Claude Levi-Strauss – Hepimiz Yamyamiz

ELİNİZDEKİ KİTABI OLUŞTURAN yazıları, Claude Lévi-Strauss, İtalyan gazetesi La Repubblica’dan gelen bir teklif üzerine 1989 ile 2000 yılları arasında kaleme almıştır. Böylece Fransızca yazılmış, ama daha önce yayımlanmamış 16 metinden oluşan bir bütün meydana gelmiştir. Her seferinde güncel bir olaydan yola çıkan Lévi-Strauss, yazılarında çağımızın büyük tartışma konularından bazılarını ele alıyor. Ama ister “deli dana” adı verilen salgın hastalık hususunda olsun, ister (beslenme ya da tedavi amaçlı) yamyamlık biçimleri, ister kadın ya da erkek sünneti gibi ritüel uygulamalara bağlı ırkçı önyargılar hususunda olsun, etnoloğumuz bizi, göz önünde cereyan eden toplumsal olguları anlamaya davet ediyor ve Batı modernliğinin kurucu anlarından biri olan Montaigne’in eserini zikrediyor: “Herkes kendi alışık olmadığı şeye barbarlık der” (I, 31). Lévi-Strauss her alışkanlığın, her inancın ya da örfün, “ne kadar acayip, sarsıcı, hatta başkaldırtıcı görünürse görünsün”, kendi bağlamı içinde açıklanabildiğini ileri sürüyor. 1992’de, Montaigne’in ölümünün 400. yılı vesilesiyle, antropoloğumuz, halen güncelliğini korumakta olan bir felseå tartışmayı başlatıyor: “Bir yanda, tarihteki bütün toplumları eleştiriye tabi kılan ve rasyonel bir toplum ütopyası besleyen bir Aydınlanma felsefesi. Diğer yanda, bir kültürün farklı kültürleri yargılama hakkını kendinde görebilmesini sağlayacak her türlü mutlak kıstası reddeden rölativizm. Montaigne’den beri, ve onu örnek alarak, bu çelişkiye bir çıkış aranmış durulmuştur.” Adını içindeki bir başlıktan alan bu kitap da, Claude Lévi-Strauss’un tüm eserleri gibi, “mitik düşünce ile bilimsel düşünce” arasındaki ayrılmaz bağları vurguluyor – bununla birlikte ikincisini birinciye indirgemiyor. Karmaşık denen toplumlar ile haksız yere “ilkel” ya da “arkaik” denen toplumlar arasında uzun zamandır sanıldığı kadar büyük mesafe olmadığını hatırlatıyor. Bu tespit bir yol ve yordamdan, başka deyişle de gündelik olana dair makul bir yaklaşım olma isteğindeki bir yöntemden doğmaktadır: “Uzaktaki yakındakine ışık tutar, ama yakındaki de uzaktakine ışık tutabilir.” Kitabın açılış metni olan ve 1952’de Les Temps modernes dergisi için yazılmış “Noel Baba’nın Çilesi”nde, o gözlem tipi, yakındakiyle uzaktakinin birbirine ışık tuttuğu o “bakış pratiği” söz konusudur. Bu metinde, Batı’da nevzuhur bir ritüel hakkında Claude LéviStrauss şöyle yazmaktadır: “Bir etnoloğun, bu şekilde, kendi toplumu içinde bir ayin usulünün, hatta bir ibadetin aniden yayıldığını gözlemleme (…) fırsatını bulması, her gün olacak bir iş değildir.” Temkini elden bırakmayarak derhal, kendi toplumlarımızı anlamanın hem daha kolay hem daha zor olduğunu ekler: “Kolaydır, çünkü tecrübenin devamlılığı her ânıyla ve bütün ince ayrımlarıyla korunmaktadır; zordur, çünkü en küçükleri de dahil olmak üzere toplumsal dönüşümlerin son derece karmaşık olduğunun ayırdına ancak böyle çok nadir vesilelerle varılır.


” 20. yüzyılın son senelerinin izini taşıyan bu makalelerde, büyük antropoloğun basiretini ve uyarıcı karamsarlığını buluyoruz. Otuzdan fazla dile çevrilen eseri, artık 21. yüzyılın başlangıcına damgasını vurmaktadır. Maurice Olender N o el B a b a’nın Çile si 1952 FRANSA’DA 1951 yılı Noel kutlamaları, basın ve kamuoyunun hayli hassasiyet gösterir göründüğü ve yılın bu döneminin mutat neşeli atmosferine alışılmadık bir burukluk katan bir polemiğin damgasını taşıyacak. Zaten birkaç aydan beri kilise yetkilileri, bazı üst düzey papazların ağzından, ailelerin ve ticaret erbabının Noel Baba şahsiyetine gitgide büyüyen teveccühlerini tasvip etmediklerini açıklamışlardı. Noel Yortusu’nun endişe verici biçimde “paganlaştırılması”nı, bu anmanın Hıristiyanların gözünde ifade ettiği derin anlamdan uzaklaşarak kamuoyu nezdinde dinsel değeri olmayan bir efsaneye dönüşmesini hoş karşılamayıp kınıyorlardı. Bu eleştiriler Noel arifesinde gelişti. Kuşkusuz daha ölçülü bir dille, ama aynı kesinlikle, Protestan Kilisesi de Katolik Kilisesi’yle ağız birliği etti. Daha o zamandan gazetelerde okur mektuplarıyla makaleler yayımlanıyor ve çeşitli yönlerde, fakat genellikle Kilise’nin tavrını kınayarak, bu tartışmanın uyandırdığı ilginin büyüklüğünü gösteriyorlardı. Nihayet 24 Aralık’ta, France-Soir gazetesi muhabirinin aşağıdaki sözlerle bildirdiği bir gösteri vesilesiyle doruk noktasına varıldı: NOEL BABA DİJON KATEDRALİNİN ÇIKIŞINDA KİLİSE OKULLARINDAN GELEN ÇOCUKLARIN ÖNÜNDE YAKILDI Dijon, 24 Aralık (France-Soir) Noel Baba dün öğleden sonra Dijon Katedrali’nin parmaklıklarına asıldı ve kilise meydanındaki halkın huzurunda yakıldı. İbretiâlem için düzenlenen ve kilise okullarından gelen yüzlerce çocuğun önünde vuku bulan bu gösteri, Noel Baba’yı gaspçılık ve sapkınlıktan mahkûm eden din adamlarının rızasıyla kararlaştırılmıştı. Noel Baba, bu bayramı paganlaştırmak ve dağdan gelip bağdakini kovmakla suçlanıyor. Özellikle de İsa’nın doğduğu yemliği gösteren köşelerin titizlikle uzak tutulduğu devlet okullarının tümüne Noel Baba’nın girmiş olması şiddetle kınanıyor. Pazar günü öğleden sonra saat üçte, ak sakallı adamcağız, birçok masumun başına geldiği gibi, aslında idamını alkışlayacakların işlemiş oldukları bir kabahatin bedelini ödedi.

Ateş sakalını sardı ve dumanlar içinde gözden kayboldu. İnfaz sonrasında, aşağıda özeti bulunan bildiri yayımlandı: Yalana karşı mücadele etme arzusundaki tüm Hıristiyan ailelerini temsilen Dijon Katedrali önünde toplanan iki yüz elli çocuk, Noel Baba’yı yakmışlardır. Bir gösteriden ziyade simgesel bir jest söz konusudur. Noel Baba yakılarak kurban edilmiştir. Başkaları ağızlarına geleni söyleyip yazsalar ve Noel Baba’yı Kamçılı Baba’nın 1* karşıtı haline getirseler de, gerçekte, çocuklarda din duygusu yalanla uyandırılamaz ve bu hiçbir şekilde bir eğitim yöntemi olamaz. Biz Hıristiyanlar için Noel Yortusu, Kurtarıcı’nın doğumunun kutlandığı gün olarak kalmalıdır. Noel Baba’nın katedral önünde idamı halk arasında farklı tepkilere yol açtı ve Katolikler arasında bile hararetli yorumlara neden oldu. Kaldı ki bu yersiz gösterinin düzenleyenler tarafından öngörülmeyen sonuçlara yol açma riski de vardır. Olay kenti ikiye böler. Dijon, dün katedralin önünde katledilen Noel Baba’nın dirilişini beklemektedir. Bu akşam saat on sekizde vilayet binasında dirilecektir. Nitekim resmi bir bildiriyle, her yıl olduğu gibi Dijonlu çocukların Kurtuluş Meydanı’na davetli oldukları ve projektör ışıkları altındaki vilayet binasının çatısından Noel Baba’nın onlara sesleneceği ilan edilir. Piskoposluk kurulu üyesi ve Dijon milletvekili-belediye başkanı Sayın Kir, bu nazik konuda taraf olmaktan imtina etmiştir. Aynı gün, Noel Baba’ya çektirilen çile aktüalitede en ön sıraya geçecekti; olay hakkında yorum yapmayan tek bir gazete yoktu, hatta –daha önce zikrettiğimiz ve Fransız basınındaki en yüksek tirajlı gazete olduğu bilinen France-Soir gibi– bazıları, başyazılarını bu konuya tahsis etmeye kadar vardırmışlardı işi. Genel eğilim olarak, Dijonlu din adamlarının tavrı tasvip edilmiyordu; görünüşe göre dinî yetkililer de geri adım atmayı, ya da en azından ketum bir ihtiyatlılık içine girmeyi yeğlemişlerdi; bununla birlikte papazlarımızın konu hakkında åkir ayrılığına düştükleri de söylenmekteydi.

Makalelerin çoğunda, yalandan içli bir davranış inceliği tonu vardı: Noel Baba’ya inanmak ne kadar cicidir, hiç kimseye zararı yoktur, çocuklar bundan ziyadesiyle istifade eder ve olgun yaşları için enfes hatıralar biriktirirler, vb. Aslında, cevap vermek yerine sorudan kaçılmaktadır; zira çocukların Noel Baba’ya inanma nedenlerini haklı göstermekten ziyade, yetişkinleri onu yaratmaya iten nedenlerdir söz konusu olan. Her halükârda bu tepkiler, kamuoyuyla Kilise arasında bu noktada derin bir åkir ayrılığı olduğu hususunda kuşkuya yer bırakmayacak derecede ağız birliği eder. Olayın ufaklığına rağmen, konu önemlidir, zira Alman İşgali’nden beri Fransa’daki gidişat, büyük ölçüde inançsız bir kamuoyunun dinle tedricen barışması yönündeydi: MRP 2* gibi açıktan açığa inanca dayalı bir siyasi partinin yönetimlerde yer alması bunun bir kanıtıdır. Kaldı ki din adamlarının geleneksel aleyhtarları kendilerine sunulan umulmadık fırsatı fark etmiş, Dijon ve başka yerlerde tehdit altındaki Noel Baba’nın koruyuculuğuna soyunmuşlardır. Noel Baba’yı dinsizliğin simgesi gibi görmek ne yaman bir paradokstur! Zira bu tartışmada her şeyin nasıl cereyan ettiğine bakılırsa; Kilise, içtenliğe ve hakikate susamış eleştirel bir anlayışı benimserken, rasyonalistler adeta hurafe bekçileri haline gelmiştir. Görünüşteki bu rol değişimi, bu çocuksu hikâyenin daha derin gerçeklikler içerdiğini sezdirmeye kâådir. Önce Fransa’da, ama kuşkusuz başka yerlerde de, görenek ve inançlardaki çok hızlı bir evrimin semptomatik bir tezahürüyle karşı karşıyayız. Bir etnoloğun, bu şekilde, kendi toplumu içinde bir ayin usulünün, hatta bir ibadetin aniden yayıldığını gözlemleme; bunun sebeplerini araştırıp dinsel yaşamın başka biçimleri üzerindeki etkisini inceleme; son olarak, en azından onlara anlamlı bir değer atfetmekle yetindiği ölçüde de –bu konularda geleneksel bir tecrübeden destek alan– Kilise’nin aldanmadığı görünür tezahürlerin, hem zihinsel hem toplumsal ne gibi toplu dönüşümlere bağlı olduğunu anlamaya çalışma fırsatını bulması, her gün olacak bir iş değildir. Yaklaşık üç yıldır, yani ekonomik faaliyetin tekrar normalleşmeye başlamasından beri, Noel kutlamaları savaş öncesinde görülmemiş bir boyuta ulaşmıştır. Hem maddi önemiyle hem vuku bulduğu biçimlerle, bu gelişmenin ABD’nin nüfuz ve itibarının doğrudan bir sonucu olduğu da kesindir. Bu çerçevede, kavşaklara ya da anayollara dikilmiş ışıl ışıl çam ağaçlarının, Noel hediyelerini paketlemek için küçük şekillerle süslü ambalaj kâğıtlarının, malum hafta boyunca şöminede sergilenmesi âdetten olan üzeri resimli kartların, meydanlara ve caddelere sadaka çanağı niyetine kazanlar asan Selamet Ordusu 3* gönüllülerinin, son olarak da büyük mağazalarda çocukların dileklerini toplayan Noel Baba kılığına girmiş kişilerin aynı anda ortaya çıktıklarını gördük. Daha birkaç yıl önce ABD’ye giden Fransızların çocuksu ve barok bulduğu, iki ülkenin zihniyetleri arasındaki köklü bağdaşmazlığın en bariz işaretlerinden biri gibi görünen bütün bu alışkanlıkların Fransa’da nasıl bir kolaylık ve yaygınlıkla yerleşip ortama uyarlanmış olduğu, uygarlıklar tarihiyle uğraşanların üzerinde derin derin düşünmesi gereken bir derstir. Başka alanlarda olduğu gibi bu alanda da, en eski örnekleri olan pistonlu çakmak ya da denge çubuklu oyma kayık üzerinde inceleyegeldiğimiz arkaik olgulardan kuşkusuz pek farklı olmayan geniş bir yayılma deneyimine tanık olunmaktadır. Fakat gözlerimizin önünde cereyan eden ve kendi toplumumuzda sahneye çıkan olaylar hakkında akıl yürütmek, kolay olduğu kadar zordur da.

Kolaydır, çünkü tecrübenin devamlılığı her ânıyla ve bütün ince ayrımlarıyla korunmaktadır; zordur, çünkü en küçükleri de dahil olmak üzere toplumsal dönüşümlerin son derece karmaşık olduğunun ayırdına ancak böyle çok nadir vesilelerle varılır; çünkü faili olduğumuz olaylara atfettiğimiz görünür sebepler, bize bu olaylarda bir rol tahsis eden gerçek nedenlerden hayli farklıdır. O halde, Fransa’da Noel kutlamalarının artmasını, yayılmasını sadece ABD etkisiyle açıklamak, olayı fazla basitleştirmek olur. Başka kültürden âdet alma bir olgudur; ama alınan, sebeplerin tamamını beraberinde getirmez. Bariz olanları sayalım: Fransa’da eskiye nazaran daha fazla Amerikalı var ve Noel’i kendi usullerince kutluyorlar; Amerikan sineması, digest’leri ve romanları, ayrıca büyük gazetelerdeki bazı röportajlar Amerikan göreneklerini tanıttılar; ayrıca ABD’nin askeri ve ekonomik gücüne bağlı saygınlıktan bunlar da paylarına düşeni alıyorlar; Marshall Planı’nın Noel usulleri gereği yaygınlaşan bazı malların ithalatını doğrudan ya da dolaylı yoldan kolaylaştırmış olması bile ihtimal dahilinde. Ama bütün bunlar olguyu açıklamaya yetmez. ABD’den ithal edilen âdetler, bunların kökeninin bilincinde olmayan halk katmanlarına bile kabul ettiriyor kendini; komünizmin etkisiyle Made in USA damgasını taşıyan her şeye kötü gözle bakması beklenecek işçi çevreleri de bunları diğerleri kadar kolay benimsiyor. Dolayısıyla basit yayılma dışında, ilk Kroeber’in teşhis ettiği ve “uyaran niteliğindeki yayılma” (stimulus diffusion) adını verdiği o çok önemli süreçten söz etmek gerek: İthal edilen alışkanlık özümsenmez, daha ziyade katalizör rolü oynar; yani sadece varlığıyla, ikinci ortamda potansiyel halde zaten mevcut olan benzer bir alışkanlığın tezahürüne yol açar. Bu noktayı konumuzla doğrudan ilintili bir örnekle açıklayalım. Amerikalı meslektaşlarının davetlisi ya da bir ekonomi heyetinin üyesi olarak ABD’ye giden bir kâğıt imalatçısı, orada Noel ambalajları için özel kâğıtlar üretildiğini tespit eder; bu åkri onlardan alır, normal bir yayılma olgusudur bu. Hediyelerini paketlemek için mahallesindeki kırtasiyeciye kâğıt almaya giden Parisli bir ev hanımı, vitrinde o zamana kadar yetinmiş olduklarından daha güzel ve daha özenli yapılmış kâğıtlar görür; Amerikan alışkanlıklarından tamamen habersizdir, ama o kâğıt estetik bir talebi karşılıyordur ve bunu dışavurma yollarından mahrum olmasına rağmen ev hanımında zaten bulunan bir duygusal yatkınlığın dışavurumudur. Bunu benimserken, yabancı bir âdeti (imalatçı gibi) doğrudan almış olmaz, fakat görür görmez bu âdet ev hanımında özdeş bir âdetin doğuşunu teşvik eder. İkinci olarak, savaşın hemen öncesinde Noel kutlamalarının Fransa’da ve tüm Avrupa’da yükselen bir seyir izlediğini unutmamak gerekir. Bu olgu öncelikle yaşam düzeyindeki tedrici iyileşmeye bağlıdır; ama daha karmaşık nedenler de içerir. Bildiğimiz nitelikleriyle Noel, arkaik özelliklerinin çokluğuna rağmen, esasen modern bir bayramdır. Ökseotu âdeti, doğrudan doğruya Druidlerden kalmamış, zira göründüğü kadarıyla ortaçağda tekrar moda olmuş.

17. yüzyıldaki bazı Alman metinlerinden önce Noel çamından hiçbir yerde bahsedilmez; İngiltere’de 18. yüzyılda, Fransa’da ise ancak 19. yüzyılda söz edilir bundan. Littre sözlüğü çam ağacı âdetini pek bilmiyor gibidir, ya da bizim bildiğimizden hayli farklı bir biçimde biliyordur: “Bazı ülkelerde, şekerler ve oyuncaklarla donatılıp bayram yapan çocuklara verilen, çeşitli biçimlerde süslenmiş çam ya da çobanpüskülü dalı,” diye tanımlar (Noel maddesi). Çocuklara oyuncak dağıtma rolünü üstlenen kişiye verilen adların çeşitliliği: Noel Baba, Aziz Nikola, Santa Claus, bunun her tarafta muhafaza edilmiş eski bir prototip olmayıp, aynı zamanda bir birleşme olgusunun ürünü olduğunu da gösterir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir