Ian Kershaw – Hitler, Hubris (1886-1936)

Birkaç yıl öncesine dek Hitler’in biyografisini yazma fikri aklımın ucundan bile geçmezdi. Bunun bir sebebi Diktatör’ün birçok biyografisinin varlığından zaten haberdar olmamdı. Öğrencilik yıllarımda, Alan Bullock’un yazmış olduğu o ilk başyapıtı büyülenerek okumuştum. Joachim Fest’in yeni biyografisini, 1973 yılında yayımlanır yayımlanmaz yutarcasına okumuş ve herkes gibi, üslubunun mükemmelliğine hayran kalmıştım. 1989 yılında, Bullock ve Fest’in eserlerinin başansı karşısındaki iddiasız konumum nedeniyle başlangıçta biraz ağırdan almış olsam da, elinizdeki eseri ortaya çıkarma sorumluluğunu yüklendim; daha doğrusu buna ikna edilmek bakımından kendime fırsat tanıdım. Tereddüt etmemin bir başka sebebi, yazmayı isteyebileceğim bir konu olarak entelektüel planlarım arasında bu biyografininin hiç yer almamış olmasıydı. Olsa olsa, bu türe eleştirel gözle bakmaya yatkınlığım vardı. Bir ortaçağ tarihçisi olarak başladığım akademik kariyerimin ta en başlarından beri beni cezbeden şey, üst düzeyde yapılan siyasete odaklanmaktan çök, sosyal tarihti; herhangi bir kişi üzerinde odaklanmak ise hiç düşündüğüm bir şey değildi. 1970’lerde Alman tarih yazımındaki -kuvvetle biyografi karşıtı olan- yaygın yönelimlerle yüz yüze geldiğimde bu eğilimlerim güçlendi. O dönemde yönelimimi değiştirip, Üçüncü Reich’a dair araştırma yapmayı kabul ettiğimde, dikkatimi celbeden, Hitler ve maiyeti değil, o olağanüstü dönemde sıradan Almanların tavır ve davranışlarıydı. İlk çalışmalarım, öncü nitelikli bir çalışma olan “Bavyera Projesi”nde yer almam sonucunda ortaya çıkmıştı; ayrıca, ortaya çıkmalarında muhteşem bir danışman olan Martin Broszat’ın muazzam teşviklerinin payı büyüktü. Bu incelemelerde, Nazi yönetimi altında mevcut popüler fikirleri ve politik ihtilâllan ortaya çıkararak; ve Hitler’in halk içinde nasıl bir imajı olduğunu inceleyerek merak ettiğim bu meselelerin izini sürdüm. Sonraki araştırmam, 1970’lerde Almanya’da şiddetlenen Hitler’e dair tarihyazımı tartışmalarını kati bir şekilde gözümün önüne serdi. Ama Alman olmayan biri olarak, Hitler’in kendisinden çok Hitler imajının kabul edilişiyle ve popülerliğinin nedenleriyle, faaliyetleri ve rolüyle ilgilendim; bu tartışmalarda kendimi bir yabancı olarak hissediyordum. 1979 yılında Londra yakınlarındaki Cumberland Lodge’da yapılan, Üçüncü Reich üzerine yazan Alman “ağır topları”nın çoğunun katıldığı ve Nazi yönetim sisteminde Hitler’in rolüne dair önde gelen tarihçiler arasındaki derin yorum farklılıklarının capcanlı ve ürkütücü bir şiddetle gözler önüne serildiği önemli bir konferansa, çömezden hallice bir konumda katıldıktan sonra bu duygum hafiflemişti.


Bu konferansa katılmak beni Alman tarihyazımındaki farklı yaklaşımlara çok daha yakından bakmaya teşvik etti ve böyle bir araştırma yayımlamama vesile oldu; bu araştırmada, Nazi yönetimine karşı – Nazi Diktatörü’nün biyografisiyle meşgul olmaktan uzak, çok daha ötelere bakan- “yapısalcı” yaklaşımlara olan yakınlığım ortadaydı. Bu nedenle, sonunda Hitler’in biyografisini yazma noktasına ulaşmamda -dey im yerindeyse buraya “yanlış” yönden geldiğimdenen ufak bir ironi yoktur. Ûte yandan, bu sistem içerisinde Hitler’in konumuyla ilgili birbirine benzemez durumlar arasındaki uçurumla ve Nazi yönetiminin yapılarıyla gidecek daha fazla meşgul olmak beni kaçınılmaz bir şekilde, gerçekleşen bu şeyi esinleyen ve onun ayrılmaz bir dayanak noktası olan kişi, yani Hitler üzerine daha çok düşünmeye itti. Aynı şey şu noktalar üzerinde düşünmeme de neden oldu: Yaklaşımların bu kadar gözle görülür bir şekilde kutuplaşmasının üstesinden gelinebilir miydi ve ‘yapısalcı’ bir tarihçi tarafından -yani biyografiye eleştirel bir gözle, içgüdüsel bir bakışla yaklaşan, belki de başlangıçta, karmaşık tarihsel süreçlerde, her ne kadar güçlü kişiler de olsalar bireyler tarafından oynanan rolü abartmaktansa hafifsemek eğiliminde olan biri tarafından- yazılan bir Hitler biyografisinin bütünleştirici bir etkisi olabilir miydi?. Akabinde ortaya çıkan, Hitler’in biyografisinin vasıta olduğu bu çalışma, aslında, bütün bir insanlık tarihinde yaşamsal önem taşıyan bazı geçişlerin biçimlenmesinde rol oynayan kişisel unsurlar ile kişisel olmayan unsurları birleştirmeye yönelik böyle bir çabayı yansıtmaktadır. Kitabın yazılması sürecinde beni alakadar etmeye devam eden şey, 1933 ile 1945 yılları arasında Almanya’nın kaderini ellerinde tutmuş bir adamın tuhaf karakterinden çok, Hitler’in nasıl mümkün olabildiği sorusuydu: Bu sorunun muhtevası, başlangıçta yüksek devlet makamı üzerinde hak iddia etmesi hiç de muhtemel olmayan bir kimsenin iktidara nasıl gelebildiği değildi, yalnızca, aynı zamanda bu gücü mutlak bir hal alacak noktaya nasıl eriştire bildiğiydi -öyle ki feldmareşaller, eski bir onbaşının emirlerine sorgusuz sualsiz itaat etmeye hazırdılar, oldukça nitelikli ‘profesyoneller’ ve hayatın her alanında zekalarını ortaya koyan insanlar, tartışılamaz tek yeteneği kitlelerin aşağılık duygularını harekete geçirmek olan bir alaylının önünde hiç sorgulamaksızın baş eğiyorlardı. Bu sorunun yanıtının, diyelim ki, Hitler’in kişiliğinden kaynaklanan vasıflarda yattığını farz edemiyorsak, bunu izleyecek düşünce, yanıtın esas olarak Alman toplumunda -Hitler’i yaratmaya varan politik motivasyonlarında- yattığıdır. Çalışmanın amacı işte bu motivasyonları araştırmak ve gücünü, milyonların kaderini belirleyebildiği bir noktaya ulaştırıp, bu denli genişletmiş olmasında Hitler’in kişisel katkıları ile bu motivasyonların kaynaştığı noktayı bulmaktır. Diğer türlü çelişkili olacak yaklaşımları biyografi ve sosyal tarih yazımı aracılığıyla kaynaştırmak için bir yol ararken, bir kavram bana diğerlerinden daha çok yardımcı olduysa, bunun Max Weber’in “karizmatik liderlik” kavramı olduğunu söyleyebilirim; bu kavram esas olarak, politik egemenliğin bu olağandışı biçiminin açıklamasını, pohpohlamaların nesnesi olan şahsiyette değil, karizmayı algılayanlarda, yani toplumda arar. Gözü pek bir çaba olarak da görülebilecek olan Hitler’in yeni bir biyografisini yazma girişimini destekleyen önemli bir unsur (cesaret kırıcı, hatta korkutucu unsurlanrı varlığını da kabul etmek lazım), Fest’in önemli biyografilerinin -Bullock’unki için de aynı şey söylenebilir- yazıldığı dönemden beri, Üçüncü Reich’ın hemen hemen tüm yönlerine dair gayet nitelikli pek çok yeni akademik araştırmanın yapılmış olmasıydı. Geriye doğru bakıldığında, daha önceden yazılmış bu biyografilerde Yahudi-karşıtı politikaya ve “Nihai Çözüm”ün doğuşuna ne kadar az yer verildiğini görmek şaşırtıcıdır. Bunun bir nedeni şüphesiz, “Auschwitz’e giden dolambaçlı yol”un inşasına Hitler’in, sık sık müphem bir hal alan, bilfiil katkısını saptamanın güçlükleridir. Fakat bu alandaki araştırmalarda kat edilen önemli gelişmeler yeni bir denge kurmak için bunu yapmayı hem mümkün hem de gerekli kılıyor; Marlis Steinert’in son dönemde yayımlanan önemli biyografisiyle bu konuda adımlar atılmaya başlanmıştır bile. Yalnızca ikincil kaynaklar değil, Hitlerle ilgili doğrudan kaynaklar da şu anda yeni bir biyografi yazma fırsatını sunmaktadır. Hitler’in 1925 yılında Nazi Partisi’nin yeniden kuruluşu ile 1933 yılında Reich Şansölyesi görevine gelmesi arasındaki yıllarda yaptığı konuşmaların ve yazılarının toplandığı birkaç ciltlik kapsamlı eser, akademik literatüre eklenen önemli kaynaklardan biridir.

Hitler’in 1924’ten önceki konuşma ve yazılarının aynı derecede mükemmel bir derlemesiyle birlikte bu kaynak şimdi Hitler’in, iktidara gelmeden önceki bütün bir dönemde kamu önünde ifade ettiği biçimiyle düşüncelerinin gelişimini araştırmayı mümkün kılıyor. Hitler’in biyografi yazımında faydalanılması kaçınılmaz olan ve bütün olarak ilk kez kullanılabilecek olan ikinci bir kaynak, Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in günlüğüdür. Söz konusu kaynak yakın zamanlarda, Moskova’daki daha önceleri girilemeyen devlet arşivlerinde cam levhalar üzerinde (eskiden kullanılan bir tür fotokopi yöntemi) eksiksiz ele geçmiştir. Propaganda Bakanı’nın daha sonra yayımlama niyetinde olduğu ve nihai olarak kendini yüceltmek ve Nazi kahramanlar panteonundaki yüce yerini garantilemek için yazdığı, Hitleri’in ifadelerine muntazaman yer verdiği bir metine gösterilmesi gereken ihtiyat tabiatıyla ortadadır. Fakat kaynakta yer verilen yorumların hem sıklığı hem de dönem için taşıdıkları dolaysızlık göz önüne alındığında, bunun, Hitler’in düşüncelerini ve faaliyetlerini kavramak için çok önemli bir kaynak haline geldiğini görüyoruz. Bununla birlikte, onlarca yıldır Hitler’in düşünceleri ve planlarını anlamak için özgün bir kaynak olarak kabul edilip kullanılmış olan, hem Bullock’un hem de Fest’in geniş çapta faydalandığı bir kaynaktan bu eserde yararlanılmamıştır. Hermann Rauschning’in, Hitler Speaks (Hitler Konuşuyor) adlı eserınden tek bir alıntı bile yapmadım; bugün artık bu eserin pek az özgünlük taşıdığı düşünülüyor, bu nedenle en iyisi onu tamamıyla göz ardı etmekti. Diğer kaynaklar da, özellikle hatıralar ve hatta, hiçbir orjinal Almanca metni henüz ortaya çıkarılmamış olan, son ayların (“Bunkergesprâch” diye anılan) “masa başı sohbeti” monologları bile ihtiyatla ele alındı. Hitler’in doğuştan gelen ketumluğu, kişisel ilişkilerinin boşluğu, bürokratik olmayan tarzı, insanlarda uyandırdığı pohpohlama ve nefret duygularının aşırılığı, savaş sonrası anı kitaplarında oluşturulan çarpıtmaların yanı sıra onu tartışarak savunma çabaları; ve maiyetindeki insanların dedikodu kabilinden anekdotları; işte bütün bunlar bir araya geldiğinde ortaya çıkan durum şudur: Üçüncü Reich’ın hükümet organınından sel gibi akıp bugüne gelmiş koca koca kağıt dağları içinde, Alman Diktatörü’nün yaşamını yeniden kuracak kaynaklar birçok açıdan olağanüstü sınırlıdır; Hitler’in baş düşmanı Churchill, hatta Stalin için söz konusu olduğundan çok daha sınırlıdır. Hitler ve Nazizm, hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, hem Alman toplumu bakımından hem de -çok farklı biçimlerde olmakla birlikterejimin milyonlarca kurbanı bakımından bitmeyen bir travma kaynağı olmuştur. Bu mirasın bize düşen kısmı omuzlarımıza, Hitler’in nasıl mümkün olduğunu anlamak için araştırma yapma görevini yüklüyor. Geleceğe dair bilgiyi ancak tarih aracılığıyla edinebiliriz. Ve bu açıdan tarihin hiçbir dönemi, Adolf Hitler’in egemen olduğu dönemden daha çok ehemmiyet taşımaz.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir