F. R. Haslok – Bektaşilik Tetkikleri

Bu makalede, Bektaşî Tarîkatinin coğrafî yayılışına ait olarak basılı kaynaklarda bulunan dağınık kayıtları, şu anda ve evvelce mevcut tekkelerinin yerlerini göstermek suretiyle toplamaya çalıştım (2). Bundan başka bu konuya ait (1913-1915 senelerinde) Bektaşîler arasındaki seyahat ve incelemelerimden elde ettiğim bilgileri de kattım: Bütün bu bilgiler, doğrudan doğruya Bektaşî kaynaklarından ve bir çoklan bunlann bir çoğundan alınmıştır. Bu suretle şimdi en mühim faaliyet alanları olan Arnavutluk’taki Bektaşî müesseselerinin hemen hemen eksiksiz bir fihristini meydana getirdiğim gibi -bugün elimde bulunan fakat kaynakları isteğe uygun olmayan Anadolu müstesna olmak üzere- bu tarîkatin bulunduğu diğer yerlerde de incelemelere devam edilmesi için sağlam bir esas hazırlamış olduğum ümidindeyim. Elimizde bulunan belgelere göre Anadolu’daki Bektaşî müesseseleri en ziyade yoğunlukla “Kızılbaş” veya “Şiî Müslüman” bölgelerinde; özellikle (1) Ankara ve Sivas vilayetlerinde ve (2) Konya vilayetinin -meşgul oldukları sanata dayanarak “Tahtacı” namını alan- Şiî aşiretlerinin bulunduğu, güney batı köşesinde (Likyada) olmak üzere başlıca iki gurup halinde toplanabilir. Anadolu Şiîlerinin üçüncü korunma bölgesi olan Harput ve Erzurum, doğu vilayetlerindeki Bektaşî tekkeleri hakkında ise bilgi yoktur. Bununla beraber “Kızılbaş’larla “Bektaşî’ler arasındaki bağlantı ve ilginin mahiyeti, henüz bilinmiyor. Biz, yalnız, bunlann İslâmiyetin “Şiî” şekline bağlı bulunduklarını ve geniş bir alana dağılmış bulunan Şiî cemaatlerinin ise Bektaşî çelebilerinin (3) manevi üstünlük ve hakimiyetlerini kabul ettiklerini biliyoruz. Avrupa’da nisbeten son zamanlarda İslamiyete girmiş olan Hıristiyan halkı ile “Güney Arnavutluk”, bugün Bektaşîlerin en büyük kuvvetle mevcut bulundukları tek memlekettir. Son zamanlara kadar sayılarının epeyce çok olduğu “Girit” ile Makedonya’nın Kesriye dolaylan, aynı suretle Hıristiyan halkı üzerine aşılanmış bir Bektaşîlik hadisesini arz etmektedir. Bundan başka daha başka yerlerde, mesela Avrupa’da ilk defa göründükleri vakit, ihtimale göre yarı cahil ve tamamen göçebe olan, Asya’dan göçüp gelme köy halkları arasında da, başarılı propaganda izleri görülmektedir. Güney Makedonya ve Teselya’nm “konyan”ları, Rodopların “yörük”leri ve Dobruca’nın ”Tatar”lan, bu cümledendir. Bilhassa Edirne havâlisinde yerleri bilinen tekkelerin sayısı düşünülünce, iki asırdan fazla bir müddet zarfında yeniçerilerle Bektaşîler arasında mevcut sıkı bağlantıya göre, birtakım askerî merkezlerin, aynı zamanda misyoner faaliyeti hususunda önemli OCAKlar teşkil ettiğini farz etmek uygun görünmektedir. (1) Özet olarak “Annual of the British School ar Athens (B.S.A) Mecmuası, XXI.


Cildinden 1914-1916, s. 84-124 (2) Bektaşîler ve Teşkilatlan Hakkında. B.S.A. XX., 94 ve devamına bakınız. (3) Aşağıya bakınız. 1 Anadolu, Rumeli ve Arnavutluk’taki Bektaşî evliyalarının tiplerinde her birine mahsus olmak üzere özeI değişmeler fark edilebilir (4). Anadolu’da ermiş tipi, bizzat Hacı Bektaş ile az çok bağlantılı bir mürşid sayılır. Buna dayanarak mitolojik denilecek kadar uzak bir sîmâdır. Rumeli’deki ermişler de, Türk hakimiyeti devrine ait olmaları bakımından yine öyle uzak ve eskidir: Fakat bunlar ilkel mürşid olmaktan çok mücahid (cihad eri) sayılırdı. Bu keyfiyet, on altıncı ve sonraki asırlardaki yeniçeri-Bektaşî karışık topluluğunun baskısı altındaki bölgelerde Bektaşîliğin gelişmesini göstermektedir. Arnavutluk’daki Bektaşî propagandası, itiraf edildiği üzere, on sekizinci asırdan sonra başlar; ermişleri de tarihî şahıslardır, Bektaşî tekkelerinin yerleri hakkında şurasını da kaydedebiliriz ki, başka tarikatlerinki, genellikle biiyük iskan merkezleri dahilinde veya civarlarında bulunduğu halde, Bektaşîlerinki, kural olarak ya tamamen uzak yerlerde veya köylerin kenarlarında bulunmaktadır. Bunun sebebi, şüphesiz ki kısmen propaganda ve tesirlerinin en çok köylü halkı üzerinde etkili bulunması, kısmen de sünnî hocaları tarafından haklarında düşmanlık duyguları mevcut olmasıdır.

Pek haklı olarak kabul edebiliriz ki (1090 tarihlerinde) Bektaşîlerin yeniçerileri ellerine aldıkları ile bunların 1826 da ortadan kaldırıldıkları zaman zarfında, gerek İstanbul ve gerek vilayetteki yeniçeri kıtalarının kışlalarında daimî bir Bektaşî şeyhi ve farz edilebileceğine göre, yakınlarında bir de tekke mevcuttu. Bunlar 1826 dan itibaren ortadan kaldırılmıştır; fakat bu azizlerin Türk iç kalelerinin içinde veya girişinde mevcut bulunan türbelerinin, bu yeniçerilerle alakalı eski Bektaşî müesseselerinden arta kalma eserler olması, pek muhtemeldir. Bu girişten sonra artık tekkelerin tasnifine girişebiliriz: ANADOLU (Şekil 1) (5) A. ANKARA VİLÂYETİ Hacı Bektaş (Pîr evi). – Tarîkatin meşhur müessisi olan Hacı Bektaş, orta Anadolu’da Kırşehir civarında, ismini taşıyan köyde medfun bulunmaktadır (6). Mezarın bitişiğinde, “Pîr evi” denilen bir tekke vardır ki, Bektaşî tarîkatinin ve mürîdlerinin genel toplanma yeridir. Burası, ta- (4) Evliya Çelebi Seyahat-name’si, Hammer tercümesi, s. 20 ve devamına bakınız. “Bugün, Türkiye’de mevcut yedi yüz Bektaşi tekkesi Hacı Bekraş’ın yedi yüz müridinin eseridir. (5) Bu makaleyi aydınlatmaya yarayan harita, Mösyö Haslok’un kendisi için hazırlamış olduğu bir plandır. Bugünkü şartlara göre yeniden çizilmiştir. (Yazar) (6) Evliya, Seyahat-nâme, Hammer tercümesi, s.21, türbe hakkında şöyle diyor: “Hacı Bektaş, Sultan Orhan zamanında vefat etmiş ve onun huzûrunda Kırım’ın payitahtında defn edilmiştir. Burada bir Tatar melikesi, me2 rikat kurucusunun kabrinden başka Balım Sultan diye bilinen ve tarikatin bölündüğü dört daldan birinin kurucusu olan pek önemli bir Bektaşî azizinin de mezarını ihtivâ etmektedir: Bu mezar, tekkenin “mücerred” denilen bekâr dervişlerine ayrılmış olan kısımdadır. Bundan başka, dikkate değer bir nokta vardır: Sünnî tarîkatlerden Nakşibendî tarîkatine mensup bir hocanın imamlık ettiği, minareli bir camii de vardır.

Bu, II. Mahmut zamanında (1826) da Hacı Bektaş’ı Sünnî olmak üzere ve Nakşibendî şeyhi olarak gösteren anlayışı uygulayan bir yeniliktir (7). Bu tekke, vaktiyle, ahâlîsi Bektaşî tarîkatine mensup 362 köyün mal varlığıyla geçinirdi. Bu köylerin sayısı, hükümet tarafından muhtelif vesilelerle yirmi dörde indirilmiştir (8). Tekkenin 60.000 lira kadar tahmin olunan varidatı, tarîkatin murâkıblan olan ”ahî dede” veya “dede baba” ve “çelebi” arasında paylaşılır. Bunlardan evvelkisi Hacı Bektaş’ın manevî irşad halîfesi olduğu iddiasındadır. Hacı Bektaş tekkesinde oturur ve bu burası ile Bektaşî teşkilatının bir kısmı üzerine hakimiyet icrâ eder. Meselâ Arnavutluk ve Girit Bektaşîleri bunu en yüksek başları olmak üzere tanırlar; şeyhlerinin tayini, bunun tarafından onaylanmak durumundadır. Tarîkatin bu dalı, tamamen Amavutlar elinde olduğu sanılabilir: Son Şeyh Feyzi Baba Arnavut olduğu gibi henüz boş bulunan makam için gösterilen adaylar da Arnavutluk’tandır (9). {“Dede baba”nın emri altında, daha sekiz baba vardır ki her birinin ayrı “konak”ı ( ikametgâhı) olup tekkede görülen işlerin muhtelif dallarına bakarlar. Bunlar, tekkeye yeni girenlerin çalışmalarını idare ederler. Bu çeşitli dallar sırasıyla kiler işi (kilerci baba), fırın işi (ekmekçi baba), mutfak işi (aşçı baba), ahır işi (atçı baba), misafir işi (mihmandar baba), Balım Sultan türbedarlığı (Balım Evi) ye bağ işleri (dede bağ, can bağ)dir. •? zan üzerine bir anıt iıışa eylemiştir. Bıı bina harap bir hale geldiğinden Sultan Süleyman zamanında Kayseri Beyi olan Şeytan Murad, burasını kurşunla örterek tamir edip yenilemiştir.

” Kırşehir yerine Kırım payitahtı denilmesi yanlıştır. Herhalde Tatar melikesi tabiri bu alıntıya sebep olmuştur. Bugün kasabanın göriilecek yerlerinden biri olan tekkenin mutlağındaki kazanların Tatar hanı tarafından verildiği söylendiği halde garip bir şekilde bunu Orhan ile bir saymaktadırlar. (Contemp, Review, Teşrin-i sânî 1913-695). (7) Hacı Bektaş’ın Tekkesinin Tarifi, P. Lucas, Voyage en Grece (Amsterdam, 1814), I. 124, Levidis, ı Afv novut tî|; Ka^.ıa5ov.Laç, 98, Guinet,Asie Mineure, i. 841; Naumann, Vom goldenen Horn zıı dem Quellen des Euphrat,193 ve devamı; Contemp Review, Pr. White; Teşrin-i Evvel 1913,693 ve devamında mevcuttur. Keza XX. B.S.A, 102 ‘ye bakınız.

(8) Bu bilgiler ’’Guine”dendir. Yalnız son rakam müstesnadır ki yazar bunu zamanı için doğru olmak üzere, 42 olarak göstermektedir. (9) Makaleyi yazdıktan sonra “Mes’ud” isminde birinin seçilmiş olduğunu haber aldım. 3 Çelebi (şimdi Cemal Efendidir) Hacı Bektaş’ın fiilen halefi vefdolayısıyla hukuken tarîkatin en büyük reisi olduğunu iddiâ eder. Bu görev ırsî ise de veraset babadan oğula olmayıp ölen bir çelebinin yerine hayatta bulunan kardeşi, büyük oğlunun yerini tutmaktadır. Bu kişi tekke hâricinde oturur ve müessese mülklerinin idaresinde çalıştırılır. Şeceresi dede baba gurubu tarafından itiraza uğramaktadır. Bunlar Hacı Bektaş’ın oğlu olmadığını söyleyerek onu bir sahtekâr saymaktadırlar. Kendileri ise neslini ceddi olan Hacı Bektaş’ın kanını içmek suretiyle hamile kalan bir kadından mucize yoluyla doğduğuna ait araya giren bir efsane ile açıklamaktadırlar (10). Daha Türkiye’de Meşrutiyet’in ilanı olan 1909 tarihinde, çelebi beyi hükümete bir dilekçe vererek tarîkatin en yüksek reisi sıfatıyla tanınmasını vesâik haklarının iade edilmesini talep etmişti. Şu anda, mevkii, Anadolu Kızılbaş halkı taralından tanınmakta ve bunlan idare eden tekkelerin şeyhleri, onun onay ve doğrulamasına uymaktadır. Irsî olduklan anlaşılan (11) bu şeyhlerle kendilerine mensup cemaat, öteki Bektaşî dalı tarafından az çok hafife alınmakta ve bunlar tarafından “Sûfî” diye adlandırılarak teşkilatlan gevşek ve mezhebleri bâtıl sayılmaktadır. Rumeli Hisarı tekkesinin ve şeyhinin oğlu, bana, aralarındaki bu farkı “Kızılbaşlann Katolik ve hakîkî Bektaşîlerin ise Protestan olduklan” tarzında açıklamıştır. Robert Kolc’un eski talebelerinden biri tarafından ileri sürülen bu şahitliğe göre Bektaşîlerin bir tür “reformasyon” temsil ettikleri ve Anadolu’daki geri dindaşlannın itikadlarındaki mezhebî ilaveleri, bâtıl saydıkları anlaşılmalıdır. “Çelebi’1 ile “dede baba” arasındaki ilişkiler gergindir; fakat bekâr dervişler gurubu, evli şeyhler tarafından hürmetle muamele görmektedir.

İnançlar konusunda, Bektaşîler, Kızılbaşlann hilâfına, pîrleri olmak üzere Altıncı İmam “Cafer-i Sâdık”a bağlılık iddiâ ederler. Kızılbaşlar ise Beşinci İmam “Muhammed Bâkir”den el almış olduklarını ileri sürmektedirler. Dînî hayât hususunda da iki mezheb arasında önemli bir fark vardır. Dallarının ruhbân sınıfını teşkil eden Bektaşîler, neredeyse hiç istisnasız, (10) Guine, Küçük Asya, i, 342. Mücerredler (bekârlar) şubesi tarafından kabul edilen menkabe, kadını bir “hoca”mn zevcesi olmak üzere gösteriyor. Ve buna “hatuncuk ana” ismini veriyor. Başka bir menkabe ise Hacı Bektaş’ı “nefes oğlu” (yani Allah demek olan nefhanın oğlu) olmak üzere göstermektedir. (Bunun için Macaristanlı Georgius’uıı De Moribus Turconım’unun XV sonuna bakınız). Böyle mucizevî bir doğuş bir çok ermişleri hakkında da ileri sürülmektedir. Özellikle kızılbaş Kürtler “İmam Bakir” hakkında bu zâtın Bal(?) şekline (haline) gelen Hüseyin’in başı tarafından mucizevî bir şekilde döllenen bir Ermeni bakiresinden aksırma yoluyla doğduğunu söylerler. ( Geog. Joum. Xliv 1914, 64). Daha başka örnekler için Grenard’ın Joıırn. Asiat, XV, (1900), 11; Anadol, Skene, 285 teki yazılanna bakınız.

(11) J.R. Anthr. Inst., Crowfoot, XXX., 8,3,312 (Hayderü’s-Sultân ve Haşan Dede). Şeydi Battal tekkesinde de kııral budur. Un mois en Phrygie, Ouvre. 94, Arch. Des miss, Radet; IV, (1895), 445. mücerred (12) (bekârdırlar. Diğer yönden Kızılbaşların ırsî bir ruhban sınıfı vardır; buna dayanarak şeyhleri mecburen evli (miiteehhil)dirler. İnanmamız için az çok sebepler bulunması bakımından Bektaşîler bedenî ve rûhî baskıya sahip bir reisin idaresindeki asıl aşîret zümresini yönetiyorlarsa, bu takdirde “çelebi”de, tevarüsün, “irşâdî” bulunduğu mücerred (bekâr) dervişler teşkilatının üstünlük ve oluşumu üzerine mevkiinden düşürülmüş olan asıl irsî aşîret reisidir. Onun tarafından memuriyetleri onaylanan şeyhler veya babalar ise, aynen aşîret kısımlarının veya akraba aşiretlerin ırsî reislerini yönetmek durumundadırlar. İrsî olmalan bakımından zarurî olarak evlidirler.

Diğer esas kolun bekar dervişleriyle bunlar arasındaki başlıca fark dâ budur. Bektaşîlerin “çelebi”si hakkında en eski kayıt 1526-1527‘de ortaya çıkan bir derviş ve Türkmen isyanı ile ilgili görünüyor (13). Bu isyanın ortaya çıkıp yayıldığı alan, Ankara’ydı (14). İsyanın, genellikle Kalenderoğlu namıyla bilinen reisinin “çelebi” unvanını taşıdığı, bazı yazarlar tarafından söylenmektedir. Fakat bunun soy olarak Hacı Bektaş Veli’ye mensubiyet iddia ettiği konusunda, hepsi aynı kanaattedirler. Sonradan Bektaşîlerle yeniçeriler arasında ortaya çıkan bağlantı dikkate alınınca, bu olayda yeniçerilerin çelebi üzerine yürümekte kat’iyyen tereddüt göstermemiş olduklarını söylemek uygundur. Aynı vilayet içinde olmak üzere kaydedilen tekkeler, şunlardır: Beypazar civarında – Bu kasabanın batı tarafında, Sakarya boyunda, EMREM YUNUS SULTAN’ın türbesi vardır ki Lejean tarafından, besbelli cahil bir yerli muhbirin ifadesine dayanılarak kızı ve iki oğluyla birlikte defnolunan bir “Konyan Sultam” diye tarif edilmektedir (15). Hakikatte Emrem Yunus, Bektaşîlerce kendilerine mensup bir aziz olmak üzere iddia edilmektedir. Türbe yeri halk tarafından ziyaret edilmekle beraber burada bir müessese olmadığı zannediliyor (16).

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir