Cengiz Dağcı – Ölüm ve Korku Günleri

Anamı sevmiyorum. Oysa kalbinde yakınına karşı sevgi ve bağışlayıcı duygular besleyen bir hıristiyan kızıyım. Ömrümün her pazarı kilisede diz çökerek kalbimi kin, garaz ve cimriliklerden antması için Aziz Meryem Ana’ya dua ederim, yalvarıp yakarırım. Kiliseden çıkınca da hayata ve dünyaya hemen başka gözle bakmakta, daha doğrusu dünya üstünde ömür süren ve insan adıyla adlanan yaratıkları olduğu gibi görmekte hiç de gecikmiyorum. Onları anlamaktan aciz miyim ben? Sanmam, Kaldırımda dilencinin çıplak elinde tuttuğu tepsiye gümüş para bırakıyorum ; kışın soğuğunda kapı aralığında boynu bükük, kızıl boyalarının altında yüzü soğuktan mos mor, müşteri bekliyen kadıne yürekten bir ilgi duyuyor ve acıyarak bakıp geçiyorum yanından. Onlardan biri, kim olurlarsa olsunlar, onlardan biri olduğumu hissediyorum. Ve evet, herşeyden önce iyi bir hıristiyanım. Ama … İki hafta önce, kaldığımız Sliska sokağında Alman askerleri oniki kişiyi yakalayıp Pavlak hapishanesine götürdüler. Polonya gizli teşkilatı tarafından öldürülmüş general Kuçera’nın hesabını bu oniki kişi, kendi hayatlarıyla ödeyecekler. Bundan 8 ÖLÜM VE KORKU GÜNLERİ eminim. Aralarında iki de kız varmış. O gün evimizde yoktum. Bu iş saat tam beşte olmuş. Evde bulunsaydım o oniki kişinin biri de ben olacaktım herhalde. Ama ben saat tam beşte sokağın karşı yakasındaki Kazimir Paplawski’nin dükkanına gazoz almağa gitmiştim.


Eve dönüşümde anam bana olup biteni anlatırken sonsuz bir sevinç duydum. Yüreğim hopladı. İçim içime sığmıyordu. Ne güzel! Ya evde olsaydım … Hala seviniyorum evimizde bulunmadığıma. Tanrı korudu beni, kalbim ve tenimle bağlı olduğum Meryem Ana korudu beni, diyo· rum. Öyledir de! Ama ötekilerin ölümleri? Onların ölümleri .sevindiriyor mu beni? Onlar benim yakınlarım … Onlar da benim .gibi yaşadılar, hayatı sevdiler. Aynı Tanrıya taparak, aynı gün ışığını görüp, aynı havayı ciğerlerine alıp yaşadılar! Onlar da bugün benim yürüdüğüm aynı kaldırımlara ba­ �ıp yürüdüler! Evet, benim ruhum onlarınkine karışmış, belki vücutlarımız da yanyana bu şehrin sokaklarında dolaşmıştır. Biz bir bütündük. Ben o bütünün bir parçasıyım. Onların ölümleriyle şimdi benim de bir parçam kopuk., bir parçam eksik olmalı. Şimdi, iki hafta önce onların basıp yürüdükleri yerlerde yürürken bu kopuğu kendimde, kendi içimde duymalıyım ben. Ağlamalıyım.

Ağlayıp sızlamalıyım. Diz çöküp onların bastıkları, yürüdükleri yerleri öpmeliyim. Hiç değilse karalara bürünüp kilisenin loşluğunda kendimi dualara bırakmalıy1m. ÖLÜM VE KORKU GÜNLERİ 9 Onların öbür dünyada mesut olmaları için dua etmeliyim. Ediyorum. Ediyorum ama, onların hayattan ayrılmalarındaki acıyı, onlarla birlikte içimden ve vücudumdan kopanı hissetmiyorum ben. Yüzüm ne kadar dertli, ne kadar kederli olursa olsun, yüreğimin en derin bir yerinde sevinçli ve mutlu olduğumu hissediyorum. Tanrım, Tanrım! Yalan değil bu! Gerçeğin ta kendisi! Onların hesabına yaşadığıma gizli gizli seviniyorum ben. Yoksa hıristiyanlıkta insanın ruhuyla uzlaşamayan bir çeşit garaz ve yalancılık mı bu?… Hayır, hayır! Bir noksan mı desem? Tanrı kalplerimizin ıçıne sevgının yanısıra şeytanca bir duygu da mı koymuş? Ah, ne kadar saçma bir kızım meğer! Bu son günlerde yaşadıklarımı yazmaya karar vermeden önce benim kafam ne kadar zengindi, ne kadar derin düşüncelerle yüklüydü. Ama bu düşüncelerim, beni bırakmışlar artık. Dünkü düşüncelerim benden uzakta, çok uzaktalar. Daha dün gece yatağa girdiğim zaman bu düşünceler beynime hücum etmişlerdi. Şimdiyse. Şimdi boşum. Geri döneceklerine de inanmıyorum.

Böyle oluşu belki daha iyi. Ben gene de tasasız olacağım. Evet, evet! Dışarıda sokaklarda, her adımda ölüm gözlerimin ta içine bakarken, sayılı günlerimi yaşarken bile tasasız, hoş, mutlu ve tatlı bir ömür hırsına kapılıyorum ben. Kimim ben? En sevdiğim Varşova’nın bu sokaklarının, parklarının, meydanlarının, ıssız bi:r 10 ÖLÜM VE KORKU GÜNLERİ kabristana döndüğü şu anda bile ben yaşıyorum ve mesudum. Çocukken üstünde koşup oynadığım kaldırım taşları sökülmüş, darına dağın edilmiştir. Lokantaların akşam saatlerinde açık pencereleri solgun ışıklar gerisindeki loşluklardan tango sesleri getirirdi bana; dinlerdim. Şimdi bu lokantaların yırtılmış kadifeleri ayaklar altında çamurlardadır; sarı, yeşil, kırmızı abajurları, köklerinden sökülmüş, solgun palmiyeleri yollara fırlatılmıştır. Bütün bunlar benim bencil kalbimde az da olsa bir acı ma duygusu uyandırmıyor. Ben kimim? Ölenlerin canları da en az benim canım kadar kıymetliydi, bunu anlamak istemiyorum. Hayır, pekala anlıyorum, ama hissetmeğe gücüm yok. Niçin? Niçin berı söyleyim? Ne zamana dek sürecek bu savaş? Bana öyle geliyor ki, kendi sağlığım, esenliğim pahasına, bütün bu sevimli şehrin bir mezarlık haline gelmesini dileyecek kadar alçak bir kızım ben. Ama yok. Hiç de öyle değilim. Şimdi burada dün gece düşündüklerimi yazabilseydim, öteki dünyada, benim Varşova’m için canlarını veren o tüysüz yanaklı, beyaz ve kirli yüzlü çocuklarımız; dışarıda kimbilir kimlere soğuk mezar olmuş kaldırımlar affederlerdi beni. Buna eminim.

Ama işte, neylersin ki, yazmağa karar verdiğim andan beri içim, hep aldatıp duruyor beni. Aldatıyor mu? Sadece aldatıyor mu? Ah, yalnız aldatsaydı keşke! İçgüdüm l;ıana karşı bir zalim kesilmiş adeta. Evet, zalim, ÖLÜM VE KORKU GÜNLERİ 11 hain, bana karşı! Ama ben ona teslim olmıyacağım. Olamam. İçgüdüm beni bu şehirden, bu insanlardan ayıramaz. Ben onlardanım. Onların bir parçasıyım. Ya içgüdüm benden güçlü olur da beni yenerse? Kırarsa beni? Yanan, çöken Varşosa’yla ben de çökersem? Ben de Varşova gibi yerle bir olursam? Oh, yok! Varsın yansın Varşova! Benim güzel Varşova’m ! Bu şehir yalnız içgüdümüzün ürünü değil ki! Onu kuran, yaşatan, güzel ve sevimli eden bi­ .:ıim i�güdümüzden başka bir şeydir. Nedir? Bilmi· yorum. Hem ben bu şehri düşünmemeliyim. Ben, başlarımızın üzerinde durmadan dolanan ölümün en korkunç dakikalarında dahi, insanın yakınına karşı duyduğu sevgiyi ve bağlılığı, bu sevgi ve bağlılığın biz hıristiyanlarda ne kadar derin olduğunu anlatmak için çırpınıyorum. Bu sevgiyi kendi yüreğimde aradım ilkin. Ama benim yüreğim bana: “- Yalan!” diye haykırdı. Yalan mı acaba? “- Elbette yalan!” dedi kalbim.

İspat ederim, yalan değil, yalnız gayref ver bana Tanrım, düşündüklerimi yazabileyim. Evet, gayret … Ama yazmağa her oturuşumda kalbimin sesi kulaklarımda çınlıyor: “- Kendi içine bakmadan, kendini görmeden yazamazsın.” Evet, bunu biliyorum. “- Kendi içine bakınca da göreceğin nedir, 12 ÖLÜM VE KORKU GÜNLERİ haberin var mı?” diyor o ses, ve ben susuyorum. Susarken ömür benim için korkunç, ömür benim için çekilmez,, dayanılmaz bir yük oluyor. Susarken suçlu ve hayatta yersiz, olduğumu hissediyorum ben. n Geçen yılın ilkbaharıydı. Gününü hatırlamıyorum. Önemi de yok. Akşam üstüydü. Varşova göğü, Ghetto’nun pis kaldırımlarından, çökmüş damları üstünden yükselen kirli ve karaca dumanlarla örülüydü. Ghetto yanıyordu. Bir haftadan beri Varşova, yahudi cesetlerinin, yahudi paçavralarının kül ve yanık kokularıyla kokuyordu. Müzik öğretmenimin evinden çıkmış, Marşalkowski caddesindeki gizli teşkilatın evrakını çantama almış, evimize dönüyordum. Oturduğum Sliska sokağına sapınca kokular daha da kesin, içimi bulandırmıya başladı.

Ghetto’dan doğru sürekli tüfek sesleri, bomba patlamaları geliyordu. Aldırmıyordum. Sliska sessiz ve kimsesizdi. Ben mesuttum. Yanan ve çöken Ghetto, bir mahşer içinde ölümü beklemekte olan bunalmış insan iniltileri, çocuk çığlıkları, az da olsa bir acıma duygusu uyandırmıyordu benim bencil kalbimde. Ben bencil, duygusuz diyorum da kendime öyle olduğuma yine de inanmıyor, inanmak istemiyorum. ÖLÜM VE KORKU GÜNLERİ 13 Ama nasıl inanmıyayım ! Sliska’ya sapınca Mihal’le karşılaştım. Evet, benim Mihal’imle ! Mihal elimi sıktığı an, bütün dünya ansızın benim oluverdi. Sanki dünya da, hayat da birden bire gözlerimden silindi de benim için var olan, gerekli olan tek bir Mihal kaldı. Onunla bir yerde, nerede olursa olsun, insanların gözlerinden uzakta bir yerde, yalnız ikimiz, ben ve o, iki güncük, bir güncük kalabilsem! Ah, öyle bir güncük için kırk yıllık ömrümü vermiye razıyım! Yalnız onunla, onun kucağında, onun kolları arasında … O gün Mihal bana, ertesi sabah St. Yan kilisesinin duvarı yanında, Meryem Ana heykelciğinin altında benimle buluşmak istediğini söylemişti. Anneme bir yalan uyduracaktım o akşam. Yarın onunla mutlaka buluşmalıydım. Belki birazcık vakit bulur da, birlikte kiliseye girerdik. Onun yanında dua ederdim kilisede.

Mihal’in gözlerindeki ışıltılar en az bir hafta saadetle doldururdu kalbimi. Ayrılmıştık. Ayrılmadan önce eğilmiş, elimi a.vucuna almış, sıcak dudaklarıyla öpmüştü. Sonra kirli muşambasının yakasını kaldırmış, muşambasının altında gizlediği otomotik tüfeğini koltuğunun altına sıkıştırıp gitmişti. O akşam Ghetto’nun yahudilerine acımak şöyle dursun, çevremdekiler, içinde yaşadığım şartlar bile vız geliyordu bana. Dünya benimdi sanki. Sevincime engel olabilecek herşeyi kırmak, yok et- 14 ÖLÜM VE KORKU GÜNLERİ mek istercesine bir gurur, bir çeşit küstahlık vardı içimde o akşam. Hafif,, kuş gibiydim. Mihal’in sevgisiyle kanatlanmış, sevgimin üstünden koşarak evimize varmıştım. Yemek yemedim o gece. Karanlık çökünce yatağa girdim. Hava sıcaktı. Ben de sıcaktım. Annem, komşumuz ihtiyar Karbonski’nin evine gitmişti.

Tıs yoktu. Ah benim Mihal’im ! . Sessizliği aradabir kısa aralıklarla Ghetto tarafından gelen tüfek sesleri bozuyordu. Çok uzaklardaki bir uçağın ağır uğultusu duyuluyordu. Dolunay açık penceremin karşısında idi: Kül rengi göğün kenarından Varşova’nın kara damlarına bakıyordu. Mihal hangi damın altındaydı? Ya şu karşı sokaktan çıkıverse şimdi? Biliyordum, gelmeyecekti, Mihal ! Gelemezdi. Kimbilir nerede tuzak kurmuş, Almanım bekliyordu. Pencereden çekildim. Yalnızım. Kerevetime doğru yürürken, ceviz dolabın açık kalmış kapısınaaki aynada kendimi görüyorum. Güzel bir kızım. İpek geceliğimin içinde, gü�el bir kızım adeta. Dönüyorum. Dolgun omuzlarıma, kalçalarıma bakıyorum. Ellerim göğüslerime kayıyor.

Gözlerimi göğüslerimin üstünde gezdiriyorum. Güzelim tabii … Soyunsam mı acaba? Hava sıcak… Annem Karbonski’lerde. Soyunsam mı? Çırılçıplak … Ah benim Mihal’im ! İçim bu.rkuluyor. Kulaklarımda bir uğultu var. Yüreğim çarpıyor. Ellerim titriyor. ÖLÜM VE KORKU GÜNLERİ 15 Kalbimdeki çarpıntıyla ellerim daha da garip titriyorlar … Omuzlarım sarsılıyor. Sarsıntılar omuzlarımdan dalga dalga ayaklarımın dibine iniyor. Güzelim ya, sevgi değil bu! Ama sevgi! Değil! Ah, Meryem Anacığım, inan bana, sevgidir bu! Mihal beni bu halde görmedi. Ateş içindeyim. Kendimden geçmişim galiba. Bütün vücudum, bütün varlığımla soğuk aynaya yaslanarak ağlıyor, ağlıyorum.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir