Gani Mujde – Seni Sevdigimi Kimseye Soyleme

Bana çocukluğunu anlat ey halkım!. Berbat bir yağmur vardır dışarıda. Kadın salonda yemek masasını hazırlamaktadır. Birden kurşun sesleri duyulur. Meşe kapının içindeki talaşlar, kurşunun açtığı deliklerden etrafa saçılırlar. Kadın gayet sakindir… – Buhran, Vahşet, Hiddet!. Koşun babanız geldi yavrularım… Adam içeri girer. Sırtında bir çuval vardır. Kadın adamı öper. – Hoş geldin hayatım erkencisin bugün… – Çektim geldim… – Müdürün ses çıkarmadı mı? – Çıkarmadı. Bundan sonra hiç ses çıkaramayacak zaten. Kestim onu Ayseli. Her bir parçasını yangında son kurtarılacak dosyalarının arasına koydum.


Derilerini soyup delikli zımba makinesi ile deldim. Konfetileri daha önce üç kez tecavüz ettiğim sekreterin kafasından aşağı atıp çıktım. – Eline sağlık bey… Onun parçaları mı var çuvalda?. – Hayır yazar Gani Müjde’nin babası var… – Eh Orhan pes vallahi, madem misafir getirecektin önceden haber verseydin ya!. – Boşver canım. Zaten canlı değil. Mezarına girip soydum. Şimdi Gani Müjde’den fidye isteyeceğim… Adam cebinden sigarasını çıkartır. Önce perdeleri tutuşturur sonra da sigarasını… . -.Alooo! Gani Müjde mi? – Buyrun!. – Babanız elimizde. -Azrail?!. – Hayır salak. Babanı mezardan kaçırdık. Eğer 100 milyon vermezsen babanı ölmüş bil. – Ama babam zaten ölmüştü… -Tamam be!.

100 milyonu getirecek misin, getirmeyecek misin? – Babamın sizin elinizde olduğunu nereden bileyim? – Sana kemik seslerini dinleteyim o zaman. Tak tak tak… – Hayır, bu benim babam değil. Zaten Vehbi beye yapılan vahşetten sonra babamı mezardan çıkartıp bir bankanın kiralık kasasına yatırmıştım. – Gani bey… Blöf yapmayın Gani bey… – Düt düt dut… Adam da telefonu kapatıp sigarasını sertçe söndürür. – Kapattı alçak. Lan herif cimri çıktı be. Babasının kemikleri sızlıyordur şimdi. Adam yemek masasına bakarak… – Akşama yemekte ne var? – Volkan? – Efendim… – En küçük çocuğumuzu kestim Orhan. Bugün çok yaramazlık yapıyordu doğradım. – Lan hayvan karı!. – Ne var?. – Lan insan hiç boşu boşuna çocuğunu keser mi? Birkaç gazeteci, televizyoncu filan çağırsaydın bari… – Ne bileyim aklıma gelmedi? Adam elindeki kemikle kadının kafasına vurmaya başlar. -Sen aptalsın zaten… Lan bu kemiklerle kafanı karıyım mı şimdi senin ha… O sırada çocuklar içerden koşup gelirler. – Koşun koşun babam annemi parçalayacak. Sonra da bizle röportaj yapacaklar.

Kadın yalvara yalvara gerilemektedir. – Yapma Orhan. Bu kadar canavar olamazsın. Gene işte gizlice televizyon seyrettin değil mi? -Evet evet evet. Herkes televizyona çıkıp milyarlar götürürken çocuğumuzu boşu boşuna kesmeyi sana pahalıya ödeteceğim Ayseli… Kadın yemek masasındaki bıçağı kapar… – Zor biraz Orhan. Al al al… -Oh oh oh… – Aaa manyak mısın Orhan. İnsan bıçaklanırken oh der mi? – Der tabi salak karı. Şimdi koş hemen televizyoncuları ve gazetecileri çağır. Kocamı seks yaparken bıçakladım de. Sonra birkaç ay cezaevine gir. Çıkınca her kanaldan 200 milyon lira toplayıp zengin oluruz. Bizim Sharongillerden neyimiz eksik be!. GÖZÜN ARKADA KALMASIN DODİ, LOTO TRİLYONERİ GANİ GELİYOR Burçlara olan inancım her ne kadar Kenan Evrenin demokrasiye olan inancı kadarsa da Yay Burcu’nun şanslı olduğuna inanırım. Bu inancımda geçen yıl yerde bulduğum Milli Piyango biletine 700 milyon çıkmasının payı var mı bilmiyorum, ama Loto’nun toplam ikramiyesinin 2 trilyon civarında dolaştığını duymamla, Loto bayii önünde elimdeki kalemi almak isteyen adamı üç yerinden kalemlemem aynı güne rastlıyor. Claudia Schiffer, Naomi Campbell, Kate Moss, Dodi El Fayed’den boşalan tahta oturacak başarılı, yakışıklı, yetenekli ama her şeyden daha önemlisi Loto milyarderi bu yazarı kıracak değillerdi herhalde.

Loto’da 2 trilyonun bana çıktığını gün onlar ararlardı zaten. “Ganiciğim ben Kate Moss. Şu anda Matibu’daki villamdayım. Gelip sırtıma güneş kremi sürer misin?” “Cherry. Ben Naomi. Ben de şu anda Kate’in yanındayım. Gelip sırtımdaki güneş yağlarını siler misin?” “Yürüsene kardeşim!” (Bu son cümle top modellerden birine ait değildir. Arkamdaki hıyarın sesidir.) Arkamda bekleşenlere baktım. Sanki Naomi veya Claudia onlara verecekmiş gibi umutla bekleşiyorlardı Loto bayiinin önünde. Aslında para onlara çıksa naapacakları belliydi zaten. “Bir ev, bir araba alacağım, amca oğluyla da ortak tatlıcı dükkânı açacağız.” “İnsan böyle bir amaç için saatlerce kuyrukta bekler mi kardeşim?” diye haykırmak isterdim, ama beni dövüp kuyruktan atarlar diye sesimi çıkarmadım. Tam bu sırada telefonum çaldı. Genel Yayın Yönetmenim Derya Sazak telefonun öbür uçundaydı.

“Naapıyorsun” dedi. Milliyet’in istihbaratının güçlü olduğunu biliyordum, ama bu kadarını da tahmin etmiyordum doğrusu. Demek ki Loto oynadığımı, Kate Moss’u ve Claudia Schiffer’i götürmeye niyetli olduğumu duymuştu. Yine de renk vermedim. “Tansu Çiller’i dava edecek onbaşılarla ilgili bir haber peşindeyim” dedim. “Bırak şimdi onbaşıları, Loto meselesi önemli” diye diklendi. Sesindeki kararlı ifade “Brüksel’e NATO toplantısını izlemeye gidiyorum Derya Bey” diye ödenek kopartıp Pascha diskoda yakalandığım ve o beni denize attıktan sonra yüzerek eve dönmek zorunda kaldığım geceki sesine benziyordu. “Şu anda araba kullanıyorum Derya Bey. Trafik polisleri beni her an yakalayabilir” deyip, bu yalan için yanımda taşıdığım düdüğü çaldım ve telefonu kapattım. Az sonra Yazı İşleri Müdürü Tahir Özyurtseven aradı. “Nerdesin oğlum? Seni bütün gazete Loto için arıyor” dedi. Düdüğü tekrar çaldım. Kapattım telefonu. Demek büttün gazete Naomi ve Claudia ile aramda oluşan yakınlığı duymuştu. Claudi ve Naomi ile aramda sadece 20 kişi kalmıştı ama gazetedekileri atlatmam gerekiyordu.

Naapiyim playboyluk böyle yüz kişiyle yapılacak bişey değil ki kardeşim. Üstelik parayı ben kazanıcam, Naomi’yi ben tavlıyıcam, sonra gazetedekiler “Yav şunun Claudia diye bir arkadaşı var, onu da bize araklasana” diye başıma üşüşecekler. Yok öyle yağma… Tekrar telefonum çaldı. “Ben Celal. Yazı işleri müdürü” lafını duyar duymaz “düüüüttt”… Düdüğü çaldım kapattım. Çünkü Dodi El Fayed öldükten sonra boşalan playboy camiasının bana ve Loto’dan kazanacağım trilyona ihtiyacı vardı. Üstelik sıra bana gelmişti. “Kaç tane” dedi adam. “Üç tane” diye cevap verdim. “Claudia, Kate, Naomi.” “Kaç tane kuponun var, diyorum, adamın verdiği cevaba bak” deyip kaptı elimdeki kuponları. Az sonra Derya Bey’in sekreteri Gamze aradı. “Ohh, çok şükür elimden Naomi’yi kapmaya çalışan bir erkek aramıyor” diye mırıldandım kendi kendime. “Bütün gazete sizi arıyor.” “Biliyorum ama avuçlarını yalarlar.

” “Ne yani, yarın Loto ile ilgili bir yazı yazmayacak mısınız?” Buz gibi dondum kaldım. “Ne yani, beni saatlerdir yazı için mi arıyorlardı?” “Evet.” “Hah. İstedikleri yazı olsun” dedim keyifle. Bu akşamki Loto sonuçlarına bağlı olarak benden okuduğunuz son yazı olabilir bu. Claudia veya Naomi yazı yazmama izin vermezler belki. “Bırak yazıyı şekerim. Sırtıma güneş yağı sürecektin hani?” Naomi ve Claudia’ya Açık Mektup Sevgili Naomi veya Claudia, hatta Kate Moss ve Linda Evangelista hanımlar… Geçen hafta Loto’dan trilyoner olmama ramak (Ramak: Cinde 7 milimetreye karşılık gelen bir ölçü birimi) kalmıştı inanın. Eğer 38 yerine 45,1 yerine 22, 5 yerine 25 yazsaydım şimdi Bahama adalarının sadece resimlerde gördüğüm ince ve beyaz kumları üzerinde birdirbir oynuyor olabilirdik. Birdirbir bilmiyorsanız tarif edebilirim aslında. Şimdi sırayla eğiliyorsunuz. Böyle eller dizde popo dışarıda… Sonra arkanıza geçiyorum, gerilip gerilip… Neyse yaaa başka bişeyi tarif eder gibi oldu. Birdir biri unutalım isterseniz. Uzun eşek oynarız… O da şöyle oynanıyor. Siz öne doğru eğilip, sırayla birbirinizin bacakları arasına kafanızı sokuyorsunuz, ben de arkanıza geçiyorum.

Sonra gerilip gerilip…. Allah allah gene başka bişeye benzedi bu ya. Lan şöyle edepli bir oyun öğretmediler ki çocukken. Neyse saygıdeğer hanımlar. Belki şu anda loto trilyoneri değilim. Ama cebimde geçen hafta üç tutturanlara dağıtılan 330 bin lira var. (Yazıyla : Üüüüüç yüüüüüz otuuuuuuz biiiiiin lira) Şimdi aranızdan bazı kaltaklar çıkıp – ki sanmıyorum -“Bu para bizim makyaj paramıza yetmez ayol” diyebilir. Bakın 330 bin lira ile ben bizim mahalledeki berbere hem traş oluyorum; hem kolonya, krem ve pudra sürdürüyorum. Yani o kadar para traşa da yetiyor, makyaja da… Jean Louis David’e gitmeniz şart değilse eğer bir problem çıkmaz yani. Sonra size şunu açık seçik söyleyeyim ki (Rahmetli karşısındakine olumsuz bir şey söylemeden önce bu cümleyi kurardı) Muazzez Ersoy hanımefendinin dediği gibi “Parayla Saadet olmaz, tırınım tırınım” Benim çok param yok belki ama taş gibi delikanlıyım evelallah. Taşı sıksam suyunu çıkartırım. Yani su çıkmasa bile taş bu konuda hayli zorlanır. içkim yok, kumarım yok, gece hayatım yok… Şimdi gene aranızdan bazı kaltaklar çıkıp – ki sanmıyorum – “Böyle renksiz bir adamla biz naapıcaz?” diyebilir. Bakın gece illaki bir yerlere eğlenmeye gitmek zorunda değiliz. Bizim, ülkemiz pencereden bakarak eğlenen milyonlar sayesinde ayçekirdek sektörünü uluslararası bir sektör haline getirdi.

Üstelik bizim ülkemiz çok eğlencelidir. Çeteleri yargıladığımız mahkemelerdeki duruşmaları seyretseniz senelerce gülersiniz. Bir muhalefet liderimiz var görseniz gülmekten yerlere düşersiniz. Tansu hanımla Şevki Yılmaz’ı üç saniye televizyonda izleseniz bir daha Jay Leno veya David Letter mah’ın yüzüne bakarsanız adam değilim. Ben fiziksel olarak da size çok uygunum. Belki çok uzun boylu değilim, ama birlikteliğimiz sırasında basketbol oynamıyıcaz herhalde. Yani açıklamak ne kadar doğru bilmiyorum, ama oynamaktan daha çok zevk alacağımız oyunlarım var saygıdeğer hanımlar. (Üstelik Almanca) Şimdi seçmek sırası sizde. Loto trilyoneri şişman ve yağlı bir herif mi? Yoksa loto mağduru 330 bin liralık karizmatik, yakışıklı, gelecek vaadeden bir yazar mı? İkincisini seçerseniz beni Milliyet’ten arayın. Ben yoksam sakın Derya beyle veya yazı işlerinden Tahir ve Celal beylerle görüşmeyin. Onlar “Naomi hanım, siz bize telefonunuzu verin biz gelince Gani bey’e veririz o sizi arar” gibi amatör zamparalar için profesyonel yalanlar uydurabilirler. Telefona ben değil de onlar çıkarsa telefonu kapatın… Hatta sert bi şekilde kapatın ki benden başkasına yar olmayacağınızı iyice anlasınlar. Eğer birinci şıkkı, yani Loto trilyoneri yağlı ve şişman bir zengini seçerseniz, size diyecek bişeyim yok ama Dodi’ ye var. Gözün arkada kalabilir Dodi… Ne Gülüyorsunuz? Canım Loto’da trilyon bana çıkmamış olabilir, ama ne gülüyorsunuz? Bir sürü insana da çıkmadı ona bakarsanız!… Ah tabiii, Naomi ve Claudia’yı götüremedim diye yüreğinizin yağı eridi di mi? Sadece sizin değil gazetedekilerin de yüreğinin yağı eridi bakıyorum. Naapıcam bilmiyorum, koridorlarda yürüyemez oldum.

“Hoop Naomi diye biri arıyor, kime bağlayayım?” “looop Ganabi, az önce yemekhanede Kate Moss’a rastladım, kurufasulye yiyordu, seni sordu?” Maalesef, yazı işlerindekiler bir haftadır telefonları “Buyrun Naomi hanım” diyerek açtıklarını unutmuş gibi üstüme üstüme geliyorlar. Derya bey’i ise hiç sormayın. Yarı Türkçe, yarı İngilizce konuşmasına bakarak Linda Evangelista sandığı ve saatlerce kahkahalarla sohbet ettiği Tansu Çiller’den özür dileyeceğine benimle dalga geçmek için her gazeteye gelişimde beni kapıda karşılıyor. Hele kadınlar… Hepsinin ağzı kulaklarında. “Allanın şapşalı Claudia seni n’apsın be?!.” der gibi bakıyorlar suratıma. Sanki ben çok meraklıydım Claudia’ya. Alt tarafı aptal bir sarışın? “Türk romanında post-modern akımın öncüsü kim?” desen aval aval yüzüne bakar adamın. Tabii bu soruyu Türkçe sormamın etkisi var mı bilmiyorum, ama aval aval bakar işte… Hele Naomi… Bir nevi kara marsık. Gece vakti neresinden tutacağını göremez insan. “Aaa Naomi sen burada miydin?” “Evet hem de saatlerdir. Bu arada üç kere burnunu karıştırdın, bir kere de şeyinin yerini değiştirdin. Sağdan sola aldın.” Kate Moss desen bir deri bir kemik. Hatta az deri, çok kemik… Göğüs desen bir nevi sivilce irisi.

Halbuki biz “Dam üstünde un eler, tombul tombul memeler. Memeler baş kaldırmış dar geliyor düğmeler” şarkılarıyla büyümüş bir kuşağız… Yani siz bu satırları okuduğunuzda ben Paris’te olacağım. Kate Moss karşıma çıkacak ve “Hani California’ya gelip sırtıma güneş yağı sürecektin hınzır” diyecek diye ödüm patlıyor. Peeehhhh Ayrıca hepsi espiriydi… Lotodan para çıksa da ben onlarla yemeyecektim ki? O paraya ihtiyacı olan bir sürü hayır kurumu var. Ben vatandaş sorumluğunun bilinci içerisinde paramı onlarla paylaşmayı düşünüyordum. Hatta para bana çıksın birkaç yüz milyon aç doyururum, Bülent Ersoy’un da düğününü kendi ellerimle yaparım diyordum. Bunu kimseye söylemedim, ama inanın öyle düşünüyordum işte… Ama kısmet değilmiş. Sekiz tane adam şimdi durup dururken 200 küsur milyar kazandı. Şimdi parayı alırlar doğru bir ev, bir Doğan SLX, bir tane de tatlıcı dükkanı bitti para… Neyse üzülmüyorum gerçekten. Gözüme bişey kaçtı onun için ağlıyorum. Sayın Mustafa Kemal Çelik’in dediği gibi. “Elimi sallasam ellisi. Biri gider gelir birisi”. Başka bişey sallamaya gerek yok yani. Dünya kadar malım olacağına… Bakın peşin peşin anlaşalım.

Beni edepsizlikle suçlamak yok tamam mı? Bu haber gazetelerde yer aldı. Bu kadınlar televizyonlara çıkıp haber oldular. Hangi kadınlar mı? Şeyinde altın bilezikler yakalanan kadınlar… Bilezikleri sakladıkları yeri açık açık yazamıyorum tabi… Halk arasındaki yaygın ve sonu cık’la biten söylenişini yazsam yazı işlerinden bir telefon gelir şimdi. “Hocam şuna daha uygun bir isim bulsak?” Vagina desek olmaz, halkın yarısı otomobil markası sanır. Edep yeri desek insanın bütün edepsizliği yaptığı yer ağzı. Niye oraya edep yeri deniliyor anlamıyorum?. Neyse isterseniz biz ona yeniden bir isim verelim ve “kapşon” diyelim ve olay günü karakola gidelim. AMİR – Şu kasa fişlerine bak. Hepsi bin lira, binbeşyüz lira… Üç kuruşluk vergi iadesi alıcaz diye “meydan larus” kadar fiş dökümü yazmak zorunda kalıyoruz be… (Kapı çalınır) Giiir. MEMUR – Komserim “kapşonlarında” altın yakalanan kadınları getirdik. AMİR – Getirin getirin… MEMUR – Girin lan içeri. AMİR -Oğlum bunlar hâlâ şangırdıyorlar iyice aradınız mı üzerlerini. MEMUR – Aradık komserim. Bakın bundan yedi altın bilezik, dört Trabzon işi burma, altı metre zincir, sekiz yüzük ve bir cop çıktı.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir