Heidi Harman – Marksizm ve Feminizmin Mutsuz Evliliği

Marksizm ve feminizmin evliliği, İngiliz örf ve adet hukukunda belirtilen karı-kocanın evliliğine benzemektedir; Marksizm ve feminizm birdir ve bu bir, Marksizmdir[1]. Marksizmi ve feminizmi son zamanlardaki birleştirme çabaları, feministler olarak bize tatmin edici gelmiyor, çünkü bu girişimler, feminist mücadeleyi sermayeye karşı verilen “daha geniş” mücadelenin kapsamı içine alıyor. Benzetmemizi sürdürürsek, ya daha sağlıklı bir evliliğe varmamız ya da boşanmamız gerekmektedir. Bu evlilikteki eşitsizlikler, diğer pek çok toplumsal görüngü gibi, arızi değildir. Pek çok Marksist, feminizmin olsa olsa sınıf mücadelesinden daha az önemli, en kötü ihtimalle de işçi sınıfını bölücü bir nitelik taşıdığını öne sürmektedirler. Bu siyasi tutum, feminizmi sınıf mücadelesi içine alan bir analizi ortaya çıkarmaktadır. Dahası, sermayeye ilişkin olarak Marksizmin analitik gücü, onun cinsiyetçiliğe ilişkin sınırlılığını gözden saklamaktadır. Biz bu makalede, Marksist analizin, başta sermaye olmak üzere, tarihsel gelişimin yasalarına ilişkin esaslı bir kavrayış sağlamasına karşın, Marksist kategorilerin cinsiyet körü olduğunu öne süreceğiz. Yalnızca özgül bir feminist analiz kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkilerin bütüncül karakterini ortaya çıkarır. Yine de tek başına feminist analiz yetersiz kalır, çünkü, o da tarihsel bakış açısına sahip değildir ve yeterli derecede materyalist değildir. Batılı kapitalist toplumların gelişimini ve bu toplumlar içinde kadınların kötü durumunu anlamak istiyorsak, hem, başta tarihsel ve materyalist yöntemi olmak üzere Marksist analiz, hem de toplumsal ve tarihsel bir yapı olarak patriarkayı (ataerkillik) tanımlamasıyla feminist analiz, kaynak olarak kullanılmalıdır. Bu makalede, Marksist feminist analiz için yeni bir yönelim önereceğiz. Tartışmamızın birinci bölümü, “kadın sorunu”na ilişkin çeşitli Marksist yaklaşımları ele almaktadır. Daha sonra, ikinci bölümde, radikal feministlerin çalışmalarına döneceğiz. Patriarkanın radikal feminist tanımlamalarının sınırlılığından söz ettikten sonra, kendi argümanımızı ortaya koyacağız.


Üçüncü bölümde ise gerek kapitalist toplumların gelişimi, gerekse kadınların şu anda içinde bulundukları durum hakkında öneriler getirmek için, hem Marksizmin hem de feminizmin güçlü yanlarını kullanmaya çalışacağız. Son zamanlardaki sosyalist feminist çalışmalardaki dengesizliği düzelterek ve günümüzdeki sosyo-ekonomik formasyonumuzun daha kapsamlı bir analizini ortaya koyarak, feminist amaçları analiz etmek için Marksist metodoloji kullanacağız. Materyalist bir analizin, patriarkanın basit bir şekilde insan ruhuna ait bir şey değil, aynı zamanda sosyal ve ekonomik bir yapı olduğunu gösterdiğini öne süreceğiz. Ayrıca, içinde yaşadığımız toplumun, onun hem kapitalist hem de patriarkal yönlerde düzenlendiğini kabul ettiğimiz vakit en iyi şekilde anlaşılabileceğini iddia edeceğiz. Patriarkal ve kapitalist çıkarlar arasındaki gerilime dikkat çekerken, sermaye birikiminin hem kendisini patriarkal toplumsal yapıyla uzlaştırdığını, hem de bu yapının idame edilmesinde yardımcı olduğunu öne süreceğiz. Bu çerçevede, patriarkal ilişkilerin kapitalizmi destekleme eğiliminde olduğunu göstererek, cinsiyetçi ideolojinin günümüzde alışılmışın dışında bir kapitalist biçim aldığını göstereceğiz. Kısaca, patriarka ile kapitalizm arasında bir ortaklığın ortaya çıkarak geliştiği argümanını ortaya koyacağız. Dördüncü ve son bölümde ise, Marksizm ve feminizm arasındaki siyasi ilişkilerin, solun kadın sorununa ilişkin anlayışında görülen, Marksizmin feminizm üzerindeki hakimiyetini ortaya koyduğunu ileri süreceğiz. Dolayısıyla, Marksizm ve feminizm arasındaki daha gelişmiş bir birlik, yalnızca sınıf ve cinsiyet ilişkilerinin gelişmiş entelektüel kavrayışını değil, aynı zamanda bu ittifakın, sol politikadaki egemenlik ve ikincillik ilişkilerinin yerini almasını gerektirir. I- Marksizm ve Kadın Sorunu Kadın sorunu hiçbir zaman “feminist sorun” olmamıştır. Feminist sorun, kadınlar ve erkekler arasındaki cinsel eşitsizliğin nedenlerine, erkeklerin kadınlar üzerindeki hakimiyetine yöneliktir. Kadının durumuna ilişkin çoğu Marksist analiz, sorun olarak, kadının erkekle değil, kadının ekonomik sistemle ilişkisini ele alır ve açık bir şekilde bununla, birincinin, ikinci tartışma kapsamı içinde açıklanmasını amaçlar. Kadın sorununa ilişkin Marksist analiz üç temel biçim almıştır. Bu analızlerin hepsi kadına uygulanan baskıyı, bizim üretimle bağlantımız (ya da bu bağlantının yokluğu) şeklinde görür. Kadını işçi sınıfının bir parçası olarak tanımlayarak, bu analizler, mütemadiyen kadınların erkeklerle ilişkisini, işçilerin sermayeyle ilişkisi içine alır.

İlk olarak, Marx, Engels, Kautsky ve Lenin de dahil olmak üzere ilk Marksistler, kapitalizmin tüm kadınları ücretli işgücü içine çekmekte ve bu sürecin, cinsiyete dayalı iş bölümünü yıkmakta olduğunu düşündüler. İkinci olarak, çağdaş Marksistler, kadınları kapitalizmdeki günlük yaşamın analizi içine aldılar. Bu görüşe göre, yaşamımızın tüm unsurları kapitalist sistemi yeniden üretir şekilde görülmektedir ve bu sistemin içinde hepimiz işçiyizdir. Üçüncü olarak, Marksist feministler ev işi ve onun sermayeyle olan ilişkisi üzerine odaklanmışlardır ve bunlardan bazıları, ev işinin artı değer yarattığını ve ev kadınlarının doğrudan kapitalistler için çalıştıklarını öne sürmüşlerdir. ?imdi bu üç yaklaşım üzerinde duracağız. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’nde, kadının ikincil konumunu kabul etmiş ve bu durumu özel mülkiyet kurumuna atfetmiştir[2]. Engels, burjuva ailelerde kadınların, patronlarına hizmet etmek, tek eşli olmak ve ailenin malını miras edinecek ve bu malları artırmaya devam edecek çocuklar doğurmak zorunda olduklarını öne sürer. Engels, proleterler içinde kadınlara baskı uygulanmadığını, çünkü proleterlerin çocuklarına miras bırakacakları özel mülkiyete sahip olmadıklarını iddia eder. Engels ayrıca, ücretli işin yaygınlaşmasının küçük topraklı köylülüğü yok etmesiyle ve erkeklerin yanı sıra kadınların ve çocukların ücretli iş gücü içinde yer almasıyla, erkeğin hanehalkı üzerindeki otoritesinin zayıfladığını ve patriarkal ilişkilerin yok olduğunu iddia eder[3]. Böylece, Engels’e göre, işgücü içinde yer almaları, kadınların özgürleşmesinin anahtarıydı. Kapitalizm cinsiyet farklılıklarını ortadan kaldıracak ve tüm işçilere eşit davranacaktı. Kadınlar ekonomik olarak erkeklerden bağımsız olacak ve proleter devrimin yapılmasında erkeklerle eşit bir şekilde yer alacaktı. Devrimden sonra, tüm insanlar işgücü içinde yer aldıklarında ve özel mülkiyet ortadan kaldırıldığında, kadınlar, erkeklerin yanı sıra sermayenin egemenliğinden de kurtulacaklardı. Marksistler, kadınların işgücüne katılmalarının, iki işe birden, yani ev işi ve ücretli işe, sahip olmaları nedeniyle, kendileri ve aileleri için getireceği zorluklardan haberdarlardı. Bununla birlikte Marksistler, kadınların evde sürüp giden ikincil konumları üzerinde daha az, kapitalizmin patriarkal ilişkileri “erozyona uğratıcı” ilerlemeci karakteri üzerinde daha çok durdular.

Sosyalizmde, ev işi de kollektifleştirilecek ve kadınlar çifte yükten kurtulacaklardı. Bu ilk Marksist yaklaşımın siyasi olarak ima ettiği şeyler açıktır. Kadınların kurtuluşu, ilk olarak, onların erkekler gibi işgücüne katılmalarını, ikinci olarak da, erkeklerle birlikte kapitalizme karşı verilecek devrimci mücadeleye katılmalarını gerektirir. İlk Marksistler, sermayenin genelde işçilerin sömürülmelerinin nedeni olması gibi, sermaye ve özel mülkiyetin, kadınların da baskı altında olmalarının nedeni olduğunu öne sürerler. Kendi dönemlerinde kadınların içinde bulunduğu üzücü durumun farkında olmalarına karşın, ilk Marksistler, kapitalizmde kadın ve erkeklerin deneyimleri arasındaki farklar üzerinde durmakta yetersiz kaldılar. Kadınların, kadın olarak, nasıl ve neden baskı altında oldukları türünden feminist sorunlar üzerinde odaklanmadılar. Bu nedenle de, erkeklerin, kadınların ikincil konumlarının sürmesindeki çıkarlarını kabul etmediler. Üçüncü bölümde ele alacağımız gibi, erkekler, ev işi yapmak zorunda olmamaktan, kızları ve karılarının kendilerine hizmet etmelerinden ve iş pazarında daha iyi yerlere sahip olmaktan yarar sağlamışlardır. Patriarkal ilişkiler, ilk Marksistlerin söyledikleri gibi, kapitalizm tarafından çabucak devre dışı bırakılacak atalardan kalma bir şey olmadığı gibi, kapitalizmle birlikte yaşamayı ve güç kazanarak büyümeyi sürdürmektedir. Ve, sermaye ve özel mülkiyet, kadınların kadınlar olarak baskı altında olmasının nedeni olmadığı içindir ki, tek başına bunların ortadan kalkması, kadınlar üzerindeki baskının kalkmasıyla sonuçlanmayacaktır. İkinci Marksist yaklaşımı, yani günlük yaşam okulunu, örnekleyen son zamanlarda yayımlanmış makalelerin belki de en popüler olanı, Eli Zaretsky’nin Socialist Revolution’da[4] yazdığı dizidir. Feminist analizle fikir birliği içinde olarak Zaretsky, cinsiyetçiliğin kapitalizmin yarattığı yeni bir görüngü olmadığını söylemesine karşın, cinsiyetçiliğin şimdi aldığı belli şeklin, sermaye tarafından biçimlendirildiğini vurgular. Zaretsky, kapitalizmde kadınların ve erkeklerin farklı deneyimleri üzerinde odaklanır. Engels’ten bir yüzyıl sonra kapitalizmin olgunlaştığı dönemde yazan Zaretsky, kapitalizmin tüm kadınları erkeklerle eşit biçimde işgücü içine çekmediğini belirtir. Tersine, sermaye bir taraftan ev, aile ve bireysel yaşam, diğer taraftan da, işyeri arasında bir ayrım meydana getirmiştir[5].

Zaretsky’ye göre, ev işi ve ücretli iş arasındaki bu ayrım yüzünden, cinsiyetçilik kapitalizmde daha tehlikeli olmuştur. Kadınlar üzerindeki artan baskı, onların ücretli işin dışında tutulmaları yüzündendir. Zaretsky, erkeklerin ücretli iş yapmak zorunda olmaları yüzünden baskı altında olduklarını, kadınların ise ücretli işte çalışmalarına izin verilmemesi yüzünden baskı altında olduklarını öne sürer. Kadınların ücretli işgücü dışında tutulmalarının nedeni başta kapitalizmdir, çünkü kapitalizm hem ev dışında ücretli çalışma olanakları yaratır, hem de kapitalist sistem için ücretli işçilerin (biyolojik) yeniden üretimini sağlamak amacıyla kadınların evde çalışmalarını gerekli kılar. Kadınlar işgücünü yeniden üretirler, işçiler için psikolojik bakımı sağlarlar ve yabancılaşma denizinde bir mahremiyet adası oluştururlar. Zaretsky’ye göre, kadınlar erkekler için değil, sermaye için çalışırlar; yalnızca evin işyerinden ayrılması ve kapitalizmin yol açtığı ev işinin özelleşmesidir ki, kadınların evde özel olarak erkekler için çalıştıkları görünümünü yaratır. Kadınların erkekler için çalıştıkları görünümü ile kadınların sermaye için çalıştıkları gerçeği arasındaki bu farklılık, kadın hareketinin enerjisini yanlış yere yönlendirmesine neden olmaktadır. Kadınlar, evde çalışmalarına karşın, kendilerinin de işçi sınıfının bir parçası olduklarını kabul etmelidirler.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir