Gündüz Vassaf – Cennetin Dibi

Oy vermek tarihe karıştı. Seçimle iş başına gelmiyor artık hükümetler. Siyasi partiler de kalkalı yıllar oluyor. Kurtulduk o günlerden. Ne maskaralıklar, kepazelikler yapılırdı seçim kazanmak için. Ülkenin bölünmez bütünlüğünden söz eden siyasi partiler bölücülüğün başlıca unsuruydu. lktidara gelebilsinler diye halkı birbirine düşürür, durmadan kargaşa yaratırlardı. Ya seçim gündeme geldiğinde sorumsuzca oluk oluk akıtılan paralar! Bir yanda para bekleyen eğitim, sağlık, ulaşım vb. sorunlar; öbür yanda seçilmek uğruna milyarlar harcanan siyasi sirk gösterileri. Bitti, bitti. Hepsi bitti. İmparatorluklar döneminde doğuştan hazırlanırdı geleceğin hükümdarları. Sonradan siyasi partiler çıktı. Burjuvalar, düşünce adamları falan, sultanların, kralların işine soyuridu. Derken işçiler girdi işin içine ve işçiler adına konuşanlar.


Sanılıyordu ki, demokrasi demek her ülkede, her isteyenin iktidar olabilmesidir. Zamanla dünyanın her yerinde seçimlerle gelenler, gideni aratmaya başladı. Eskisi gibi devlet adamları çıkmaz oldu. 16 Birbirinden çapsız, şöhret ve para düşkünü insanlar devlet başkanı, başbakan falan oldular. Onlardan tiksinmek ve tek tük fıkralarla duyduğu öfkeyi hafifletmek dışında, halk pek tepki göstermedi. Siyasetin yozlaşmasıyla tüm değer yargılarımızı yitirmiş ve politikaya iyice yabancılaştırılmıştık. Yeni Dünya Düzeni’nde, artık gazete bile okumayan insanlar 328 kanallı TVlerinden durmadan özgür seçimler yapıyor; devlet için de “gölge etmesin başka ihsan istemem” deniliyordu. Başbakanların, başkanların adını bilmek şöyle dursun, Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğünü bilenlerin sayısı bile giderek azalıyordu. Ne var ki hiçbir hükümet de işinde başarılı olamıyordu. Bir defa ulus-devlet çoktan tarihe karışmıştı. Bayrak gönderlerinde çok-uluslu firmaların bayrakları hem en büyüktü hem de en yüksekte dalgalanıyordu. Uluslararası mafyalar ve firmalar har vurup harman savuruyor, liberal kapitalizmin sınır tanımayan ticaret politikasını harfiyen yürütüyorlardı. Yürütüyorlardı da doğru dürüst muhatap bulamıyorlardı devlet katında. Hükümetler durmadan değiştiğinden tutarlı bir ekonomi politikası çizilemiyor, cuntalar ya da meclisi hiçe sayan yan totaliter rejimlere başvurmak zorunda kalınıyordu. Üstelik halk nezdinde ne askerin ne de başkanların beş paralık itibarı kalmıştı.

Devlet yönetimi her alanda uzmanlaşmış kişiler gerektiriyordu. tık ilan bir Amerikan gazetesinde çıktı: KİRALIK HÜKÜMET 1- New York’ta kurulan, Singapur, Zürih, Buenos Aires ve Darüsselam’da şubeleri olan Glasnost Uluslararası Yönetim firmamızın faaliyete geçtiğini müjdeleriz. 2- Kiralık hükümetlerimizin uzman kadrolarının 17 hepsi Uluslararası Para Fonu, Dünya Sağlık Teşkilatı, Uluslararası Af Örgütü, Birleşmiş Milletler Tanın ve Gıda Örgütü gibi kurumlarda çalışmış olup her biri en az beş dil bilmektedir. 3- ilgili devletlerle anlaşma sağlandığında, firmamız kiralık hükümetimizin söz verdiği ekonomi, sağlık, eğitim vb. alanlarındaki hedeflere, belirlenen süre içinde varılacağını taahhüt eder. Hedeflere ulaşılmadığı takdirde tazminat öder, hedef aşıldığında ise ek prim alır. 4- Kiralanan hükümetin tüm reklam ve halkla ilişkiler (kamuoyunu yönlendirme) hizmetlerini firmamız ek bir ücret karşılığı yerine getirir. Kiraladığınız hükümet ve kabine üyelerine halkınızca arzulanan uygun görüntüyü (liberal, anarşist, yeşil, köktenci muhafazakar, sosyal demokrat, feminist vs.) verecek kadromuz mevcuttur. 5- Firmamızın kiraladığı hükümetler, Birleşmiş Milletler Evrensel lnsan Haklan Beyannamesi’ne uymayı taahhüt eder. 6- Firmamız ile kiracı devlet arasındaki ihtilaflarda taraflar Lahey Adalet Divam’mn kararlarına uymayı önceden taahhüt eder. lşte böyle idi ilan. Zaten hapishanelerini, okullarım, itfaiyelerini, sokak temizliğini, polis teşkilatını çoktandır özel firmalara devretmiş olan Amerika gibi ülkeler kolayca alıştı çokuluslu şirketlerden hükümet kiralamaya. Kısa bir süre içinde bu tarzda birçok firma kuruldu. Kimileri birbirlerinden hükümet transferine bile başladı.

Kötü firmalar battı, iyilerin hisse senetleri borsalarda kapışılır oldu. Ne var ki bu firmaların hiçbiri, hala Türkiye gibi gerçek demokrasiyi kurmaktaki kararlılığını sürdüren ülkelere nü18 fuz edebilmiş değil. Bu tür ülkelerin politikacıları, paşaları ve kapıkulu hocaları halka en iyisini verebilmek için birbirleriyle yarış içindeler hala . Mayıs 1990, Levend 19 BÜYÜK MARLBORO MEYDAN MUHAREBESİ II Lewis Carroll’m Alis Harikalar Diyannda adlı kitabında yer alanjohn Tenniel’ın illüstrasyonu. 11Kasım1918 Bir İngiliz askerinin günlüğünden “Süvari alayımız o sabah Erquelinnes Köyü’ne girmişti. Birinci Dünya Savaşı sabah saat ll’e kadar devam etti. Saat 11. lS’te hala gelişigüzel ateş etmeye devam eden Alman makineli tüfekçiyi susturduk. Aslında savaş biteli onbeş dakika oluyordu; ama başka seçeneğimiz yoktu. Belki saati yanlıştı. Herhalde savaşta öldürülen son Alman oydu, şansı yokmuş.” Saçma sapan bir yüzyıl. Hakem düdüğüyle biten futbol maçı gibi tam sabah saat ll’de Birinci Dünya Savaşı bitiyor. Bir anısı daha var askerimizin: 24 “Onuncu saatin son saniyesinde ateş kesildi. Mons yakınlarında daha şanslı bir Alman askeri varmış.

Savaşın son dakikasına kadar İngiliz cephesini makinelisiyle tarıyor ve saatin dolmasıyla siperinden dışarı tırmanıyor, miğferini çıkarıyor ve eski düşmanları önünde eğilip nazikçe selam verdikten sonra arkasını dönüp gidiyor.” Absürd tiyatro gırgıra alıyor yaşantımızı. Ve bir türlü gelmeyen Godot’yu beklemeye başlıyoruz. Oyunda Godot gelmeyedursun, gerçekte her gün geliyor, hem de tam zamanında geliyor: Piyesin yazan Beckett’in Provence’da yaşadığı köye her gün işleyen otobüsün şoförünün adıymış Godot. Savaşın cephenin kilometrelerce gerisinden, hatta okyanusun ötelerinden yönetilmesi böyle saçmalıklara yol açabilir ancak. Orduları ile birlikte savaşan, birlikte ölen krallar, sultanlar ortadan kalkalı beri, bilgisayarlı modem konvansiyonel savaş, ölümü iyice anlamsızlaştırdı. Kahramanı korkaktan, cesuru hainden ayırt edemez olduk. Oysa, örneğin 14. yüzyılda, İsviçre askeri yanındakinde korku emaresi gördüğünde onu hemencecik öldürüyordu. Uygar 20. yüzyılda, korkan tekrar cepheye dönebilsin diye psikiyatristler yetiştirdik. Devlet vahşeti gizlenir ya da yüksek politika kisvesi altında mübah kılınırken, cephede binlerce arkadaşının yaralanmasını, yüzlerce arkadaşının katledilmesini, geride bıraktığı köyünün düşman tarafından yakılmasını yaşayan asker, bir kol saati yürüttüğü için mahkemeye verilir oldu. Yüzyılımızın devletleri uzaktan kumandalı bombalarıyla sivilleri kıyadursun, ortaçağda tepeden tırnağa zırhına bürünen şövalye, aynı zırhı onu korumak için atına da geçiriyordu. Yok etmek değil, hükmetmekti esas olan. Bugün sanılanın tersine, insanın, atın değeri vardı ortaçağda.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir