İnsan o gün ne yapacağını bilmezse erken kalkmanın da bir anlamı olmuyor. Elimde sabahın ikinci kahvesiyle pencerenin önünde oturuyordum. Servisler, haftanın son gününde okula gitmekten daha da nefret eden uykulu çocukları çoktan alıp gitmişti sokağı basan sisin içinde. Bakkalın çırağı gazetemle ekmeğimi bu kez zamanında getirmişti, başlıklardan öte okuyacak bir şey bulamamıştım. Belki vardı, ama ben bulamamıştım. Mutlaka vardı, ama ben bulamamıştım. Sabah sabah bilgisayarın başına geçmek istemiyordum. Hoca omzundan sakatlandığı için akşama aikido çalışması yoktu, iki haftadır olduğu gibi. Telefonum epeydir çalmıyordu, ben evdeyken ya da evde yokken. Adını vermeden telesekretere not bırakan kadın bile aramıyordu. Pencerenin önündeki radyatörler sıcaktı yalnızca. Oturduğum yerden sol bacağıma vuruyordu ısı. Kahvemden bir yudum daha aldım. Hoşlanmadım. Sokak boştu. Hep bu saatlerde geçen simitçi daha görünmemişti. Migros’un seyyar satış otobüsü biraz sonra gelirdi. Hiç inip alışveriş yapmamıştım, o tuhaf melodiyi duyunca evden fırlayan kadınların arasında. Belki denemeliydim. Kahvemi götürüp lavaboya döktüm. Koca fincanımı bulaşık makinesinin üst rafına yerleştirdim. Makinem haftada, ne haftası, on günde bir ancak doluyordu, bir sürü kahve fincanım vardı o yüzden. Yeniden pencerenin önüne oturdum. Lanet olsun, bugün temizlikçi kadının günü bile değildi. Kendimi evden dışarı atmak için bir nedenim olurdu hiç olmazsa. Telefon tam zamanında çaldı. Bankamatikten biraz para çekmek, sonra sinemanın birinde yayıla yayıla film seyretmek kararıyla giyinmiştim. Öğleden sonraya Allah kerimdi. Hızla fermuarımı çektim. Yalnız yaşayan birisi olarak, tuvaletteyken kapıyı açık tutma lüksüm olduğu için hem zilin sesini anında duydum hem beni yavaşlatacak hiçbir engel olmadan beş adım atıp kaldırdım ahizeyi. Zaten ilk matinede sekiz kişiyle film seyretmenin neresi heyecanlıydı? “Remzi Ünal lütfen,” dedi güne iyi başladığı belli şen şakrak bir genç kız sesi. “Benim,” dedim. “Mi-Ya Menkul Değerler’den arıyoruz efendim,” dedi kız. “Bir saniye bekleteceğim sizi.” Santralin, insanın kendisini havaalanında bekliyor gibi hissetmesine yol açan salak asansör müziğinin ilk iki mezüründen sonra başka bir ses girdi devreye. “Remzi Ünal’la mı görüşüyorum?” dedi telefondaki yeni ses. Bu seferki sakin, ne yaptığını bilen olgun sekreter sesiydi. Yönetici sekreteri. Hani şu kendisi telefonu tuşlamayanlardan. “Benim, buyrun,” dedim. Biraz soluk soluğaydı sesim. Heyecanlı gibiydi sanki. Bundan hoşlanmadım. Daha iyisini yapabilirdim. “Mi-Ya Menkul Değerler’den Süha Bey sizinle görüşmek istiyor,” dedi sekreterden sekretere oyununun galibi olmaya alışmış kadın. “Hadi hayırlısı,” dedim kendi kendime.
Celil Oker – Bin Lotluk Ceset
PDF Kitap İndir |