Dean R. Koontz – Yabancilar

Dominick Corvaisis gece yatağına yattığında kolalı beyaz çarşafıyla hafif yün battaniyesini üzerine çekerek uykuya dalmış, ama bambaşka bir yerde uyanmıştı… holdeki dolabın içinde, karanlıkta, ceketlerle paltoların ardında. Ana rahmindeki çocuk gibi kıvrılmış bulmuştu kendini uyandığında. Yumrukları sıkılıydı. Boynunun ve kollarının kasları hatırlayamadığı kötü bir rüyanın gerilimiyle ağrıyordu. Gece rahat yatağından ne zaman kalktığını hatırlamıyordu ama o karanlık saatlerde yolculuk yapmış olması onu pek şaşırtmamıştı. Daha önce de iki kere olmuştu çünkü aynı şey. Son zamanlarda. Halk arasında uyurgezerlik diye bilinen somnanbulizm çeşitli tehlikeleri olan bir dertti. Bu konu insanları tarih boyunca hep ilgilendirmişti. Dom da bu derdin şaşkın bir kurbanı durumuna düştüğünden beri büyük ilgi gösteriyordu. Uyurgezerlikten söz eden yazıların geçmişi milattan önce 1000 yılına kadar uzanıyordu bulgularına göre. Eski Persler uyurgezerin gece vücudundan çıkıp uzaklaşmış olan ruhunu aradığına inanıyorlardı. Karanlık ortaçağın Avrupalıları ise şeytanın o ruhu tutsak etmesi gibi açıklamaları yeğlemişlerdi. Dom Corvaisis bu hastalığına kaygılanmaktan çok, tedirgin oluyor, utanıyordu. Gerçi romancı olarak bu gece gezintileri ilginç geliyordu ona.


Tüm yeni tecrübeleri romanlarına malzeme sayardı. Ama ilerde uyurgezerliğini yaratıcılığında kullansa bile, hastalık hastalıktı. Emekleyerek dolaptan çıkarken boynundaki ağrının başına ve omuzlarına doğru yayılması karşısında yüzünü buruşturdu. Bacakları uyuştuğundan ayağa kalkmakta zorluk çekti. Kendini yine budala gibi hissediyordu. Artık uyurgezerliğin yetişkinlerin de başına gelebileceğini öğrenmişti, ama bunu yine de çocuksu bir sorun oîarak görüyordu. Yatağını ıslatmak gibi bir şey. Mavi pijama pantolonuyla, belden yukarısı çıplak, yalınayak salonun _o_. içinden geçti, kısa koridordan yürüyüp büyük yatak odasına, oradan da banyoya girdi. Aynaya baktığında kendini bir haftadır türlü günahların zevkine kaptırmış bir sefahat düşkününe benzetti. Oysa aslında pek az günahı olan bir adamdı. Sigara içmez, aşırı yemez, uyuşturucu kullanmazdı, içkiyi de az içerdi. Kadınlardan hoşlanırdı ama önüne gelenle yatmazdı. Bu tür ilişkilerde sevginin de var olması gerektiğine inanan biriydi. Hatta kimseyle yatmayalı… ne kadar olmuştu hele… hemen hemen dört ay galiba.

Uyandığında o beklenmedik gece gezintilerinden birini yapmış olduğunu anladığı zaman hep böyle bir görüntüyle karşılaşıyordu aynada. Çok yorgun buluyordu kendini. Uyumuş olmasına rağmen, böyle gecelerde hiç dinlenmemiş oluyordu. Banyo küvetinin kenarına oturdu, bacağını kaldırıp sağ ayağının tabanına baktı. Tabanı kesilmiş değildi. Çizilmiş ya da aşırı kirli de değildi. Demek uykusunda gezerken evinden çıkmamıştı. Bundan önce de iki kere dolapların içinde uyanmıştı. Biri bir hafta önce, öbürü de ondan on iki gün önce. O seferlerde de kirlenmemişti tabanları. Yine geçen seferlerde olduğu gibi kendini kilometrelerce yol yürümüş hissediyordu. Ama böyle yapmışsa bile, demek evinin içinde dönüp dolaşmıştı. Uzun, sıcak bir duş kaslarındaki rahatsızlığın ,çoğunu aldı. Dom ince ve formdaydı. Otuz beş yaşına özgü yenilenme ve güçlenme yeteneklerine sahipti.

Kahvaltısını bitirdiğinde kendini hemen hemen insan gibi hissetmeye başlamıştı bile. Ön terasta, önünde kahvesiyle oturmuş, Laguna plajının güzel coğrafyasını inceliyordu. Tepelerden denize doğru tatlı bir eğim vardı burada. Bir süre sonra kalkıp çalışma odasına geçerken uyurgezerliğinin çalışmalarından kaynaklandığından hemen hemen emindi. İşin kendisi değil de, geçen şubatta bitirdiği ilk romanı Babil’de Akşam’ın bu kadar başarılı olması. Dom’un işlerini üstlenmiş olan yayın ajansı Babil’de Akşam’ı açık artırmaya çıkarmış, sonunda kitabı Random Yayınevi alıp da ilk roman için oldukça dolgun bir avans ödeyince Dom şaşırıp kalmıştı. Üstünden bir ay geçmeden kitabın film hakları satılmış (bu evin peşinatını yatırma olanağını birlikte getirmiş), Edebiyat Derneği de kitabı o ayın seçmeleri listesine almıştı. Dom o kitabı yazmak için yedi ay boyunca haftada altmış, yetmiş, hatta seksen saat çalışmış olmasına, daha önce de on yıldır kendini o romanı yazmaya hazırlıyor olmasına rağmen, yine de göz açıp kapayıncaya kadar başarıya ulaşmış biri gibi hissediyordu kendini. Aydın ama yoksul bir hayattan-buraya bir sıçrayışta gelmiş gibi. Eskiden yoksul olan Dominick Corvaisis’in gözü, arasıra bir aynada ya da. pencere camında şimdi zengin olan Dominick Corvaisis’e ilişiyor, kendini böyle savunmasız yakaladığı anlarda, acaba bana gelen bu kısmeti gerçekten hak ettim mi, diye düşünüyordu. Zaman zaman korkunç bir düşüşe doğru gittiğini hissettiği de oluyordu. Bu tür zafer ve başarılar beraberinde epey bir gerilimi de sürükleyip getiriyordu genelde. Babil gelecek şubatta yayınlandığında acaba Random Yayınevinin yatırımını düze çıkaracak kadar iyi karşılanacak mıydı? Yoksa başarısızlığa uğrayıp Dom’u küçük mü düşürecekti? Dom aynı şeyi bir daha yapabilir miydi, yoksa Babil bir rastlantı mıydı? Uyanık olduğu her dakika, bu ve buna benzer sorular zihninin çevresinde akbabalar gibi dönüp durmakta olduğundan, aynı soruların gece uyurken de kendisini rahat bırakmadığını tahmin ediyordu. Bu yüzden uykusunda yürüyordu herhalde.

O amansız kaygılardan kurtulmak, dinlenecek bir yer aramak, dertlerin onu bulamayacağı bir yere saklanmak amacıyla. Masasına oturup ekranlı IBM yazı makinesini çalıştırdı, yeni kitabının ilk disketindeki on sekizinci bölümün ekranda belirmesi için gerekli düğmeye bastı. Henüz isim koymamıştı yeni romanına. Dün akşam işi bıraktığında on sekizinci bölümün altıncı sayfasında kalmıştı. Ama yazılar ekranda belirip de yeniden çalışmaya hazırlandığında, yarım bıraktığı sayfa yerine karşısında dibine kadar doldurulmuş bir sayfa yazı buldu. Ekranda hiç tanımadığı yeşil satırlar birbirini izliyordu. , Bir an aptallaşmış bir ifadeyle gözlerini kırpıştırıp o düzenli satırlara baktı, sonra başını iki yana sallayıp bu gerçeği boşuna inkâr etmeye çabaladı. Ensesi birden buz gibi kesilmiş, aynı anda da terle kaplanmıştı. Onu böyle kaygılandıran, altıncı sayfadaki bu hatırlanmayan satırların yazılmış olması değil, satırlarda ne yazılı olduğuydu. Üstelik… yedinci sayfa diye bir şey olmamalıydı. Kendisi yazmamıştı ki olsun! Ama vardı. Ardından bir de sekizinci sayfa buldu. Disketteki malzemeyi tararken avuçları yapış yapış oluyordu. Çalışmalarına eklenmiş olan bu şaşırtıcı yazılar tek kelimelik bir cümlenin yüzlerce kere tekrarlanmasından oluşmuştu: Korkuyorum. Korkuyorum.

Korkuyorum. Korkuyorum. Çift espaslı, dörtlü sıra halinde, her satırda dört cümleden, altıncı sayfada 13 satır, yedinci sayfada 27 satır, sekizinci sayfada da yine 27 satır olarak, cümle tam 268 kere tekrarlanmış oluyordu. Makine bunu kendi kendine yaratmış olamazdı. O ne de olsa, kendisine verilen emri yerine getiren sadık bir köleydi. Yabancı birinin eve girip elektronik olarak korunan bu roman taslağıyla uğraştığını varsaymak için de hiçbir neden yoktu. Eve zorla girildiğine dair hiçbir iz yoktu bir kere. Zaten bu eşek şakasını yapacak kimseyi de tanımıyordu. Demek ki, uykusunda gezerken makinenin başına geçmiş, bu cümleyi oraya 268 kere yazmıştı. Ama böyle bir şey yaptığını hiç ‘hatırlamıyordu. Korkuyorum. Neden korkuyordu? Uykuda gezmekten mi? Gerçi insanı tedirgin eden bir deneyimdi. Heie de sabahlan, pek rahatsızlık veriyordu. Ama bu tür dehşet düzeyinde korkular yaratacak bir şey de sayılmazdı. Edebiyat alanında başarıya böylesine hızlı ulaştığından, aynı hızla inip unutulacağına dair kaygılar vardı içinde.

Ama makinedeki yazıların meslek hayatıyla ilgili olmadığı, bambaşka, garip bir şeyden kaynaklandığı içine doğuyordu. Karşısındaki tehdit pek garip, bir şey olmalıydı. Bilinçli zihninin henüz göremediği, ama bilinçaltının gördüğü, onu uyarmak için uykusunda bü mesajı ilettiği bir şey. Yo, saçma. Yine romancılara özgü hayal gücü faaliyete geçmiş olmalıydı. Çalışmak. En iyisi çalışmak olacaktı. Dom’a en çok yarayacak ilaç buydu. Hem zaten okudukları doğruysa, yetişkin uyurgezerler bu işi pek uzun sürdürmüyorlardı. Olsa olsa altı aylık bir süre içinde en çok bir düzine gezinti yapıyorlardı görünüşe göre. Büyük ihtimalle bir daha uykusu bu tür gezintilerle rahafsızlaşmayacak, bir daha dolap diplerinde uyanmayacaktı. Disketten istenmeyen sözcükleri sildi, on sekizinci bölümü yazmaya devam etti.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir