Doğan Cüceloğlu – Anlamlı ve Coşkulu Bir Yaşam için Savaçcı

“Şimdi ve şu anı yaşama tembelliği” neden bu kadar yaygın? Neden görmeyiz bize bakan gözleri, neden kırarız gönülleri, neden pişmanlıklar içinde yuvarlanır gideriz? Yedinci bölümde bu soruların yanıtını savaşçının ölüm bilinci içinde irdeliyoruz. Peki bu sıradan insan, kaybolmuş, güçsüz insan savaşçı olabilir mi? Evet! Nasıl? Değişerek! Nasıl değişir? Farkına vararak ve farkına vardığını yaşayarak. Sekizinci bölümde bu değişimden söz ediyoruz. Yaşandıkça ağırlaşan, yükü artan bir yaşam içinde değişime nasıl cesaret edilir? Bitmemiş işleri bitirerek. Dokuzuncu bölümde sizi bitmemiş işlerle tanıştırıyoruz. Bitmemiş işler bitmeden gücümüzü kazanamayız; şimdi ve şu anın tembelliğinden kurtulamayız. Örnek mi istiyorsunuz? Onuncu bölümde don Juan savaşçı olmanın güçlü örneklerini veriyor. On birinci bölümde, konuştuklarımızı gözden geçiriyoruz. Önsöz xiii Arif Bey kimdir? Arif Bey, bu kitapta benimle konuşan bir sınıf öğretmeni. O beni bulmadı, aslında ben onu buldum. Uzun zamandır öğretmenlere ulaşmak, onlarla bir diyalog başlatmak gereksinmesi duyuyordum. Arif Bey’i böyle bir arayışın sonucu buldum. Arif Bey’in yüreğinde sıkıntı var. Çabalıyor. Anlamak istiyor, yapmak istiyor.


Destek bulamıyor. Ve yalnız. Bazen^bilgece, bazen şaşılacak derecede basit sorular soruyor. Niye? Çünkü Arif Bey okuru düşünüyor: ne zaman konu karma-şıklaşıp ipin ucu kaçıyor gibi görünüyorsa soru basitleşiyor. Arif Bey’in bütün amacı siz okuyucuya yardımcı olmak. Onun için ara sıra tutarsız görünebilir; affola. Bu kitap kimin için yazıldı? ‘Anlamlı ve coşkulu bir yaşam’ sözü size bir şey ifade ediyorsa, o yönde öğrenmek, o yönde değişmek, eylem içinde olmak istiyorsanız, bu kitap sizin için yazıldı. Daha önceki kitaplarımda açıkladığım, irdelediğim kavramları burada yinelemedim. İlgilenen okuyucu diğer kaynaklardan bulabilir diye düşündüm. ‘Sen’ve ‘Siz’ Arif Bey’le konuşmalarımda ona bazen ‘sen’ diye hitap ediyorum, bazen de ‘siz’. Kitapta ‘sen’ ve ‘siz’ konusunda tutarsızlık görebilirsiniz. Bu tutarsızlığı gidermek üzere kitap üzerinde çalışırken kitabı gözden geçirin arkadaşlarımdan biri, Ataman Onar, bu farklılığın tesadüfen olmadığını, o andaki duygusal dinamikler i-çinde doğal olarak oluştuğuna dikkatimi çekti. Kendine özgü söy-leyişiyle, “Abi, hoca birine ‘sen’ diyorsa, onun kerameti vardır. Hoca, ‘siz’ dediği zaman kork!” diye algılayışını belirtti, ve bu farklılığın kitapta kalmasını önerdi. Ben de öyle yaptım.

Davet Kitabın sonunda size bir davet var. Bu kitap size bir anlam i-fade etti ise, yayınevi ve benimle düşüncelerinizi kısaca paylaşmanızı istiyorum. Bu kitabın müsveddesini okuyan birkaç kişinin düşüncelerini kitabın arkasında “Okurların Düşünceleri” başlığı altında bulacaksınız. 1 Arayış Seminer sonrası beni kapıda yakaladı. Yüzünde heyecan, gerginlik, mutluluk ve kaygı birbirine karışmıştı sanki. Göz göze geldik: “Hocam, bir sorum vardı, acaba bana birkaç dakikanızı ayırabilir misiniz?” Gözlerimiz birbirini anladı, onlar anlaştıktan sonra istekler genellikle olumlu yanıtlanır. Ben de öyle yaptım. “Birkaç dakika ayırabilirim.” Gözlerimiz birbirine güldü. O-nun gözünde bir sıcaklık, bir arayış, bir özlem vardı. “Ben öğretmenim. Öğretmenliğe inanıyorum; ama, mutsuzum. Sizin tüm kitaplarınızı okudum. Sizinle konuşmak istiyorum.” -Adınız? -Adım Arif efendim.

Arif Okurer. Dediğim gibi sınıf öğretmeniyim. Öğretmenliği istediğim için seçtim. Ama, şimdi öğretmenliği seçtiğim için kendimi biraz aptal hissediyorum. Kaybolmuş gibiyim. Ve’neden aptal hissettiğimi, neden kaybolmuş hissettiğimi de tam bilmiyorum. Bu kadar kestirmeden ve yalın bir dille anlam arayışını anlatışı beni etkilemişti. Karşımda, yaşamı anlamsızlaşmadan yakalamak isteyen, çabalayan, ama neyi nasıl yapacağını pek bilemeyen birini görüyordum. -Arif Bey, bu birkaç dakika içinde konuşulacak konu mu? -Doğan Bey, size ulaşmak zor; bu benim tek fırsatım. Size mektup yazdım ama cevap alamadım. Birkaç dakika için bile olsa konuşmak isterdim. O kadar bunalıma girdim ki, bütçemi zorlayarak psikologa gittim, ama pek yararlanamadım. -Anlıyorum. Konuşmamız gerektiğini görüyorum. -Evet.

-Ama, birkaç dakikadan daha uzun zamana gereksinmemiz var. -Siz ne zaman derseniz ben istediğiniz yere gelirim. 2 Anlamlı ve Coşkulu Bir Yaşam İçin SAVAŞÇI -Yarın Cumartesi. Yarın öğleden sonra saat ikide Kabataş’taki Deniz Otobüsü İskelesi’nin yanındaki çay bahçesinde buluşalım mı? -Ben Üsküdar’dan geleceğim, bana uygun. -Oldu. Yarın saat ikide buluşmak üzere. Gülümseyerek elimi sıktı. Heyecanlıydı. Yüzünü mutlu bir i-fade kaplamıştı. Onu daha yakından tanımak istediğimin farkına vardım. Arayış içinde olan insana pek kolay rastlamıyorum toplumumuzda. Benimle konuşmak isteyen insanların çoğu aslında bir başkasını nasıl değiştirebileceklerini soruyorlar: “Kocam benimle iletişim kurmuyor. Sizin kitaplarınızı okumasını söyledim, onları da okumuyor. Ne yapmalıyım?” “Annem ve babam sürekli birbirleriyle kavga ediyorlar. Onların kavga etmemesi için ne yapabilirim?” “Çocuğumuzun öğretmeni, öğrencilerini azarlıyor.

Asık suratlı biri. Daha iyi bir öğretmen olması için ona ne söylemeliyim? Acaba öğretmeni değiştirmeli miyim?” “Karımın annesi burnunu bizim her işimize sokuyor. Karım bundan rahatsız değil, ama ben rahatsızım. Ne yapayım, nasıl hareket e-deyim de bizim kayınvalidenin işimize karışmasını önleyeyim?” Tabii, en sık sorulan, “Bu memleketin insanını nasıl değiştireceğiz, nasıl adam edeceğiz, hocam?” sorusu oluyor. Arif öğretmen, bir başkasını değiştirmek için soru sormadı. Aslında bana soru sormadı. Yaşamının anlamsızlaştığının farkına vardığını, bu boşluğun içinde kıvrandığını söyledi. Bir arayış’içinde olduğunu paylaştı. Arif öğretmeni sevdim. Arayış içinde olan insan benim için değerlidir. Bu insan bir öğretmen ise o zaman gözümde değeri bir kat daha artar. Ona zaman ayırmaya karar verdim. Yarın buluşacağımızı düşündükçe ben de heyecanlanıyorum. *#* Cumartesi günü öğleden sonra saat bir buçukta evden çıktım, Akyol’dan Fındıklı’ya doğru aşağıya yürüyerek indim, köşedeki Arayış sigorta şirketinin genel müdürlük binasının önündeki ışıklardan karşıya geçtim. Yüzüm denize dönük yürürken sağımda bir cami, önümde bir park ve parkın hemen içinde bir çocuk bahçesi yer alıyor.

Kırık dökük salıncakları, yeşile boyanmış, oturacak yerleri kırık bankları var bu parkın. Banklar kırık olmasına rağmen yine de insanlar oturuyor üzerinde. Anababalar çocuklarını sallıyor; bazı çocuklar kaydırağa tırmanıyor; kuşlar yerlerde yiyecek kırıntısı a-rıyor. Oldukça kuvvetli bir esinti çıkmış ve bu esinti sanki görünmez bir el gibi yerdeki kâğıt parçalarını, plastik torbaları havalandırıp önüne katıyor ve görünmez sihirli el parktaki tüm çöpleri harekete geçiriyor. Kuvvetli esinti yere atılmış boş bir hamburger torbasını sürüklemeye başladı. Dört yaşlarında bir kız çocuğu torbanın arkasından koştu, onu yakaladı ve kendisini gözleriyle takip eden, muhtemelen kendisinden bir yaş büyük ağabeyine, “Bak, McDonalds torbası, ben buldum,” diyerek övgüyle elindeki kâğıt torbayı gösterdi. Ağabeyi bununla gerçekten ilgilendi; üzeri resimli, parlak renkli, büyük yazıları olan, göz alıcı bir torba olduğu için kıza gıpta ile baktı. Küçük kız ağabeyinden daha güçlü durumda olmaktan memnun, zafer kazanmış bir edayla, elinde torba, ona bakıyordu. Torbayla bir şeyler yapması gerektiğini düşünüyor, ama ne yapacağını bilmiyordu. Ve ağabeyinin tekliflerine açık olduğu her halinden belliydi. Kahveye Arif Bey’den önce gelmiştim. Boğaz’a yakın bir masaya oturdum. Arif Bey’i görünce gülümseyerek ayağa kalktım; el sıkıştık. Arif öğretmen otuz yaşlarında, açık renk saçlıydı; hatta koyu saçlıların bol olduğu ülkemizde ona sarışın bile denebilirdi. Bıyığı saçlarının rengindeydi: ince, bakımlı ve kibardı.

Elindeki kitabı masamızın üzerine bıraktı. Yolda geçen zamanını kitap okuyarak değerlendirmiş olmalıydı. Oturduktan hemen sonra servis yapan genç geldi ve hiçbir şey söylemeden öylece yüzümüze baktı; yüz ifadesi ve duruşuyla belli ki siparişimizi bekliyordu. İki çay söyledik. Arif öğretmenin, “Sizin ıhlamur içeceğinizi sanıyordum,” sözleri üzerine ikimiz de gü-lümsedik. 4 Anlamlı ve Coşkulu Bir Yaşam İçin SAVAŞÇI Deniz otobüsü iskelesi tam karşımızdaydı. İskeleye gelen her deniz otobüsünden yüzlerce insan iniyor, birkaç dakika sonra, iskelede bekleyen yolcular inen yolcuların yerini almak üzere gemiye biniyorlar ve gemi kısa bir anonstan sonra hareket ediyordu. Güneşli bir gündü. Oturduğumuz masanın yarısı güneşteydi. Ben gölgeli kısma oturmuştum. Kesme şekerler plastik kutular i-çinde örtüsüz masaların üstüne konmuştu. Birkaç kâğıt peçete rüzgârın etkisiyle yerlerde uçuşuyordu. Rüzgâr biraz kuvvetli esince kâğıt peçeteler denize sürükleniyordu. Daha önce de bu parkta kitap okurken dikkatimi çekmişti; insanlar, çikolata şekerleme gibi yiyeceklerin ambalajlarını açtıklarında kâğıtlarını masalarının üzerine bırakıyorlar ve rüzgâr bu döküntüleri alıp denize savuruyordu. Bu durum kimsenin umurunda değildi.

Arif öğretmen denize doğru sürüklenen bir kâğıt peçeteyi aldı, masanın üzerindeki kitabının altına sıkıştırdı. Arif öğretmene içim yeniden ısındı; onu sevmiştim. Tanışıyoruz “Evet, Arif Bey, birkaç dakika konuşmak istiyordunuz,” diye söze başladım. “Şimdi birkaç dakikadan daha çok zamanımız var. Sizinle saat dörde kadar kalabilirim. İki saat zamanımız var.” O da, bir an önce konuşmaya başlamak ister gibi hemen yanıtladı: -Doğan Bey, bana ayırdığınız bu zaman için teşekkür ederim. Sizinle bu kadar süre konuşabileceğimi hayal dahi etmiyordum. Çok mutluyum. Sizinle konuşabilmemin benim için anlamı büyük. -Öğretmen olduğunuzu, öğretmenliğe inandığınızı, ama mutsuz olduğunuzu söylemiştiniz. -Evet. Öğretmenliği istediğim için seçtim. Ama, şimdi öğretmenliği seçmekle aptallık yaptığımı düşünmeye başladım. Kaybolmuş gibiyim.

Neden aptal hissettiğimi, neden kaybolmuş hissettiğimi de pek bilmiyorum. -Nerelisiniz? -Eskişehir’liyim. -Eğitiminizi nerede yaptınız? Arayış -Eskişehir’de liseyi bitirdim. Ege Üniversitesi’nde yüksek tahsilimi yaptım. -Kaç yıllık öğretmensiniz? -Beşinci yılındayım. -Ne zamandan beri aptallık yaptığınızı düşünmeye başladınız? -Üç yıl önce böyle düşünmeye başladım, son iki yıldır bu duygu gittikçe arttı. -Ne oldu, Arif Bey? Herhalde durup dururken aptallık yaptım diye düşünmediniz; bazı olaylar, gözlemler, düşünceler sizi bu duyguya götürmüş olmalı. -Evet. Öyle oldu. -“Öyle oldu” demekle ne kastettiğinizi biraz açar mısınız? Çaylar geldi. İkimiz de birer şeker attık, karıştırdık; birer yudum aldık. O cıvıldayan gözler, durgunlaştı, bir ara daldı; sonra yeniden canlandı, bana baktı, gülümsedi; gülümsemesinde hafif bir utangaçlık vardı. Anlatacaklarının beğenilmeyip yargılanacağı kuşkusu içinde, kaygıyla içini çekti. Göz göze geldik, utangaç bir gülümsemeyle konuşmaya başladı: -Annem ve babam benim öğretmen olmamı istemediler. İşletmecilik, bilgisayar mühendisliği, elektronik mühendisliği gibi piyasada talep edilen mesleklerden birini seçmemi istemişlerdi.

Ben öğretmen olmakta ısrar ettim. -Neden? -Sizin kitaplarınızı okuduğum zaman şunu gördüm: Toplumumuzda anababalık konusunda önemli aksaklıklar var. Bu aksaklıkların büyük bir kısmı öğretmenler tarafından giderilebilir diye düşündüm. -Anababaların eksikliklerinin bir kısmını belki bir derece giderebilirsiniz, diye düşündünüz. -Evet, Doğan Bey. -Ama, umarım şunun bilincindesinizdir; anababaların evde çocuklarına verdikleri eğitim, birçok yönden okuldakinden farklı içerik ve kapsamı oluşturur. Yani, siz hiçbir zaman öğrencilerin anası ve babası yerine geçemezsiniz. Ne var ki, çocukların sağlıklı gelişimi 6 Anlamlı ve Coşkulu Bir Yaşam İçin SAVAŞÇI yönünden önemli katkılarda bulunabilir, değerli hizmetler sunabilirsiniz. -Doğan Bey, özellikle ilköğretim bana anlamlı bir hizmet olanağı olarak gözükmüştü. -Şimdi hizmet olanağı olarak gözükmüyor mu? -Hayır, artık öyle düşünmüyorum. -Niçin? -Her şeyden önce bazı öğretmenlerin öyle düşünmediğini gördüm. Benim ilk meslek aylarımda şevkimi, heyecanımı, coşkumu en çok yadırgayanlar okulumdaki bazı tecrübeli öğretmenler oldu. Ben öğretmenliğe büyük bir hizmet olanağı diye bakarken onlar öğretmenliğe, “çaresizlikten yapılan bir meslek” olarak bakıyorlardı. -Mesleğe neden öyle baktıklarını onlara sordunuz mu? -Sormaz olur muyum, sordum tabii. Bizim toplumda eğitimin, bilginin bir değeri olmadığını, öğretmenin ancak lafta değerli olduğunu, aslında öğretmenlere ne anababaların, ne toplumun, ne de devletin değer verdiğini söylediler.

Okulların durumu, yönetim tarzı, verilen maaş, yöneticilerin öğretmenlerle ilişkisinin sertliği ve “evet efendimcilik,” anababaların çocuklarının gelişimine gösterdiği duyarsızlık, onların şevkini kırmış. “Şimdi onlar ‘geçim için öğretmenlik’ yapıyorlar. ‘Gelişim i-çin öğretmenlik’ hayalden ibaret diyorlar. ‘Evli değilken, aile ge-çindirmezken, veya öğrenciyken insan rahat rahat hayal kurabiliyor, ama, aile kurup gerçek yaşamın içine girince, hayallerin sadece hayal olduğunu anlayacağımı,’ söylüyorlar,” Durdu; bir süre düşündü, daha sonra konuşmaya devam etti: -Ve, ‘hayal içinde bir ömür geçiremeyeceğimi, benim de nihayet gerçeği anlayacağımı,’ belirtiyorlar. Galiba ben de anlamaya başladım. -Ama, öyle anlaşılıyor ki, bu gerçeği anlamaya başlamanız sizi pek mutlu etmiyor. -Hayır! Mutlu etmiyor! Bir kere bunun bizim gerçeğimiz olduğunu kabul etmek benim için zor. İkincisi, eğer bu bizim toplumun gerçeği ise, bu gerçek içinde öğretmenlik mesleğini seçmem Arayış hakikaten aptallık. Bunu görememek de büyük bir safdillik. Bu kadar enayi olduğumu kabul etmekte de zorlanıyorum. Sözün kısası berbat bir durumdayım. -Anlıyorum. -Bunu duyduğuma sevindim; çünkü ben artık kendimi anlamıyorum. -Arif öğretmenim, size Arif Bey yerine, Arif öğretmenim demek geldi içimden, izin verir misiniz? – Yani öğretmenliği kabul etmemi mi istiyorsunuz? -İster kabul edin, ister kabul etmeyin. Benim umurumda olan o değil.

Benim önem verdiğim, benim umurumda olan, sizin ilk başta öğretmenliğe bakış tarzınızdaki niyetiniz, motivasyonunuz. Bu niyetle siz “gelişim için öğretmen” olmaya hak kazanmışsınız. Başkası ne derse desin, siz bir öğretmensiniz. -Peki, kendimi niye aptal hissediyorum? Kafam niye karışık? -Büyük resmi, geniş çerçeveyi çizemediğiniz için. “Geçim i-çin öğretmenliğin” yapıldığı bir bağlam içinde “gelişim için öğretmenliği” yorumlamaya çalışıyorsunuz. “Gelişim için öğretmenlik” bambaşka bir yaşam felsefesi. Böyle bir yaşam felsefesinin sınırları içinde siz Arif öğretmensiniz. Ve Arif öğretmenle tanıştığım için kendimi şanslı hissediyorum. -Sağolun Hocam. -Bu yaşam felsefesi belirginleştikçe, bu yaşam felsefesinin temelleri atıldıkça, neden böyle düşündüğümü siz de anlamaya başlayacaksınız. Ama, izin verin bir gözlem yapayım burada; seminerden sonra benim birkaç dakikamı istediğinizde size, “Arif Bey, bu birkaç dakika içinde konuşulacak konu mu?” diye sormuştum. Umarım konunun birkaç dakika içinde konuşulacak bir konu olmadığını şimdi görüyorsunuzdur. -Evet, görüyorum. Ama, herhalde sizden saatler isteyemezdim. -Tabii, haklısınız.

Geniş kapsamlı bir etkileşim, bir sohbet i-çinde bu konuyu ele alalım istiyorum. Ne dersiniz? -Ben seve seve saatlerimi veririm. Ama, size yük olmak, sizin değerli zamanınızı almak istemem; bunun tedirginliği içindeyim. 8 Anlamlı ve Coşkulu Bir Yaşam İçin SAVAŞÇI -Arif öğretmenim, bu sohbetin yaratacağı yolculuk, benim için de anlamlı. Sizin gelişiminiz kadar, bu sohbette benim gelişimim de söz konusu olacak. Bana öyle geliyor ki, ikimiz de öğretmeniz. İkimiz de arayış içindeyiz. Ve öğretmen olmak isteyişimizin temelinde bizim çocuklarımız var; onlara ulaşmak, onların olabildiğince gelişmeleri, olabildiğince mutlu bir yaşam oluşturmaları var. -Peki Hocam, nereden başlayalım? -Şimdi ve buradan başlayalım? -Yani nasıl? Anlayamadım. -Şimdi ve burada olup bitenden. -Şimdi ve burada benim kafamın karışıklığından, kendimi aptal hissedişimden söz ederek başladık. -Evet, ondan başlayalım. -Siz, “Arif öğretmenim” diyerek beni onurlandırdığınızdan beri, eskisi kadar kendimi aptal, saf, enayi hissetmiyorum. -Peki, bu gözlem sana ne diyor? -Kendimi eskisi kadar aptal hissetmeyişim mi? -Evet. -Demek ki düşündüğüm kadar aptal değilmişim, diyorum kendime.

-Niçin? -Çünkü, size, sizin düşüncenize değer veriyorum, saygı duyuyorum. -Niçin? -Öğretim üyesisiniz. Çok sayıda bilimsel araştırmalarınız var. Kitaplarınız yayınlandı ve okuyucuların beğenisini kazanmış durumda. Sizi birkaç kez televizyonda beğeniyle izledim. Siz bu toplum için değerli bir insansınız. Ve böyle bir insanın bana değer vermesi, benim de kendimi değerli görmeme yol açıyor. -Arif öğretmenim, öğretmenliği hizmet olanağı için seçtiğinizi söylemiştiniz. -Evet. -“Şimdi hizmet olanağı olarak gözükmüyor mu?” diye sormuştum. O zaman; “Hayır, artık öyle düşünmüyorum,” demiştiniz. Arayış 11 “Niçin?” diye sorduğumda, “Her şeyden önce öğretn ?¦ ¦*” düşünmediğini gördüm” diye başlayan bir açıklarm “Her şeyden önce” diye başlamanız dikkatimi çekti. Siz ilişkinizi etkileyen öğretmenlerin dışında başka kişiler, da etkenler oldu mu? -Evet, oldu. Üniversitede okurken oldukça yakın ilişki kurduğum, beğendiğim bir kız arkadaşım, öğretmen olmakta ısrar ettiğim için benimle evlenmek istemedi, şimdi bir elektronik mühendisiyle evli. -Oldukça geleneksel düşünce içinde sıkışıp kalmış bir kız arkadaşınız varmış.

Öğretmen olmak istediğiniz için sizi takdir edecek birçok aydın genç bayan olduğundan eminim. Herhalde, henüz onlardan biriyle tanışma olanağı bulamamışsınız. -Henüz öyle bir imkân bulamadım. Pek arayış içine girdim de denemez. İki yıl önce kiralık ev ararken, bir ev sahibi, öğretmen yerine evini ticaretle uğraşan bir başkasına vermeyi yeğledi. Kendisiyle konuştuğum zaman, “Siz öğretmensiniz, kirayı vermekte zorlanabilirsiniz!” diye yüzüme kaygısını açıkça söylemekten çekinmedi. Kendi annem ve babam, yeteneklerime uygun bir meslek seçmediğim için beni hâlâ eleştirirler. Lisedeki arkadaşlarım, benimle alay ederler, “Çok safsın lan sen. Millet kendi çıkarı peşinde cebini dolduruyorken, sen onların lafına kanarak, memleket çocuklarına kendini adamışsın. Bu kafayla senin burnun daha çoook sürtülür. Kendini düşünmüyorsun, ama, bil ki ilerde onlar senin çocuklarını düşünmeyecek,” diyorlar. -Arif öğretmenim, izin ver bir manzara çizeyim. Bu manzara içinde kendinizi nasıl hissettiğinizi bana söylemenizi isteyeceğim. Varsayalım ki “Manzara şu: Farzedin ki ailelerin çocuklarını yaşama tam hazırlamadığını, onları geliştirmediğini kamu, medya, hükümet anlamış durumda. Biz biliyoruz ki, bu eksikliği gidermenin en iyi yolu anababaları eğiterek onları etkili, geliştiren anababalar haline getirmek.

Ama bunu yapmak güç; büyük planlama, organizasyon, takip, eğitim stratejisi ve en önemlisi, uzun zaman ister. O nedenle, far-zedelim ki, çocukların ailede bulamadığı eğitimi, gelişimi, yaşama g Anlamlı ve Coşkulu Bir Yaşam İçin SAVAŞÇI .azırlamayı okulda öğretmenlerin yapabileceğini anlayan bir toplumla, bir yönetimle karşı karşıyayız. “Varsayalım ki, bu anlayış her yerde yaygın: özellikle, öğretmenler arasında. Öğretmenler kendilerine toplumun en değerli elemanları olarak bakıyorlar ve ‘biz bu toplumunun geleceğinin mimarlarıyız,’ diyorlar. “Öğretmenliğe büyük bir hizmet olanağı diye bakarak öğretmen olduğunuz için meslektaşlarınız sizi kutluyorlar. Bir insanın yaşamının bundan daha anlamlı olamayacağını, parası pek iyi olmasa dahi, en doyurucu, en anlamlı, en coşkulu mesleklerden birini seçtiğiniz için sizi övüyorlar. Üniversitedeki kız arkadaşınız, öğretmen olduğunuz için sizi takdir ediyor ve hayranlık duyuyor. Anneniz ve babanız, ‘Oğlum, sen daha çok para kazanacak meslekler seçebilirdin ama, hiçbir meslek, öğretmenlik kadar anlamlı ve doyurucu olamazdı. Seni kutlarız,’ diyorlar. Lise arkadaşların, ‘Arif seninle gurur duyuyoruz. İçimizde en anlamlı mesleği sen seçtin. Para önemli ama, anlamlı bir hizmet yaptığın duygusu daha da ö-nemli. Seni takdir ediyoruz,’ diyorlar.” Ben konuşmamı sürdürürken Arif öğretmen gülümseyerek ö-nüne bakıyordu.

-Ne demek istediğinizi anlıyorum, Doğan Bey. -Ben yine de size soracağım soruyu sorayım. Farz etmiş olduğumuz bu ortamda da, yine sizin aklınız karışır, öğretmen olmaya karar verdiğiniz için kendinizi aptal, safdil hisseder miydiniz? -Sanırım hissetmezdim. Demek ki, kendi mesleğimi değerli görüp görmeyeceğime karar verirken ben, başkalarının tepkisini, değerlendirmesini esas alıyorum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir