaya koyuldu. Aniden ensemdeki tüylerin diken diken olduğunu hissettim. Kaslarım gerildi ve başımı hafifçe yana çevirdim. Dikkatimi çekenin ne ya da kim olduğunu görmeye çalışırken Braden’ın dudaklarından dökülen sözcükler bulanıklaştı. Gözlerimle odayı taradım ve bana bakan adamı gördüğüm anda nefesim kesildi. Gözlerimiz buluştu ve kesinlikle garip bir nedenden ötürü fiziksel bir bağ kurduğumuzu hissettim. Birbirimizin buradaki varlığını fark etmek bile beni yerime mıhlamaya yetmişti. Kalp atışımın hızlandığını hissettim, kulaklarıma kan pompalanıyordu. Aramızda epey mesafe olduğundan gözlerinin rengini seçemiyordum ama düşünceli ve sorgulayıcı olduklarını görebiliyordum. Aramızdaki elektrik yüzünden en az benim kadar şaşırmış olmalı ki kaşlarını çattı.

Neden dikkatimi çekmişti ki? Genellikle dikkatimi çeken tiplerden biri değildi. Ah evet, bir hayli yakışıklıydı. Karışık, koyu sarı renkli saçları ve seksi bir kirli sakalı vardı. Malcolm kadar olmasa da uzun boyluydu. Muhtemelen bir seksen fa-landı. Bu gece giydiğim topuklularla ondan birkaç santim uzun görünüyor bile olabilirdim. Pazılarındaki kasları ve kollarındaki kalın damarları görebiliyordum çünkü salak herif kışın ortasında tişört giymişti. Vücut yapısı çıktığım adamlarınkine benzemiyordu. İri yarı değildi. Uzun boylu ve güçlü görünüyordu. Mmm, “güçlü” kesinlikle doğru bir kelimeydi. Bu arada dövmelerinden bahsetmiş miydim? Ne olduklarını anlayamıyordum ama kolunda renkli bir dövme olduğunu görebiliyordum. Benim dövmem bile yoktu. Bakışlarıyla beni tepeden tırnağa süzerken bedenime yayılan şok benzeri duyguya rağmen nefes almaya çalıştım. Böylesine pervasızca incelenmem neredeyse kıvranmaya başlamama neden olacaktı.

Oysaki ne zaman bir adam bana böyle baksa flörtöz bir tavırla gülümserdim. Gözleri yeniden yüzüme ulaştığında bana son bir yakıcı bakış attı -öyle bir bakıştı ki nasırlı elleriyle bedenimi okşadığını hissettiğimi sandım- ve bakışlarını çevirdi. Kesinlikle kafası karışık ve tahrik olmuş vaziyette, adamın galeriyi farklı bölümlere ayıran duvarlardan birinin arkasında kayboluşunu izledim. “O kimdi?” Joss’un sesi bir anda beni kendime getirdi. Gözlerimi kırptım ve yüzümde aptalca olduğunu düşündüğüm bir ifadeyle ona doğru döndüm. “Hiçbir fikrim yok.” Joss kendinden memnun bir ifadeyle sırıttı. “Çok seksiydi.” Arkasında birileri boğazını temizledi. “O da neydi öyle?” Gözlerini haylazca kırpıştırdı ancak dönüp de kaşlarını çatmış vaziyette ona bakan sevgilisini görünce yüzündeki ifade masumiyete döndü. “Tabii ki tamamen estetik bir bakış açısından değerlendiriyordum.” Braden homurdandı ama Joss’u biraz daha sertçe kendisine doğru çekti. Joss bana bakıp sırıttı. Bense gülümsememe engel olamıyordum. Braden Carmichael mantıklı, sözünü esirgemeyen, tehlikeli bir iş adamıydı ama nasıl oluyorsa Jocelyn Butler onu küçük parmağında oynatmayı beceriyordu.

Bedava şampanya içip o aralar olan biteni konuşarak sanırım bir saat kadar dikildik. Bazen ikisi birlikteyken rahatsız olurdum çünkü her ikisi de çok akıllı ve bilgiliydi. Nadiren eklemek istediğim etkileyici ya da ilgi çekici bir şeylerim olurdu. Bu nedenle, genellikle güler ve canları çıkana kadar birbirleriyle uğraşmalarını izlerdim. Joss ile baş başa olduğumuzda durum tamamen farklıydı. Joss u, Braden’ı tanıdığımdan daha iyi tanıyordum; dolayısıyla, olmadığım biri gibi davranmamı asla istemeyeceğinden emindim. Bu, hayatımın geri kalanı düşünüldüğünde güzel bir değişiklikti. Sanata karşı duydukları tutkunun bizde yarattığı akıl karışıklığını gizlemeye çalışarak birkaç konukla sohbet ettik ama bir saat kadar sonra Joss özür dilercesine bana döndü. “Biz artık gitmeliyiz, Jo. Üzgünüm ama Braden’m .varın gerçekten çok erken saatte bir toplantısı var.” Yaşadığım hayal kırıklığını göstermiş olmalıyım çünkü başını salladı. “Ne yapalım, biliyor musun? Hayır, ben kalıyorum. Braden gidebilir. Ben kalacağım.

” Hayır. Kesinlikle olmaz. Daha önce de kendimi buna benzer durumların içinde bulmuştum. “Joss, Braden’la birlikte eve git. Ben iyiyim. Sıkıldım ama iyiyim.” “Emin misin?” “Evet.” Kolumu sevgi dolu bir şekilde sıktı ve Braden’m elini tuttu. Braden bana bakarak başını sallayınca adama gülümsedim ve “İyi geceler,” dedim. Galeriyi geçip tüm konukların ceketlerinin asılı olduğu askıya yürüyüşlerini izledim. Braden gerçek bir centilmen gibi Joss’un ka-banını tuttu ve giymesine yardımcı oldu. Kendi ceketini almak için dönmeden önce ise Joss un saçlarına küçük bir öpücük kondurdu. Kolu Joss’un omuzlarına sarılı vaziyette soğuk şubat gecesine adım attılar ve beni, göğsümdeki yabancı ağrıyla galeride bıraktılar. Malcolm’un Noel’de benim için aldığı altın Omega saate göz attım ve ne zaman saate baksam olduğu gibi, saati henüz satamayacağımı düşünerek kederlendim. Şu ana kadar aldığım en pahalı hediye olabilirdi ve birikimimize büyük katkı sağlayabilirdi.

Yine de Malcolm’la ilişkimin zaman içinde daha özel bir hal almasını ve saati satmak zorunda kalmamayı diliyordum. Gerçi asla çok büyük umutlarım olmamıştı. Saat dokuzu çeyrek geçiyordu. Kalp atışlarım hızlandı ve telefonumu bulmak için küçük, sahte Gucci çantamı karıştırdım. Mesaj yoktu. Lanet olsun, Cole. Cole’a eve gelir gelmez beni aramasını hatırlatan mesajı yazıp gönder tuşuna bastığım sırada belime bir kol dolandı ve Malcolm’un tıraş sonrası losyonunun odunumsu kokusu burun deliklerimi doldurdu. On iki santim yüksekliğindeki topuklu ayakkabılarımı giydiğimden gözlerine bakmak için başımı kaldırmaya gerek duymadan dönüp, gözlerimiz buluştuğu anda Cole yüzünden duyduğum endişeyi saklamak için gülümsedim. En son alışverişe çıktığımızda Malcolm’un benim için satın aldığı kırmızı renkli Dölce & Gabbana kalem elbise içinde sofistike görünüyordum. Elbise ince bedenimi kusursuz bir şekilde sergiliyordu. Bunu seviyordum. Elbiseyi de eBay yığınıma ekleyecek olmam üzüntü vericiydi. “İşte buradasın.” Malcolm bana gülümsedi. Kahverengi gözlerinin kenarları çekici bir şekilde kırışırken gözlerinin içi parlıyordu.

Koyu renkli gür saçları yanlardan hafifçe kırlaşmaya başlamıştı. Bu ona seksi bir hava katıyordu. Daima takım elbise giyerdi ve bu akşam da bir istisna sayılmazdı. Üzerinde, Savile Row terzihanesinden çıkmış şık bir takım elbise vardı. “Arkadaşlarının geleceğini sanıyordum, yoksa seni yalnız bırakmazdım.” Bunun üzerine gülümsedim ve elimi göğsüne koydum. “Endişelenme. Ben iyiyim. Buradaydılar ama erken ayrılmak zorunda kaldılar.” Hâlâ avucumda duran telefona baktım. Cole hâlâ neredeydi? Midemdeki küçük yaratıklar uyanmış, içimi kemirmeye başlamıştı. “Becca’nm tablolarından birini satın alıyorum. Gel ve sanki çok mükemmel bir şeymiş gibi davran.” Bir anlığına kıkırdadım ve kendimi o aıula çok kotu hissettim. Sesi bastırmak için dudağımı ısırmak zorunda kaldım.

“Yalnız olmadığıma memnun oldum.” Gözleri odada gezindi, dudakları memnuniyetle kıvrılmış vaziyetteydi. “Neyse ki buradaki insanlar sanattan bizden daha iyi anlıyorlar. Böylece, en azından yatırımımın karşılığını alabileceğim.” Kolu hâlâ belimdeydi. Galeri boyunca yürüyerek birkaç duvarı geçtik ve Becca’nın üzerine canavarca boya sıçratılmış gibi görünen devasa sanat eserlerinden birinin önünde durduk. Becca’nm kiminle tartıştığını görünce neredeyse kendi ayağıma takılıp düşüyordum. Dövmeli Adam. Lanet olsun. “İyi misin?” Malcolm bana baktı. Bedenimdeki gerginliği hissettiği için kaşlarını çatmıştı. Canlı bir şekilde gülümsedim. Kural bir: Seni olumlu ve çekici olduğun anlar dışında görmesine izin verme. “Harikayım.” Dövmeli Adam, Becca’ya sırıtıyordu.

Eli kadının kalçasının üzerindeydi ve kadını kendine doğru çekmeye çalışıyordu. Yüzündeki ifade yatıştırıcıydı. Adamın lanetli gülümsemesini gördüğüm anda nefesimi tuttuğumu görmezden gelmeye çalıştım. Becca hâlâ narkozun etkisindeymiş gibi görünüyordu ama adamın kollarının arasında olduğuna bakılırsa onu kesinlikle anlıyordum. Böyle gülümsediği zaman bu adi pisliği affetmeyecek tek bir kadın tanımıyordum. Gözlerimi Dövmeli Adam’dan kaçırmaya çalışarak Malcolm’u takip ettim. Çift bize döndü. Becca’nın yanakları hafifçe pembeleşmişti ve gözleri heyecanla parlıyordu. “Lütfen beni ve Cam’i görmezden gelin. Kendisi tam bir aptal olduğu için tartışıyorduk.” Adama bakmadım ama kıkırdadığını duydum. “Hayır, tartışmamızın nedeni farklı sanat anlayışlarımızın olması.” “Cam benim eserlerimden nefret eder,” dedi Becca gücenmiş bir tavırla. “Diğer erkek arkadaşlarım gibi olamıyor. En azından yalan söyleyebilir, değil mi? Ama hayır.

İlla dürüst davranacak. Tanrıya şükürler olsun ki Malcolm eserlerimi beğeniyor. Jo, Mal’m tablomu satın alacağını duydun mu?” Malcolm’un Becca’ya karşı sergilediği yakınlığı kıskandığımı düşünüyorsunuzdur. Kulağa korkunç geldiğini biliyorum ama tabloyu görene kadar biraz kıskanıyordum. Çok zeki biri değildim. Resim yapamazdım. Dans edemezdim. Şarkı söyleyemezdim. Yaptığım yemekler idare ederdi… Tanrıya şükür ki güzeldim. Uzun bacaklara sahiptim; kusursuz bir bedenim vardı. İnsanlardan defalarca ne kadar güzel bir vücudumun ve harika bir cildimin olduğunu duymuştum. Şimdi bunları iri, yeşil gözlerle, kızıl tonlarında gür saçlarla ve narin yüz hatlarıyla birleştirin. İşte size çekici bir kadın. Ergenliğimden beri çevremdeki tüm başların bana dönmesine neden olan bir güzelliğim vardı. Evet, çok fazla şeye sahip değildim ama sahip olduklarımı ailem için kullanıyordum.

Becca’nın sevimli ve yetenekli olması beni biraz endişelendiriyordu. Belki de Malcolm benden sıkılır ve ona geri dönerdi? Aslında Malcolm’un kadının sanat eserlerini görünce verdiği pek de istekli sayılamayacak tepkisi, kadınla ilişkisi konusunda kendimi daha iyi hissetmeme neden oldu. “Haberim var. İyi seçim.” Malcolm’a bakıp gülümsedim ve gülmemek için kendisini zor tuttuğunu görebiliyordum. Eli belimden kalçama doğru kaydı ve ona daha da sokulduğum sırada telefonuma göz atma şansını yakaladım. Hâlâ Cole’dan haber yoktu. “Jo, Becca’nın erkek arkadaşı Cameron’la tanış,’’ dedi Malcolm aniden. Adamın son birkaç saniyedir bakmamaya çalıştığım yüzünü rahatça incelemek için başımı çabucak kaldırdım. Gözlerimiz buluştuğu anda heyecan dalgasının bir kere daha bedenimi ele geçirdiğini hissettim. Gözleri kobalt mavisiydi ve beni ikinci defa incelerken üzerimde hiçbir şey kalmayana dek beni soyuyorlarmış gibi görünüyorlardı. Adamın bakışlarının bedenimde gezinişini ve Malcolm’un elinin belimde olduğunu fark edişini izledim. Cameron bizi izlerken, hakkımızda bir sonuca varırken ve dudaklarını birbirine sıkıca bastırarak ifadesini gizlemeye çalışırken bedenim iyice gerildi. “Merhaba,” demeyi becerdim. O ise başıyla belli belirsiz selam verdi.

Gözlerindeki ateş kesinlikle yok olmuştu. Becca, Malcolm’la tablo hakkında sohbet etmeye başlayınca telefonumu bir kere daha kontrol etme şansı buldum. Huzursuz bir homurdanma duyunca başımı kaldırdım ve gözlerim Cameron’unkilerle buluştu, ifadesindeki hoşnutsuzluğun nedenini ya da neden aniden gidip de kendini becermesini söyleme ihtiyacı duyduğumu anlaya-mıyordum. Düşmanca ya da sinirli tavırlarla karşılaştığımda genellikle geri çekilir ve tek kelime etmezdim. Ama dövmeli salağın yüzündeki suçlama ve önyargı, adamın yüzüne bir yumruk savurup zaten kusurlu olan burnunu kırmak istememe neden oldu. Fakat adamın tipini iyice bozması gereken yumruk, haşin görünümünü güçlendir-mekten öteye gidemeyecekti. Karakterime aykırı bir şey yapmamak için dilimi ısırdım ve gözlerimin dövmelerine kaymasına izin verdim. Sağ kolunda, dirseğinin hemen altında siyah renkli güzel bir yazı vardı -dövmesi, yazıyı okumaya çalıştığımı belli etmeden ne olduğunu bir türlü anlayamadığım iki kelimeden oluşuyordu. Sol kolunda ise renkli ve ayrıntılı bir dövme vardı. Bir ejderhaya benziyordu ama emin olamadım. O sırada, Becca Cameron’a yaklaştı ve görüş açımı kapattı. Bir anlığına Becca’nın nasıl olup da takım elbiseden vazgeçmek bilmeyen otuzlarındaki Malcolm’dan yetmişlere özgü saati, deri bileklikleri, defalarca yıkanmış Def Leppard tişörtü ve pasaklı Levi’s kotuyla yirmilerindeki Cameron’a geçiş yapabildiğini merak ettim. “Mal, iş meselesini Jo’ya sordun mu?” Şaşkın bir tavırla erkek arkadaşıma baktım. “İş mi?” “Becca, sorun yok, gerçekten,” diye ısrar etti Cameron. Derin sesi, bedenimde itiraf etmek istemediğim bir karıncalanmaya neden oldu.

Gözlerim onunkilerle buluştuğunda boş bir ifadeyle bana bakmakta olduğunu gördüm. “Saçmalık,” dedi Malcolm babacan bir tavırla ve bana göz kırptı. “Kulüpte çalışacak bir barmen daha arıyorsunuz, değil mi?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir