Doğan Cüceloğlu – İçimizdeki Çocuk

Bu kitap duygu, düşünüş ve davranışımızı sürekli etkileyen önemli bir kaynaktan, İçim iz d ek i Ç ocuk’tan söz etmektedir. İçimizdeki Çocuk ve İçimizdeki Ana-Baba duygu, düşünüş ve davranışlarımızı sürekli yönlendirdiği halde, bu kaynakları tanımak için çaba harcamayız. Çoğu kez onların varlığından haberdar bile değilizdir. Ne var ki, İçimizdeki Çocuk ile İçimizdeki Ana-Baba ilişkisi yaşamımızdaki en önemli ilişkilerden biridir. İç Çocuk ve îç Ana-Baba ilişkisi dengesiz olan kişinin mutlu bir yaşam sürdürmesi olanaksızdır. İçimizdeki Çocuk kitabı, İç Çocuk ve İç Ana-Baba ilişkisinin nasıl oluştuğunu, türlerini ve günlük yaşamımızda duygu, düşünce ve davranışlarımıza nasıl yansıdığını incelemektedir. Kitabın daha sonraki bölümlerinde iç dünyasına denge, ahenk ve huzur getirmek isteyen okuyuculara bir program çerçevesinde alıştırmalar verilmiştir. Konumuza iki farklı davranışı gözlemleyerek gireceğiz. Bunlardan ilki yaşamında herhangi bir şey aksadığında hemen kendini suçlayan birine, İkincisi, mutsuzluğunun kaynağını çevresinde ve toplumda gören diğerine aittir. Kendine Kızan Kişi Yüzünden bir sıkıntısı olduğunu anlamıştım; uzun yıllar aynı üniversitede çalışm ış olduğum uz için el kol hareketleri, bedeninin duruşu ve yüz ifadelerinden arkadaşım ın nasıl bir duygu içinde olduğunu anlayabiliyordum. “Carum kim sıktı,” diye sordum. “Esasında kimseye kızm aya hakkım yok; bütün öfkem kendim e,” diye cevap verdi. Biraz daha üzerinde durunca canını sıkan olayı anlattı. «Geri vitese taktıktan sonra frene basınca arabadan bir ses çıkıyordu. Cum a günü tamirciye götürdüm.


Gözden geçirdi ve yapılması gereken önemli bir tamir olduğunu bildirdi. Arabayı tam ircide bıraktım. O gün bir arkadaşla konferansa gitmiştik, konferans dönüşü ar- 10 İÇİMİZDEKİ ÇOCUK kadaş beni tamircide bıraktı. Tamirci, önemli parçaların değişmesi gerektiğini, bu haliyle arabayı sürmenin tehlikeli olduğunu, ben konferansta olduğum için bana telefonla ulaşamadıklarından benden ‘uygun’ cevabı alamadıklarını ve bu nedenle arabayı tamir edemediklerini söyledi. Mecburen arabayı orada bıraktım. Pazartesi günü işten sonra bir arkadaş beni tamirciye götürdü. Bardaktan boşaturcasına yağmur yağıyordu, tamirhane kapanmadan ancak iki dakika önce yetişebildik. Tamirci, ‘arabanız tamam, her şey yapıldı,’ dedi. Ödemem gereken oldukça yüklü bir tamir parası idi. Parayı ödedim. Arabaya atladım, eve geldim. Park ettim. Aklıma geldi, ‘bir deneyeyim, geri vitesten sonra frene basınca ses çıkarıyor mu?’ diye. Denedim, yine eski ses aynen orada. ‘Arabayı almadan önce niye orada denemedim,’ diye kendime kızdım.

Bu adamlar bu sesin tehlikeli olduğunu söyleyerek bana bu kadar araba tamir parası verdirdiler. Bir sürü başka şeyler yaptılar, esas şikâyetim olan şeyi yapmadılar. Hem de bazı insanların bir aylık kazana kadar para verdim. Demek ki benim yüzüme bakınca ne kadar saf ve bön biri olduğumu hemen anlayabiliyorlar. Elli üç yaşına geldim; hâlâ ahmaklıktan kurtulamadım. Üç tane çocuğum var; okula gidiyorlar. Bu parayla onlara bir bilgisayar alabilirdim. Kendim o kadar borç içindeyim, bu parayla borcumun bir miktarını ödeyebilirdim. Velhasılı, şu dünyadan akıllanmadan, ahmaklıktan kurtulmadan çekip gideceğim. İşte en çok bozulduğum bu. Kızgınlığım kendime.» Yukarıdaki olayı anlatan ve kendine öfkelenen arkadaşım küçük bir Anadolu kasabasında doğmuş ve kalabalık bir ailenin en küçük çocuğu. Babası oldukça sert bir insanmış ve çocukların hata yapmasına hiç hoşgörüsü yokmuş. Sık sık “sizin elinizden iş gelmez; elin çocukları sizi alır, su eşeği olarak kullanır,” gibi küçültücü, utandırıcı laflar edermiş. Kendisinden iki yaş büyük olan ağabeyi de, babası gibi sürekli onu eleştirir ve “sen çok ahmaksın, hiç kafanı kullanmazsın; sen salağın tekisin,” gibi sözler söylermiş.

İlkokul dahil, bütün eğitimi süresince hep başarılı notlar alıp sınıfını geçtiği halde, sınıfının birincisi olamadığı zamanlarda kendini yine “akılsız” ve “ahm ak” olarak görürmüş. Türkiye’de üniversiteyi bitirdikten sonra Am erika’ya gelmiş ve orada başarılı bir eğitimden sonra doktora derecesini almış. Ne var ki, akademik başarısı ailesi için bir anlam ifade etmiyormuş. Bu nedenle o da kendi başarısını küçümsüyormuş. Konuşmamızın sonunda farkına vardığımız noktalardan biri, bu tür bir aile içinde büyümenin onun mükemmeliyetçi olmasına yol açtığı oldu. Hem kendisinden hem de başkalarından mükemmellik bekliyor ve yapılan hataları kolayca affedemiyordu. Farkına vardığımız diğer bir nokta da, nasıl kendine kolaylıkla “akılsız,” ve “ah ­ m ak” gibi kötü nitelikleri verebildiğiydi. Ayrıca, para konusu onda hemen, “param olmazsa halim ne olacak” türünden temel bir kaygıyı uyandırmaktaydı. Tamircinin kendisini aldattığından o kadar emindi ki, “acaba bir yanlış anlaşılma var m ı” sorusu aklına bile gelmiyordu. Tamircinin kendisini aldattığından emin olması, diğer insanlara güven duymadığını, temel bir güvensizlik duygusu içinde olduğunu belirtiyordu. Bu konulan sohbet havası içinde konuştuk. Ertesi gün kendisiyle tekrar görüştüm. Gidip durumu anlattığında, tam irci samimiyetle özür dilemiş, arabayı tamir eden çırağı çağırarak durumu inceletmiş ve başka bir masrafa yol açmadan aksaklığı düzeltmiş. Ayrıca, arabayla ilgili yapılan işlerin niçin gerekli olduklarını ayrıntılı olarak arkadaşıma anlatmış. Bu görüşmeden sonra arkadaşım kendini ve tamirciyi aşırı suçladığını, böyle durumlarda hemen bunalıma girmekten hoşnut olmadığını söyledi.

Uzun yıllar arkadaşlık ettiğim bu kişi benim kendisini zeki, başarılı ve iyi bir insan olarak gördüğümü biliyordu; “keşke ben de kendimi böyle görebilsem, o kadar mutlu olacağım ki,” demesi, onun SUNUŞ 11 İçindeki mücadeleyi dışa yansıtıyordu. Mücadele, İçindeki Çocuk ve yine İçindeki Ana-Baba arasında yer alıyordu. Topluma Kızan Kişi Üniversitedeki arkadaşımın yanı sıra örnek olarak vereceğim diğer kişiyi henüz hiç görmedim. Batı Anadolu şehirlerinden birinde oturan B. E. harfleriyle beUrteceğim bu kişi, İnsan ve Davranışı adh psikoloji ders kitabımda değinmiş olduğum bir konuyu daha açıklığa kavuşturmak için bana mektup yazan bir okuyucum. M ektubunun sonlarına doğru şöyle diyor: «Kendimden biraz söz etmek gerekirse, yükseköğrenimini Elektrik Mühendisiliği dalında yapmış, 42 yaşında, okumayı seven ve olanakları ölçüsünde popüler bilimsel yayınları izleyen, ülke sorunlarına kayıtsız olmayan, toplumsal yararı kişisel çıkarın üstünde tutan bir insanım. Yüksek enflasyonuyla gelir dağılımını bozan, moral değerlerini altüst eden, özellikle ticari faaliyette bulunan bireyleri sosyopatlaştıran ülkemizin son yıllardaki politik ve sosyo-ekonomik süreci beni ticari ve mesleki yaşamdan nefret derecesinde soğutarak işsizler ordusuna soktu….» Kendisine yazdığım mektupta sormuş olduğu soru ile ilgili düşündüklerimi belirttikten sonra şunları söyledim: «Benim şimdi sizden sormak istediklerim var. Mektubunuzun ikinci sayfasına, ‘Kendimden biraz söz etmek gerekirse, …’ diye başlıyorsunuz ve oldukça karamsar bir tablo çiziyorsunuz. Bu tablo o kadar karamsar ki, sanki içinde bulunduğunuz şartlar içinde nefes alacak hiçbir pencere, hiçbir mutluluk olanağı yokmuş gibi geldi. …Amerika’ya gelseniz ve bu toplum içinde yaşamaya başlasanız, belki Türkiye’dekinden çok toplumdan nefret eder, karamsar olurdunuz. Ve aynı durumu Almanya, İngiltere ya da herhangi bir ülke için de söyleyebilirim. Bunları, Türkiye’de sorun olmadığını ve sizin gözlemlerinizin yanhş olduğunu belirtmek için yazmıyorum. 1 2 İÇİMİZDEKİ ÇOCUK …mutsuzluğunuzun kaynağını hep dışarıda aramayın.

Çocukluk, etkileşimler, okul, sizden beklenenler, sizin kendinizden bekledikleriniz, vb. gibi iç kaynaklarınızı bir gözden geçirin. Size teklifim, eğer kabul ederseniz, bana çocukluğunuzun psikolojik hikâyesini yazmanız.» B. E.’den bir süre mektup gelmedi. Bir süre sonra uzun bir mektup aldım. M ektubun bazı kısımlarını aşağıya alıyorum: «Doğan Bey, beni o kadar iyi anlamışsınız ki, aynen dediğiniz gibi ‘nefes alacak bir pencerem, hiçbir mutluluk olanağım yokmuş’ gibi geliyor. İçinde bulunduğum durumun dış nedenlerini, bugünkü bilinç düzeyimle çok iyi biliyor, içimdeki nedenlere bir türlü ulaşamıyorum…. Çocukluk dönemime ait o kadar az şey var ki belleğimde yazmakta zorlanıyorum. A sitnda çocukluğumu yaşamadtmM^ (…….) tarihinde, zamana ve yöreye göre oldukça varlıklı, toprak sahibi köylü bir ailenin çocuğu olarak (…….)’in (…….) ilçesinde doğmuşum. Daha önce üç çocuk sahibi olmuş, bireyler arası iletişimi bozuk tipik bir kırsal kesim ailesi.

Anneyi sürekli küçük düşüren bir baba, okuma yazması olmayan bir anne ve ilgiden yoksun geçirilmiş bir çocukluk dönemi. Okul öncesi döneme ilişkin ammsadığım, babanın ailesiyle pek ilgilenmediği, zamanının çoğunu dışarıda geçiren, dediğine karşı çıkılamayan, korkulan ve saygı gösterilmek zorunda olunan bir otorite olduğu. Anneyi boşamaya kalkan baba tarahndan seçime zorlanmış, ben anneyi yeğlemiştim. Çok üzüldüğümü ve uzun süre hıçkırıklarla ağladığımı anımsıyorum. İlk ve ortaokuldan sonra yatılı olarak verildiğim İzmir Atatürk Lisesi’nde uğradığım bir haksızlık, çocukluğuma ilişkin, unutamadığım en kötü animdir. Okul yatakhanesi, tekli demir somyalarla ve iki bitişik somya bir küçük ara şeklinde tanzim edilmişti. Yatakhanenin benim bulunduğum tarafında (……. ) ortaokulundan gelen öğrenciler vardı. Saat 21’de ışıkların söndürülmüş, herkesin uykuya yatmış olması zorunluydu. Genelde daha önce yatakhanede olunur, uyku saatine kadar şamata yapılırdı. Bir keresinde, yatış saatinden önce bitişik somya ile aramızda bir (…….)’lı arkadaş olmak üzere konuşup eğleniyorduk. Işıklar söndürülmüş saat 21’i üç beş dakika geçmiş olmalı ki, işgüzar gece bekçisi numaralarımızı alarak gerekli yerlere bildirmiş. Ertesi gün harekete geçen o disipliniyle ünlü okul yönetimi derhal karar vererek, biri ben olmak üzere iki öğrencinin yatıhhkla ilişkisini kesti. Bu arada iri yan bir md.

mv. tarafından karanlık bir odaya kapatılarak, kafa kol bacak demeden kemiklerimiz kırılırcasına dayaktan geçirildik. Çok büyük bir çöküntüye uğramış, onurum kırılmıştı. Md. mv. edebiyat öğretmeniydi. Dayak olayından birkaç gün sonra sınıfta sınav sonuçlarını okurken, sıra bana geldiğinde, beni ayağa kaldırarak, ‘dayak attığım çocuk şendin değil mi?’ deyip, pişman olmuş bir ifadeyle yüzüme baSUNUŞ 13 (1) Önemini belirtmek için mektuptaki bazı cümle ve ifadeler kalm-italik harflerle yazıldı

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir