Ernesto Laclau – İdeoloji ve Politika

Çocukluktan beri sırtını bir mağaranın girişine vermiş insanlar dış dünyayı göremezler. Mağaranın iç duvarında başka insanların gölgeleri yansır ve mağara sakinleri bu insanların sesleriyle gölgeleri arasında bir bağlantı kurarak, seslerin bu gölgelerden çıktığı sonucuna varırlar. Ancak mahpuslardan biri kaçmayı başarır ve seslerin gerçek kaynağını algılar. En sonunda mağaradan çıkar, gün ışığını görür. İlk önce güneşten gözleri görmez, fakat daha sonra alışır ve kazandığı görme gücü daha önce nasıl bir yanılsama içinde yaşadığını anlamasını mümkün kılar. Plato’nun mağara eğretilemesi tarihte ilk kez olarak, bir eklemlenme teorisini içerir. Sağduyu (common sense) söylemi, doxa, kavramların, birbirlerine yapılarında varolan mantıki ilişkilerle değil alışkanlık ve düşüncenin bunlar arasında oluşturduğu çağrışımcı ve uyandırıcı bağlarla basitçe bağlandığı yanıltıcı bir eklemleme sistemi olarak gösterilir. Plato’nun kırmaya çalıştığı da tamamen bu eklemlenmeler toplamının (ensemble) sistematik karakteridir. Diyaloglarında, (bugün ideolojik söylem diyebileceğimiz) sağduyu söyleminin birliği, her bir kavramın «açıklığa kavuşturulmasına» yol açan eleştirel bir süreçle ayrıştırılmıştır. Eleştiri, kavramlar arasındaki salt düşünce ve alışkanlık kalıntılarından ibaret bağlantıların kırılmasını içerir. Zira bu kavramlar çağrışımcı ilişkilerinin gerisinde filozofun (Plato) ayrıcalıklı görüşünün getirdiği köklü bir paradigmatik tutarlılık sergilerler. O halde bilgi, bir kopma operasyonunu öngerektirmektedir: fikirlerin aldatıcı bir zorunluluk biçiminde bağlanmış göründükleri çağrışımcı alanlarla eklemlenmelerinin ayrıştırılması. Bu bizim, daha sonra bu fikirlerin doğru eklemlenmelerini yeniden inşa etmemizi mümkün kılar. 9 Bu ikili hareket -alışkanlık yoluyla kurulmuş eklemlenmelerin görünürdeki aşikarlığından bir kopuş ve kavramların basit analizi suretiyle temel paradigmatik ilişkilerin bulunması çabası- öteden beri Avrupa düşüncesinin tipik ve sürekli bir özelliğini oluşturmaktadır. Avrupa düşüncesi, kendi kurum, adet ve düşünce alışkanlıklarını bağıntılaştırmanm bir yöntemi olarak Descartes’in «metodolojik dağınıklığından» 18.


y.y. ın «soylu vahşet» ine başvurulmasına, yada varolan toplumsal düzene eleştirel paradigmalar bulma uğruna eski İran ve Çin’deki Aydınlanmacı araştırmalara kadar değişik kültürlerin yüzleştirilmesini giderek daha fazla kullanmak zorunda kalmıştır. Böylece, burjuvaziye göre, olanaklı herhangi bir toplumun soyut koşullarını tanımlayan kavramların bu koşulların yerel olarak içinde gerçekleştiği somut biçimlerle zorunlu eklemlenişî kayboldu. Örneğin, Avrupa’da egemen (hegemonic) bir ideoloji olarak mutlakiyetin çökmesinde durum buydu. Mevcut toplumsal düzenin, özel mülkiyetin ve burjuvazinin topluluğun tam olarak varoluşuyla özdeşleştirdiği diğer ilkelerin savunulması monarşi kurumuna giderek daha az bağlı göründü: Mutlakiyetin politik söyleminin özünü oluşturan, bu iki şey arasındaki özdeşleştirme, Plato’nun mağarasındaki seslerle gölgeler arasındaki ilişki gibi çözülmeye başladı. Belirli bir noktadan sonra monarşi yanlısı olmaksızın muhafazakar olmak mümkün hale geldi; her ne kadar bu ilke arasındaki bağları kırmak ve bu kopuşu açık bir politik söylem gerçeğine dönüştürmek, Fransa’da, bir asırdan daha fazla zamanı gerektirmişse de. Aynı şekilde, «örgütlü ekonomik topluluk» kavramının, egemen ideolojik söylem içerisinde ekonomik liberalizmin temel ilkeleri ile eklemlenmesi de uzun bir zamanı gerektirdi. Adam Smith’in «görünmez eli» çağdaşları için açık olmaktan çok uzaktı. Son olarak demokrasi kavramım «ayak takırm-yönetimbnin olumsuz çağrışımlarından kurtarmak ve liberal politik söylemle giderek daha fazla eklemlenen olumlu bir kavram haline dönüştürmek, 19. y.y. boyunca birbirini sırayla izleyen tüm bir devrimler ve karşı devrimler sürecini gerektirmiştir. 10 Avrupa’da söylemin «ideolojik» eklemlenmesini kırmayı amaçlayan bu ardarda çabalar kuşkusuz kavramların giderek daha fazla «açıklık kazanmaî-stna yol açtı. Siyaset kuramının sözleşme kavramını kendisine temel alması gibi, klasik ekonomi politik de bu soyutlama sürecinden doğdu.

Ne varki, kavramların soyut karakteriyle, onların o ana kadar eklemlendiği ideolojik-çağrışımcı alanın giderek daha fazla birbirinden ayrılması zamanla tam tersi bir hataya; herhangi bir çağrışımcı eklemlenmeden ayrılmış kavramların, sezinsel söylemin dışında mantıki niteliklerinin basit bir açınlanmasıyla, gerçekliği bir bütün olarak yeniden inşa edebileceği şeklinde bir varsayıma yol açtı. Plato’dan Hegel’e, batı felsefesinde süregiden ussalcı hevesti bu. Şayet doxa’nm düzeyi her mümkün anlamı özümleyen ve eklemleyen devamlı bir doku oluşturuyorsa, felsefenin düzeyi de bu dokunun bütünlüğünü zorunlu bir sıra içinde ve ussal bağlar aracdığıyla, yeniden kurmayı amaçlar. Gerçekte en üst noktada, felsefi bilgi platonik ikiciliği özümlemeye çalıştı: Hegel’e göre, görünüş öz’ün bir an’ıdır (momentidir). Hegel’in diyalektiğinde öz’ün bir an’ı olarak yeniden özümlenen veya Plato’nun diyalektiğinde indirgenemez ikiciliğin bir kutbu olarak kristalize olan söylemin çağrışımcı eklemlenmeleri, felsefenin kavramları kendi içlerinde yeniden inşa ederek karşı çıkmaya çalıştığı antagonistik referans noktasını oluşturdu. Eğer kavramlar, Doxa’nin düzeyinde mantıki muhtevalarına dışsal, biçimsel ilkelerle eklemlenmiş görünüyorsa, felsefe bu kavramların mantıki niteliklerini onları kavramlar olarak açıklayan yegane ilkeler haline getirdi. Felsefe dahası bu ilişkilerin sistematik özelliğini ve bunlar vasıtasıyla Doxa’nın söylemini nitelendirecek genişlikte bir sistemin yeniden inşa edilebileceğini varsaydı. Kavramların bir paradigma çerçevesinde özsel bütünlükleri temelinde yeniden eklemlenmeleri gereken süreç buydu. Dolayısıyla, eklemlenmenin ayrıştırılması doğrultusundaki tüm çaba zorunlu paradigmatik bağlantılar önermesinin (postulatıon) sadece başlangıcıydı. Sonuçta, daha sonra paradigmaları terkeden ve entellektüel çabayı tarihi olarak verili çeşitli eklemlenmeleri betimlemeyle sınırlayan bir görelilik (rel i lativism) geliştiğinde, buna kaçınılmaz şekilde eşlik eden şey böylesi bilgi hakkında artan bir şüphecilikti. Bir yandan bu kavramların gerekli paradigmatik bütünler içine yeniden eklemlenmesinin imkansızlığını ileri sürerken diğer yandan da bilimsel yaklaşımı kabul eder ve bu kavramların «açıklığa kavuşturulmasını» -yani herhangi bir çağrışımcı eklemlenmeyi dışlamayı teorik uygulamanın asli görevi olarak benimsersek ne olur? Bu bakış değişikliğini üç temel sonuç izler. Birincisi her kavramın diğerleriyle zorunlu bir ilişkisinin olmayacağıdır. Dolayısıyla, bu kavramlardan sadece birinden hareket ederek sistemin bütünselliğini yeniden inşa etmek mümkün değildir. Diğer bir deyişle sistematik bütünler aralarında mantıki bağlar bulunmayan kavramların eklemlenmesine dayanır. İkinci olarak, farklı kavramsal yapılar arasında katıksız tümdengclimci bir süreç yoluyla birinden diğerine geçebileceğimiz biçimde zorunlu ilişkiler kurmak mümkün değildir, ancak bunların eklemlenmelerine imkan verecek koşulların oluşturulması mümkündür.

Dolayısıyla üçüncü olarak da, somuta bir kestirimlcme (approximation), sadece bir kavramsal bütünün mantıki niteliklerinin basit bir sergilenişini değil, giderek daha karmaşıklaşan kavramsal eklemlenmeleri önvarsayar. Sonuç olarak, analiz somutlaştıkça, daha fazla teorik hüküm içermelidir. Teorik hükümlerde (determination) öz’ün kendini açığa sermesinde (self-unfolding) zorunlu anlar olmayıp, ayrı ayrı kavramsal oluşumlar olduklarından, somuta doğru teorik bir kestirimleme ön koşulu, kavramları çağrışımcı eklemlenmelerinden kurtaran tedrici (progressive) bir soyutlama sürecini içerir. Teorik pratik, tartışmış olduğumuz bu iki engel tarafından büyük ölçüde engellenmiştir: Sağduyu söylemi düzeyinde kavramların çağrışımcı eklemlenmesi ve bunların temel paradigmalara uslamsal eklemlenmeleri. Bu kitaptaki makaleler, bu engellerin birleşerek Marksist teori açısından doyurucu olmayan bir olaylar durumu oluşturduğu inancıyla yazılmıştır. Ayrıca Della Volpe’den Althusser’e dek en son Marksist düşüncenin de bizim bu ciddi zorlukları yenmemizi mümkün kılacak, bilimsel bir Marksizm yorumu için 12 koşulları oluşturmaya başladığı inancını da taşıyorduk. Engellerin bu bileşiminin nasıl işlediğini görmek için ideolojik söylemin çağrışımcı eklemlenmeleri sorununa bakalım. Marksist teorik pratik, tarihsel olarak sosyalist siyasi pratiğine bağlandığı ölçüde, politik söylemin çağrışımcı eklemlenmeleri otomatik olarak teorik belirlemeler haline dönüşme eğilimi göstermiştir. Örneğin «kapitalist» kavramını alın. Bu kavramın Marksist teoride tanımlanmış bir teorik statüsü vardır: Kapitalist üretim tarzını meydana getiren üretim ilişkilerinin kutuplarından bir tanesidir. Şimdi, bu yapısal ilişkinin taşıyıcıları olan bu ajanlar (agents) aynı zamanda sınıf pratikleri tarafından biraraya eklemlenmiş ilişkiler ve çelişkiler çeşitliliğinin de kesişme noktalarıdır. Dolayısıyla politik söylemde varolan, somut kapitalistler olup «bu tür kapitalist» değildir, yada başka yoldan ifade edersek, «kapitalistsin teorik belirlemesi, çağrışımcı olarak başka bir teorik belirlemeler kompleksine bağlanmıştır. Buradan sonra kısa bir adım atıp «kapitalistsin bir teorik kavram olmayıp ajanın ismi olduğunu, bu sıfatla da bu ajanın belirlediklerinin toplamına -bunların sadece birine değil- atfedildiğini varsayabiliriz. Bununla, bir kez daha seslerle gölgeleri birleştiriyoruz. Bu yeni yapay öznenin, «kapitalistsin özelliklerinden her biri, bu durumda, onların bütünselliğinin çağrıştırıcısı yada belirticisi (indicative) olacaktır.

Bunun, politik söylemin ideolojik bir etkisi olduğu, teorik pratiğin bunu hemencecik açıklığa kavuşturabileceği düşünülebilir. Fakat bu noktada diğer engel araya girer: paradigmatik ilişkiler önermesi. Geleneksel olarak, ilgilendiğimiz türde Marksizmin niteliğini oluşturan çeşitli paradigmalar arasında bir tanesi vardır ki diğerlerinin tümünün de kaynağıdır: Sınıf indirgemeciliği. Çelişkiler doğrudan ya da dolaylı olarak bir sınıf çelişkisine indirgenebilecek hiyerarşik bir sistem içinde görülür. Böylece politik ve ideolojik düzeydeki her çelişki ya da öge sınıfsal bağlılığı olan bir şeydir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir