Zihnimi yoklayıp da iyice gerilere gittiğimde, büyükbabam Kambyses’in bileğinde şahini, peşinde silahlı hizmetkarları, dörtnala bize gelişi canlanıyor daima gözümün önünde. Annemi büyük bir saygıyla selamlıyor, sanki evindeymişçesine her şeyi teftiş ediyor ve atların çıkardığı muazzam gürültüde bir toz bulutunda kaybolup uzaklaşıyor. Onca hayran olduğum, Hint Okyanusunda bir filoya kumanda etmiş ve savaşlar kazanmış olan babam, onun mevcudiyeti karşısında bazen afallamış ve adeta ürkmüş görünürdü. Herkes Kambyses’ten çok çekinirdi, bense, herhalde annesine benzediğimden, ondan hiçbir zaman korkmadım. Bir sabah, genç bir hizmetçi kızla yalnızdım. Kambyses çıkageldi. inmeye tenezzül etmediği, ter içinde kalmış atının üstünde ışıldayarak, sert bakışlarla bizi süzüyordu. Küçücüktüm, gözlerim kamaşmıştı, ona 7 doğru koşup, “Ata bineyim, seninle beraber ata bineyim!” dedim. Kendime güvenim bu vahşi adamı güldürdü, duygulandırdı belki de. Beni ensemden tuttuğu gibi eyerinin üstüne, önüne oturttu. Muhafızlarıyla çevrili olarak, dörtnala yola çıktık; onun gözünde çıktığı onca avdan biri olan bu av, benim gözümde hayatın sarhoşluğu, icadıydı. Yakıcı havada ve atların kokusunda hız sevincini o zaman keşfettim. Sonraları, buna benzer bir zevki açık denizde, fırtınalı havada, Arses teknenin dümenindeyken yaşadım bir tek. Kambyses bütün gün beni yanında tuttu, ana-babamın evine getirdiğinde kollarında uyuyakalmıştım. Beni Kyros’a uzattığında şöyle dedi: “Kızın iyi bir süvari olacak, ona at binmeyi ve avlanmayı bizzat öğreteceğim.” Sözünü tuttu, sık sık bize uğrayıp aldı beni, sonraları neredeyse her gün. Çok geçmeden bana güzel bir tay verdi ve sayısız tutkuları içinde en güçlüsü olan şahincilik sanatının sırrını bana öğretmeye koyuldu. Ailem onun bana olan sevgisinden ve benim çevresindeki herkeste saygı ve çoğu zaman dehşet uyandıran bu adama karşı gösterdiğim hayli sevecen pervasızlıktan dolayı hem şaşkın hem de mutluydu. Kambyses benimle çok fazla konuşmuyordu ama, avlarımız veya dörtnala koşularımız sırasında karşıma herhangi 8 bir engel çıkarsa onu daima yanımda buluyordum. Meseleyi kendi başıma halledersem, neşeli ve hoşnut bir tebessümle bakıyordu bana. Bu tebessüm uğruna korkularımı yenmeye ve bütün tehlikelere meydan okumaya hazırdım. Böylece çocukluğumu ve ilk gençliğimi iki ayrı hayat yaşayarak geçirdim. Biri, ablam gibi dans, şiir, müzik öğrenirken, annemizin bizi ev işlerine alıştırdığı sessiz sakin ve ahenkli bir hayat. Buna koşut olarak ve neredeyse ailemden habersiz, sırf bedensel faaliyetlerden, çalılıklarda, ormanda ve kumların üstünde at koşturmaktan, dağlı kabilelerin yanında geçirilen günlerden oluşan başka bir yaşam sürüyordum; büyükbabamın bana duyduğu sevgiyle ava ve güce olan dizginsiz tutkusu beni bunlara sürüklüyordu. Biraz daha büyüdüğümde, Kambyses, annemin itirazına rağmen, büyük yırtıcı hayvanların karşısına korkusuzca çıktığı çölün sınırlarında avlanmaya götürdü beni. Böyle zamanlarda Kyros, beni hayrete düşürerek, sık sık bize eşlik ediyordu. iki erkek arkalarında, uzakta durmaya zorluyorlardı beni, ama bazen, ortak tutkularının ateşine kapılıp beni unutuyorlardı, böylece dövüşmekte oldukları aslanlara gizlice yaklaşabiliyordum; aslanlar beni de onlar kadar büyülüyordu. 9 Kambyses, anne tarafından bir Pers soyuna mensuptu ve bu soyun en eski ataları aslanlardı. Aslan tanrılar belki de, zira onlarda kendini görüyor, kendini buluyordu. Aslanlarla olan bu kan bağını bütün klanımıza yaymıştı. Annemle ablamın tiksindiği bu kültü anlaşılmaz bir biçimde babamla bana aktarmıştı. Aslanlarla mücadele yılın sadece bir bölümünde sürüyordu ve aynı anda sadece tek bir yırtıcı hayvana saldırılabilirdi. Yılda bir defa onlarla bizim aramızda iki gün ve bir gece süren, ayin halini almış bir savaş meydana gelirdi. Yılın en büyük bayramıydı bu, daima pek çok kişi ölür ve sayısız kişi yaralanırdı, ama klanın ve komşu kabilelerin avcıları için Kambyses tarafından bu bayrama kabul edilmekten daha büyük şeref yoktu. Büyürken, bu bayrama katılmak için giderek artan bir arzu duyuyordum, bundan anneme söz ettim, vazgeçmem için yalvardı, genç bir kızın yerinin orası olmadığını ve geleneğin buna izin vermediğini söyledi. Bense aksine, klanımızın kökeninde, erkek aslanlar kadar korkunç, onlar kadar güçlü dişi aslan tanrıçalar olduğunu düşünüyordum. Muhakkak onlardan birinin soyundan geliyordum; hem, aşikar nedenlerden, savaşımızda dişi aslanları ve yavrularını öldürmek yasak edilmişse de, dişiler dövüşte korkutucu bir rol oynuyorlar ve bizimki10 !erin ölmesine ve yaralanmasına en az erkek aslanlar kadar sebebiyet veriyorlardı. Bu arzudan vazgeçemezdim. Babam Kyros’la konuştum, hemen anladı beni. Bu arzuda dile gelen ne akıldır ne de kalp, kandır dedi. Kan ise harekettir, bizzat hayatın hareketi, o da ancak ölümde durur. o sıralar söylediklerini anlayacak yaşta değildim ama, Kambyses’ten aslanlar savaşına katılmak için icazet istememe izin verdiğinde, büyükbabama koştum. Zaten klanın en iyi şahincisi olduğumdan, avda en iyi avcılarımızla rekabet de edebildiğimi söyledim ona. Halbuki henüz ne bir asl<mla dövüşmüş ne de bir aslan öldürmüştüm ve onunla babamın yaptığı gibi kanımdan olan varlıklarla karşı karşıya gelmenin zamanı gelmişti artık. Onlarla yapılan bu dövüş ayinine katılmadıkça, huzur bulmayacak ve mutlu olamayacaktım. Beni dinlerken yüzünde haz dolu bir tebessümün belirdiğini gördüm ve kazandığımı anladım. Bana şunları söyledi: “Bu yıl bizimle geleceksin, sana yeni bir kısrak vereceğim. Çok güzel bir kısraktır, onu eğitmek gerekecek.”
Henry Bauchau – Diotime ve Aslanlar
PDF Kitap İndir |