Edward Evans-Pritchard – İlkellerde Din

Bu konuşmalar boyunca, antropolog dediğimiz ya da en azından çalışmaları antropoloji alanına giren yapıtları inceleyeceğim; bunlar ilkel insanların dinsel inançlarıyla uygulamalarını içeriyor ve açıklıyor. İlkel insanların dinleriyle ilgili kuramları inceleyeceğimi daha baştan açıklamak isterim. Din üzerine olan daha genel tartışmalar benim konumun dışında kalıyor. Ben sadece antropoloji alanına giren yazılarla, özellikle de Ingiliz yazarlarıyla yetineceğim. îlkel dinlerin kendilerini açıklamaktan çok, bunları açıklamaya yönelik çeşitli kuramlarla ilgilendiğimizi siz de göreceksiniz. Basit insanların dinlerinin bizi niçin ilgilendirdiğini soracak olursanız, önce şu yanıtı vereceğim: Hobbes, Locke, Rousseau’dan Herbert Spencer, Durkheim ve Bergson’a değin büyük filozoflar ve ahlakçılar, ilkel yaşamın büyük bir anlam taşıdığını ve genel olarak toplumsal yaşamı anlamaya izin verdiğini düşündüler. Ayrıca belirteceğim gibi, geçen yüzyılda bizim uygarlığımızın düşünce akımlarını değiştiren, büyük mitlerin yaratıcısı Darwin, Marx ve Engels, Freud, Frazer (ve Comte) gibi insanlar, ilkel insanlara büyük bir ilgi duydular ve her şey tümüyle yitirilmiş olmamakla birlikte, geçmişte bizi yüreklendirenin ve avutanlann artık geçerli olamayacağını bize göstermek 7 için bu konudaki bilgilerini kullandılar. Tarihin içinden bakıldığında, mücadelenin yine de yararlı olduğu görülür. Vereceğim ikinci yanıta göre ilkel dinler, dinsel olgunun bir parçasıdır; dinle ilgilenen kim varsa -ilkel insanların düşüncelerini ve dinsel uygulamalarını inceleyen herkes- bunların son derece değişiklik gösterdiğini, genel olarak dinlerin niteliği üzerine kimi sonuçlara varmamıza yardımcı olduğunu kabul ediyorlar; sonuç olarak bu dinler, daha yüksek dinler denilen tarihsel ve olumlu (pozitif) dinler olacağı gibi, bizimki de içinde olmak üzere, “vahiy” dinleri olabilir. Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık, Hinduizm ve Budizm gibi ortak bir kökene sahip olan ve daha evrimleşmiş bulunan dinlerden ayrı olarak dünyanın ücra bölgelerindeki ilkel dinler, birbirleriyle tarihsel bağları olmadan ancak bağımsızca gelişmiş olabilirler; bunlar dinsel olguların temel niteliklerini belirlemeye yarayacak karşılaştırma yapmaya ve genel düzeyde yargılara varmaya izin verebilirler. Bununla birlikte, semitik dilleri ve ötekileri inceleyen tarihçilerin ve teologların, ilkel dinlere aldırış etmediklerini ve bunları önemsemediklerini bilmiyor değilim, ama bundan en az yarım yüzyıl önce Max Müller’in genel olarak dili ve dini anlamak için Hint ve Çin dinlerinin önemini kavramayı reddedenlere karşı nasıl savaşım verdiğini düşünerek avunuyorum. Bu savaş henüz kazanılmadı ama ilerlemeler gerçekleştirildi. Gerçekte daha uzağa giderek diyeceğim ki, vahiy dinlerinin niteliklerini tümüyle anlamak için doğal denen dinleri anlamak gerekir, çünkü başlangıçta eğer insan belli belirsiz bir vahiy kavramına sahip olmasaydı, daha sonra vahiy (Tanrı esini) olmazdı. Ya da daha doğrusu şöyle dememiz gerekiyor: Doğal dinle, vahiy dini arasında bir ayrım yapmak yanlıştır ve yanlış anlamaya yol açmaktadır, çünkü belli bir anlamda tüm dinler, Tanrı esini dinlerdir; her yerde dış dünya ve akıl insanlara Tanrısal varlığı esin8 lemiştir ve kendi öz doğasının ve yazgısının bilincine vardırmıştır. Ermiş Augustin’in şu sözleri üzerine düşünebiliriz: “Günümüzde Hıristiyan dini dedikleri şey, eskilerde de vardı; insan soyunun var olmasından, İsa’nın varoluşuna değin vardı; gerçek din dedikleri -Hıristiyanlık- daha önceden vardı.


” Her ne kadar ilahiyat öğrencileri bize biraz küçümsemeyle baksalar da, antropologların -yazılı metinlerine sahip olmadığımız- ilkel dinler üzerine topladığı öğeler sayesinde bu bilim kurulabilmiştir. Yine her ne kadar kesin olmasa da, karşılaştırmalı dinler ve henüz çok eksik olan antropolojik kuramlar semitik, Hint-Avrupa ve eski Mısır gibi klasik dillere hizmet etmiştir ve yine hizmet edebilir. Bu konuşmalar boyunca, bu kuramlardan kimilerini inceleyeceğim ve yine İngiltere’de Tylor ve Frazer’in Fransa’da Durkheim, Hubert, Mauss ve Levy-Bruhl’ün yapıtlarındaki çeşitli bilgi dallarının etkilerinden de burada söz edeceğim. Bu kuramlar günümüzde kabul edilmeyebilir ama kendi dönemlerindeki düşünce tarihinde önemli roller oynadılar. Bu konuşmalarda dinle ne denmek istendiğini tanımlamak kolay olmayacaktır. Eğer inançlar ve uygulamaları üzerine ısrarla duracak olursak, Sir Edward Tylor’ın dine verdiği tanımı kabul edebiliriz; bu tanım bize biraz güçlük çıkarmış olsa bile: Ona göre din, ruhsal güçlere inanmadır. Tylor’ın tanımının ötesine gidecek varsayımları analiz etmek ve tartışmak zorunda kalsam da, başka bir tanımı seçmek elimde değil. Kimi kez din başlığı altında büyü, totem ve tabu kavramları da toplanıyor; büyücülük bile buna katılıyor, “ilkel anlayış” sözcüğünü kapsayan, AvrupalIlara göre usdışı ve boş inançlara dayanan ne varsa. Ben sık sık büyü sözcüğünü anacağım, çünkü birçok yazar dinle büyü arasında bir ayrım yapmıyor, büyüsel dinden söz ediyor ve dinle büyünün evrim içinde birbiriyle bağlantılı olduğunu düşünüyor. Diğerleriyse, dinle büyü arasında bir ayrım yapıyor 9 ama her ikisi için de benzer açıklamaları getiriyorlar. Kraliçe Victoria döneminin* bilginleri ve Eduard VII, ilkel halkların dinleriyle çok ilgilendiler; kuşkusuz bunun nedeni, kendi dinlerinin bir bunalım döneminden geçiyor olmasıydı, ayrıca bu konuda çok sayıda yazı ve kitap yayınlanmıştı. Eğer bu yazarlara başvuracak olursam, yapacağım konuşmalar yazı başlıkları ve yazar adlarıyla dolar. Öyleyse ya en çok etkisi olan yazarlar arasında bir seçim yapacağım ya da din olgusunu analiz etmekle kendini gösteren yazarları seçeceğim ve bunların kuramlarını antropolojik düşünceleri temsil ediyor diye tartışacağım. Bu yöntemler ayrıntılar açısından bir zayıflık olsa da, daha büyük bir açıklık bunu dengeleyecektir. İlkel din üzerine kuramlar, psikolojik ve sosyolojik diye ayrılabilir; psikolojik kuramlar da, Wilhelm Schmidt’e göre zekâya ve duyguya göre ayrılabilir.

Her ne kadar kimi yazarlar böyle bir sınıflama yapmasa da ya da bu sınıflamayı her ikisi için de geçerli kılsalar, bu sınıflama, aşağı yukarı, tarihsel sıralamaya göre konuyu açıklamak için bir temel oluşturacaktır. Bu yazarlara karşı katı davranacağımı belki düşünebilirsiniz, ama din olgusu konusunda yaptıkları açıklamaların ne denli yetersiz, hatta gülünç olduğunu gördüğünüz zaman, benim getirdiğim sınırlamalar size abartılmış görünmeyecektir. Bu dinlerden olmayanlar, yaptıkları yanlışlıkları ya da en azından yazdıklarının doğruluğunun kuşku götürür olduğunu belki bilmiyorlardır. Geçmişte ve günümüzde öğrenim kurumlannda büyü, animizm, totemizm vd. üzerine herhalde aynı şeyler sergileniyor. Buna göre ben de aynı şeyi yapmaktan çok eleştirmeliyim ve bir dönem kabul edilen kuramların, daha sonra niçin * Kraliçe Victoria dönemi, İngiltere’de geçen yüzyılın ikinci yansını kapsıyor. 1901-1910 yıllarında kral olan Eduard VII, Victoria’nın oğludur. 10 kabul edilmez olduğunu, bütünüyle ya da kısmen reddetmek gerektiğini göstermeliyim. Eğer birçok karanlık nokta ve belirsizlik olduğuna sizi inandırabilirsem, boşuna çalışmamış olacağım. Ortaya konulan sorulara açık yanıtlar bulduğunuz zaman, bu inancınız bir kuruntu olmayacaktır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir