Dagobert Von Mikusch – Atatürk

“Çocukluğumdan silinmez bir berraklıkla hatırladığım tek yaşantı okula başlamamam sorunuyla ilgiliydi.” Daha soma reformlar gerçekleştirecek olan büyük devrimci böyle anlatıyor. “Bu konuda annemle babam farklı görüşteydiler. Annem eski törelere, eski göreneklere göre yetişmişti ve bütün varlığıyla sakin, yumuşak, hiçbir şeyin sarsamadığı bir dindarlığa bağlıydı. Bundan dolayı da benim sarıklı bir hocanm, katı İslam geleneğine göre dinsel öğretim yaptığı mahalle okuluna gitmemi istiyordu. Bunu istemesinin bir nedeni de, böyle bir okula başlanırken gelenek gereği dinsel bir törenin yapılmasıydı. Böylesi bir törenle o günü unutulmaz bir gün kılmak, bu şekilde de çocuğa ailesiyle olan bağının ötesinde, artık ciddi yükümlülükler öngören büyük Müslüman topluluğuna katıldığının bilincini aşılamak amaçlanıyordu. Buna karşılık babam ileri görüşlü bir adamdı, sarıklı takımından hoşlanmazdı ve Batı’dan gelme düşüncelerin ateşli bir yandaşıydı. Bundan dolayı da arzusu beni, Ku11 ran’ı değil de, yeni bilimleri öğretimini temeli yapmış laik bir okula vermekti. Görüşlerdeki bu çatışmadan küçük manevrayla sonunda galip çıkan babam oldu. Görünüşte annemin isteğine uyarma, benim alışılmış dinsel törenle Fatma Molla Kadın din okuluna gönderilmeme razı oldu. Okula başlayacağım günün sabahı annem bana beyaz bir giysi giydirdi, başıma sırma işlemeli bezden bir sarık sardı, elimde de yaldızlı bir dal tutuyordum. Az soma hoca bütün öğrencileriyle birlikte, yeşile boyanmış olan kapımızın önünde göründü; bir dua okundu, parmak uçlarımı göğsüme ve alnıma götürerek aımemin, babamın, hocanın önünde eğildim, hepsinin ellerini ayrı ayrı öptüm. Yeni arkadaşlarımın “yaşa” diye bağrışmaları arasında, neşeli bir alay şeklinde kentin sokaklarından geçerek caminin yanında bulunan okula gittik. Buraya varılınca tekrar hep bir ağızdan bir dua okundu; hoca beni elimden tutup duvarları çıplak, kubbeli bir salona götürdü, burada bana Kuran’m kutsal dünyasının kapılan açılacaktı.


Kısa bir süre soma -tam olarak hatırlayamıyorum- babam beni pek fazla bir zorlukla karşılaşmadan Fatma Molla Kadın okulundan çıkarıp, Avrupa modeline göre özel bir ilkokulu yöneten yaşlı Şemsi Efendi’ye götürdü. Annem memnundu, arzusu ne de olsa yerine gelmişti ve inancına saygı gösterilmişti. Çünkü gönlünün isteği olan tören yapılmış bulunuyordu.” 12 Bu çocukluk yaşantısının o zamanlar -1880’de doğduğuna göre- yedi yaşında bulunan Mustafa’yı unutulmaz derecede etkilemiş olmasına şaşmamalı. Kendi evinde yüz yüze gelip de babasmm zekice davranışıyla büyümesini önlediği bu zıtlık, daha soma hep karşısına çıkacak bir ana sorun olacaktı. Eskinin yeniyle çatışması, böylesi bir ikiliğin oluştuğu dönemde doğmuş bulunanların gözleri önünde hep somutlaşmış, soma da kişiliklerinin oluşumunda belirleyici bir etken olmuştur. O günlerde Osmanlı İmparatorluğu kuşkusuz henüz sarsılmış durumda değildi. Büyük halk yığınları, Mustafa’nın annesi gibi; Allah’ın takdir ettiği bu düzeni derin bir saygıyla benimsemiş durumdaydı; padişahlarını da Allah’ın yeryüzündeki kutsal temsilcisi olarak görmekteydi. Din ve hayat kesin bir birlik içindeydi; Tanrısal buyruklarla insanların koyduğu yasalar arasında hiçbir çelişki yoktu; dünya nimetlerinden yoksun oluşa ise sakin bir sabırla katlanılıyordu, çünkü bu yoksulluk ilerde cennette her şeye sahip olunarak giderilecekti. Aslmda peygamberin yeşil bayrağı altoda, genellikle hiç de kötü yaşamlmıyordu. Türk efendiydi, ya da hiç değilse öyle olduğunu sanıyor ve savaşların yükünü omuzluyordu. Askerlik hizmetine alınmayan yerli Hristiyanlarla Yahudilerin işleri tıkırındaydı. Vergiler gerçi hem ağır, hem de gelişigüzeldi, ama vergi kaçırmanın da bin türlü yolu vardı. Yabancılar ise bir ayrıcalıklar ağının koruması altın13 da hemen bütün ticareti ellerinde tutuyorlar, gerektiğinde devlet kasasının eksiğini bile tamamlıyorlardı. Bunlar ülkeye yalmzca Batı’nın mallarım ve kültür araçlarım getirmekle kalmamışlar, onun huzursuzluğunu da taşımışlardı.

*** Yıl 1887, halifelik tahtında oturan Sultan Abdülhamit’tir; Osmanlı hanedanının uzun hükümdarlar listesinde herhalde ehliyetsiz denilecek olanlardan biri değil. Çok sevilen bir padişah olan Abdülmecit’in ikinci oğluydu; kader onu hiç umulmadık bir anda, biraz da ürkütücü biçimde en yüksek iktidar makamına çıkarmıştı. Kendisinden önceki iki padişah, halk iradesinin sözcüsü sayılan ulemanın desteğiyle girişilen darbelerle tahtlarından indirilmişlerdi. ilkin amcası Abdülaziz’i indirmişlerdi (*); bu padişahın olağandışı hayallere dalan ruhu giderek ölçüyü kaçırmış, sonunda Tann’ya benzemek kuruntusu içinde dengesini yitirmişti. Tahttan indirildikten somaki günün sabahında, kendisini bilek damarları kesilmiş olarak yatağında ölü buldular. Hekimler kurulu bunu intihar olarak açıkladı. Kamuoyu ise başka kanıdaydı. Ondan soma tahta çıkan V Murat’ın durumu daha iyi olmadı. Aslında devleti yönetenler nazırlardı. Bunlardan Abdülaziz’e karşı darbeye katılmış olanlardan ikisi, nazırlar kurulu toplantısmdayken, öç almak isteyen biri tarafın- (*) Osmanlı hanedanında tahta çıkma sırası, babadan oğula geçme esasma göre değil, ailenin en yaşlı üyesine göre belirleniyordu. 14 dan öldürüldü (*). Avrupa yakasındaki illerde ayaklanmalar sürüp gidiyordu; Hristiyanlarla Müslümanlar birbirlerini boğazlamaktaydı; büyük devletlerin -o zamanki adıyla düveli muazzamamn- filoları gözdağı vermek için hemen koşup gelmişlerdi. İmparatorluk parçalanmak üzereydi. V. Murat zayıf bünyeliydi, birkaç ay soma iyileşmeyecek derecede ruhsal hastalığı bulunduğu gerekçesiyle, devleti yönetecek yetenekten yoksun olduğu ilân edilerek tahttan indirildi.

Bu önemli hastalığına ilişkin rapor ise daha sonra alelacele düzeniettirildi. Küçük kardeşi Abdülhamit o zamanlar 34 yaşmdaydı; uzun boyu, Vakur bakışlı iri gözleri, kudret belirtisi kartal burnuyla gösterişli bir şehzadeydi; çok iyi ata biniyor, çok ustaca kılıç kullanıyordu; Sultan Osman’m kılıcım kuşandığında bütün başkent onu Türk devletinin yenilikçi hükümdarı diye alkışlayarak selâmladı. Her iki padişahın da tahttan indirilmesinde, asıl yönlendirici kafa olan sadrazam Mithat Paşa, tahta çıkarken Abdülhamit’i ünlü “1876 Meşrutiyeti”ni ilân etmekle yükümlü kılmıştı. Zeki, enerjik bir adam olan Mithat Paşa son derecede başına buyruk ve haşin mizaçlıydı; Türkiye’nin hızla modernleştirilmesiyle Avrupa’da iyi izlenimler uyandınlacağı, böylece de “Bosforun Hasta Adamı”na yöneltilebilecek müdahaleler için her türlü bahanenin bertaraf edileceğini düşünüyordu. Ne var ki bu konuda çok acı hayal krnklıklanna uğrayacaktı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir