Celil Memmedguluzade – Danabaş Köyünün Öyküsü

Nahçivan ilinde doğdum. Aras Irmağı’ndan beş altı, Culfa îlçesi’ndenkırk verst (1) ırak. Özellikle Aras ve Culfa’dan söz ediyorum. Bilindiği gibi Aras Irmağı İran sınırı, Culfa İlçesi de sınır kapısıdır. İkisine de yakın olduğuma sevinip övünüyorum. İki nedeni var. Biri, İran Azerbaycanı babamın ülkesi, ikincisi oranın halkının dindarlığıyla dünyada ad kazanmış olmasmdandır. Bununla da her zaman övünürüm. Yani böylesi kutsal bir ülkenin komşuluğunda doğduğuma sürekli şükürler etmekteyim. Ne zaman doğduğumu sorarsanız, yanıtlayamam. Çünkü bu konuda hiçbir belge ve yazı yok. Vardı da ben yitirdim? Değil, hayır, doğduğumu kimseler bir yerlere düşmemiş. Hem o zamanlarda ne doğum belgesi varmış ve ne de doğumu bir yerlere yazma alışkanlığı. Benim ana ve babam da uymuşlar bu alışkanlığa. Bundan altmış yıl önce birisine, neden çocuğunun doğum gününü bir yere düşmüyorsun diye sorulsaydı, şaşı- (1) Metrik sisteme geçmeden Ruslarca kullanılan ıcunlukbirimi: 1,06 km.


13 rırdı sanırım. Çünkü gereksiz bir soru olurdu bu. Ancak oturup düşününce bir takım ipuçları bulabiliyorum. Örneğin şimdi Hicri takvimin 1344 ve Miladi takvimin 1926 yılındayız. Ve benim yaşım elli altı ya da elli yedi, bilemedin elli sekiz olmalı. Neden derseniz, Rus – Osmanlı Savaşı’m anımsadığımdan derim. ArkadaşlarlaNahçivan’da Kale Mahallesi’nde yüksek bir yerde duruyorduk. Akşamdı, güneş yeni batmıştı… Bulutlar kızıla boyanmış sanki… O taraflarda büyükçe bir barut deposu yangını varmış gibi geldi bize… Arkadaşlarım Kars’taki yangınların alevlerinin kızılıdır bulutlara yansıyan demişlerdi, ben de inanmıştım. Orada Rus – Osmanlı Savaşları bir gerçekti, 1878 ve 1879 yılları. Biz de sekiz dokuz yaşlarrndaydık ve coğrafya bilgimiz o kadardı işte. Bir başka anım var, yaşımı saptamak için: 1881 yılında Çar Aleksandr’ı Petersburg’da devrimcilerin öldürdüklerini anımsıyorum. On bir, on iki yaşlarındaydım. Nahçivan’da kent okulunda ikinci sınıfta okuyordum. Okul tatil edildi, dükkânlar kapatıldı. Halkı camide topladılar, zorunlu yas tutuldu.

Mollalardan biri mimberde öldürülen Çar’ın erdemlerini sıraladı durdu. Sonunda hüngür hüngür ağlamaz mı? Halkı da ağlattı. Sonra ağıtlar yakıldı ve şehit çarın faciası, Kerbela faciasını geçti, camide velvele koptu. Evet, doğduğum yer Nahçivan kentidir. Ve Tanrı tanığımdır ki, eğer cennet, cehennem, mizan, terazi haksa, eğer Tann’nm koyduğu ve peygamberinin gösterdiği yolda yürüyenler ahrette ödüllendirileceklerse, öyleyse öldükten sonra benim yerim cennetin en seçkin köşesi olmalı. Çünkü Nahçivan kentinde geçen çocukluğumda on dört, 14 on beş yaşıma dek çok ağır koşullarda tuttuğum orucun ve yine çok ağır koşullarda kıldığım namazın sevabı bana da yeter, yedi sülaleme de. Şimdilerde her şey çok değişti. Çağımız her şeyi alt üst etti… Eğer şimdiki Nahçivan’ı (2) elli yıl öncekiyle yan yana koyarak birbiriyle karşılaştırırsak hiç benzeşmediklerine tanık oluruz. O zamanlar küçük bir okul öğrencisiyken, her yerde; evde, sokakta, okulda, çarşı ve dükkânlarda yalnızca mescitten, minberden, namazdan, oruçtan ve yastan ve de vaaz ve mersiyeden söz ederdik. Sabahtan akşama dek gördüğüm erkek ve kadınların tümünün uğraşısı, sabahtan akşama dek, sırf namaz kılmak, oruç tutmak, yine namaz yine oruç, cami, kurban kesmek, imam (3) için yas ve ağlaşma ve görkemli muharrem ayı yası, kefen ve aksesuarı üzerineydi. Yedi sekiz yaşlarımda mollaya gittiğimi, Çereke (4) Kuran okuduğumu anımsıyorum. O dönemde ünlü “müderris ” Hacı Bağır ve Molla Aü’nin medreselerinde okudum. Hacı Molla Bağır’in falaka sopasının acısını hâlâ tabanlarımda duyumsanm. Bu mollaların, bit ve sirke dolu hasırlı mekteplerinde üç dört yıl avarelikten sonra babam beni kent okuluna yazdırdı. Üç yıl da orada okudum, Rusça ve Müslümanca.

(5) Ama doğrusunu söylemek gerekirse mol- (2) Bu yazı 1926 yılında yazıldığına göre, Sovyet dönemi kastediliyor. (3) Şiiliğin en kutsal varlıklarından, Hz. Ali’den başlayan, torunu Hz. Mehdi’ye dek aynı soydan gelen “On iki imam” kastediliyor. (4) Kuran’m küçük surelerinden oluşan ve medreselerde elifba eğitiminde kullanılan kitap. (5) Çarlık döneminde, genellikle Azerilerin milliyeti “Müslüman” ve Azeri Türkçesi olan dili de “Müslümanca” sayılmıştır. 15 on beş yaşıma dek çok ağır koşullarda tuttuğum orucun ve yine çok ağır koşullarda kıldığım namazın sevabı bana da yeter, yedi sülaleme de. Şimdilerde her şey çok değişti. Çağımız her şeyi alt üst etti… Eğer şimdiki Nahçivan’ı (2) elli yıl öncekiyle yan yana koyarak birbiriyle karşılaştırırsak hiç benzeşmediklerine tanık oluruz. O zamanlar küçük bir okul öğrencisiyken, her yerde; evde, sokakta, okulda, çarşı ve dükkânlarda yalnızca mescitten, minberden, namazdan, oruçtan ve yastan ve de vaaz ve mersiyeden söz ederdik. Sabahtan akşama dek gördüğüm erkek ve kadınların tümünün uğraşısı, sabahtan akşama dek, sırf namaz kılmak, oruç tutmak, yine namaz yine oruç, cami, kurban kesmek, imam (3) için yas ve ağlaşma ve görkemli muharrem ayı yası, kefen ve aksesuarı üzerineydi. Yedi sekiz yaşlarımda mollaya gittiğimi, Çereke (4) Kuran okuduğumu anımsıyorum. O dönemde ünlü “müderris ” Hacı Bağır ve Molla Ali’nin medreselerinde okudum. Hacı Molla Bağır’ın falaka sopasının acısını hâlâ tabanlarımda duyumsama. Bu mollaların, bit ve sirke dolu hasırlı mekteplerinde üç dört yıl avarelikten sonra babam beni kent okuluna yazdırdı.

Üç yıl da orada okudum, Rusça ve Müslümanca. (5) Ama doğrusunu söylemek gerekirse mol- (2) Bu yazı 1926 yılında yazıldığına göre, Sovyet dönemi kastediliyor. (3) Şiiliğin en kutsal varlıklarından, Hz. Ali’den başlayan, torunu Hz. Mehdi’ye dek aynı soydan gelen “On iki imam” kastediliyor. (4) Kuran’m küçük surelerinden oluşan ve medreselerde elifba eğitiminde kullanılan kitap. (5) Çarlık döneminde, genellikle Azerilerin milliyeti “Müslüman” ve Azeri Türkçesi olan dili de “Müslümanca” sayılmıştır. 15 laların bitli sirkeli medresesinden çıktıktan sonra doğru dürüst Müslümanca dersi görmedim. Çünkü bilindiği gibi c dönemde, devlet okulları müfredatında, laf olsun diye haftada birkaç saat Türkçe dersi verilir, öteki dersler Rusça geçerdi. Ayrıca, ister kent okulunda, ister sonra eğitimimi tamamladığım Gori Öğretmen Okulu’nda Türk dili öğretmenlerimiz yalnızca her ayın yirmisinde aylıklarım almak şevkiyle derse girerlerdi. Aslında okul yönetiminin de bu öğretmenlerin fazla yorulmalanna gönülleri varmazdı. Gori Öğretmen Okulu Türkçe Bölümü’nün açılması benim bu okula başlama yaşıma denk düştü. O zaman 1883 yılındaydık, babam beni Nahçivan Kent Okulu’ndan alıp oraya gönderdi. Beş yıl okudum, bitirince İrevan İli’nin Uluhanlı Okulu’na öğretmen olarak atandım. Geçelim bunları, nerelerde öğretmenlik yaptığım önemli değil, Danabaş Köyü başka… Aslında önemli olanları kaydetmek isterim tabii.

Bu da Öğretmen Okulunda geçen süreyle ilgili. Evet, çocukluğum kutsal Nahçivan kentinde geçti, söylediğim gibi. Çevre, her taraf Allah, Peygamber. Sağ tarafta cami, solda minber, ortalıkta molla ve dervişler. Böylesi kutsal bir ortamdan çıkıp düştüm Gürcülerin Gori kentine ve Öğretmen Okulu’nda eğitim öğretim görevlisi yabancı öğretmenlerin içine. Ancak dindarlık bakımından burasıyla ülkem arasında bir ayrım görmedim. Gori kentinde bulunan kiliselerin sayısı, Nahçivan’daki camilerden daha az değildi. Okulun Hıristiyan bölümünde bile bir kilise vardı. Bizim Türk bölümündeyse mescit yoktu. Ama İlahiyat Bilimi derslerinin öğretmenleri, birer vaiz olarak Muhammed’in dininde ayak dirememiz için hiçbir şe16 yi esirgemiyorlardı. Ahretimizi güvenceye almakta kusur işlememeleri bizi hoşnut ediyordu. Okul 1885 yılında ya da 1886 yılında, Muharrem törenleri için bile Tiflis’ten bir mersiyehan getirtti, bize Kerbela mersiyesi okusun, biz de ağlayalım diye. Mersiyehan molla on gün içinde, her akşam on rafadan yumurta yedi sesi açılsın diye… Çok iyi anımsıyorum, on günde yüz yumurta yedi, yine sesi açılmadı, mersiye okuyamadı. Ve okuyamadan ücretini alıp gitti. Gençtim, o zaman pek ayrımında değildim.

Ancak şimdi, aradan kırk yıl geçtikten sonra anlıyorum Gori Öğretmen Okulu’nun kuruluş amacmı. Orada Türk gençlerine Rus kültürü aşılarken islam dini eğirimi savsaklanmıyordu, çünkü yalnızca bu koşulla gençler gidecekleri köy ve ilçelerde tutunabilecek ve öğretmenlik yapabileceklerdi, dini bütün öğretmenler olarak Rus kültürünü yayabileceklerdi. Okulda biz Türklerin Rusça konuşmasına özellikle telaffuzuna aşırı dikkat edilmekle birlikte, din bilgisi eğitimimize de aşın özen gösteriliyordu. Örneğin Tann’nm varlığı “delili akli” ve “delili nakli” konusu uzun uzun rivayetlerle okutuluyordu. Vaizlik eğitimi görüyormuşçasına, tüm zamanımız “Sıfati sübutiye “, “sıfati selbiye ” ve “sehviyat” ezberlenmesinde geçerdi. Rusçayı öyle konuşmalıydık ki kesinlikle Ruslardan hiçbir ayrımımız olmamalıydı. Ve bu iki dersin dışında öteki derslerimiz pek fazla önemsenmemekteydi. Örneğin müfredatta Türkçe’nin varlığıyla yokluğu fazla duyumsanamazdı. Nitekim eğitim süresi beş yılın sonunda, eğer daha önce molla eğitimi görmemiş olsaydım, adımı yazacak kadar Türkçe öğrenmiş değildim. Bu yüzden, Öğretmen 17 Okulu’nu bitirdikten sonra Türkçe’yi öğrenmek için ben ve kimi arkadaşlarım, yaz tatilinden yararlanarak molla hücrelerinde, özel koşullarda ders almak zorunda kaldık ki, azıcık “Müslüman” kültürü edinelim. Ne kadar Nahçivan’m kutsal ortamı ve Öğretmen Okulu’nun sarıklı müderrisleri bizi Tanrı yolunda tutmaya çalıştılarsa, bir o kadar okulda okuduğumuz coğrafya, tarih ve fen dersleri etkilerini sürdürüyordu. Dersin birinde dünyanın altı günde, evrenin Tanrısı tarafından yaratıldığını ve yaratıcının cuma günü dinlendiğini okurken, ötekisindeyse biyoloji öğretmeninin anlattıkları Tann’nm varlığını kuşku altına sokuyordu. Hem de Adem babamızın cennetiyle, Nuh’un tufanını kökünden yadsıyarak. Öğretmen Okulu’nu bitirince Nahçivan’da kimi yetenekli arkadaşlarıma rasladım, düşündeş buldum onları. Sesime ses veren yaşıtlarım arasında en önde Eynali Sultan vardı.

O dönemlerde yavaş yavaş kadınların sömürülme konusu gündeme getirilmekteydi. İlk kez kadınları savunan sözleri dostum Eynali Sultan aracılığıyla kadın özgürlüğünün savunucusu John StuartMill’m. kitabmda okudum. Kitap İngilizceden Rusçaya çevrilmişti. Kitapta okuduklarımın hepsi tabii ki belleğimde yok, ancak anımsadığım kadarıyla, yazar kadın özgürlüğü konularında başka bir Avrupalı yazarla tartışıyordu. Mili, kadınların haklarını sınırlayan tüm engellerin ortadan kaldırılmasını savunuyordu. Bana gelince, 1890 yılında Nehram köyünde öğretmenlik yaparken toplumumuzdaki ters ve tuhaf davranışları yazıya dökmeye başladım. Danabaş Köyü öyküsünde Mehemmed Hasan amcanın eşeğinin yitiş öyküsünü ora18 da yazdım. Burada öğrendiğime göre Danabaş Köyü’nün muhtarı, Hudayar, Mehemmed Hasan adlı yoksul bir köylünün eşeğini kente götürüp satar ve parasıyla kendine bir kadını muta aküyle alır. (6) Oysa Mehemmed Hasan amca tüm var yoğunu satıp bu eşeği Kerbela’ya. (7) gitmek için almışmış ve bir ay süresince özenle beslemiş. Danabaş Köyü’nde öğretmenlik yaptığımda yani 1894 ve 1895 yıllarında Nahçivan’da büyük Türk Okulu açıldı. Okulun yönetimi için ünlü öğretmen ve şairimiz Meşhedi Tagi Sıdgi Avrupa’dan çağırıldı. Bu okul bir çok Türk çocuğunun okuryazar olmasım ve aydınlanmasını sağlamaktan başka, bizim gibi çiçeği burnunda öğretmen ve yazarlar için bir kültür yuvasıydı. Her şeye karşın öğretmenlikte on yıldan fazla direnemedim ve sonunda bir gün, 1898 yılında, Nahçivan’dan Irevan’a taşındım, herhangi başka bir iş tutmak üzere.

Bir süre hükümet konağında çevirmenlik yaptım, polis memuru bile oldum. Bana göre olmadığını anladım. Adliyeye geçtim, dava vekili, avukat olma hevesine kapıldım. Bu yüzden hukuk ve yasa kitaplarını ve yan yayınlarını okudum durdum. Neyse ki bu işte de dikiş tutturamadım. Sonunda 1903 yılında, hasta karımı Tiflis’e getirdiğimde, “Şarki Rus” gazetesinin sahibi Mehemmed Ağa Şahtahti’ye sokakta rasladım, beni Anunna Lokantası’na götürdü, bana neler yazdığımı sordu. Yanımda “Posta Ku- (6) Şiilikte çok revaçta olan para karşılığı geçici sorumsuz evlilik. Doğacak olan çocuklar mirastan pay almaz. (7) Şiilerce ziyaret edilmesi gereken Mekke’den sonra en önemli kutsal yer Hz. Hüseyin’in şehit edildiği ve türbesinin bulunduğu yer olan Kerbela’dır. Ziyaret eden kimse Kerbelayi adım kazanmış olur. Hacca gidenin hacı olduğu gibi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir