Ibrahim Kaypakkaya – Secme Yazilar

“KÜÇÜK GRUPLAR VE BÜYÜK CÜRETLER” 2003 yılının yaz aylarında bir grup yolcu, Malatya’nın köylerinden arabayla geçerken, yol kenarında bulunan kayısılardan bir miktar almak isterler. Kendilerine yetecek kadar kayısı toplar ve tarla sahibi köylüye ücretini vermek isterler. Bu sırada yolculardan birisi köylüye: “Amca sen İbrahim Kaypakkaya diye birisini tanır mısın?” diye sorar. Böyle bir soru karşısında afallayan, bir o kadar da kaygılanan köylü duraksar. Yolcu sözüne devam eder: “Biz onun yoldaşlarıyız!” Bunu duyan köylünün yüzünde, içten içe duyduğu memnuniyetin ifadesi olarak bir tebessüm belirir ve sözünü sakınmaz: “Koyun o paranızı cebinize, ben Kaypakkaya’nın yoldaşlarından para almam!” Aradan geçen 30 yıla rağmen Malatya köylüleri onu unutmuyorlar. İbrahim Kaypakkaya, mücadele pratiği içerisinde belli bir süre faaliyet sürdürdüğü Malatya’nın köylüleri üzerinde derin bir iz bırakmıştır. Hiç kuşkusuz ki bu tanınmanın bir nedeni de yoldaşlarının Onun görüşlerini rehber edinip, bu bölgede faaliyetlerini devam ettirmeleridir. Bu tanınma ve sahiplenmede; İbrahim Kaypakkaya’nın, elinizdeki kitapta ortaya koyduğu görüşleri, ileriye sürdüğü tezler, Türkiye devrimci hareketinde pek çok tabuyu yerle bir eden bilimsel analizleri belirleyicidir. TC faşizmi karşında ilkelerinden ve görüşlerinden ödün vermeyerek işkencehanelerde katledilen Kaypakkaya’nın bilimsel tezler doğrultusunda geliştirdiği sınıf analizine dayanan görüşleri, Onun Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı tarafından sahiplenilmesini de beraberinde getirmiştir. Ve hiç şüphesiz ki bugün, onun kurucusu olduğu Proletarya Partisi’nin siyasal hattına ruh veren, İbrahim Kaypakkaya’nın temel teorik görüşleridir. Bu görüşler kandır, ateştir ve çarpan koca bir yürektir. Ülkemizde yaşanan siyasal süreç, bu görüşlerin lehine tanıklığını sürdürüyor. Bu siyasal hattaki derin öz ve zengin siyasal hazine kavranmadan bu görüşlerin hakkını vermek olası değildir. Marksizm-Leninizm-Maoizmin evrenselliğini Türkiye gerçeği ile tutarlıca kaynaştırabilen Kaypakkaya, uluslararası özelliklerle ulusalı harmanlamada örnek bir tutum göstermiştir. Mustafa Suphi sonrası tek komünist önderdir Kaypakkaya; biricik Marksist-Leninist-Maoist görüştür Kaypakkaya’nın görüşleri.


Öyle ki, onlarca yıllık çöl sessizliğini, zifiri karanlığı bozup, ortaya koyduğu görüşlerle, kendi alanının Olimpuslu Jupiteri olmuştur. İleriye sürdüğü tezlerin anlam ve önemi; komünist önder Mustafa Suphi’nin Kemalistlerce katledilmesi ve onun ardından Türkiye Komünist Partisi’ni ele geçiren Ş. Hüsnü revizyonistiyle birlikte, 1970’lere kadar süren, yaklaşık 50 yıllık suskunluğun, devrim adına piyasaya sürülen, her türden revizyonist düşüncenin, Kemalizm kuyrukçuluğunun, sosyal şovenizmin, Türk hakim sınıflarının peşine takılmanın, sınıf hareketini pasifize etmenin ve modern revizyonizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, işçi sınıfı hareketini bu burjuva teorinin peşine takma anlayışlarının var olduğu bir ortamda ileriye sürüldüğü bilindiğinde daha bir anlaşılır. Örneğin bugünden bakıldığında, Kemalizm ya da Kürt Sorunu meselesinde, devletin niteliği konusunda belli bir bilinç seviyesine erişilmiştir. Bu hiç kuşkusuz ki toplumsal pratiğin bir tezahürüdür. Ancak buna rağmen halen bu konularda yanlış anlayışlar olduğunu da bilmek gerekiyor. Bu konuların tartışılmasının deyim yerindeyse birer “tabu” olduğu koşullarda, ileriye sürdüğü tezlerin önemi ve değeri, bugünden bakıldığında daha bir anlaşılırdır. Çünkü ileriye sürdüğü tezlerin doğruluğu, toplumsal pratik tarafından defalarca kanıtlanmaktan geri durmamıştır ve halen de durmamaktadır. İşte bugün, Proletarya Partisi’nin kendisine temel aldığı bu görüşler; ülkenin yapısını ve devletin niteliğini doğru biçimde tahlil eden; devrimin karakteri, yolu, hedefleri, dostları ve düşmanları sorununa net bir şekilde açıklık getiren; Kemalizmin ipliğini pazara çıkarıp teşhir direğine mıhlayan; ulusal sorun, özelde Kürt ulusal sorununu o ana dek hiç kimsenin ulaşamadığı bir uzak görüşlülükle doğru bir şekilde çözümleyen Kaypakkaya’nın görüşleridir. Elinizdeki kitap bu görüşlerin birinci elden ifade edilmesidir. Bu kitapta bir araya getirilen yazılarının kendiliğinden ortaya çıkmadığı, tersine bu düşüncelerin ve onlara yön veren Marksist-Leninist-Maoist dünya görüşünün, onun yaşadığı dönemin toplumsal pratiğinin ürünü olduğunu önemle ifade etmek gerekir. Kaypakkaya’nın görüşlerinin, toplumsal pratiğin; 1968’den 1970’e 15-16 Haziran işçi direnişi ve köylülerin toprak işgalleriyle şekillendiğini belirtmek gerekir. Ve bununla birlikte uluslararası alanda Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin, dünyayı sarsan muazzam ideolojik kasırgası ve bu kasırganın Türkiye’deki sınıf mücadelesi ile bütünleşmesi onun ideolojik-siyasal hattını yaratmıştır. Düşünceleri incelendiğinde, onun subjektivizmin ve dogmatizmin düşmanı olduğu çok net bir biçimde ortaya çıkar. O, tahlilci, sorgulayıcı ve irdeleyicidir.

Bu özelliğini o yıllarda mücadele arkadaşı olan Ali Taşyapan’ın şu sözlerinde bulmak mümkün: “İdeolojik çizgi benimseme ve sürdürme tutumunda edilgen alıcı değildi İbrahim. Devrimci pratiği gözden geçirildiği zaman bu özelliği görülüyor. Çapa döneminin başlarında hepimiz TİP taraftarıydık. Sol öğretiyi özümleyiş düzeyimiz geriydi, daha işin başındaydık. TİP’in mitinglerinden duyduklarımız, iki-üç solcu yazarın makalelerinden okuduklarımız, sağdan soldan kulak içi ettiklerimiz teorik bilgimizin toplamını oluşturuyordu. TİP’e güveniyorduk, gidişattan memnunduk. Tam bu hoşnut ortamda İbrahim’in memnuniyetsizliği uç verdi. Sorgulamasız, irdelemesiz çizgi benimseyişimizden, edilgen nitelikli düz taraftarlığımızdan hoşnutsuzdu. O’nun bu çıkışı dengelerimi sarstı, ‘galiba TİP’e güvenmiyor’ kuşkusuna kapıldım. Kuşkumu dillendirdim. ‘TİP öncümüzdür, bu açık, ama o da hata yapabilir. Hataları aşması, gelişmesi bilinçli taraftarları sayesinde mümkün olur. Bilgili taraftarlar olalım, bunun için okuyup kendimizi geliştirelim.’dedi İbrahim.”1 Yukarıdaki örnekteki tavrını tüm mücadele yaşamı boyunca sürdürmüştür.

TİP içerisinde başlayan bu sorgulama, analiz etme, meselelere eleştirel yaklaşma, yanlışı atıp, doğruyu alma ve bunu yaparken de asla ve asla toplumsal pratikten kopmama, “somut şartların somut tahlili” ilkesini her daim uygulamada sebat etmiştir. MDD (Milli Demokratik Devrim) akımı içerisinde de aynı tavrını sürdürmüş ve artık düşüncelerinin olgunlaşmış birer ifadesi diyebileceğimiz yazılarında da TİİKP revizyonizmine karşı tutarlı ve bilimsel eleştirilerini getirmiştir. Devrimci mücadele içerisinde yer almaya başladığı yıllarda; gerek uluslararası alanda ve gerekse de Türkiye’de sol düşünce yayılıyor, devrimci fikirler yükseliyordu. Bu ortam meselelere yaklaşımıyla birleştiğinde, onun gelişimi ve düşüncelerinin olgunlaşması açısından muazzam olanaklar yaratıyordu. 1966-1967 dönemi üniversiteli gençlik içerisinde devrimcileri tanımaya, eylemlere katılmaya başladığı döneme denk gelir. Bu dönemde; devrimciler arasında Milli Demokratik DevrimSosyalist Devrim tartışmaları vardır. Bu tartışmalar TİP ve Fikir Kulüpleri Federasyonu içerisinde yoğun olarak yapılmaktadır. 3 Ocak 1967’de ANT, 17 Kasım 1967’de Türk Solu dergileri yayınlanmaya başlar. ANT dergisi, TİP yanlısı görüşleri, Türk Solu MDD yanlısı görüşleri savunmaktadır. Başta TİP’in sosyalist devrim görüşlerini savunur. Ancak zamanla düşünceleri değişikliğe uğrar. 1968 yılının güzünde MDD tezinde ikna olur. Bunu o dönemler mücadele arkadaşı olan Arslan Kılıç’a şöyle ifade eder: “Yahu ben yanılmışım. Sosyalist devrim görüşü Türkiye için hatalıdır. Artık ben de MDD görüşünü savunuyorum.

Lenin’in bu konudaki kitaplarını da okudum” der.2 MDD tezini benimsedikten sonra Türk Solu dergisine yazılar yazmaya başlar. Bu yazılardan, 18 Kasım 1969 tarih ve 105 nolu Türk Solu dergisine kapak olan, “Değirmenköylülerin Mücadelesine Omuz Verelim” başlıklı yazıya burada değinmekte yarar vardır. Bu yazının belli bölümlerinde sonradan giderek olgunlaşacak ve pratiğe dökülecek düşüncelerinin ipuçları vardır: “ …İki yanlış eğilim: Köylülerle ilişkilerimizde arkadaşlarımız arasında iki yanlış eğilime şahit olduk. Ve bu eğilimleri eleştirerek hemen düzeltme yoluna girdik. Birincisi, köylülerin kendine güven duymasını engelleyen, onları pasifizme iteleyen, ‘Biz yaparız siz bekleyin’ eğilimi. Kaynağını küçük burjuva bireyciliğinden ve halka yaranma kaygısından alan bu eğilim, kitlelerin gücünün ortaya çıkmasını engellediği, onların ileriye dönük yanlarını göremediği ve kurtuluşlarını başkalarına bıraktığı için tehlikelidir ve hemen düzeltilmesi gerekir. İkincisi, ‘Biz hiçbir şeyiz, siz herşeydiniz’, eğilimi. Bunun kaynağı da yine popülizmdir, halk dalkavukluğudur. Kitlelerin geri yönlerini değerlendiremeyen, onların bilinç ve örgütlenme düzeylerini hesaba katmayan, onları her durumlarıyla baş üstünde tutan bu eğilim de bilinçli militanları, halkın kuyruğuna taktığı için en az birinci kadar tehlikelidir. Biz her iki eğilimi de eleştirerek düzelttik ve bunların yerine, ‘köylülerle gençlerin beraberliği’ ilkesini koyduk. Devrimciler, Değirmenköy Mücadelesinden Yeni Dersler Çıkardılar: Değirmenköylülerin toprak mücadelesi, örgütlenme, propaganda, ajitasyon konusundaki bilgilerimizi derinleştirdi ve zenginleştirdi. Devrimci mücadelemizin, işçi sınıfının öncülüğünde, işçi köylü ittifakı temeli üzerinde, bütün milli sınıfların katıldığı bir köylü savaşı olacağı, devrimin temel gücünü köylülerin teşkil edeceği yolundaki görüşümüzü doğrulayarak küçük burjuva bireyci eğilimlere karşı bizi uyardı. Yine Değirmenköylülerin toprak mücadelesi, kitlelerle bağı olan ve meslekten devrimci üyelerden teşekkül eden, demir disiplinli proleter sosyalist bir örgütün zorunluluğunu gösterdi ve ilerde mutlaka kurulacak olan bu örgütün doğmasına bu günden katkıda bulundu.”3 Bu yazısında, özellikle köylülük, köylüler içerisinde çalışma, köylülerin toprak mücadelesi ve devrimin yolunun nasıl olması gerektiği üzerine; sonradan daha da netleştirdiği ve elinizdeki yazılarda somutladığı düşüncelerinin ipuçları vardır.

Aktif profesyonel mücadele içerisinde yer almaya başladıktan sonra özellikle köylüler ve işçiler arasında, köylülerin ve işçilerin mücadeleleri içerisinde yer alarak, toprak işgalleri ve grevleri gözlemleyerek, sosyal pratikten somut teorik açılımlar çıkarmaya, bilimsel analizler yapmaya başlamıştır. Kaypakkaya’nın bu yönü; köylülerin mücadelesi içerisinde yer alması ve buradan somut sonuçlara ulaşması, onun özellikle 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişinden çıkarttığı ve çok önemli olan somut analizlerin gölgesinde kalmıştır. Bu yıllarda köylülerin durumunu, mücadelesini ve toprak taleplerini gözlemlemesi, onun İşçi-Köylü ittifakı temelinde ve temel gücünü köylülerin oluşturduğu bir köylü savaşı tezinin somut verilerini oluşturan bu örnekler, Doğu Anadolu Bölge Komitesi içerisinde yürüttüğü faaliyetlerle birleşince daha da somutlaşarak, tahlillerini bir üst aşamaya sıçratmış; ve Türkiye devriminin temel meseleleri hakkında net ve berrak bir senteze ulaştırmıştır. Kaypakkaya’nın bu özelliği, sonraki mücadele yaşamında da devam etmiş ve yeri geldiğinde değineceğimiz gibi, toplumsal pratik içerisinde olayları ve olguları çözümleyerek, analize tabi tutarak, buradan bilimsel sentezlere, sonuçlara ulaşmıştır. Onun bu yöntemi kullanması, ileriye sürdüğü tezlerin bugün hala esasta geçerliliğini korumasının en önemli nedenidir. İlk önce öğrenci gençliğin, sonra köylülerin mücadelesinin, ardından da işçi hareketinin içerisinde yer alma ve buralardan bilimsel sonuçlar çıkarma, Doğu Anadolu faaliyeti içerisindeyken, Kürt Ulusal Sorunu ve hiç kuşkusuz ki Kemalizm gibi meselelerde, somut ve berrak çözümlemeler yaparak, bu analizlerini, basit ama oldukça etkili bir dille sentezleyebilmiştir. İşte bundandır ki; pek çok meselede bir sonuç olarak ileriye sürdüğü tezlerin doğruluğu ve bilimselliği, sosyal pratiğin devamında döne döne kendisini kanıtlamayı sürdürebilmiştir. 1 Temmuz 1969 tarihinde onbeş günde bir basılan İşçi-Köylü kitle gazetesi çıkartılmaya başlanır. İşçi-Köylü gazetesinin satışına, dağıtımına MDD’ci herkes katılır. İbrahim Kaypakkaya da İşçi-Köylü gazetesinin çalışanlarından ve yazarlarından birisidir. Ancak MDD tezi içerisinde de farklı anlayışları savunanlar vardır. Aralık 1969 ile Ocak 1970 aylarında MDD saflarında ayrışma yaşanır. “MDD esprisi etrafında toplanan saflar içerisinde başlıca üç ayrı görüş ve akım oluşmaktaydı. Birincisi, sözcülüğünü Mihri Belli’nin yaptığı görüş; MDD cuntacı, yani devrim için halk kitlelerinin yaratıcı eylemini değil, bir subay grubunun tepeden inme darbesine bel bağlayan eğilimi ifade ediyordu;…. ikinci görüş: Sözcülüğünü muhtelif zamanlarda Yusuf Küpeli, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, M.

Ramazan Aktolga gibi gençlerin yaptıkları devrim için yine halk kitlelerinin yaratıcı eylemine değil, küçük öfkeli aydınlar veya seçkinler grubunun kitlelerden kopuk soyut antiemperyalist eylemlerine bel bağlıyorlardı. Üçüncü ana görüş ise; sözcülüğünü Doğu Perinçek, ben ve Ömer Özerturgut, Atıl Ant, Gün Zileli… İstanbul’da; Bora Gözen, İbrahim Kaypakkaya, Muzaffer Oruçoğlu’nun yaptıkları esas niteliği, devrimin işçi ve köylü kitleleri tarafından gerçekleşebileceğine inanan görüştü.”4 Bu ayrışmadan sonra Aydınlık Sosyalist Dergi (ASD) ve Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) dergileri çıkartılmaya başlanır. PDA ve İşçi-Köylü gazeteleri çevresinde bulunanlarla birlikte hareket eder. Hatta bu yüzden kaba saldırıların boy hedefi haline gelir.5 PDA saflarında kalması, onun meselelere yaklaşımı hakkında bize ipucu vermektedir. O yıllarda mücadele arkadaşı olan Ali Taşyapan’ın, “İbrahim atılgan bir yapıya sahipti, bu özelliği kıstas alındığında, MDD ayrışmasında doğal olarak Dev-Genç kesiminde kalması gerekiyordu. Ama, öyle olmadı, savaşım çizgisinde sertliğin az olduğu Aydınlık hareketini tercih etti. Bunun nedeni olmalı. Kanımca şu: Komünist önderlerden Lenin, Stalin ve Mao’nun eserlerini okudu, Sovyet ve Çin devrimlerinin deneyimleri hakkında bilgi sahibi oldu, kitlelerin gücüne yaslanan devrimci ayaklanmayla, düzen ordusunun bir kesimince yapılan askeri darbe arasındaki niteliksel farklılığın ayrımına vardı. Mihri Belli’nin cuntacılığına eleştiri yönelten Aydınlık grubunu kendine yakın gördü, tercihini ona yaptı.”6 biçiminde ifade ettiği bu durum; giderek Marksist-Leninist-Maoist teoride belli bir yetkinliğe ulaştığı ve meselelere duygusal, subjektif değil; tamamıyla bilimsel ve objektif yaklaştığının, düşüncelerinin sağlam bir teorik yaklaşım üzerinden yükseldiğinin ifadesi olarak görülmelidir. Kaypakkaya bu ayrışma sonrası İşçi-Köylü gazetesinin İstanbul’daki Yazı Kurulu içerisinde ve İstanbul bürosunda “İşçi Komitesi” sorumlusu olarak faaliyetine devam eder. Bu süre içerisinde, köylülerin toprak işgalleri ve işçilerin grev ve eylemleri içerisinde yer alır. Bu işgal ve direnişlerden gazeteye haber geçer.

Aynı zamanda dersler ve deneyimler edinir. 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi başladığında Ankara’dadır. Direniş haberini duyar duymaz 15 Haziran Pazartesi günü gece yarısı İstanbul’a hareket eder. 16 Haziran günü İstanbul’da ve işçilerin arasındadır. Bu işçi direnişine de yine aynı sorgulayıcılıkla yaklaşarak önemli dersler çıkarır ve “15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, İki Çizgi Arasındaki Mücadelenin Şekillenmesi Ve PDA Revizyonizminin Bir Daha Kılık Değiştirmesi” başlıklı, elinizdeki kitapta yer alan çalışmasında bu direnişten çıkardığı derslerden yararlanır. 15-16 Haziran İşçi Direnişinden sonra PDA çevresi kadroların büyük bir kısmı, sonbaharda yapılması planlanan “Sosyalist Kurultay” gerekçesiyle köylük bölgelere yollanır. Bu süreçte Çorum’dadır. Yaklaşık 2 ay boyunca bölgedeki çalışmalara katılır. Bu çalışmalar sonucunda arkadaşlarıyla birlikte, “Çorum İlinde Sınıfların Tahlili” 7 başlığı adı altında yayınlanacak olan makalenin materyallerini toplar. Nisan Toplantısı’nın ardından, Ankara’da Oral Çalışlar, Gün Zileli ile birlikte toplanan bu materyaller üzerinde çalışır ve yazıya son şeklini verir.8 Sosyalist Kurultay, PDA çevresinin 1970 yılı sonbaharında, bu yolla bir parti kurma amacının bir aracı olarak ileriye sürülür. Sosyalist Kurultay çalışmasından bir sonuç elde edilmez. Ancak bu tartışmalarda Kaypakkaya ile PDA yöneticilerinin arasındaki görüş ayrılıklarının filizlenmeye başladığını görmekteyiz. Bu nokta önemlidir. Ankara’da Doğu Perinçek’in odasında yapılan tartışmada, ısrarlı bir biçimde “dağa çıkma ve silahlı mücadeleyi başlatma” düşüncesini ileri sürer.

9 Bu meseleye yaklaşımını o yıllarda mücadele arkadaşı olan Cem Somel “Sosyalist Kurultay meselesinden çıkan tartışmada Garbis Altınoğlu, İbrahim Kaypakkaya, Muzaffer Oruçoğlu ve Adil Ovalıoğlu birlikte Doğu Perinçek’e muhalefet ediyordu.”10 diye aktarmaktadır. Muzaffer Oruçoğlu ise; “Tıkanıklığı, krizi Sosyalist Kurultay’la aşamayacağımıza inanıyorduk. Bu kurultaydan devrime öncülük edecek bir partinin çıkmasını hayal etmenin gülünç olduğunu söylüyorduk”11 şeklinde anlatımlarda bulunmaktadır. 10-12 Nisan 1971 yılında 30 kadar TİİKP kadrosu Ankara’da Hukuk Fakültesi’nde bir araya gelir. Toplantıda TİİKP yönetimi ile Kaypakkaya’nın da aralarında bulunduğu 6 kişi karşı karşıya gelir.12 Katılımcılardan Oral Çalışlar oluşan havayı şöyle özetliyor: “Toplantıda hava çok gergindi. Kaypakkaya PDA’yı silahlı mücadeleyi başlatmamakla suçluyor, hatta sosyalist kurultay önerisine istinaden ‘Mao ile Kıvılcımlı bir araya gelmez. Bu sizin yaptığınız ikiyi bir etmektir diyordu. Perinçek ise son derece sekter bir üslupla bağırıp çağırıyor, tıpkı Mahir Çayan ile ipleri kopardığı gibi, Kaypakkaya ile aramızdaki ipleri koparıyordu.”13 Ve yine toplantıya katılan Gün Zileli de oluşan görüş ayrılığını net bir biçimde ifade ediyor: “Çoğumuz oradaydık. Kaypakkaya, ‘silahlı mücadeleyi vermemek için ayak geriyorsunuz’ diyordu.”14 Bu toplantının tarihsel bir önemi olduğunu kaydetmek gerekir. İlk defa TİİKP yönetimi ile arasındaki görüş ayrılıkları resmileştirilmiş oluyordu. TİİKP’e yönelik daha önceden eleştirileri olduğu açıktı ve bunları Sosyalist Kurultay vb.

tartışmalarda dile getiriyordu. Ancak, kadrolarla birlikte yapılan bu tartışma ile birlikte farklı düşünceleri açıktan açığa dillendirilmiş oluyordu. Ve bu toplantı öncesinde yazıldığı anlaşılan ve Kaypakkaya’nın elinizdeki yazılarında Nisan Toplantısı başlığı adı altında, “Özeleştiri konusunda geçmişi etraflı bir şekilde tahlil ederek, PDA revizyonizminin durmadan kılık değiştirdiğine işaret ettik, samimi davranılmadığına işaret ettik (bak: “Özeleştiride Cesur ve Samimi Olalım”)” diyerek belirttiği ve Mart 1971 tarihli mektubun toplantı öncesinde kaleme alındığına dikkat çekmek gerekir. Bu mektupla birlikte TİİKP’e karşı düşüncelerinin giderek sistemleştiğine tanık olmaktayız.15 Kaypakkaya; 12 Mart 1971 darbesiyle birlikte artık illegal faaliyet sürdürmeye başlar. Bir kısım TİİKP Merkez Komitesi üyesinin yakalanmasıyla birlikte, TİİKP Merkez Komite Yedek Üyesi olarak konumlandırılır. Bu sırada henüz 22 yaşındadır ve Doğu Anadolu Bölge Komitesi’nde faaliyet sürdürmektedir. 16 Eylül 1971 yılında, TİİKP Merkez Komitesi Ankara’da toplanır. Toplantıya o sırada Antep’de faaliyet sürdüren Kaypakkaya katılmaz ancak 29 Ağustos tarihli ve “Yoldaşlar” başlıklı bir yazı gönderir. Toplantıya katılmamasının nedenini kendi ifadesiyle “(B)irinci sebebi, burada çıkan aksiliktir. (Oral Çalışlar’ın yakalanması kastediliyor bn.)….İkinci sebebi ise, oraya gelmemin herhangi bir fayda sağlamayacağını, aksine tartışmaları normal seyrinden çıkartıp belki de zararlı bir yola sokacağı konusunda, bende uyanan kanaattir.”17 diyerek anlatır. Bu yazısında giderek TİİKP’in örgütsel anlayışından koptuğunu, TİİKP revizyonizminin sol ve sağ oportünizmini sistemli bir şekilde eleştirdiğini görmekteyiz.

Ve yine Kemalizm konusunda da giderek netleştiğine ve Kemalizmi çözümlemede bir sıçrama yaptığına tanık olmaktayız. Yazısının sonunda yer alan şu satırlar bu sıçramanın somut bir ifadesidir: “Kemalizm konusunda, metindeki görüşlere katılmıyorum. Kemalizm kurtuluş savaşının içindeyken emperyalizm ve feodalizm ile uzlaşmaya ve karşı devrimciliği temsil etmeye başlamıştır. Halka ve komünistlere alçakça düşmanlık gütmüş ve onlardan gelen her hareketi gaddarca ezmiştir. Mao Zedung’un Yeni Demokrasi kitabına aldığı dipnotunda, Stalin de bundan söz ediyor. Ayrıca Şnurov’un kitabındaki bilgiler son derece öğreticidir. M. Kemal’in ‘tam bağımsızlık ilkesi’ pratikte (1938’e kadarki iktidar döneminde) görüldüğü gibi, emperyalizme teslimiyet, yarı sömürgeciliği seve seve kabullenmektir. M. Kemal’in Sun Yat Sen ile kıyaslanması doğru değildir. Olsa olsa Çan Kay-Şek’le kıyaslanabilir.”18 1971 yılı sonlarında TİİKP’nin kongre yapması gündeme gelir. TİİKP Merkez Komitesi kongrenin Aralık 1971’de yapılması düşüncesindedir. İbrahim Kaypakkaya ise 1-15 Ocak 1972 tarihleri arasında toplanmasını önerir. 7 Aralık 1972 tarihli “Bir Köylük Bölgedeki Yönetici Yoldaşlara Mektup” adlı yazısı bu dönemde kaleme alınır.

Bu kitapta yer verdiğimiz yazılarının tarihlerinden; onun zaman kaybetmeksizin kongreye hazırlanmaya başladığını görmekteyiz. Hedefi, TİİKP içerisinde ileri çıkan militan kadroları etkilemektir. Bu amaçla; TİİKP’den ayrıldıktan sonra, Kaypakkaya önderliğinde oluşturulan Koordinasyon Komitesi’nce yeniden gözden geçirilen (kendisinin de “revizyonizmle örgütsel ayrılıktan sonra aslına bağlı kalınarak yeniden kaleme alındı” diyerek ifade ettiği) yazıları hazırlar. İlk yazısı Kürt sorununu detaylıca incelediği, Aralık 1971 tarihli “Türkiye’de Milli Mesele”dir. Daha sonra ise tarih sırasıyla Ocak 1972’de peşpeşe üç yazı kaleme alır. “Başkan Mao’nun Kızıl Siyasi İktidar Öğretisini Doğru Kavrayalım” başlıklı ve silahlı mücadeleyi irdeleyen makaleyi, Parti anlayışına ilişkin olarak, “TİİKP Program Taslağının Eleştirisi” başlıklı makaleyi ve Kemalizmi inceleyen “Şafak Revizyonizminin, Kemalist Hareket, Kemalist İktidar Dönemi, İkinci Dünya Savaşı Yılları, Savaş Sonrası Ve 27 Mayıs Hakkındaki Tezleri” başlıklı makaleyi kaleme alır. Bu sıralarda TİİKP’ten kopmayı düşünmektedir. Muzaffer Oruçoğlu, bu süreci, “İbo TİİKP’den ayrılmamız gerektiğini ileri sürdü…TİİKP’le aramızda temel görüş ayrılıkları olmasına rağmen karşı çıktım. 1972’nin kış aylarında, Tunceli ve Kürecik’te İbo’yla aramda şiddetli tartışmalar oldu. İbo, parti kongresinin anti-demokratik bir tarzda düzenlendiğini, buna katılmanın, bize zaman kaybından başka bir şey getirmeyeceğini, ayrılığımızı ilan etmemiz gerektiğini savundu.”19 diye anlatmaktadır. 7-8 Şubat 1972 tarihinde Muzaffer Oruçoğlu ile beraber DABK toplantısını yaparlar. Toplantıya komitenin diğer üyesi hasta olduğu için katılamamıştır. Toplantı sonucunda “DABK Şubat Kararı”nı kaleme alır. Kararlarda, daha önceden çeşitli kereler eleştirdiği TİİKP’ne karşı sistemli eleştirilerini tekrarlar.

Bu durum TİİKP önderliğini oldukça rahatsız eder. Kaypakkaya için ölüm kararı öneren mektuplar yazılır.20 Bunun için çeşitli hazırlıklar yapılır. Ancak tesadüf eseri bu hazırlıkları atlatarak,21 M. Oruçoğlu ile birlikte Doğu Perinçek’le görüşmeye gider. 26 Mart 1972 tarihinde Söke’de görüşme yapılır. D. Perinçek’le arasında yaşanan oldukça sert tartışmalardan sonra TİİKP’ten koptuğunu ilan eder. Bu kopuş sonrasında Haziran 1972 tarihli “Şafak Revizyonizmi İle Aramızdaki Ayrılıkların Kökeni Ve Gelişmesi TİİKP Revizyonizminin Genel Eleştirisi” başlıklı makalesini kaleme alır. TİİKP’ten koptuktan sonra hızla yeni bir örgütlenmenin temellerini atar. Aynı zamanda önceki yazılarını gözden geçirir. Bu yazılarda ileriye sürdüğü tezler doğrultusunda, yoldaşlarıyla birlikte Türkiye Komünist Partisi Marksist Leninist’i ve onun askeri örgütlenmesi olan Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu’nu; aynı zamanda da TKP/ML’nin komsomol örgütlenmesi Türkiye Marksist Leninist Gençlik Birliği’ni kurarken, bu kitaptaki makalelerde ifade ettiği programatik görüşler doğrultusunda pratiğini şekillendirir. Bu yazılarında Türkiye devriminin yolunu, karakterini incelemiş ve sınıf analizine dayanarak önemli meselelerde Türkiye devrimi için senteze varmıştır. Bu senteze ulaştığı, yazılarında oldukça açık/net olan Kaypakkaya’nın; devrimci yönteminin, meseleleri bilimsel ele alışının, olaylara ve olgulara sınıfsal açıdan yaklaşmasının iyi kavranması gerekir. Devrimci mücadele içerisindeki tutumunu genel olarak pratikte en ilerici olana göre belirlediği, bu tavrı kapsamında da sürekli bir teorik hesaplaşma yaşadığı görülmektedir.

Örneğin; sosyo-ekonomik yapı tahlilini politik devrimci mücadelesinin belli bir aşamasında olgunlaştırmıştır. “Çorum İlinde Sınıfların Tahlili” ve “Kürecik Bölge Raporu” gibi çalışmalar, teoriyi pratikten çıkardığına örneklik teşkil ederken, mücadeleye ilişkin geliştirdiği tezlerle yön verdiği hareket ise teoriyi tekrar pratiğe yansıttığının somut ifadesi olmuştur. Bütün bunlar O’nun sürekli bir araştırma-inceleme-sorgulama pratiği içerisinde olduğunu ve bu pratiğinden çıkardığı sonuçları sentezlediğini göstermektedir. Bu, O’nun ileriye sürdüğü tezlerin anlaşılabilmesi açısından önemli bir olgudur. TİP içinde yer alması, zamanla farklılaşması, MDD akımı içinde yer alması ve zamanla farklılaşması, MDD içindeki ayrımda beklenenin aksine DEV-GENÇ dışında ve şiddet konusunda daha pasif bir tavır içinde olan PDA içinde kalması, burada ayırıcı ve bir o kadar da Kaypakkaya’yı Kaypakkaya yapan, onun ileriye sürdüğü düşüncelerinin ve bu anlamda elinizde somutlanan yazıların bilimsel bir temele oturması, bizzat pratik içerisinde olgunlaşarak, uygulanabilirliğini sağlaması açısından da önemli bir özelliktir. Bu ayırıcı özellik Marksist-Leninist-Maoist klasikleri ve dünyadaki gelişmeleri özenle okuyan, takip eden İbrahim’in teoride olgunlaşmasından, yetkinleşmesinden ileri gelir. Yani İbrahim teoriden önce pratik tutum içinde devrimci idi. Bunu zamanla hesaplaşma içinde teorik düzeyde de yerine getirdi. Bunun kavranması önemlidir. Bu kavrandığı oranda; bu kitapta yer alan “Başkan Mao’nun Kızıl Siyasi İktidar Öğretisini Doğru Kavrayalım” ve “DABK Şubat Kararları Şafak Revizyonistleri, Baş Çelişmeyi İdealist Bir Tarzda Tespit Ediyor” gibi yazılarında irdelediği Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısının tespiti ve bu tespitin bilimselliği, bu bilimselliğin kökenleri yeterince anlaşılmaz. Bu nokta önemlidir. Çünkü ekonomiktoplumsal statünün niteliği, devrimin karakteri ve perspektifleri sorunuyla doğrudan ilişkilidir. Bu sorunun tahlilinden sonradır ki diğer sorunlara tam açıklık getirilebilir. Demek ki, sosyo-ekonomik yapı işin anahtarıdır. Bu kitapta yer alan yazılarında ekonomik yapı tahlilinde Marksizm-LeninizmMaoizmin evrensel ölçütlerini ulusal somuta uygulayarak, hem kendisini dogmato-revizyonizmden ve hem de bunun tersyüz edilmiş karşıt ucu sağ oportünizmden ayırır.

Ülkemiz, Kaypakkaya’nın bilimsel olarak kanıtladığı gibi, siyasi, iktisadi ve kültürel gelişmesi eşitsiz yarı-sömürge, yarı-feodal bir yapıya sahiptir. Birçok emperyalist devletin sömürü ve baskısına maruz kalan yarı-sömürge bir ülke konumundadır. Bu, yalnızca bugün değil, geçmişten, daha Osmanlı toplumu döneminden beri böyledir. Bu, devrimci yolu izleyen hemen herkesin ortak görüşüdür. Ancak sorun, ülkemizin yalnızca yarı-sömürge olduğunu, yani çeşitli emperyalistlerce talan edilip yağmalandığını kabullenmek değildir. Bu noktaya ulaşmak önemlidir, ancak yeterli değildir. Bu kabul edişin yarı-feodal çözümlemeyle tamamlanması gereklidir, bu zorunludur. İşte Kaypakkaya’yı farklı kılan ve çoğunlukla görmezlikten gelinen yanlarından birisi de; elinizdeki yazılarda oldukça berrak bir biçimde çözümlediği yarı-feodalizm gerçeğidir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir