Stefan Zweig – Korku

Bayan Irene âşığının dairesinden çıkıp merdivenlerden aşağı inerken birden yine o anlamsız korkuya kapıldı. Gözlerinin önünde kara bir topaç vınlayarak dönmeye başladı; dizleri katılaştı, dehşetle donup kaldı. Aniden kapaklanmamak için hemen parmaklığa tutunması gerekti. Bu tehlikeli ziyareti ilk kez yapmıyordu, bu ani ürpertiye hiç yabancı değildi, yine de içinden ne kadar dirense de evine dönerken her seferinde nedensiz yere bu saçma ve gülünç korku nöbetine yenik düşüyordu. Randevuya gitmesi daha kolaydı. Arabayı sokağın başında durduruyor sağına soluna bakmadan birkaç adımda apartmanın kapısına geliyor ve merdiveni hızla çıkıyordu, zaten hemen açılan kapının ardında beklendiğini biliyordu ve içine biraz sabırsızlığın da karıştığı bu ilk korku bir hoş geldin kucaklamasının sıcaklığında dağılıp gidiyordu. Fakat sonra, eve gitmeye hazırlandığında, o gizemli dehşet duygusu tekrar kabararak Irene’yi üşütüyordu, suçluluğun ürpertisiyle bu duyguya biraz da anlamsız bir delilik karışıyor, sokakta herkesin nereden geldiğini anlayacağını ve şaşkınlığı karşısında yüzüne küstahça güleceklerini sanıyordu. Âşığının yanında geçirdiği son dakikalar bu önsezinin giderek artan huzursuzluğuyla zehirleniyordu; içindeki gitme sabırsızlığıyla elleri asabi bir telaşla titremeye başlıyor, âşığının sözlerini dalgınlıkla dinliyor ve tutkusunun son belirtilerini aceleyle geri çeviriyordu; o anlarda tüm benliğiyle oradan uzaklaşmak, bir an önce gitmek, o evden, o binadan, o maceradan çıkıp kendi sakin, burjuva dünyasına geri dönmek istiyordu. Kendi bakışlarındaki güvensizliği görme korkusuyla aynaya bakmaya cesaret edemiyordu, ama üstünde başında yaşadığı tutkulu saatleri ele veren bir iz kalmış mı diye bakması gerekiyordu. Sonra sıra, âşığının onu avutmak için boş yere söylediği avutucu sözlere geliyordu, heyecandan onları duymuyordu bile ve bir an kapının ardında durup merdivenden inip çıkan var mı diye kulak kabartıyordu. Fakat dışarıda korku, pençesini geçirmek için sabırsızlanarak onu beklemekte oluyordu ve yüreğini öyle bir güçle sıkıştırıyordu ki, birkaç basamağı inene kadar nefesinin daraldığını, zorlukla topladığı gücünün tükendiğini hissediyordu. Bir dakika kadar gözleri kapalı, öylece durdu ve merdiven sahanlığının loş serinliğini hırsla içine çekti. O sırada üst katta bir kapı kapandı, Bayan Irene korkuyla toparlandı ve yüzündeki kalın tülü elinde olmadan biraz daha sıkılayarak basamakları hızla indi. Şimdi onu, o en son ve en korkunç an bekliyordu, o yabancı apartmanın kapısından sokağa çıkmanın dehşetini yaşadı; belki de oradan geçmekte olan bir tanıdık merakla nereden geldiğini soracak ve şaşkınlıkla yalan söylemek zorunda kalacaktı. Koşu öncesinde hız alan bir atlet gibi başını eğdi ve ani bir kararla aralık kapıya yöneldi.


Anlaşılan tam o sırada içeri girmek isteyen bir kadınla sertçe çarpıştılar. Sıkılarak “Pardon,” dedi ve hemen geçip gitmek istedi. Fakat kadın kapının önüne geçip yolunu kapatarak Irene’ye öfkeyle ve gizlemediği bir aşağılamayla baktı. “Hah, sonunda yakaladım işte!” diye kaba bir tonda patavatsızca bağırdı. “Elbette, siz namuslu bir kadınsınız değil mi, sözüm ona! Bir koca, onca para ve sahip olduğunuz her şey yetmiyor, bir de zavallı bir kızın erkeğini baştan çıkarıyorsunuz…” “Tanrı aşkına… neyiniz var sizin… Yanılıyorsunuz…” diye kekeledi Bayan Irene ve geçip gitmek için beceriksizce bir girişimde bulundu, fakat iriyarı bedeniyle kapıyı kapatmış olan kadın şirretçe karşılık verdi: “Hayır, hayır yanılmıyorum… sizi tanıyorum… Eduard’dan geliyorsunuz, benim erkek arkadaşımın yanından… Sonunda yakaladım sizi işte, son zamanlarda bana niçin o kadar az zaman ayırdığını şimdi anlıyorum… sizin yüzünüzden demek ki… sizi adi!…” “Tanrı aşkına,” diye ölgünleşen bir sesle onun sözünü kesti Bayan Irene, “böyle bağırmayın.” Ve ister istemez sahanlığa doğru geriledi. Kadın ona alayla baktı. Korkudan titreyen hali, gözle görünen çaresizliği hoşuna gitmişti sanki, çünkü şimdi kendinden emin, alaycı ve hoşnut bir gülümsemeyle kurbanını süzüyordu. Sesi, aldığı adice hazla ağırlaşmış, adeta keyfi yerine gelmişti. “Demek evli hanımlar, asil ve kibar hanımlar, bir başkasının erkeğini çalmaya gittiklerinde böyle giyiniyorlar. Yüzleri gizli, tülle örtülü… elbette, sonradan yine namuslu kadını oynayacaklar ya…” “Siz… siz benden ne istiyorsunuz?… Sizi tanımıyorum bile… Benim gitmem gerek…” “Elbette gitmelisiniz… eşiniz beyefendinin yanına… sıcak yuvanıza gitmeli, asil hanımefendi rolüne bürünmeli ve üstünüzdekileri çıkarttırmak için hizmetçilerinizi çağırmalısınız… Ama bizim gibiler ne haldedir, açlıktan gebermek üzere midirler, kibar hanımlar böyle şeylere aldırmaz… Elimizde kalan son şeyi, erkeğimizi de çalıverirler…” Irene birden kendini toparladı ve belli belirsiz bir sezgiye uyarak elini para çantasına götürdü, ilk eline gelen kâğıt paraları çekip aldı. “Buyurun… buyurun alın… ama artık bırakın geçeyim… Buraya bir daha asla uğramayacağım… size söz veriyorum.” Kadın kötü kötü bakarak parayı aldı. “Şıllık,” diye mırıldandı bu arada. Bayan Irene bu lafı duyduğunda gerildi, fakat bu arada kadının kapıdan çekildiğini görünce, intihar eden birinin kendini kuleden atması gibi, nefesi kesilerek, yüreği daralarak dışarı fırladı.

Hızla yürürken yanından geçip giden yüzleri çarpılmış maskeler gibi algıladı ve gözleri karararak köşede duran bir arabaya kadar sürüklenircesine yürüyüp kendini içeri zor attı. Bedenini yastıkların üzerine bir külçe gibi bıraktı, sonra içindeki her şey dondu ve kıpırtısız kaldı, sürücü sonunda hayretle bu tuhaf yolcuya nereye gitmek istediğini sorduğunda Irene, bloke olmuş beyni adamın söylediklerini kavrayana kadar bir süre bomboş baktı. Sonra “Güney Garı’na,” dedi çabucak ve aniden kadının kendisini izleyebileceği düşüncesine kapılarak “Acele edin,” diye ekledi, “lütfen acele edin!” Bu karşılaşmanın yüreğini ne kadar ezmiş olduğunu ancak yola çıktıktan sonra hissetti. Bedenine asılı iki soğuk ve cansız nesne gibi kaskatı duran ellerini yokladı ve bir anda sarsılarak titremeye başladı. Boğazından acı bir şeyler yükseliyor, kusacak gibi oluyor, aynı zamanda da göğsünü yerinden söken bir kasılma hissiyle anlamsız ve kör bir öfke hissediyordu. Beynine bir olta iğnesi gibi sıkıca saplanmış duran bu anının dehşetinden kurtulmak için çığlık atmak veya etrafına yumruklar savurmak, alaycı gülüşüyle o berbat yüzü, kadının pis nefesinden yükselen o bayağılık kokusunu, yüzüne karşı nefretle aşağılık laflar savuran o ahlaksız ağzını, tehditle salladığı morarmış yumruğunu unutmak istiyordu. Bulantı duygusu giderek artıyor, boğazındaki yumru daha da yükseliyor, üstelik hızla giden arabada sağa sola savruluyordu; tam şoföre biraz yavaşlamasını söyleyecekti ki, belki de taksi ücretini ödeyecek kadar parası kalmamış olabileceği aklına geldi, bütün kâğıt paralarını o şantajcıya vermişti. Şoföre hemen durmasını işaret etti ve adamı tekrar hayrete düşürerek birden arabadan iniverdi. Kalan para neyse ki yetti. Fakat bu kez de kendisini yabancı bir mahallede, telaşla itişip kakışarak koşturan insanların arasında buldu; bütün davranışları, bütün konuşmaları Irene’ye neredeyse fiziksel bir acı veriyordu. Korkudan dizlerinin bağı çözülmüştü, adım atmakta zorlanıyordu, fakat eve dönmek zorundaydı. Tüm gücünü topladı ve bir bataklıkta veya diz boyu karda yürüyormuş gibi insanüstü bir gayret sarf ederek sokak sokak ilerledi. Sonunda evine vardı ve asabi bir telaşla merdivene atılmışken, huzursuzluğuyla dikkat çekmemek için yavaşlayıp yukarı öyle çıktı. Ancak hizmetçi kız mantosunu aldıktan sonra, yan odada küçük kızının ağabeyiyle şen şakrak oyun oynadığını duyduğunda ve sakinleşen bakışları her tarafta kendine ait şeyleri algıladığında bir korunmuştuk ve aidiyet hissetti, görünüşte sükûnetini yeniden kazandı, ama heyecan dalgaları içten içe hâlâ tedirgin göğsüne çarpıp duruyordu. Tülünü çıkardı, sakin görünmeye iyice kararlı olarak yüzünü pudraladı ve yemek odasına girdi, kocası akşam yemeği için hazırlanmış masanın başında gazete okuyordu.

“Geç kaldın, Irene’ciğim,” dedi hafif bir sitemle ve kalkıp karısını yanağından öptü, bu öpücük kadında sıkıntılı bir utanç hissi doğurdu. Masaya oturdular, adam gözünü gazetesinden ayırmadan kayıtsızlıkla sordu: “Bunca zaman neredeydin?” “Ben… Amelie’yle beraberdim… alışverişe çıkacaktı… ben de onunla gittim,” diye açıklamaya girişti. Bu kadar kötü bir yalan uydurarak düşüncesizlik ettiği için daha o anda kendine kızmıştı. Diğer zamanlarda hep inceden inceye düşünür, bütün kontrol olasılıklarını göz önünde bulundurarak bir yalan hazırlardı, ne var ki o akşam korkudan bunu unutmuş ve anında beceriksizce bir şeyler uydurmak zorunda kalmıştı. Kocası geçenlerde tiyatroda izledikleri bir oyundaki gibi arkadaşına telefon edip sorarsa ne yapacağını düşündü. “Neyin var senin?… Gergin görünüyorsun… hem şapkanı niçin çıkarmadın?” diye sordu kocası. Şaşkınlığının bir kez daha fark edilmiş olması Irene’yi irkiltti, hemen kalkıp şapkasını çıkarmaya odasına gitti, aynanın karşısına geçip tedirgin gözlerinin içine baktı, bakışlarının yeniden güven ve kararlılık kazandığını görünceye kadar öyle bekledi. Sonra tekrar yemek odasına döndü. Kız yemeği getirdi ve o akşam da, diğer bütün akşamlar gibi geçti, belki biraz daha az konuştular, pek neşeleri yoktu; sönük, zoraki sohbetleri ikide bir de kesiliyordu. Irene düşüncelerinde durmadan geriye dönüyor, kadının karşısına çıktığı o tatsız anı, o iğrenç şantajcıyı hatırladığında içi dehşetle katılaşıp kalıyordu. O zaman kendini korunmuş hissetmek için başını kaldırıyor, her biri bir anlam ve anıya bağlı olarak odaya yerleştirilmiş eşyalara tek tek dokunuyor, onların yakınlıklarıyla rahatlıyor ve tekrar biraz huzur buluyordu. Çelik adımlarıyla sessizliğin içinde ağır ağır ilerleyen duvar saati, düzenli, tasasız ve güvenli ritminden bir şeyleri, belli etmeden Irene’nin yüreğine de aktarıyordu. Ertesi sabah kocası avukatlık bürosuna, çocuklar da gezmeye gittiklerinde nihayet kendi başına kalan Irene, berrak öğle öncesi ışığında dün yaşadığı dehşet verici karşılaşmayı tekrar gözden geçirdiğinde korkusu epey hafifledi. Bayan Irene öncelikle tülünün çok kalın olduğunu ve o kişinin yüz hatlarını tam olarak seçip de tekrar gördüğünde onu tanımasının olanaksız olduğunu düşündü. Artık bundan kaçınmak için gerekli önlemleri sakince düşünebilirdi.

Âşığını bir daha evinde kesinlikle ziyaret etmeyecek ve böylece bir baskın olasılığı tamamen ortadan kalkmış olacaktı. Geriye sadece, bu kişiyle tesadüfen karşılaşma riski kalıyordu, ama bu da pek mümkün değildi, çünkü hemen arabaya binerek oradan kaçtığı için izlenmiş olamazdı. İsmini ve evini bilmiyordu, yüzünü ancak belli belirsiz görmüştü, bu durumda kendisini kesin bir şekilde tanıyabileceğinden korkmasına da gerek yoktu. Fakat bu fazla uzak olasılık için bile hazırlıklıydı Bayan Irene. Bir kere korkunun kıskacından kurtulunca, hemen sükûnetini korumaya, her şeyi inkâr etmeye ve soğukkanlılıkla bir yanlışlık olduğunu öne sürmeye karar verdi, ziyaretini kanıtlayacak başka bir delil bulunamayacağından o kadını da şantaj yapmakla suçlayacaktı. Başkentin en önemli avukatlarından birinin karısı olması boşuna mıydı? Kocasının meslektaşlarıyla konuşmalarından gayet iyi biliyordu ki, şantajı bastırmak için anında ve büyük bir soğukkanlılıkla harekete geçmek gerekirdi ve tehdit edilenin göstereceği her huzursuzluk belirtisi, şantajcının üstünlüğünü artırmaktan başka bir şeye yaramazdı

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir