Fethiye Çetin – Anneannem

O yılın Ocak ayı aklıma düştüğünde içim ürperiyor, üşüyorum. İçimde, çok derinlerde bir yerlerim sızlıyor. Annem çok acı çektiğini anlatmak için elini sol memesinin üstüne koyar ve “Tam şuram, tam şuramda bir yer, sızım sızım sızlıyor,” derdi. Tam da öyle yüreğimin derinliklerinde bir yerlerim sızım sızım sızlıyor. Eski, kararmış ama kocaman taşlarla örülü yüksek duvarların çepeçevre sardığı soğuk cami avlusu ve insanın içini ürperten buz gibi musalla taşının üstünde bir tabut. Musalla taşı da onu tutan kaidesi de yekpare kocaman taştan yapılmış. Tabutun altındaki taş o kadar soğuk ki, o taşa dokunsam elim oraya yapışacak gibi geliyor, uzak duruyorum. Sanki bütün bunlar, o devasa duvarlar, taşlar insanın çaresizliğini, zavallılığını hissetmesi için tasarlanmış. Artık ne zaman bir musalla taşı görsem, mevsim ne olursa olsun üşüyorum, kaçıyorum oralardan. Ama kimi zaman da durup dururken ansızın o cami avlusu, musalla taşı ve soğuk aklıma düşüyor. Üşüyorum yine. Gece Emrah aradı. “Anneannemi kaybettik,” dedi. Öldüğünü biliyorum. Sabah, mezarlığın içinde, gusulhanede (gusulhane diyorlar, bu söz de içimi ürpertiyor) kadınlar onu yıkadılar, hazırladılar, sonra vedalaşmamız için bizi çağırdılar.


Soğumuş bedeniyle vedalaştım, yanaklarından öptüm onu. Dudaktanmda hala o bedene hiç yakışmayan soğukluğu hissediyorum. O tabutun içine konduğunu biliyorum ama yine de kabullenemiyorum. Bütün bunlar, rüyada oluyormuş gibi geliyor bana. O tabutta anneannemin öylesine hareketsiz ve çaresiz yatabileceğine inanamıyorum. Bir de, bizim, olan biteni böylesine çaresiz izlememize. 7 Cami avlusunun en kuytu köşesine sinmiş kadınlarla bekleşiyoruz. Öyle çaresiz bekleşir ve yeni gelenlerle sarılıp ağiaşırken erkek kalabalığından biri, yanımıza hızla ve telaşla gelip sordu: “Seher Teyzenin annesiyle babasının adı nedir?” Bu soruya hemen cevap gelmedi kadınlardan. Sessizlik ve karşılıklı bakışmalar dikkati çekecek kadar uzadı. Bir süre sonra sessizlik yine kadınlar arasında biri, Zelıra Teyzem tarafından bozuldu: “Babasının adı Hüseyin, annesinin adı Esma.” Teyzem bu isimleri söyler söylemez bakışlannı, onay bekler gibi bana çevirdi ya da bana öyle geldi. Soruyu soran adam, bu ketum kadın kalabalığından beklediği cevabı sonunda kopannış olmanın rahatlığı ile musalla taşının önünde birikmiş erkek kalabalığına yönelmişken yüreğimden kopup gelen ve sessizliği yırtan şu sözler, kendiliğinden ağzımdan döküldü: “Ama bu doğru değil! . Onun annesinin adı Esma değil, İsguhi. Babası da Hüseyin değil, Hovannes! . ” Üzerine almış olduğu isim iletme görevini tamamlayıp işini bitinnek üzere iken benim itirazımla suratında hoşnutsuz bir ifade ile geriye dönen adamın ne dediğimi anlamaya çalışan bakışlan üzerimde odaklandı.

O sırada teyzelerim ağlamaya başladılar. Onların ağlaması bir işaretmiş gibi kadınların tümü katıldı bu ağlamaya. Çoğu kez bulaşıcıdır ağlamak. Ben de gözyaşlarıını engelleyemedim. İtirazımı tekrarlamak ve sözlerimin ardında dunnak ağlamaları artıracak diye sustum ama ikiyüzlülüğümüzü o ortamda da sürdüonenin utancıyla başımı öne eğdim, için için ağladım. Adam bir süre bu ağlaşan kadın yığınına baktı ve sonra “kadınlar işte” der gibi bir ifade ile hızla yanımızdan uzaklaştı. 8 Annesinin adı Esma, babasının adı Hüseyin olmadığı gibi kendi adı da Seher değil, Heranuş’tu onun. Ben de bunu çok geç öğrenmiştim. O zamanlar Palu’nun sınırları içinde kalan köyü Ha bab*, Heranuş’un çocukluğunda Ergani Maden Mutasamflığına bağlı 207 haneli büyük bir köydü. Köyde iki kilise ve bir manastır vardı. Heranuş, Hovannes** ile İsguhi Gadaryan’ın ikinci çocuklarıydı. İlk çocukları Markrit öldükten sonra doğan Heranuş, çok özenle büyütüldü. Heranuş’tan sonra arka arkaya iki çocukları daha oldu. Heranuş’un minicik bir kız çocuğu iken abialık ettiği bu iki erkek kardeşin adları, Horen ve Hırayr’di. Heranuş’un babası Hovannes, yedi kardeşin üçüncüsüydü.

Hovannes’in kendinden büyük Boğos ve Stepan ile kendisinden küçük Hrant, Garabed ve Manuk olmak üzere beş erkek kardeşi ve Zaruhi adında bir kız kardeşi vardı. Zaten kalabalık olan aile, büyük oğlanların evlenmesiyle iyice kalabalıklaşmıştı. Çocuk yaşta bilinmeyen bir hastalığa yakalanan Manuk uzun süre bu hastalığın pençesinden kurtulamadı. Bütün köy Manuk’un iyileşmesi için kilisede dualar etti ama Manuk’un durumunda bir düzelme olmuyordu. Tam umutlar kesilmişken Manuk hayata döndü. Başta Gadaryanlar olmak üzere bütün köy bayram etti. * Halk arasında Habab diye bilinen köyün Ennenice adı Havav’dır. Bugün adı Ekinözü olarak değiştirilen köy, önceleri nahiye, şimdi ilçe olan Kovancılar’a bağlıdır. ** Yazılışı Hovhannes, İncil’de geçen bir isim. Ancak Anadolu’da Ovanes, Ovanis, Ohannes gibi farklı söyleyişleri de var. 9 Heranuş’un dedesi Hayrabed Efendi, Palu ve çevresinde, Ergani-Maden’de ve Kiğı’da tanınan, sevilen, saygıdeğer bir eğitimciydi. İyi bir insan olarak bilinir, sözü sohbeti dinlenirdi. O zamanlar Ergani-Maden’de ve Kiğı’da ilköğretim sonrası çocuklara eğitim veren kolejler vardı. Hayrabed Efendi, bu kolejlerde öğretmenlik yapmıştı. Köydeki kilisenin mütevellisi olmanın yanında koro şefiydi.

Kardeşi Antreas Gadaryan’ın kendisinden daha tanınmış ve yetenekli bir eğitimci olduğu söylenir. Kimselerin çözemediği eski Ermenice metinleri çözmesi için ona getirirlermiş, Antreas, en zor metinlerio altından kısa sürede kalkarmış. Pa/u ve Gelenekleri, Eğitim ve Entelektüel Durum (Ermenice, Kahire, 1932) kitabının yazan Papaz Harutyun Sarki s yan, kitabında Antreas Hoca için şu satırlan yazmış: “Antreas Gadaryan Hoca, Anadolu çocuklarından biriydi. Kısa boylu, az konuşan Antreas Hoca, kalın kaşlarının altında parıldayan gözlerinin zeki bakışları ile herkesi ilk görüşte etkilerdi.” Gadaryanlar ile Arzumanyanlar, köyün köklü ve kalabalık iki ailesiydiler. Gadaryanlann Hovannes, komşuları olan Arzumanyanların kendi annesi ile aynı adı taşıyan büyük kızlan İsguhi’yi çok beğeniyordu, babası bir gün ona, komşu kızıyla evlenmeyi isteyip istemediğini sordu. Tereddütsüz, “Evet” dedi ve sevincinden uçtu. Kendisinden altı yaş küçük olan İsguhi’nin de Hovannes gibi çok sayıda kardeşi vardı. İki erkek dört kız kardeşin en büyüğüydü. Hayk ve Sırpuhi’den sonra ikiz kız kardeşleri Zaruhi ve Diruhi dünyaya gelmişlerdi. En küçükleri Siranuş’tu. İsguhi’nin annesi Takuhi, köyün sağhkçısıydı. Bir doktor kadar bilgisi olduğu söylenir ve özellikle kınk-çıkık vakalannda çevre köylerden bile kendisine başvurular olurdu. Birbirleriyle çok iyi geçinen bu iki komşu ailenin kalan üyeleri de, Hovannes ile İsguhi’nin evliliklerini onayladılar. Böylece Heranuş, bu aşk evliliğinin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi.

Heranuş’un vaftiz babası, yıllardır Gadaryan ailesinin çocuklarını vaftiz eden Eliyan ailesinden Levon Eliyan’dı. 10 Heranuş, çok çabuk öğrenen ve aynı zamanda müziğe çok yatkın bir çocuktu. Şarkı söylemeyi çok sevdiğinden, şarkı repertuannı sürekli genişletiyor, yeni öğrendiği şarkıları kardeşlerine ve kuzenlerine de öğretmeye çalışıyordu. Ama en çok sevdiği bir şarkı vardı ki onu her fırsatta söylerdi. Dedesi, onu kucağına oturtup yeni şarkılar öğretir sonra da öğrettiklerini dinler, beğendiğini de Heranuş’un saçını okşayarak belli ederdi. Oyunlarda genellikle oyun kurucu olur, bu lider ve yolgösterici niteliği diğer çocuklar tarafından da tartışmasız kabul görürdü. Heranuş 1913 yılında okula başladığında, babası ve iki amcası, bazı akrabalan gibi çalışıp para kazanmak ve iş kurabilecek miktarda sermaye edinmek amacıyla Amerika’ya gitmişlerdi. O zamanlar, zenginlikler ülkesi Amerika’ya giderek zengin olma hayali köyün erkekleri arasında çok yaygındı. Amerika’ya ilk giden Boğos Amcasıydı. Daha sonra Stepan Amca gitmişti. Onlardan sonra da babası ve Hrant Amcası uzun ve maceralı yolculuğa koyulmuşlardı. Amcası Stepan’ın kızı Maryarn ile aynı yıl okula başlayan ve aynı sınıfta olan Heranuş okuma yazmayı söker sökmez babasına ve arncalanna hitaben bir mektup yazdı. Heranuş’un mektup yazdığı kağıdın arka yüzüne de Maryarn yazdı. Bu mektubu Amerika’ya gönderdiler. Kağıdın bir yüzünde Heranuş’un kaleminden çıkan satırlar şöyleydi: Sevgili babam, saygıdeğer amca/arım, Bizler de güçsüz kalemimiz/e iki satır bir şeyler yazmak istedik, sevineceğinizi bilerek.

Umarız iyisinizdir, bunu arzu eder ve dua ederiz ki hep iyi olasınız. Biz de düzenli bir şekilde okula gidiyoruz ve görgülü evlatlar olmak için çok çalışıyoruz. Horen, Hırayr, Jirayr, Maryarn ve ben ellerinizden öperiz. Anna sizi çok özlüyor ve size öpücükler yolluyor. Heranuş Gadaryan ll Mektupta adı geçen Jirayr ve Maryam, Heranuş’un Stepan Arncasının çocuklan idiler. Anna ise annesi İsguhi’yi aile içinde çağırdıklan isimdi. Mektubun arka yüzünde de Maryarn şöyle yazmıştı: Sevgili babam ve sayın amcam,

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir