Cengiz Tuncer – Hacizli Toprak

Tansın Hozat yansın, kül-viran olsun Hozatin beyleri anam intikam alsın. Halk Türküsü 1. YEġĠL araba, ardında ince bir toz bulutu bırakarak ilerliyordu. Kendiliğinden gidiyormuĢ gibi bir hali vardı; o iki sıska, cılız beygiri çözseniz araba yine yoluna devam edecekmiĢ gibi geliyordu insana. KarĢıda birbirinin sırtına binmiĢçesine üç dağ yükseliyordu. Bu üç dağın arasına girecekti birazdan yol. Buraya; Kesikbel derlerdi. Dağ aralarına, ovaya yerleĢmiĢ, kırk pare köy vardı Kesikbel’de. Kimi Buldan’a bağlıydı, kimi Güney’e, kimi AlaĢehir’e Yine de buralara herkes Kesikbel köyleri derdi. Âdetleri, kaderleri, korkuları, sevgileri hep birbirine benzerdi. Çokluk oturdukları köyün adını söylemezler, «Kesikbeldeniz» der çıkarlardı. Kesikbel sanki kırk parçaya bölünmüĢ bir koca köydü. Arabanın beygirlerinden biri hafifçe tökezlendi, tutuldu. MaĢtan dizginleri tartakladı. — Ha deyyusun malı, ha, dedi, ağız dolusu küfretti arkadan.


— Yediğiniz arpaya yazık. Koca ayılar. Tökezlenen at, bu sözden alınmıĢ gibi huysuziandı. Yeniden durakladı. Tekerlekler, hafifçe kaydı kum yolda. MaĢtan gene dizgini toparladı. Kırbacı huysuz-lanan atın sağrısında Ģaklattı. Araba o eski gidiĢine, uçar gibi gidiĢine dönmüĢtü yine. MaĢtan keyiflendi. Bildiği tek türküyü söylemeğe baĢladı; daha doğrusu türkünün sözlerini eziyor mızıldanıyor, ne dediği anlaĢılmıyordu bir türlü. Üç gök dağın çevirdiği vadiye girmiĢlerdi. BaĢını kaldırıp etrafına bakındı. Dağlar ona yüce yüce görünüyordu. Yüreğinde bir eziklik uyanmıĢtı. Ne zaman bu yoldan, dağların birdenbire baĢladığı bu yönden Kesikbel’e girse, tuhaf olurdu, ürkerdi.

Dizginleri tarta tarta atların hızını arttırmağa çalıĢıyordu. Artık kumdan kurtulmuĢlardı. TaĢlı yolda atların nalları bir garip tak-tak ediyordu. Seydali, DurmuĢ, Sar’osman dağın yamacına oturmuĢ, konuĢuyorlardı. Sar’osman gümüĢ iĢlemeli tütün tabakasını çıkarmıĢ sigara sarıyordu. Hiç bakmadan, alıĢkın hareketlerle sigarayı incecik sarmıĢtı. Birden, uzaktan, dağların arasından kalkan ince toz bulutunu gördü, doğruldu. Sigara elinde öylece yarı sarılı kalmıĢtı. Ayağa kalktı, gözleri toz bulutundaydı. Yüzünde tuhaf kıpırdanmalar oluyor; geliĢigüzel seyriyordu yanakları. Sinirli sinirli kâğıdı ıslayıp sigarayı yapıĢtırdı. — Geliyor gene, dedi. Öteki ikisi de Sar’osman’ın baktığı yöne döndüler. — Geberesice, dedi DurmuĢ. Gene baĢımıza ne 10 iĢler açacak kim bilir.

Anamızdan emdiğimiz burnumuzdan gelir gene. Seydali yere tükürdü, çarığının ucuyla tükürüğünü ezdi. — BoĢ ver, dedi. — Kolaydı, dedi Sar’osman. — BoĢver, dedi gene, olacağına varıyor nas’olsa! Yerine oturdu. Öteki ikisi daha ayaktaydılar. Öylece duruyorlardı. Seydali, DurmuĢ’a doğru uzandı, paçasından çekti. — Çök hadi, dedi. DurmuĢ, Seydali’nin çekiĢtirdiği paçasını silkeledi. Bırakmadı Seydali bir öncekinden daha hızlı çekti. — Çök de, dedi. Çök de baĢlatma Mastan’dan Ģimdi. Ġkisi de, isteksizce çöktüler. Gözleri hâlâ ince toz bulutundaydı.

Sar’osman ağır hareketlerle cebinden «kav-çakmak» çıkardı. Kav’ı tırnaklarının ucunda uzun uzun tiftikledi. Beyaz çakmak taĢının üstüne yerleĢtirdi. Boynuz biçiminde bir demirle taĢa vurdu durdu bir zaman. TaĢ kıvılcımlı kıvılcımlı ufalanıyordu. Sonunda kav kıvılcımlandı, tütmeğe baĢladı; için için yanıyordu. Gözü hâlâ yoldaydı. Eliyle kararlamadan yanık kavı sigarasının ucuna getirdi ama bir türlü yakamıyor-du sigarasını. Kav sigaranın ucuna değmiyordu. Sar’ osman dolu dolu nefes alıyor ama ağzına bir tutam bile duman gelmiyordu. Seydali, onun bu haline ağız dolusu güldü. Koluyla DurmuĢ’u dürtükleyip: — Hani herif buraya gelse ekmekten de kesilecek bu mübarek, dedi. Sarı toplanıp sigarasını yaktı, sonra kavın o hoĢ, o tuhaf kokusunu içine çekti. Bu kokuyu çok severdi. Oysa Ģimdi hiç tadını duymuyordu.

11 ‘.«I Seydali’den baĢka, ikisi kuĢkulu, düĢünceliydiler. DurmuĢ: — Gene ne oldu ki, dedi. Sar’osman omuz silkti. Bir zaman düĢündü. Sigarasının ucunu baĢ parmağı ile ovalıya ovalıya açmıĢtı. Elleri sapsarı, tütün suyuydu. Sigarayı fırlatıp attı: — Belki de, dedi. Ama bir türlü lâfın sonunu söyleyemedi. DurmuĢ, çarıklarının ipini gevĢetti. Ayak parmaklarını hafif hafif oynattı. Yola bakmıyordu artık. Yola bakmamak, Mastan’ın gittikçe yaklaĢtığını görmemek onu memnun ediyordu. Yüzünde o toz bulutunun yerden göğe ağmaya baĢlamasından önceki sevinç vardı. Gözleri yeniden ıĢımıĢtı.

BambaĢka bir adamdı Ģimdi. Sar’osman kaygulu: — Belki de burada durmaz, dedi. Doğru geçer burdan ha. Seydali bastıra bastıra: — Nereye gider ki, dedi. Burdan geçip nereye gider ki? Sar’osman’ın içinde bir umut uyanmıĢtı. — Nereye olsa gider, dedi. Nereye olsa gider. Karaahmetli’den baĢka köy mü yok bu gidende! KuĢ-ören’e gider belki. Bakarsın Yaylacığa, Dudumlu’ya, Meyale’ye. Bir yere gider iĢte, yol mu yok, köy mü yok! Seydali: — Eh, dedi. Belli olmaz, belki de. Ġncecik bıyıklarından iki tel çekti. DurmuĢ söze karıĢmıyor öylece oturuyordu. Seydali umursamaz: — Bir gün önce, bir gün sonra, dedi. Madem ki, olacak, gamlanmaya gelmez bu iĢ.

12 Sar’osman Seydali’ye baktı. Kızgın kızgın: — Sana göre hava hoĢ, dedi. Dünya yansa kilimin yok. Bir de bana sor bakalım. Ciğerim yanıyor ciğerim. Seydali ileriye doğru bir taĢ fırlattı. Sonra da taĢın arkasından tükürdü. — Orası öyle, dedi. EĢeği dürten yeline katlanır-mıĢ. Sar’osman soludu. GeniĢ geniĢ soludu. Yüzüne ter basmıĢtı. Mintanının açık yakasından tomurcuk tomurcuk ter damlaları süzülüyordu. — Hiç akıllı bir lâf da etmezsin, dedi. Dost olacaksın sözüm ona.

— Yeğenim, dedi Seydali. Yeğenim. Dostun lafı zehir zemberek. Ben sana baĢından dedim bu iĢin… O zaman kızdındi, gücendindi aklına geldi mi? Sar’osman düĢündü, soludu. Bir karĢılık veremedi. Haklıydı Seydali. Birbir söylemiĢti. DeĢtiman’ın halini. Düver Salin’in, Yusuf’un, Bekir Hacı’nın hallerini anlatmıĢtı. ‘Gözünü aç’ demiĢti. Utandı. — Hem, dedi Seydali. Daha bir Ģey olduğu yok. Dur bakalım. Bi gelsin dilinin altında ne var anlayalım da… Sar’osman umutlandı.

v — O da doğru, dedi. Mastan’ın uzun, yemyeĢil arabası iyice yaklaĢmıĢtı. Seydali ıSarı’nın omuzuna vurdu. — Hadi, dedi. Sen kaybol. Görürse aklına düĢer adamın. Bu gidende görünme pek… Sarı, hiç karĢılık vermeden yürüdü. Dağa doğru. Dağın doruğuna doğru yürüdü. Ġki tarafa sallanıyordu. Rüzgâra durmuĢ kavak ağaçları gibi. Seydali yerinden doğruldu; DurmuĢ’un ardından baktı dikilip. — Sen de girme köy yerine, dedi. Ben anlarım vaziyetleri. 13 — Sağol, dedi DurmuĢ.

Zaten baĢka sözetmeğe gücü yetmezdi. Seydali YeĢil Kurbağa’dan bir tane yaktı (*). Ağır ağır Mastan’ın arabasının gelmekte olduğu yola doğru yürüdü. Sanki arabayı hiç görmemiĢ gibiydi. Seydali biraz ileriden kıvrıla kıvrıla ilerleyen arabadan ayıramıyordu bakıĢlarını. Onun Karaahmetli’de, kendi köylerinde konaklayacağını düĢündükçe kızıyordu. Bunun köylü için, Karaahmetli için ne demek olduğunu bilmeyen yoktu. Önüne çıkan taĢlardan birine bir tekme savurdu. Kızgındı. Sanki kızgınlığını taĢtan almak istercesine biraz ötede yuvarlana yuvarlana giden taĢa yetiĢip bir tekme daha kondurdu. Artık araba yoluna inmiĢti. Aralarında pek bir açıklık da kalmamıĢtı. Biraz sıkıĢ-tırsa, çabuktan alsa adımlarını pekâlâ yetiĢebilirdi. Ama bunu istemiyordu. Köye de iyiden iyiye yaklaĢmıĢlardı.

— Bize geliyor bu, dedi. BirĢey de yapmadık ya. ġakaklarının üstünden bir tutam saçı sağ iĢaret parmağına dolayıp çekti. Bunun kafasının daha iyi çalıĢmasına faydalı olduğuna inanırdı hep. Ne zaman bir iĢi uzun uzun düĢünmek zorunda kalsa saçlarını tutup çekerdi. Üç tel saç dolanıp kopmuĢtu parmağına. Elini boĢluğa doğru kaldırdı. Saçları üfürdü. Üç ince saç teli uçup gitti boĢlukta. — Hayrolsun, dedi kendi kendine. Mastan’ın Karaahmetli’ye bütünlüğüne gelmiĢ olabileceğine inanmıyordu. Belki biraz dinlenir, sonra yoluna devam eder diyordu. — Su içmeğe durmuĢtur belki de, dedi. (*) YeĢil Kurbağa: Köylü sigarası. 14 Araba köye iyiden iyiye yaklaĢmıĢtı.

Biraz sonra köye varacaktı. Seydali tam zamanında yetiĢmek istiyordu. Mastan’ın arabadan iniĢinden baĢlayıp en küçük bir davranıĢını bile kaçırmamak arzusundaydı. Ağır aksak yürüyüĢü bıraktı, adımlarını sıklaĢtırdı. «Bu deyyus burada kalırsa fena» diye geçirdi kafasından. «Uykusu kaçar milletin gene.» Elinden geldiği kadar kaygusuz görünmeğe çalıĢıyordu. Bir sigara çıkarıp yaktı. Dumanını geniĢçe üfledi boĢluğa. Durdu. Arabaya yetiĢmiĢti. Derin bir soluk daha çekti yanan sigaradan. Sonra beklenmedik bir acelecilikle yeni yaktığı sigarayı yere attı. Çiğnedi. Arabanın üstünden Mastan’ın baĢının ağır ağır iki tarafa sallandığını görüyordu.

— Gidinin Hacizcisi, dedi diĢleri arasından. Bakalım gene ne iĢler açacak milletin baĢına! Hop etti, atıldı arabadan yana. Araba köye yaklaĢınca yavaĢladı. Seydali’nin hemen önündeydi. Biraz hızlansa yetiĢirdi. Ama aldırmıyordu. Kahvenin önünde yetiĢti Mastan’a. MaĢtan arabadan iniyordu Seydali’yi görünce: — Merhaba, dedi. — Merhaba, hoĢ geldin. — HoĢ bulduk. — EeĢ yolculuk iyi geçti mi bari. — Eh, dedi MaĢtan. Birlikte kahveye doğru yürüdüler. Ġlkin MaĢtan girdi içeri, ardından Seydali. Kahvede oturanlar kalkıp yer verdiler.

MaĢtan hemen ocağın yakınında bir yere çöktü. — Yap, bakalım bir çay, dedi. Ama hani o «tavĢan kanı» dediklerinden olsun ha. Musa, sırnaĢık sırnaĢık güldü. 15 — Gamlanma ağam, dedi. ĠĢimizi biliriz evvelal-lah. MaĢtan güldü: — EĢin yoktur Musa ha, dedi. Seninkinden iyisi bulunmaz bu gidende. Musa yaltaklandı: — Sağol Ağam. MaĢtan gene güldü. Huyuydu, ne zaman can yakacak olsa, can acıtacak, elem dağıtacak olsa gülerdi. Elini baĢına götürüp yağlı Ģapkasını öne itti. Ensesini uzun uzun kaĢıdı. Masanın üstünde duran sigara tablasını çevirmeğe baĢladı. — De gayri Musa, dedi.

Senin çayı çok içeriz bundan böyle çok içeriz «tavĢan kanı» çaylarını. — Çok mu kalacaksın ağa, dedi Musa. — Gitmiyeceğim ki, dedi MaĢtan. Çocuklar da gelecek yarına. Kahvedekiler, kurĢun yemiĢ gibi oldular. Yüzleri sarardı, solukları seyreldi birden. Musa: — Ġyi ettin ağa, dedi. Çok iyi ettin! MaĢtan eliyle burnunun ucuna konan bir karasineği kovaladı. — Hakçası güzel yerdir burası, dedi. Havası da temizdir. YarayıĢlıdır sağlığa. Seydali manâlı manâlı: — Sana göre değil, dedi. Biraz serttir bilirsin ya. MaĢtan eliyle masaya vurdu: — Ne demekmiĢ o, dedi. Biz eski toprağız oğlum.

Sert havadan mert havadan korkmayız. — Belli olmaz, dedi Seydali. Orası belli olmaz. MaĢtan göğsünü yumrukladı: — MaĢtan derler bana, dedi. Aç kulağını da dinle. MaĢtan derler bana, MaĢtan derler ya… — Onu bilmeyen var mı ki, ağam, dedi kahveci. 16 MaĢtan yavaĢça Musa’dan tarafa döndü. — Bir bilmeyen kalmıĢ yeğenim baksana, dedi. Musa: — Yok ağam, dedi. Bilmeyen kalır mı? Eliyle Seydali’yi gösterdi MaĢtan. — Ya bu? Musa karĢılık vermedi. MaĢtan, bayağı içerlemiĢ-ti. Sağlığına, sağlamlığına dil uzatılması onu cin ifrit ederdi hep. / — Ben elli yıldır bu dağlardayım be, dedi, sen daha dünyada yokken biz buralarda cirit oynuyorduk cirit. Seydali umursamaz.

— Kızma ağam, dedi. Lâf olsun diye söyledik biz. MaĢtan göğsünü yumrukladı: — Görürsün Mastan’ı sen, dedi. Ben hancıyken. — Bende yolcuyken, diye tamamladı sözü Seydali Mastan’ın yüzü hırstan, gururdan kızıl mora kesti bir an. hacizli toprak 17/2 2. YEġĠL arabanın geliĢinden sonra üç gün ya geçti ya geçmedi. Mastan’ın karısıyla kızı da köye geldiler. Karaahmetli köylüleri onları ilk görüyorlardı. Köylü kızgındı. Köylü kırgındı. ġaĢkındı. Bunun ne demek olduğunu, bu ĢaĢkın bakıĢlı kadının, bu genç kızın, Ģu zebellâh gibi dikilip duran iki adamın buraya ne diye gelmiĢ olduğunu, bunun sonunun nereye varacağını bilmeyen yoktu. — Tövbe Allahıma, dedi biri. Bir düztaban var ya aramızda.

— Hay Allahım… Ġyiden iyiye dertlenmiĢti bütün köy. Artık bütün konuĢmalar, MaĢtan üstüneydi. Mastan’ın beraberinde getirebileceği felâketler üstüne… — Piyango bize vurdu, dedi biri. — Bizim de sonumuz Harımh’ya dönecek. — E gülme komĢuna gelir baĢına demiĢler. 18 MaĢtan bir köye geldi mi yalnız gelmezdi. Hemen arkasından adamları damlardı. Arkasından «Ağanın haczi» gelirdi. Kesikbel için, kırka yakın Kesikbel köyü için «Ağanın haczi» ölüm demekti. Her yere girerdi, herĢeye burnunu sokardı bu Allanın belâsı haciz. DüĢlerine girerdi. Yarı gecede, uykularını bölerdi. Anayı oğuldan, karıyı kocadan ederdi, «Ağanın Haczi». Kesikbel köylerinde ne isterse o olurdu. Acımasızdı.

Deli divane ederdi insanı. Dur, çüĢ bilmezdi. Yaz, bahar, kıĢ demezdi. O yorgun köylülerin damarlarında kan gibi «Ağanın Haczi» dolanırdı. Kimse lâfını etmezdi. Ağzını açıp haciz lâfı edene köylü yiyecekmiĢ gibi bakardı. DüĢman bellerlerdi onu. Ama haciz durmazdı. Tut ki bir canalıcıydı «Ağanın Haczi». Eli tırpanlı, resimli dergilerde çizilen ölümdü. Bir baĢından girerdi ovanın, öteki baĢından çıkardı; kanlı, acımasız bir canavardı. Bir umut koymazdı, baĢı dik; bir gülüĢ koymazdı, yüreği sıcak. Acımasız, bir ölüm dalgası gibi gelip geçerdi ovanın üstünden. Pis, kirli bir oyundu «Ağanın Haczi». Kan kusardı bu oyuna gelen; oynayan güler eğlenirdi belki.

Güler eğlenir, yüreği serinlenirdi oynayanın. «Ağanın Haczi» yüzünden hesapçı kitapçı olmuĢtu köylü milleti. Yarı gece bölünürdü uykuları; sayılar bölerdi uykularını. Dönüm hesaplarlardı, adım hesaplarlardı, sap hesaplarlardı, b’aĢak hesaplarlardı, tane hesaplarlardı. ġundan Ģu kadar, bundan bu kadar; Ģu kadardan Ģu para, bu kadardan bu para. Karaahmetli’ye Mastan’ın öteberisi geldikten sonra, karısı, kızı, adamları geldikten sonra «kurt düĢmüĢtü» milletin yüreğine. Ağzını bıçaklar açmıyordu kimsenin. Bir kızı vardı Mastan’ın; baĢka çocuğu yoktu. On 19 sekizinde vardı kızı. Biraz kırgın, biraz kinliydi kızına karĢı. Hep bir erkek çocuk istemiĢti; soyunu sürdürecek sağlam bir «kazık» istemiĢti. Ġçine atmıĢtı kızgınlığını, sövüp saymamıĢtı, vır vır edip durmamıĢtı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir