Claude Lévi-Strauss – Hüzünlü Dönenceler

Gezilerden ve gezginlerden nefret ederim. Oysa şimdi kendi gezilerimi anlatmaya hazırlanıyorum. Ama bu kararı vermek için ne çok bekledim! Brezilya’dan son ayrılışımdan bu yana onbeş yıl geçti; bu süre içinde sık sık düşündüm bu kitaba başlamayı; her seferinde bir tür sıkılganlık ve bıkkınlık duygusu beni engelledi. Bunca önemsiz olayı, bir özelliği olmayan ayrıntıları uzun uzun anlatmanın gereği var mı? Etnograflık mesleğinde serüvenin yeri yoktur; serüven sadece bir yüktür, verimli çalışmanın önüne çıkan bir güçlüktür. Yolda kaybedilen haftalar ya da aylar, kılavuz savuşunca işşiz güçsüz geçen saatler, açlık, yorgunluk, kimi zaman hastalık, ve daima, günleri boşuna tüketen ve balta girmemiş ormanların ortasında tehlikeli hayatı askerlik hizmetine benzeten binlerce zahmetli iş… İnceleyeceğimiz nesneye ulaşabilmek için bunca çabanın gerekli oluşu, mesleğimizin olumsuz özelliği olarak bakılması daha doğru olan bu yönüne hiçbir değer katmaz. Bu kadar uzaklarda aradığımız gerçekler ancak bu serüvenlerden arındırıldıktan sonra değer kazanır. Şüphesiz, bilinmeyen bir mitosun, yeni bir evlilik kuralının, klân isimlerinin tam bir dökümünün derlenmesi için (bu iş birkaç günde, bazen birkaç saatte yapılabilir), altı aylık bir yolculuğa, yoksunluğa ve usandırıcı yorgunluğa katlanılabilir; Ama örneğin, “Saat 5.30’da Recife körfezine giriyorduk; martılar haykırıyor, uzaksıl [exotique] meyve satıcılarını taşıyan kayıklardan bir filo, teknenin çevresinde kaynaşıyordu” türünden fakir bir anıyı kâğıda dökmek için değer mi kalemi ele almaya? Oysa bu türden anlatılar benim açıklayamadığım bir ilgiyle karşılanıyor. Amazon ülkesi, Tibet, Afrika, yolculuk kitapları, araştırma gezisi raporları, resim albümleri biçiminde dükkânları dol- Hüzünlü Dönenceler ■ / 16 duruyor; bu kitaplarda okuyucuyu etkileme kaygısı, onun, önüne sürülen tanıklığı değerlendirebilmesini engelleyecek ölçüde önem kazanıyor. Eleştirel düşüncesinin uyarılması bir yana, okuyucu giderek daha fazla istiyor bu abur cuburdan ve şaşılacak kadar çok yutuyor. Şimdi bir meslek oldu gezginlik; ama sanılabileceği gibi çalışmayla dolu yıllar sonunda bilinmeyen olguları keşfetmeye dayanmıyor. Mümkün olduğunca çok kilometre doldurmaya ve kalabalık bir dinleyici kitlesini birkaç gün arka arkaya bir konferans salonuna çekebilecek resimler ya da filmler -renkli olursa daha da iyitoplamaya dayanıyor. Dinleyicilerse bu bayağılık ve yavanlıkların, sadece anlatanlar bunları oturdukları yerde derlemeyip de, 20.000 kilometrelik bir geziyle kutsallaştırdıkları için, olağanüstü bir biçimde, yepyeni buluşlara dönüştüğünü sanıyorlar. Bu konferanslarda neler dinliyor, bu kitaplarda neler okuyoruz? Birlikte götürülen sandıkların ayrıntıları, gemide köpeğin yaramazlıkları, ve az görülmüş ama tüketicinin bilgisizliği ve saflığıy-, la orantılı bir utanmazlığın, bir tanıklık, hattâ yepyeni bir buluş gibi sunmaktan çekinmediği, yüz yıldan beri elkitaplarında sürünen, masallarla karışık ham bilgi kırmtılan.


Şüphesiz bunun istisnaları da yok değildir ve her dönemde değerli gezginler olmuştur. Bugün halkın ilgisini çekenler arasmdabir ikisinin admı içtenlikle sayabilirim. Ama amacım aldatmacaları ortaya dökmek ya dâ diploma dağıtmak değil, daha çok bizde yeni ortaya çıkan, Fransa’ya özgü ahlâki ve’toplumsal bir olayı anlamaktır. Yirmi yıl önce bu kadar çok yolculuk yapılmazdı ve serüven masalcılarına’kapılarını açan ve beş altı lcez dolup boşalan Pleyel salonları0) yoktu. Bu türden toplantılar için Paris’te tek yer, Jardin des Plantes’nü2) bir ucundaki eski bir binada karanlık, kırık dökük, buz gibi Soğuk bir küçük anfiydi. La Société des Amis du Muséum® orada her hafta doğa bilimleri konusunda konferanslar düzenlerdi -belki hâlâ düzenlemektedir. Projeksiyon cihazı, çok büyük bir ekrana çok zayıf lâmbalarla, konuşmacının çevresini çök yakından zorlukla seçebildiği, dinleyicilerin ise duvarları kaplayan rutubet lekelerinden ayırdedemediği belirsiz gölgeler yansıtırdı. İlân edilen saatten bir çeyrek sonra, sıraları yer yer dolduran tek tük müdâvimlerin dışmda dinleyici gelip gelmeyeceği sıkıntıyla sorulurdu. Umutsuzluğa düşüldüğü anda, kimi parasız bir değişikliğe istekli, kimi de dışarmm tozu toprağı ve gürültüsünden yorulmuş, annelérinin yâ da hizmetçi kadmların eşliğinde çocuklarla salon yarı yarıya dolardı. Bunca çabanın, dikkatin ve çalışmanın en büyük ödülü olarak, bu güvelermiş hayaletler ve sabırsız çocuklar 17 karışımının Önünde, herzaman için donmuş bir anıîlr hâzinesini sandıktan çıkarma hakkı kullanılır ve yarı karanlıkta konuşurken bu anıların, bir kuyunun dibine taşların düşüşü gibi biter birer kopup düştükleri duyulurdu. t Dönüş işte böyle biterdi; gidiş öncesinde yapılan frenlerden belki birazcık daha sönük: Yola çıkıştan önce, bugün allı Franklin Roosevelt olan caddedeki bir konakta, Fransa-Amerika Komitesince verilen bir şölendeyiz; burası, iki saat önce bir lokantacının gelip ısıtmaröcaklarmı ve tabak çanağını yerleştirdiği, acele bir havalandırmalım terkedilmişlik kokusunu bütünüyle ortadan kaldıramadığı, kullanılmayan bir konut. Böyle bir mekânın yaydığı tozlu sıkıntıya olduğu kadar ağırbaşlılığına da yabancı kalmış ve sadece bulunduğumuz orta kısmı süpürülebilmiş geniş salona göre pek küçük bir masanın çevresine yerleşmiş, biz, taşra liselerinde göreve yeni başlamış genç öğretmenler, birbirimizle ilk kez tanışıyorduk. Georges Dumas’mn biraz değişik bir hevesi bizleri grog/4) mahzen ve sönmüş çalı çırpı kokan ikinci sınıf ilçe otellerinde geçirilen rutubetli kıştan alıp, bir anda, tropikal denizlere ve muhteşem gemilere götürecekti; şimdiden hayâlini kurduğumuz ve yolculuklara özgü almyazısıyla kaçınılmaz biçimde yanlış çıkacak görüntülerle ancak çok uzaktan bir baYolculukların Sonu Traité de Psychologie(5) döneminde Georges Dumas’mn öğrencisi olmuştum. Haftada bir gün, perşembe miydi yoksa pazar sabahları mı hatırlamıyorum, Saint-Anne’da/6) pencerenin karşısına gelen duvarı baştan başa akıl hastalarının yaptıkları neşeli resimlerle kaplı bir odada, felsefe öğrencilerini toplardı. Daha o anda özel bir uzaksıllık türüyle karşı karşıya kalırdınız; Dumas, kâba yapılı sağlam gövdesiyle bir kerevetin üstüne yerleşirdi; bu gövdenin üstündeki eğri büğrü baş, deniz dibinde kalarak yolunmuş ve beyazlaşmış büyük bir bitki köküne benzerdi.

Çünkü sanki balmumu rengi teni, yüzüyle, çok kısa kesilmiş havaya dikilen sert beyaz saçlarını ve gene beyaz ve her yönde uzayan küçük sakalını birleştirirdi. Henüz küçük köklerin yer yer sivrilebildiği bu garip bitki enkazı, bir. anda, başın beyazlığını daha da belirginleştiren kömür rengi bir bakışla insancıllaşırdı. Bu karşıtlık, gömleğin ve kıvrılmış kolalı yakanın beyazlığı ile herbiri herzaman siyah, elbise, boyunbağı ve kenarlı şapka arasmda devam ederdi. Dersleri fazla birşey öğretmezdi; hareketli bir gerilmeyle şekil değiştiren ifade gücü yüksek dudak hareketlerinin ve özellikle ezgili ve boğuk sesinin dinleyiciler üzerinde yarattığı etkinin bilinciy- 1 8 Hüzünlü Dönenceler le hiçbirini önceden hazırlamazdı. Bu ses, garip iniş çıkışları ile sadece memleketi Languedöc’u değil, ama bölgesel özelliklerden çok, konuşulan Fransızca’nın musikîsinin en eski biçimlerini anımsatan gerçekten ahenkli bir sesti. Öyle ki, bu ses ve bu yüz, iki ayrı duyu alanında hem sağlam hem de yırtıcı üslûbu çağrıştırırdı: hem bedeni hem de aklıyla sanki soylarını sürdürdüğü XVI. yüzyıl hümanistlerinin, hekimlerinin ve filozoflarının üslûbu. İkinci ve kimi zaman üçüncü saatler hastaların gösterilmesine ayrılırdı; o zaman, akıl hastanesinde geçirilen uzun yıllar içinde bu türden egzersizlere alışmış hastalarla, kurnaz hekimlerin olağanüstü gösterileri izlenirdi. Hastalar kendilerinden bekleneni gayet iyi bilirler, terbiyecilerine bir parça maharet gösterme fırsatı vermek için gerekli ve yeterli ölçüde direnir ya da işarete uyarak arazlarını ortaya koyarlardı. Seyirciler oyuna gelmemekle birlikte, bu ustalık gösterilerine gene de kendilerini kaptırırlardı. Eğer büyük ustanın ilgisini çekebilmişseniz, özel bir görüşme için bir hastanın size emanet edilmesiyle ödüllendirilirdiniz. Amerikalı yabanıl yerlilerle temaslarımın hiçbiri beni, kendisini buz kalıbının içinde bir ringa balığına benzeten, ve görünüşte mükemmel olmakla birlikte, koruyucu cidarı erirse dağılmaktan korkan, yünlülere sarılmış yaşlı bir hanımla geçirdiğim o sabah kadar korkutmamıştır. Dumas, oldukça başarısız bir eleştirel pozitivizme hizmet amacım güden sentez kitaplarının yöneticisi bu biraz alaycı bilgin, çok soylu bir insandı; bu yanını bana çok sonraları, silâh bırakışmasının ertesinde, ölümünden hemen önce, doğduğu köy Ledignan’da nerdeyse kör ve tek başına yaşarken, olayların ilk kurbanlarına bağlılığım belirtmekten öte hiçbir amacı olmayan, nazik ve ağırbaşlı bir mektup yazarak gösterecekti.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir