David Bohm – Özel Görelilik Kuramı

Görelilik kuramı yalnızca kendi başına büyük önemi olan bir bilimsel gelişim değildir. Giderek temel kavramlarımızda fizikte başlayan ve başka bilim alanlarına, aslında bilimin dışında çok büyük bir düşünme alanına yayılmakta olan kökten ci bir değişimin ilk evresi olarak daha da imlemlidir. Çünkü, iyi bilindiği gibi, modern eğilim güvenilir “saltık” doğruluk kavramından (e.d. tüm koşullardan, bağlamlardan, derecelerden, ve yaklaşıklık tiplerinden bağımsız olarak geçerli bir doğruluk kavramından) uzaklaşmakta, ve verili bir kavramın ancak o kavrama tam anlamını verebilecek daha geniş ve uygun gönderme biçimleri ile ilişki içinde anlamlı olduğu düşüncesine yönelmektedir. Bununla birlikte, tam anlamıyla imiemlerinin genişliğinin kendisinden ötürü, görelilik kuramı bir tür karışıklığa götürme eğilimine girmiş, sonuçta doğruluk elverişli ve yararlı olandan daha çoğu olmayana özdeş görülür olmuştur. Böylece “herşey göreli olduğu” için, kimileri ne olursa olsun herhangi bir problem üzerine ne söyleneceğine ya da ne düşünüleceğine karar vermenin bütünüyle kişinin seçimine bağlı olduğu izlenimini edinebilir. Geriye fiziğe yanısıtıldığında, böyle bir eğilim sık sık yeni gelişmelere karşı ortaya kuşkucu ve giderek kinik bir tutuma yakın birşey çıkarmıştır. Çünkü öğrenci ilkin Newton’ın, Calileo’nun vb. eski yasalarını “ilksiz-sonsuz doğruluklar” olarak görmek üzere eğitilir, ve sonra ona birdenbire görelilik kuramında (ve daha da çok olmak üzere quantum kuramında) bunların gününün çoktan geçmiş olduğu söylenir ve bundan böyle eskiyenierin yerini almak üzere yeni bir “ilksizsonsuz doğruluklar” kümesini kazanmakta olduğu imlenir. O zaman öğrencilerin biricik amaçları bir dizi deneyin sonuçlarını tahmin edecek elverişli bir formüller kümesi elde etmek olan fizikçiler tarafından biraz keyfi bir oyunun oynandığını duyumsayabilmeleri hiç de hayret edilecek birşey değildir. Bu yeni gelişmelerde matematiğin karşılaştırmalı olarak daha büyük önemi bu izieniınİ güçlendirmeye katkıda bulunur, çünkü fizik yasalannın anlamı üzerine eski kavramsal yaklaşımlar şimdi büyük ölçüde terkedilirken yerlerini almak üzere çok az şey önerilir. 15 16 Özel Görelilik Kuramt Bu notlarda görelilik kuramının daha kolay anlaşılan bir yorumunu sunabilmek için çaba gösterilecektir. Bu amaçla, görelilik kuramının doğuşuna götüren sorunların arkatasarında biraz ayrıntıya gireceğiz, ve bunu sorunların tarihsel düzenlerini izleyerek olmaktan çok bilimcileri kavramlarını öylesine köktenci bir yolda değiştirmeye götüren etmenleri ortaya çıkarmak üzere tasarlanmış bir düzene göre yapacağız. Olanaklı olduğu ölçüde, görelilik kavramlannın daha önceki Newtoncu kavramların öğesel sunuluşunda kullanılanlara benzer matematikselolmayan terimierde aniaşılmasını vurgulayacağız.


(Daha ayrıntılı bir matematiksel irdeleme için, öğrencinin konu üzerine şimdi bulunabilen başka metinlere başvurması önerilir.) Bilirnde kavramların değişimi genel problemini durulaştırmak için, bir bakıma görelilik kuramının yapısının kendisine örülmüş olan temel felsefi sorunların birçoğunu oldukça kapsamlı olarak tartışacağız. Bu sorunlar bir yandan ether üzerine eski Lorentz kuramının eleştirisinde, ve öte yandan Einstein’ın kütle ve eneıji eşdeğerliğini keşfinde doğar. Ek olarak, Newton mekaniğinin tartışmasız egemenliği altında geçen birkaç yüzyıldan sonra onun yerini almakla görelilik kuramı bilimsel kurarnların zaman zaman temel devrimiere açık olmaları durumunda taşıyabilecekleri doğruluk türü açısından daha önce değindiğimiz önemli sorunlan ortaya çıkardı. Bu soruyu kitabın birçok bölümünde kapsamlı olarak tartışacağız. Ek bölümünde bilimsel düşünmeınİzin gelişiminde algının rolünün bir açıklamasını veriyoruz ve bunun ilişkisel (ya da göreli) bir bakış açısının genel imiemini daha öte durulaştıracağını umuyoruz. Bu açıklamada, gündelik algıdan türetilen soyutlamalar olarak uzay ve zaman kavramlanmızın gelişim kipi tartışılacaktır; ve bu tartışmada uzay ve zaman kavramlarımızın gerçekte belli bir yolda sıradan deneyimden oluştuğu açığa çıkacaktır. Dolayısıyla, bundan böyle düşüncelerin ancak içlerinde doğduklan alanlardan çok fazla uzak olmayan sınırlı alanlarda geçerli olabilecekleri sonucu çıkar. Yeni deneyim alanlarına geldiğimiz zaman, yeni kavrarnlara gereksinim duyulması şaşırtıcı değildir. Ama gerçekten ilginç olan şey, sıradan algı sürecinin olguları bilimsel olarak incelendiğinde, gündelik deneyime geleneksel bakış yolumuzun (ki belli inceltmelerle Newton mekaniğinin içerisine alınır) oldukça yüzeysel ve pekçok bakımdan çok yanıltıcı olduğunun bulunmasıdır. Buna göre, algı sürecinin daha dikkatli bir açıklaması algının edimsel olgularını anlamak için gereken kavramların Newton mekaniğinin kavramiarına olmaktan çok görelilik kavramianna yakın olduğunu gösterir. Bu yolda göreliliğe salt matematiksel sunuşta eksik olma eğilimini gösteren bir tür dolaysız sezgisel imlem vermek olanaklı olabilir. Fi7ikte etkili düşünme genellikle sezgisel yanın matematiksel yan ile bütünleştirilmesini gerektirdiği için, bu satırlar boyunca göreliliği (ve belki de quantum kuramını) anlamanın daha derin ve daha etkili bir yolunun doğabileceğini umudediyoruz. II Einstein-Öncesi Görelilik Kavramlan Fizik yasalarının ilişkisel (göreli) bir anlayışına doğru genel eğilimin modern bilimin gelişiminin çok erken bir evresinde başladığı genellikle anlaşılmaz. Bu eğilim Orta Çağlarda Avrupa düşüncesine egemen olan ve giderek modern zamanlarda bile güçlü ama doğrudan olmayan bir etki uygulamayı sürdüren daha da eski bir Aristotelesci geleneğe karşıtlık içinde doğdu.

Belki de bu geleneği Aris to tel es’ e olmaktan çok onun kendisinin Antik Yunan düşünürlerini uğraştıran çeşitli fiziksel, evrenbilimsel ve felsefi sorunlara belki de biraz geçici bir yolda bir çözüm olarak önerdiği belli kavramları katılaştırıp durağanlaştıran Ortaçağ Skolastiklerine yüklemek gerekir. Aristoteles’in öğretileri çok geniş bir alanı kaplıyordu, ama, şimdiki tartışmamız söz konusu olduğu ölçüde bizi ilgilendiren şey evrenin özeği olarak Yeryüzü üzerine evrenbilimsel kavramıdır. Aristoteles bütün evrenin Yeryüzü ortada olmak üzere yedi küreden yapıldığını ileri sürdü. Bu kuramda, bir nesnenin evrendeki yeri anahtar rol oynar. Böylece, her bir nesnenin ona doğru çabalamakta olduğu ve engeller tarafından durdurulmadıkça ona yaklaştığı doğal bir yerinin olduğu kabul edildi. Devim böyle “sonsal nedenler” tarafından belirleniyor ve “etker nedenler” tarafından etkinleştiriliyor olarak görüldü. Örneğin, bir nesnenin Yeryüzünün özeğindeki “doğal yerine” ulaşınaya çalışma eğiliminden ötürü düşmesi gerektiği, ama nesnenin bırakılması için belli bir dışsal “etker” nedenin gerekli olduğu ve ancak bu yolla nesnenin içsel çaba “ilkesi”nin işleme geçebiirliği varsayıldı. Birçok yolda Aristoteles’in düşünceleri Antik Yunanlılar tarafından bilinen fenomenler alanına usayatkın bir açıklama verdi; ama bu düşünceler, bildiğimiz gibi, hiç kuşkusuz daha modern bilimsel araştırmalarda ortaya serilen daha geniş alanlarda yeterli olmadılar. Özellikle yetersiz olduğunu göstermiş olan şey saltık bir hiyerarşik varlık düzeni 17 18 Özel Görelilik Kuramt düşüncesidir ki, buna göre her bir şey bu düzende kendi uygun yerine eğilimlidir. Böylece, gördüğümüz gibi, uzayın bütünü “yedi kristal küre” biçiminde bir tür durağan hiyerarşik yapıda örgütlenmiş olarak görülürken, zamana ise daha sonra Ortaçağ Skolastikleri tarafından andırımlı bir örgütlenme verilecek ve buna göre belli bir kıpı daha sonra evrenin erek olarak belli bir hedefe doğru ilerleme sürecinde görülen yaratılış kıpısı olarak alınacaktı. Böyle kavramların gelişimi fizik yasalarının anlatımında belli yerlerin ve belli zamanların özel ya da ayrıcalıklı bir rol oynadığı düşüncesine götürdü, öyle bir yolda ki doğa yasalarının doğru olarak anlaşılabilmesi için başka yer ve zamanların özelliklerinin benzersiz bir yolda bu özel yer ve zamanlar ile ilişkilendirilmesi gerekiyordu. Benzer düşünceler tümü de uygun hiyerarşilere örgütlenmiş değişmez kategorilerin, özelliklerin vb. getirilmesi ile insan çabasının tüm alanlarına aktarıldı. Bütünsel evrenbilimsel dizgede insanın anahtar bir rolünün olduğu kabul edildi. Çünkü, bir anlamda, insan bütün varoluş tiyatrosunda herşeyin uğruna yaratıldığı ve ahlaksal seçimleri ile evrenin yazgısını belirleyen özeksel karakter olarak görülüyordu.

Aristoteles’in öğretisinin bir bölümü Gökyüzündeki cisimlerin (örneğin gezegenler) Yeryüzündeki özdekten daha eksiksiz oldukları için doğalarının eksiksizliğini anlatan bir yörüngede dönmele ri gerektiğini kabul ediyordu. Daire en eksiksiz geometrik şekil olarak görüldüğü için, bir gezegenin Yeryüzü çevresinde bir dairede dönmesi gerektiği vargısı çıkarıldı. Gözlemler eksiksiz daireselliği ortaya sermeyi başaramayın ca, bu uygunsuzluk “üst-dairelerin” ya da “daire içi dairelerin” getirilmesi ile giderildi. Bu yolda çok karışık bir biçimde birçok üst-dairenin getirilmesi ile ne olursa olsun her tür yörüngeye “ayarlanabilen” Ptolemi kuramı geliştirildL Böylece, Aristotelesci ilkeler korundu, ve edimsel yörüngelerin görüngüleri açıklandı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir