Cetin Yetkin – Ben De Bir Insanim

İlk kez Atatürk’ün Çanakkale’de ölen yabancı askerler için söylediklerini okuduğumda yüreğim titremiş, gözlerim yaşla dolmuştu. Bizlere öğretilen, kitaplardan öğrendiğim Atatürk’ten çok daha öte bir “insan” olmalıydı bu sözleri taşa kazdıran. O büyük önder, üstün asker, eşsiz devrimciden de öte bir yücelik olmalıydı bu sözlerin sahibi. Yurduna saldıran, Türk’ü bağımsız bir ulus olarak varlığını tarihe gömmeğe yeltenen emperyalist güçlerin ordularının askerleri içindi bu söyledikleri. Böyle duyumsayabilmek, bu duyumsadıklarını böylesine dile getirebilmek için kişinin insanı insan yapan tüm nitelikleri benliğinde özümseyip somutlaştırması gerekiyordu. Ona hayranlığım sonsuz artmıştı. Şöyle diyordu Gazi Mustafa Kemal Paşa: “Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hintli kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır!” Sonra düşündüm: Bu denli bağışlayıcı, ulusunun can düşmanları için bile bu denli yüreği insan sevgisi ile dopdolu, yüreği bu denli yüce ama ince duygularla yüklü bu “insan”! yalnız kahramanlıkları, inanılmaz ve sarsılmaz istenci, gerçekleştirdiği ve ulusuna çağlar atlatan devrimleri ile değil, günlük yaşamında da tanımak, çevresindeki insanlarla olan ilişkilerinin nasıl olduğunu bilmek; bağımsızlık, özgürlük, devrimler… dışında kalan konularda ve olaylarda nasıl düşünüp davrandığını anlamak gerekiyordu. Özel yaşamı ile de tanınmalıydı o. Gerçi, kimi anılarda onun bu yönlerini belgeleyen, değinen bölümler var.


Aşkları üzerine romanlar da yazılmış. Bunlardan bazıları da çok çarpıcı ve düşündürücü. Ama ben, her şeyden önce, bunların bir arada, topluca anılması gerektiğini düşünüyordum. Bu kitabın varlık kazanmasının ilk nedeni bu. Ne ki, Çanakkale’de askerine “Size ölmeyi emrediyorum” komutunu verebilen, savaş alanlarında binlerce kişiyi gözünü kırpmadan ateşe sürebilen, gerektiğinde “…gene hakikat usulî dairesinde ifade olunacaktır. Fakat, ihtimal, bazı kafalar kesilecektir” diyebilen, yenilgi nedir hiç tatmamış bir önderin, değil yalnız kendi şehitlerinin karşısında, düşman askerlerinin cesetleri üzerinden geçerken bile göz pınarlarından yaşlar süzülmesindeki giz, ancak onu yeri geldikçe ve değişik açılardan anlatan anı parçalarından “insan” yönünü süzüp çıkararak daha yakından tanımaya çalışmakla olanaklı olabilirdi. Savaş, ancak bağımsızlık ve özgürlük uğruna yapılabilirdi. Ama ulusunu savaş alanlarında utkularla taçlandıran bu yenilmez komutanı, amaç bağımsızlık ve özgürlük de olsa, her başarısı aynı zamanda üzüntüye de boğuyordu: “Birçok zaferler kazandım. Fakat bunların, en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş anlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum.” (1) Atatürk’ü en iyi anlayanlardan birinin Yakup Kadri Karaosmanoğlu olduğunu sanıyorum. Atatürk – Bir Tahlil Denemesi başlığı altında yayınlanan kitabında şöyle bir bölüm bulunuyor: “Acımak… Atatürk’te bu hassanın da ne kadar derin olduğunu belki bilmeyenler vardır. Çünkü, devlet ve millet şefliği vazifesini her şeyin üstünde tutan bu insan, âmmeye, yüreği yufka bir adam manzarasıyle görünmek istemezdi….Her hareketi mantıkî bir muhakemenin, uzun hesap ve kitapların neticesi olan ve mutlaka bir politik sebebe dayanan Mustafa Kemal, dostluk ve insanlık sahasında yalnız kalbinin sesini dinlerdi….” (2) Bu “yufka yüreklilik” ve “kalbinin sesini dinlemek” onun üstün insan olmasının yalnızca bir yönüydü. Öncelikle bu yönünün altını çizmeğe çalıştım çevireceğiniz sayfalarda.

Ulusundan bu özelliğini bilmeyenlerin onu bu yönüyle de tanıyınca daha çok seveceklerine inanıyorum. İnsandır yalnız kendi türünden başka türleri de sevebilen, gözetip koruyan. O nedenle de kişinin bu yönü ne denli güçlü ise, o denli de “insan”dır. Atatürk’ün bu yönünün tutku boyutunda olduğunu görünce çoğunuzun şaşıracağını söyleyebilirim. O, yalnız bir insandı da. Nasıl olmasın ki! Öyle yükseklerdeydi ki, o yüksekliklere kimse erişemezdi. Ama bu yalnızlığı yüreğinde bir sızıydı da. Sayfaları çevirdikçe onun bu yalnızlığı, ulu bir dağın eteklerinden zorlukla seçebildiğiniz doruğun gölgesi gibi düşecek üzerinize. Bu yalnızlıktan kurtulduğu anlar, ulusu ile birlikte olduğu, yurttaşlarıyla birlikte kadeh kaldırdığı, evlerine konuk olduğu, onlarla kucaklaştığı anlardı. Şimdi onunla kucaklaşmak sırası sizde… Dipnotlar 1 GEORGE BENNEB: “Kemal Atatürk”; Vu, 27 Şubat 1935 (Ö.ANDAÇ UĞURLU -hazırlayan-: Yabancı Gözüyle Cumhuriyet Türkiyesi,1923-1938; 2.basım, Örgün yyn., İstanbul, 2003, s.63). 2 Birikim yyn.

, İstanbul, 1981, s.120. O GÜZELİM ATLAR!… Osmanlı Devleti’nin sonu gelmek üzere olan o karanlık günlerde Mustafa Kemal Halep’te bulunuyor ve İstanbul’a gidecek. Ama tiren bileti alacak kadar bile parası yok. Tek varlığı zamanla edindiği ve yetiştirdiği atlar, kısraklar. Tek çare, bunları satmak. Gerçi, o denli sevdiği bu hayvanlardan ayrılmak da güç geliyor ona. Ama satacak, para edecek başka hiçbir şeye sahip değil. “-Salih, bu atlardan birkaçını satıp da İstanbul’a gidebilirim.” Salih (Bozok) atları satma görevini üstleniyor, fakat tek bir alıcı çıkmayacak. Subayların hiçbirinin durumu Mustafa Kemal’den başkaca değil. Halep’in hali vakti yerinde olanlarının çoğu at meraklısı ama atları alsalar, seferberlik var, ülke savaşta, ordu tüm hayvanlara el koyuyor. Tam bir çıkmaz, çaresizlik… İşte tam da bu günlerde Dördüncü Ordu Komutanı Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Mustafa Kemal’le Halep’te buluşacak. Cemal Paşa’nın Mustafa Kemal’e eskiden beri sevgisi ve bağlılığı var. Birçok konuda da görüş birliği içindeler.

Bir ara söz dönüp dolaşıp Mustafa Kemal’in para sıkıntısı içinde olduğuna ve atlarına da geliyor: “-Cemal Paşa, benim bazı cins at ve kısraklarım var. Bunları satmak ihtiyacındayım; isteklisi çıkmadı. Siz buranın eski komutanısınız, bana bir yol gösterir misiniz?” “-At ve kısraklarınızı önce baytarlarıma muayene ettireyim.” “-Diyarbakır’da iken, Alman ve Avusturyalılar, bu atlarla kısrakların önemli bir servet olduğunu söylediler, kıymetlerinden şüphe etmiyorum, ama öyle yapınız…” Ve Cemal Paşa, tüm at ve kısrakları iki bin altına alıyor!… Mustafa Kemal’in İstanbul’a gelebilmesi, savaşımına başlayabilmesi çok sevdiği, yıllardır edindiği, yetiştirdiği at ve kısraklarının sayesinde… Dahası, Cemal Paşa, bu hayvanları sonradan beş bin altına satacak ve atların ve kısrakların değeri iki bin değil, beş bin altmmış diyerek aradaki üç bin altını Mustafa Kemal’e gönderecektir. Ve Gazi Mustafa Kemal Paşa da, yıllar sonra diyecektir ki: “-Bu para, yeni girişimlerimde bana destek olmuştur. Bunu belirtmeyi görev sayarım.” (3) Atlarından, kısraklarından ayrılması kuşkusuz onu çok üzmüştü. Çünkü atları o kadar çok seviyordu ki… Bir tutku idi at sevgisi onda. Onları okşarken elleri sevgi ile titrer gözleri parlardı. Onlarla konuşurdu da. Ve bu sevgi karşılıklıydı. Seyislerine huysuzluk yapan atlar onu karşılarında görünce hemen terslenmeyi keserlerdi. (4) Nerdeyse çocukları sevdiğince severdi atlarını… Ankara’da Çiftlik’deki taylarından biri ruam hastalığına yakalanıp da öldürülmesi gerektiğinde, ellerine lastik eldivenler geçirerek tayı birkaç kez okşamadan öldürmelerine izin veremeyecek, hayvanı okşarken de gözyaşlarını tutamayacak ve ağzından şu sözler dökülecektir:

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir