Edward W. Said – Oryantalizm Sömürgeciliğin Keşif Kolu

1975-1975 iç savaşı sırasında Beyrut’a giden bir Fransız gazeteci, harab olmuş çarşıya bakıyor ve şunları yazıyordu: “Burası bir zamanlar ……. Chauteaubriand ve Nerval’in Sarkı’na benziyordu.” (1) Hakkı vardı, özelikle bir Avrupa’lı olarak, öyle ya, Doğu neredeyse bir Avrupa icadı idi ve eski çağlardan beri insanlarda hülyalar uyandıran-, garip izlenimler yaratan, kendine has yaratıkları ve manzaraları ile fevkalâde deneyimlere yol açan bir yerdi. İşte şimdi bu kayboluyordu; bir mânâda artık miadını doldurmuştu. Bu işte, Doğuluların da bir zararının oluşu belki garipti, fakat Chateaubrianci ve Nerval devrinde de orada Doğu’lular yaşamıştı ve şimdi acı çeken de onlardı. Bu arada Avrupa’n için mühim olan, Şark’ın ve onu encamını “Avrupa gözü ile” resmedilmesiydi. Bunun o gazeteci ve gazetenin Fransız okuyucuları için apayrı bir “toplumsal önemi” vardı. Amerikalıların Şark konusundaki duyguları pek aynı olmayacaktır; onlar için Şark son derece farklıdır. Uzak Doğu’dur, özellikle Çin ve Japonya’dır. Amerikalıların tersine Fransızlar ve İngilizler (ve onlar kadar olmasa da Almanlar, Ruslar, İspanyollar, Portekizliler, İtalyanlar ve İsviçreliler) benim Oryantalizm diye anacağım olgu çizgisinde uzun bir geleneğe sahiptirler. Oryantalizm, Doğu ile (Avrupalının Batılıca deneyiminde onun işgal ettiği özel yer göz önünde tutularak) varılmış olan bir uzlaşmadır. Doğu sadece Avrupa’ya bitişik değildir; o, ayrıca Avrupa’nın en büyük, en zengin ve en eski sömürgelerinin bulunduğu yerdir, kurduğu medeniyetlerin ve konuştuğu dillerin membaıdır, kültürel uzanımıdır ve onun en derin ve en ziyade tekerrür eden “öteki” (Benden başkası) imgelerinden biridir. İlâveten Doğu, Avrupa’nın (yahut Batı’nın) “karşıt imgesi”, (mefhumu, şahsiyeti, tecrübesi) olarak onun kendi kendini tesisine de yardımcı olmuştur. Ama bu Doğu’nun, hiçbir yanı hayâl mahsulü değildir: Şark, Batı’nın “maddi” medeniyet ve kültürünün ayrılmaz bir parçasıdır.


İşte Oryantalizm, kültürel ve hattâ ideolojik bir açıdan, arkasında müesseseler, kelimeler (ilim, tasvirler, öğretiler, hatta müstemleke bürokrasileri ve müstemleke usulleri) kavramlar olan bir muhakeme biçimini ifade ve temsil eder. Buna mukabil, her ne kadar son zamanlarda Japonya’daki, Kore ve Çin Hindindeki serüvenlerimizin “şimdi” daha ayık, gerçeklere daha yakın bir Doğu bilinci ile sonuçlanması gerekirse de, “Amerika’nın doğu anlayışı” çok daha sığ gözükecektir. Bu arada, Amerika’nın yakın (orta) Doğu’daki artan siyasi ve ekonomik rolü, bizim (Avrupalıların) Doğu anlayışımızdan çok şeyler talep etmektedir. Okuyucu (özellikle gelecek sayfalarda) Oryantalizm’den kastımın, “hepsi birbirine dayalı birçok şey” olduğunu anlayacaktır. Oryantalizmin en kolay kabul gören manâsı akademik manâsıdır ve gerçekten bu isim birtakım, ilim. kurumlarında halâ işe yaramaktadır. (Antropolog, sosyolog, tarihçi yahut dil-bilimci olsun) Özel yahut genel bir açıdan Şark’ı öğreten, yazıya döken, yahut araştıran kimse Şarkiyatçıdır (Oryantalist) ve yaptığı şey Şarkiyattır (Oryantalizm). Bugün uzmanların Oryantalizm’den ziyade Şark etütleri (Oriental Studies) demeyi tercih ettikleri doğrudur ve bunun sebebi bu terimin hem belirsiz ve çok genel olması, hem de Avrupa sömürgeciliğinin ondokuzuncu asırdaki ve yirminci asrın başındaki “insana yüksekten bakan” yönetici tavrını çağrıştırmasıdır. Yine de konusu “Şark” olan, önde gelen yetki mercii Şarkiyatçı (Oryantalist) olan kitaplar yazılmakta ve kongreler yapılmaktadır. Yani bir zamanlar olduğu gibi canlı olmasa, da, Oryantalizm, Şark ve Şark’a ait olan şeyler hakkındaki doktrin ve tezleri (Sav) ile bilim çevrelerinde hayatiyetini sürdürmektedir: Zenginliği, nakil usûlü, ihtisas sahaları ve iletimi kısmen bu kitapta ele alınacak olan bu “bilimsel gelenek” için Oryantalizm/in daha geniş bir manâsı vardır: Oryantalizm “Doğu” ile (çoğu zaman) “Batı” arasındaki ontolojik (*) ve epistemolojik (**) ayırıma dayalı bir düşünüş biçimidir. Yani aralarında şairler, roman yazarları, düşünürler, siyaset teorisyenleri, iktisat âlimleri ve imparatorluk yöneticileri olan geniş bir yazarlar kitlesi, Doğu, Doğu halkı, – teamülleri, “zihniyeti, kaderi, vs.” konusunda detaylı teoriler ortaya koyarken, destanlar ve sosyolojik tasvirler yazarken, siyasi raporlar verirken, “Doğu ile Batı arasındaki temel ayırımı” başlangıç noktası ihdas etmişlerdir. İşte bu Oryantalizm’in bünyesi Aşil’i, Hugo’yu, Dante’yi ve Marx’ı içine alacaktır. Bu giriş bölümünde birazdan, bu denli geniş biçimde yaklaşılan bir “sahada” karşımıza çıkacak metodolojik sorunları ele alacağım. Oryantalizm’in “ilmi ve hayâli” anlamları arasında, devamlı bir “alışveriş” vardır. Onsekizinci yüzyılın sonlarından bu yana da, bu ikisi arasında hatırı sayılır, hayli disiplinli (hattâ belki kurallara bağlanmış) bir “alışveriş” olmuştur.

Şimdi Oryantalizm’in üçüncü anlamına geliyorum: Bu anlamda Oryantalizm, diğer ikisinden ziyade “tarihi ve maddi” biçimde tanımlanmıştır. Onsekizinci yüzyıl sonlarını kabaca belirlenmiş bir başlangıç noktası kabul edersek, Oryantalizm Şark ile uğraşan toplu müessesedir; yani Şark hakkında hükümlerde bulunur, Şark hakkındaki kanaatleri onayından geçirir, Şark’ı tasvir eder, tedris eder, iskân eder, yönetir; kısacası “Doğu’ya hakim olmak, onu yeniden kurmak ve onun amiri olmak için” Batı’nın bulduğu bir yoldur. Ben burada, Oryantalizm’i teşhiste Michel Foucault’nun ‘Bilginin Arkaeolojisi’ ve ‘Disipline Etmek ve Ceza Vermek’ adlı eserlerinde anlattığı Muhakeme (Discourse) anlayışına müracaat etmeyi yararlı buldum. Ben derimi ki: Oryantalizm’i bir muhakeme üslûbu olarak incelemeksizin, Avrupa kültürüne Aydınlanma Çağı sonrasında Doğu’yu politik, sosyolojik, askeri, ideolojik, bilimsel ve fikri bakımdan yönetmek ve hattâ üretmek imkânı yoktur. Ayrıca, Oryantalizm öyle “hâkim bir mevki” sahibi idi ki Doğu hakkında yazı yazan, düşünen, yahut Doğu’da bir faaliyette bulunan hiç kimsenin, Oryantalizm’in düşünüş ve faaliyete getirdiği sınırlamaları hesaba katmaksızın muvaffak olmasına imkân yoktu. Kısacası, “Şarkiyat yüzünden, Şark,” düşünce ve fiile hür bir biçimde muhatap değildi (değildir). Oryantalizm’in, Oryent (Doğu) hakkındaki her sözü tek taraflı olarak belirlediğini kaydetmiyoruz, ama onun (ne zaman o belli varlık, Şark söz konusu olsa) kaçınılmaz olarak (devreye giren ve) etki icra eden “menfaatler örgüsü” olduğunu söylüyoruz. Bu kitap bunun “nasıl olduğunu” göstermeye çalışacaktır. Kitapta ayrıca Avrupa kültürünün kendisini Doğu yerine bir çeşit ikame vasıtası (kendisinin yeraltındaki görünümü) kılarak nasıl güç kazandığını da göstermeye çalışacağım. Tarih en ve kültürel olarak, Şark’taki Fransız ve İngiliz mevcudiyeti ile — İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika’nın üstünlüğü ele almasına kadar— herhangi diğer Avrupa yahut Atlantik devletinin mevcudiyeti arasında “gerek keyfiyet gerek kemiyet bakımından” fark vardır. O yüzden Oryantalizm’den bahis, (tamamen olmasa da) özellikle bir İngiliz ve Fransız kültür girişiminden; içine hayli farklı sahaları, hayâl gücünü, Hindistan’ın ve Doğu Akdeniz ülkelerinin tamamını, İncil nüshalarını ve İncil diyarlarını, baharat ticaretini, sömürgeler için kurulan orduları, uzun bir sömürge yönetim geleneğini, dehşetli bir âlimler ordusunu, sayısız Şark ‘uzmanı’ ve Şark ‘ensarını’, bir Şark profesörler topluluğunu, bütün bir Şark’a has nosyonlar dizisini (Şark despotluğu, Şark şaşaası, Şark hunharlığı, Şark şehveti), ‘evciUeştirüerek’ Avrupa’nın kullanımına mahsus kılman birçok Doğu tarikat, tefekkür, ve ilmini içine alan (liste istendiği kadar uzatılabilir sanırım bir projeden bahsetmek demektir. Demem şu ki, Şarkiyat, İngiltere ile Fransa ve Doğu (ki bu Doğu ondokuzuncu yüzyıl başlarına kadar sadece Hindistan ve İncil diyarları mânâsındaydı) arasındaki bir ünsiyetten ortaya çıkmaktadır. Ondokuzuncu yüzyıl başından II. Dünya Savaşının sonuna kadar Fransa ve İngiltere Doğu’ya ve Şarkiyata hâkimdiler; II. Dünya Savaşı’ndan bu yana, Doğu’ya Amerika hükmetmiştir ve ona Fransa ve İngiltere’nin bir zamanlar yaklaştığı gibi yaklaşmaktadır.

Her zaman Batı’nın (İngiltere Fransa yahut Amerika’nın) nisbi üstünlüğünü yansıtmakla beraber, dinamiği son derece verimli olan söz konusu ünsiyetten benim. Oryantalist dediğim cesim metinler ortaya çıkmaktadır. Hemen belirtmeliyim ki, çok sayıda kitabı gözden geçirmiş olmama rağmen, çok daha fazla, sayıda kitabı da öylece bırakmak zorunda kaldım. Ancak ileri süreceğim görüşler, ne Doğu hakkındaki eserlerin tamamiyetine. ne de Şarkiyat türünü oluşturan belli bazı metinlere, yazar ve fikirlere bağlıdır. Bunun yerine —bir mânâda belkemiği şu ana kaçlar takdim bölümünde öne sürdüğüm tarihi genellemeler olan— farklı bir yöntemsel (metodolojik) alternatife yönelmiş bulunmaktayım ve şimdi söz konusu genellemeleri daha ayrıntılı olarak tahlil edeceğim… II Doğu’nun, tabiatın “değişmez” bir vakıası olmadığı kabulü ile söze girdim. Yani, nasıl Batı olduğu yerde olduğu gibi değilse, Doğu da ‘ortada öylece durmamaktadır’. Vico’nun büyük keşfini ciddiye almak ve bunu Coğrafya ‘ya tatbik etmeliyiz: İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar ve bilebilecekleri şey, yapmış oldukları şeylerdir. Tarihi mevcudiyetler olmaları bir yana, hem coğrafi hem de kültürel mevcudiyetler olan ‘Doğu’ ve ‘Batı’ gibi mahaller, bölgeler, Coğrafi dilimler “insan yapışıdırlar.” Bu nedenle Batı kadar Doğu da, tarihe, düşünce geleneğine, imajlara ve sözcüklere sahiptir ve bu tarih: bu imajlar ve bu sözcükler ona, “Batı’da ve Batı için” gerçeklik ve mevcudiyet kazandırmışlardır. Böylece bu iki coğrafi mevcudiyet, birbirlerini desteklemekte ve bir ölçüde de yansıtmaktadırlar. Bunu söyledikten sonra, birkaç makul izah sunmak gereklidir. Önce, Doğu’nun özde “bir fikir yahut icad” olup gerçekliği olmadığı sonucuna varmak yanlış olacaktır. Disraeli “Tancred” adlı romanında, Doğu’nun (başlı basına) bir meslek (dalı) olduğunu söylerken, onun genç Batılıların cazibesi içinde eriyip gidecekleri parlak bir şey, olduğunu kastediyordu; sözleri, Doğu’nun yalnızca Batıklar için bir araştırma sahası olduğu şeklinde yorumlanmamalıdır. Doğu’da yer alan öyle kültürler ve milletler vardır ki, bunların yaşamları, tarih ve gelenekleri, Batı’da.

bu konuda söylenebilecek her şeyden daha büyük bir gerçekliğe sahiptir. Bu kitap, bu konuda çok az katkıda bulunacak, bu hususu zımnen ifade ile yetinecektir. Benim bu kitapta incelediğim Oryantalizmin yönü, Şarkiyat ile Şark arasındaki bir bağlantı değil, Şarkiyatın, (“gerçek” bir Şark ile söz konusu olabilecek herhangi bir alâka yahut alakasızlığın ötesinde yahut o alâka veya alakasızlığa rağmen,) kendi içindeki tutarlılığı ve (başlı başına meslek dalı olabilecek) Şark hakkındaki fikirlerinin tutarlılığıdır. Demek istediğim, Disraeli’nin Doğu hakkındaki hükmü, Wallace Stevens’in sözünde olduğu gibi Doğu’nun varlığına değil, ilk palanda. Doğu hakkındaki en belirgin şey olan o “ihdas olunmuş” tutarlılığa, o “muntazam fikirler manzumesine” yapılmış bir atıftır. Getireceğim ikinci bir izah da, cebrediciliği yahut sebep olduğu güc dağılımı etüt edilmeksizin bir fikrin, kültürün yahut tarihin ciddi şekilde anlaşılmayacağıdır. Bir yandan, Doğu’nun ihdas —yahut benim verdiğim isimle, Oryantalize— edildiğine, bir yandan da bu tür şeylerin yalnızca tasavvur gereği husule geldiğine inanmak, samimiyetsizliktir. Batı ile Doğu arasındaki ilişki, bir güc, hâkimiyet, değişik derecelerde karmaşık bir hegemonya ilişkisidir. Ve K. M. Panikkar’ın klasik eseri “Asya ve Batı Hâkimiyeti” (2) adlı eserin isminde doğru olarak ifade edilmiştir. Doğu sadece orta kültürlü bir ondokuzuncu yüzyıl Avrupalısının aşina olduğu bütün o özellikleriyle Doğu olduğu için değil, Doğu olabileceği yahut yapılabileceği (olmaya mecbur edilebileceği) için Doğulaştırılmıştır. Örneğin Flaubert’in Mısır’lı bir sokak kadını ile olan karşılaşmasının, zihinlerdeki Doğulu kadın modelinin oluşumunda etkili olduğu konusunda fikir birliği eden birilerini bulmak zor olacaktır: Kadın kendi adına hiç konuşmuyor, duygularını, varlığını yahut tarihini hiç dile getirmiyor. Flaubert ise yabancıdır, daha zengindir, erkektir ve bunlar kendinin Küçük Hanım’a (*) bedenen sahip olmasına yardım etmekle kalmayıp, O’na o kadın adına laf etme ve okuyucularına onun neden “tipik Şark” kadını olduğunu söyleme imkânını vermektedir. Demek istediğim, Flaubert’in “Küçük Hanım” karşısındaki “güçlü” hali tek örnek değildir.

Pekâlâ, Doğu ile Batı arasındaki nisbi güç dengesinin ve bunun Batı’ya, verdiği “lâf etme imkânının” ifadesidir. Bununla üçüncü bir izaha geliyoruz. Oryantalizm’in yapısının, hakikatler söylendiğinde balon gibi patlayacak yalanlar yahut masallardan ibaret bir yapı olduğu asla düşünülmemelidir. Şahsen ben Oryantalizmin kıymetini (akademik yahut ilmi şekli içinde iddia ettiği gibi) Doğu hakkında doğrucu bir muhakeme şekli oluşunda değil, Avrupa ve Atlantik Ülkelerinin Doğu karşısındaki güçlerinin işareti oluşunda bulmaktayım. Yine de, Oryantalist düşüncenin insicamlılığına, o düşüncenin gerisindeki sosyo-ekonomik ve siyasi müesseselerle olan çok sıkı bağlarına ve muhteşem hayatiyetine, saygı duymalı ve anlamaya çalışmalıyız. Öyle ya, (eğitim kurumlarında, kitaplarda, kongrelerde, üniversite ve dışişleri ile ilgili kurumlarda) 1840 Ernest Renan döneminden günümüz Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar olan dönemde “değişikliğe uğramadan aktarılan bilgi hazinesi” özelliğini koruyabilen herhangi bir fikirler sistemi, bir yalan koleksiyonundan daha üstün bir şey olsa gerektir Onun için Oryantalizm Avrupa’nın Doğu hakkındaki bir uydurması değil, bilinçle vücuda getirilmiş ve nesiller boyu hatırı sayılır yatırımlara konu olmuş bir teori ve pratik bütünüdür. Sürekli yatırım, Doğu hakkındaki bilgiler sistemi Oryantalizmi, “Doğu’da olanın Batı bilincine katılmasında” makbul bir elek yaptı ve Oryantalizmin genel kültüre verdiği hükümleri çoğalttı ve gerçek mânâda faydalı kıldı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir