David Eddings – 2 – Murgolarin Krali

AHA önce de anlatılmış olduğu gibi, ilk günlerde Tanrılar dünyayı yaratarak üzerini her türlü hayvan, kuş ve bitkiyle doldurmuştu. İnsanı da yaratmışlardı ve her Tanrı kendine, insan ırkları arasından kılavuzluk edecekleri ve hâkim olacakları birini seçti. Ancak kulesinde ayrı yaşamayı ve meydana getirmiş oldukları yaradılışı incelemeyi seçen Tanrı Aldur, hiçbir ırkı sahiplenmedi. Fakat bir gün, Aldur’un kulesine aç bir çocuk geldi; Aldur çocuğu alarak ona insanların büyücülük adım verdikleri usulle, her türlü gücün kullanılabildiği İrade ve Söz’ü öğretti. Ve oğlanın gelecek vadettiğini gördüğünde Aldur ona Belgarath ismini vererek müridi yaptı. Sonra zaman içerisinde başkaları da geldi ve Aldur onlara da öğretti ve onları da müridi yaptı. Bunların arasmda Aldur’un Beldin ismini verdiği sakat bir çocuk vardı. Günün birinde Aldur bir taş alarak bunu biçimlendirdi ve ona Taş ismini verdi çünkü bu taş, yıldızların ötesinden düşmüştü ve büyük bir gücün yuvası, günlerin başlangıcından beri tüm yaradılışı denetim altına almak için çatışan iki Yazgı’dan birinin merkeziydi. Fakat Tanrı Torak kıskanarak taşı çaldı. Çünkü Karanlık Yazgı, kendine vekil etmek için onun ruhuna sahip çıkmıştı. Derken Alornlar diye bilinen Alorya halkı Belgarath ile karşılaştı; Belgarath Ayıcüsseli Çerek ile üç oğlunu Doğunun uzaklarına, Ebedi Gece Şehri’ne götürdü. Büyük bir gizlilikle Taş’ı çalarak geri döndüler. Tanrıların nasihatıyla Belgarath Alorya’yı kendisine refakat etmiş olanların isimlerini vererek Çerek, Drasniya, Algarya ve Riva krallıklarına böldü. Böylece Rüzgârlar Adası’nda hüküm sürecek olan Demirpençe Riva’ya, tahtının arkasına, Riva Kralı Salonunun duvarına astığı büyük bir kılıcın kabzasına yerleştirdiği Taş’ın koruyuculuğunu verdi. Sonra Belgarath evine döndü ama orada kendisini büyük bir trajedinin beklemekte olduğunu gördü.


Sevgili eşi Poledra, ikiz kızlarını doğururken yaşayanların dünyasından göçüp gitmişti. Zamanı gelince ikizlerin daha güzel olanı Beldaran’ı, Riva krallarının soyunu kurmaları için Demirpençe Riva’ya gönderdi. Diğer kızı Polgara’yı, bir büyücülük alameti olarak siyah saçlarında tek bir beyaz tutam olduğu için alıkoydu. Batıda Taş’ın gücüyle korunan her şey binlerce yıl boyunca yolunda gitti. Sonra keder verici bir günde Riva Kralı Gorek, oğulları ve oğullarının oğullan büyük bir ihanete kurban gittiler. Ancak tek bir çocuk kurtuldu ve o günden sonra Belgarath ve Polgara tarafından korundu. Ada’da Riva Vekilharcı Brand büyük bir kederle katledilmiş efendisinin yetkisini devraldı; oğulları da Aldur Taşı’nı korumaya devam ettiler ve hepsi de Brand diye anıldı. Fakat bir gün Dönek Zedar, Taş’ın ateşinden zarar görmeyecek kadar masum bir çocuk buldu. Böylece Zedar, Taş’ı çalarak korkunç Usta’sı Torak’ın gizlice yattığı yere doğru kaçmaya başladı. Belgarath bunu öğrendiğinde, Polgara’nın Riva soyunun son temsilcisi olan, Garion adında bir çocuğu büyütmekte olduğu Sendarya’daki çiftliğe gitti. Oğlanı yanlarına alarak Taş’ın peşine düştüler. Birçok tehlikeli maceradan sonra Emanet ismini verdikleri çocuğu buldular. Taş’ı taşıyan Emanet ile birlikte Taş’ı yeniden kılıçtaki yerine takmak için geri döndüler. Sergilediği büyücülük gücü nedeniyle artık Belgarion adını alan Garion, Işığın Çocuğu olarak kötü Tanrı Torak ile karşılaşıp, ya öleceğini ya da öldürüleceğini bildiren Kehanet’in varlığını öğrendi. Korku içinde Ebedi Gece Şehri’ne doğru, doğuya gitmek için yola çıktı.

Aldur Taşı’nı taşıyan büyük kılıcın yardımıyla Tann’yı yenerek onu öldürdü. Böylece Demirpençe Riva’nın varisi olarak Belgarion, Riva Kralı ve Batının Hükümdarı ilan edildi. Polgara, Tanrılar, ölümden döndürüp eşiyle eşit olsun diye büyücülük gücü bahşettikleri sadık demirci Durnik ile evlenirken Garion da Tolnedralı Prenses Ce’Nedra’yı eşi olarak aldı. Polgara ile Durnik, Belgarath ile birlikte Emanet adlı garip ve iyi huylu çocuğu yetiştirmeyi planladıkları Algarya’daki Aldur Vadisi’ne doğru yola çıktılar. Belgarion hem genç karısına kocalık etmeyi öğrenir, hem de büyücülüğe ve tahtının güçlerine hâkim olmaya başlarken yıllar geçti. Batıda barış vardı ama Mallorya İmparatoru Kal Zakath’ın Murgolann Kralına savaş açtığı Güney bölgelerinde huzursuzluk hüküm sürüyordu. Mallorya’ya yaptığı bir seyahatten dönen Belgarath, Sardion diye bilinen bir taş hakkında kara söylentiler getirdi. Ama korkulması gereken bir nesne olduğundan başka onun hakkında bir şey anlatamıyordu. Derken genç Emanet’in Riva Hisarını ziyaret ettiği bir gece, Emanet ile Belgarion zihinlerinin içinde duydukları Kehanet sesiyle uyandırıldılar ve taht odasına yönlendirildiler. Burada kılıcın kabzasındaki mavi Taş aniden hiddetli bir kızıla dönüşüp “Zandramas’a dikkat edin!” diye konuştu. Fakat hiç kimse Zandramas’ın ne ya da kim olduğunu öğrenemedi. Yıllar süren bekleyişten sonra Ce’Nedra bir bebek beklediğini anladı. Fakat Ayı Mezhebi’nin fanatik üyeleri, Tolnedralı birinin kraliçe olamayacağını, onun yerine saf kan bir Alorn’un seçilmesi gerektiğini haykırarak yeniden faaliyet göstermeye başladılar. Kraliçenin karnı büyüdüğünde, hamamda üzerine bir suikastçı çullanarak onu neredeyse boğdu. Suikastçı, Hisarın kulesine kaçarak oradan da ölüme atladı.

Fakat aynı zamanda İpek diye de bilinen Drasniyalı bir maceraperest olan Prens Kheldar, suikastçının giysilerinden onun bir mezhep üyesi olabileceğini fark etti. Belgarion çok hiddetlense de hemen bir savaşa girişmedi. Günler günleri kovaladı ve Kraliçe Ce’Nedra Riva tahtına sağlıklı bir erkek varis verdi. Tüm Alorn ülkeleri ve diğer ülkeler büyük bir sevinç içindeydi; ileri gelenler Riva’da toplanarak sevinçlerini dile getirip bu mutlu doğumu kutladılar. Herkes ayrılıp yeniden Hisara huzur çökünce Belgarion yeniden, insanların Kitab-ı Mrin dedikleri kadim Kehanet üzerinde çalışmaya başladı. Garip bir mürekkep lekesi onu rahatsız etmişti ama bu lekeyi Taş’ın ışığıyla okuyabildiğini keşfetti. Böylece Karanlık Kehanet’in ve kendisinin Işığın Çocuğu olarak vazifesinin Torak’ın ölümüyle bitmediğini öğrenmiş oldu. Karanlığın Çocuğu, gelecekte Belgarion’un “artık olmayan yerde” karşılaşacağı Zandramas olmuştu. Beigarion aceleyle Aldur Vadisi’ndeki dedesi Belgarath ile görüşmeye giderken üzerine bir ağırlık çöktü. İhtiyar adamla konuşurken bir haberci tarafından ona uğursuz bazı sözler taşınmıştı. Suikastçılar gece vakti Hisara girmiş ve sadık Riva Vekilharcı Brand öldürülmüştü. Belgarath ve Teyzesi Polgara ile birlikte Beigarion hızla Riva’ya doğru yola çıktı; suikastçılardan birinin hâlâ hayatta olduğunu öğrenmişti. Hisara gelen Prens Kheldar koma halindeki suikastçının bir Ayı Mezhebi üyesi olduğunu belirleyebildi. Yeni ipuçları mezhebin Dransniya’daki Rheon’da büyük bir ordu topladığını ve Çerek sahilindeki Jarviksholm’da büyük bir filo inşa ettiğini ortaya çıkarttı. Bunun üzerine Kral Beigarion Ayı Mezhebi’ne savaş açtı.

Diğer Alorn hükümdarların tavsiyesiyle ilk önce, Rüzgârlar Denizi’nde bir düşman filosuna engel olmak amacıyla Jarviksholm’daki tersaneye karşı harekete geçti. Saldırısı hızlı ve şiddetli olmuştu. Jarviksholm yerle yeksan edilmiş, daha tek bir geminin omurgası denize değmeden filo yanıp kül olmuştu. Fakat Riva’dan gelen bir haberle zafer silinip yok oldu. Bebek oğlu kaçırılmıştı. Beigarion, Belgarath ve Polgara büyüyle kendilerini kuşa çevirerek bir günde Riva’ya geri uçtular. Riva şehrinin evleri tek tek aranmıştı zaten. Fakat Taş’ın yardımıyla Beigarion, hırsızın izini Ada’nın batı kıyısına kadar izleyebildi. Burada bir grup Çerek mezhep üyesiyle karşılaşarak bunların üzerine çullandılar. Biri hayatta kaldı ve Polgara onu konuşmaya zorladı. Adam çocuğun, karargâhı Drasniya’nın doğsundaki Rheon’da bulunan Ayı Mezhebi lideri Ulfgar’ın emriyle kaçırıldığını itiraf etti. Öte yandan Polgara ondan yeterince bilgi alamadan mezhep üyesi, üzerinde durdukları uçurumun tepesinden aşağıdaki kayalara atlayarak öldü. Artık savaş Rheon’a yönelmişti. Beigarion askerlerinin sayıca yetersiz olduğunu ve şehre doğru ilerleyen öncüleri için bir pusu kurulmuş olduğunu fark etti. Prens Kheldar, Nadrak paralı askerlerinden oluşan bir kuvvetle gelip de savaşın gidişatını değiştirmeden önce bir yenilgiyle karşı karşıyaydı.

Nadraklarla güçlenen Rivalılar Rheon şehrini kuşattılar. Beigarion ile Durnik, Baron Mandorallen’in kuşatma makinalarının surları yere indirebilmesi için, iradelerini birleştirerek surları zayıflattılar. Belgarion önderliğindeki Rivalılar ve Nadraklar şehre akın etti. İçeride yapılan çatışmalar amansız oldu fakat mezhep mensupları geri püskürtüldü ve çoğu da kılıçtan geçirildi’. Derken Belgarion ile Durnik mezhep lideri Ulfgar’ı yakaladılar. Belgarion oğlunun şehirde olmadığını öğrenmiş olmasına rağmen Ulfgar’ı sıkı bir sorguya çekerek çocuğunun nerede olabileceğini öğrenmeyi umuyordu. Mezhep lideri büyük bir inatla cevaplamayı reddetti; derken Emanet herkesi hayrete düşürerek bütün bilgiyi doğrudan Ulfgar’ın zihninden çekip çıkarttı. Ulfgar’ın Ce’Nedra’nın hayatına kast etmiş olduğu ortaya çıkmış da olsa bebeğin kaçırılmasında hiçbir rolü olmamıştı. Gerçekten de onun asıl amacı Belgarion’un oğlunun, tercihan doğumdan önce öldürülmesiydi. Belli ki, onun amacına hiç uymayan bu kaçırmayla ilgili hiçbir şey bilmiyordu. Derken büyücü Beldin onlara katıldı. Hemen Ulfgar’ın, Torak’ın hayattaki son müridi Urvon’un adamlarından Harakan olduğunu fark etti. Harakan aniden yok olunca Beldin de hızla onun peşinden gitti. Artık Riva’dan haberciler gelmişti. Belgarion’un ayrılmasından sonra yapılan araştırmalarda, içinde bebek olabilecek bir çıkın taşıyan birinin Nyissa işi bir gemiye binip güneye yelken açtığını gören bir çoban bulunmuştu.

Derken Keli Kâhinesi Cyradis, daha fazla bilgi vermek için onlara bir suretini yolladı. İddia ettiğine göre bebek, yakalansınlar diye geride bırakılan mezhep mensuplan sayesinde Rüzgârlar Adası’ndaki uçurumda bulunan tutsaktan Polgara’mn aldığı bilgilere inanmasını sağlayarak, kabahati Harakan üzerine atacak kadar büyük bir düzenbazlık ağı ören Zandramas tarafından alınmıştı. Belli ki, dedi Cyradis, Karanlığın Çocuğu bebeği belli bir amaç için kaçırdı. Bu amacın da Sardion ile bir bağı var. Artık Zandramas’ı izlemek zorundaydılar. Bunun dışında Belgarion ile gitmesi gerekenlerin kimliğini vermekten başka bir şey söylemedi. Daha sonra devasa, dilsiz rehberi Toth’u onlara iştirak etmesi için bırakarak yok oldu. Oğlunun hırsızının onlardan aylarca ileride olduğunu ve yolun son derece karardığını fark eden Garion’un morali bozuldu. Ancak neşesiz de olsa, gerekirse dünyanın kıyısına veya ötesine kadar Zandramas’ı izlemek için yol arkadaşlarını bir araya topladı. Birinci Kısım YILAN KRALİÇE BİRİNCİ BÖLÜM ARİON karanlıkta bir yerlerde yavaş, monoton bir düzenle damlayan suyun kristalimsi tıplamasını duyuyordu. Etrafındaki serin hava, üzerlerine karanlıkta büyüyüp ışıktan kaçan soluk beyaz şeylerin küfü sinmiş kaya ve rutubet kokuyordu. Genç kral, Ulgo’nun karanlık mağaralarında fısıldaşan milyonlarca sesi yakalamaya çalışmakta olduğunu fark etti: Suyun ıslak şıpırtısı, alçak bir meyilden yavaşça yuvarlanan, yerinden oynamış çakıl taşlarının tozlu kayışı ve yüzeyden süzülerek kayalardaki minik çatlaklardan inen havanın yaslı ahları. Belgarath, geçidi titreşen kavuniçi bir ışık ve sıçrayan gölgelerle doldurarak tüten meşaleyi havaya kaldırarak durdu. “Bir dakika burada bekleyin,” dedikten sonra kasvetli galerinin düzensiz zemini üzerinden ayrı ayrı teklerden oluşan çizmeleriyle ayaklarını sürüyerek ilerledi. Kalanlar, kendilerini ezen karanlıkta beklediler.

“Bundan nefret ediyorum,” diye mırıldandı İpek, kendi kendine. “Bundan kesinlikle nefret ediyorum.” Beklediler. Belgarath’ın meşalesinin al kıpırtısı galerinin uzak ucundan belirdi. “Tamam,” diye seslendi ihtiyar büyücü. “Bu taraftan.” Garion kolunu Ce’Nedra’nm narin omzuna doladı. Rheon’a yaptıkları seferin Geran’ı kaçıran Zandramas’a, neredeyse arayı kapat- malarını imkânsız kılacak kadar önemli bir zaman kazandırmış olduğu gerçeği giderek ortaya çıktıkça, Ce’Nedra’nm üstüne derin bir sessizlik çökmüştü. Garion’un kayaları yumruklamak ve iktidarsız bir hiddetle ulumak istemesine neden olan çaresizlik hissi, Ce’Nedra’nm, tam tersine derin bir durgunluğa dalmasına neden olmuştu; şimdi de Ulgo’nun karanlık mağaralarında, diğerlerinin onu nereye götürdüğünü bilmeden ve umursamadan bir çeşit uyuşmuş ıstırabın içine gömülmüştü. Garion Polgara’ya bakmak için başını çevirdi; yüzü için- 20 MURGOLARIN KRALI deki derin endişeyi yansıtıyordu. Polgara’nm da bakışı ciddiydi ama nispeten daha az kaygılıydı. Mavi pelerininin önünü açarak ellerini Drasniya gizli lisanının belli belirsiz hareketleriyle kıpırdattı. -Üşümemesine dikkat et- dedi Pol. —Tam şu sıralarda üşütmeye karşı çok hassastır- Garion’un aklına en az yarım düzine çaresiz soru üşüştü; fakat Ce’Nedra’ya sarılmış bir halde bunları dillendirmek mümkün değildi. -Senin sükûnetini koruman çok önemli Garion— dedi Polgara’nm parmakları Garion’a.

—Ne kadar endişelendiğini ona belli etmemelisin. Ben onu izliyorum, zamanı gelince ne yapılması gerektiğini bilirim.- Belgarath yeniden durarak kulak memesini çekiştirip karanlık bir geçide kuşkuyla baktıktan sonra, sola doğru çatallanan başka bir geçide çevirdi bakışlarını. “Yine kayboldun değil mi?” diye suçladı onu İpek. Sansar suratlı ufak tefek Drasniyalı inci grisi yeleğini, mücevherlerini, altın kösteklerini bir yana bırakıp, yıpranmış eski, kahverengi bir tunik, zamanla parlamış, güve yenikli kürk bir pelerin ve yamru yumru biçimsiz bir şapka giyerek bir kez daha kendisini o sayısız tebdil-i kıyafetlerinden birine sokmuştu. “Tabii ki kaybolmadım,” diye sertçe karşılık verdi Belgarath. “Sadece şu an itibariyle tam olarak nerede olduğumuzu bilemiyorum.” “Belgarath, kaybolma kelimesinin anlamı da bu.” “Saçmalık. Sanırım bu taraftan gideceğiz.” Sol taraftaki geçidi işaret etti. “Sanıyor musun?” “Uh, İpek,” diye uyardı demirci Durnik onu yavaşça, “sesini alçak tutsan iyi olacak. O tepedeki tavan bana hiç de dayanıklı görünmüyor, böyle tavanları yere indirmek için bazen yüksek bir ses bile yeterli olur.” Gözleri korkuyla yukarı çevrilen, alnı belirgin bir şekilde terleyen İpek olduğu yerde donuverdi. “Polgara,” diye fısıldadı boğuk bir sesle, “şunu kesmesini söyle.

” “Onu rahat bırak Durnik,” dedi Pol sakin bir edayla. “Mağaralar hakkında neler hissettiğini biliyorsun.” “Bilse iyi olur diye düşünmüştüm Pol,” diye açıkladı demirci. “Mağalarda bu tür şeyler olur.” “Polgara!” İpek’in sesi ıstırap içindeydi. “Lütfen!” “Arkaya gidip Emanet ile Toth’un atlarla ne yaptıklarına bir bakayım,” dedi Durnik. Ter içindeki ufak tefek Drasniyalıya baktı. “Bağırmamaya çalış yeter,” dedi tavsiye kabilinden. Dolambaçlı galeriyi döndüklerinde geçit, tavanı boyunca geniş bir kuartz damar geçen geniş bir mağaraya açıldı. Bir noktada, belki de millerce ötede bu damar yüzeye ulaşıyor, kuartzın yüzeyinde bileşenlerine ayrılarak kırılan güneş ışınları mağaranın ortasındaki minik, sığ gölün pırıldayan yüzeyinde yer değiştirirken, bir parlayan bir solan kıpırdak gökkuşakları halinde mağaranın içine doğru saçılıyordu. Gölün öte ucunda minik bir şelale kayadan kayaya atlayarak mağarayı müzikle dolduruyordu. “Ce’Nedra bak!” dedi Garion. “Ne?” Kraliçe başını kaldırdı. “A, evet,” dedi sonra ilgisizce, “çok güzel.” Garion Pol Teyze’ye çaresizlik içinde baktı.

“Baba,” dedi o zaman Polgara, “sanırım öğle vakti geldi. Burası biraz dinlenip, iki lokma bir şeyler yenebilecek bir yere benziyor.” “Pol eğer her bir-iki milde bir duracak olursak oraya hiç varamayacağız.” “Neden her seferinde benimle tartışırsın baba? Bu senin gizli bir ilken mi?” İhtiyar büyücü bir an için kızına hiddetle baktıktan sonra kendi kendine söylenerek döndü.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir