İlhan Arsel – Kuran Eleştirisi 3

Her ne kadar İslamcılar Kur’an’ın tüm insanlara yönelik ve onların yararına olmak üzere indirildiğini söyleseler de doğru değildir. Şu bakımdan ki, Kur’an, esas itibariyle Muhammed’in günlük siyaset ve yaşam gereksinimlerinin kitabı olarak hazırlanmıştır. İlerideki sayfalarda bunun böyle olduğu sergilenecektir. Fakat önce şu bir iki hususu kısaca özetlemekte yarar var: Kur’an’ın Eleştirisi adlı bu çalışmamızın ilk iki cildinde değindiğimiz gibi, Kur’an’daki bazı ayetlere göre bu kitap, “Mekke ve çevresine”; bazı ayetlere göre “Arap kavmine”; bazı ayetlere göre “Tanrı tarafından gönülleri İslama açılmış olanlara”; bazı ayetlere göre de “tüm insanlara” gönderilmiş görünmektedir. Örneğin En’am Suresi’nde Kur’an’ın Mekkelilere ve Mekke civarında yaşayanlara indirildiğini bildiren şöyle bir ayet var: “Bu indirdiğimiz… Mekkelileri ve etrafındakileri uyaran mübarek Kitab’dır…” (Enam Suresi, ayet 92.) Buna benzer bir ayet Şura Suresi’nde şöyle diyor: “Ey Muhammed! Böylece şehirlerin anası olan Mekke’de ve çevresinde bulunanları uyarman… için sana arabça okunan bir kitab vahyettik… ” (Şura Suresi, ayet 7.) Öte yandan Kureyş Suresi’nde, Mekke’de yaşayan Kureyş kabilesinin ihtiyaçlarının karşılandığına dair şu yazılı: “Kureyş kabilesinin yaz ve kış yolculuklarında uzlaşması ve anlaşması sağlanmıştır. Öyleyse kendilerini açken doyuran ve korku içindeyken güven veren bu Kabe’nin Rabbine kulluk etsinler” (Kureyş Sueyş, ayet 1-4). Görüldüğü gibi bu tür ayetlere göre Kur’an, Mekkelilere ya da Mekke’nin en tanınmış kabilelerinden biri olan Kureyşlilere indirilmiş gibidir. Ancak Kur’an’da, bu kitabın Arap kavmine (Arap toplumu) gönderilmiş olduğuna dair ayetler de var. Örneğin Zuhruf Suresi’nde şöyle deniyor: “(Ey Muhammed!) Sen hemen o sana vahy olunana tutun!… Muhakkak ki, o (Kur’an) hem senin için, hem kavmin için bir şereftir…” (Zuhruf Suresi, ayet 43-44.) Secde Suresi’nde, kendilerine daha önce “peygamber” gönderilmemiş olan Arap kavminden söz edilerek şu bildiriliyor: “(Ey Muhammed.!) Şüphe götürmeyen (bu) Kitab… Rabbinin indirdiğidir. ‘Onu Peygamber’in kendisi uydurdu’ diyorlar öyle mi? Hayır; ey Muhammed! O senden önce (kendilerine) peygamber gönderilmemiş olan bir milleti uyarman için sana Rabbinden gelen bir gerçektir. Belki artık doğru yolu bulurlar…” (Secde Suresi, ayet 2-3.


) Buna benzer bir anlatış Yasin Suresi’nde şöyle diyor: “Bu, babaları uyarılmadığından gafil kalmış bir milleti uyarman için… Allah’ın indirdiği Kur’an’dır…” (Yasin Suresi, ayet 5-6.) İbrahim Suresi’nde, her kavme, o kavmin kendi dilinden olmak üzere kitap indirildiği belirtiliyor (bkz. İbrahim Suresi, ayet 4), Fussilet Suresi’nde de bu kitabın, Arapların anlayabilmeleri için Arapça olarak indirildiği bildirmiyor: “Eğer bil onu, yabancı dilden bir Kur’an kılsaydık. diyeceklerdi ki: ‘… Bir Araba yabancı bir dilden (kitap) olur mu?’…” (Fussilet Suresi, ayet 44.) Bunlara eklenebilecek daha birçok ayet var Kur’an ‘da.’ Bu tür ayetlerin (ve destekleyici hadislerin) ifade ettikleri anlam şu ki, Kur’an Arap kavmi’ne indirilmiş bir kitaptır. Öte yandan bu aynı Kur’an’da, Tanrı’nın bütün insanları Müslüman yapmak istemediği, daha doğrusu insanlardan sadece bir kısmının gönüllerini İslama açtığı ve buna karşılık bir kısım insanları da “müşrik” ya da “kafir” kıldığı yazılı. Örneğin Nahl Suresi’nde şunu okuyoruz: “Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, ama o istediğini saptırır, istediğini doğru yola (Islama) eriştirir…” (Nahl Suresi, ayet 93; ayrıca bkz. Fatır, 8; Müddessir 31, 42; Ra’d 31; Secde 13 vd.) En’am Suresi’nde de şöyle yazılı: “Allah kimi doğru yola koymak isterse, onun kalbini İslamiyete açar. Kimi de saptırmak isterse… kalbini dar ve sıkıntılı kılar…” (En’am Suresi, ayet 125; ayrıca bkz. A’raf Suresi, ayet 178; Zümer Suresi, ayet 22, vs.) Bu tür ayetlerden anlaşılan o ki, Kur’an, Tanrı’nın Müslüman olarak yarattığı, yani “gönüllerini açıp İslama eriştirdiği” kullarına gönderilmiştir. Ve nihayet Kur’an’ın birçok yerinde, bu kitabın “tüm insanlara” gönderildiğine dair ayetler de var. Bir iki örnek şöyle: “Ey insanlar! Rabbinizden size açık bir delil geldi; size apaçık bir nur, Kur’an indirdik…” (Nisa Suresi, ayet 174.

) 1 Bu konuda bkz. İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler, Kaynak Yayınlan, İstanbul 1999, 6. basım, s.337 vd. “Ya Muhammed! De ki: ‘Ey insanlar! Doğrusu ben göklerin ve yerin hükümdarı, ondan başka tanrı bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah’ın hepiniz için gönderdiği Peygamberiyim… ona uyun ki, doğru yolu bulaşınız…'” (A’raf Suresi, ayet 158.) “(Ey Muhammed!) Kur’an’ı, insanlara ağır ağır okuman için bölüm bölüm indirdik…” (İsra Suresi, ayet 106.) “Ey insanlar! Peygamber Rabbinizden size gerçekle geldi. İnanmanız sizin haynmzadır… ” (Nisa Suresi, ayet 170.) Bunlara benzer ayetler pek çok Kur’an’da. 2 Hemen ekleyelim ki, bu ayetlerde yer alan “insanlar” sözcüğünün Arapça aslı “nas”tır. Ne var ki bu “nas” deyimi, biraz yukarıda değindiğimiz gibi, Kur’an’ın birçok yerinde “tüm insanlar” için değil fakat insanların sadece bir kesimi (örneğin Kureyşliler, Mekkeliler, Mekke ve çevresindekiler ya da Araplar) için dahi kullanılmış bulunmaktadır. Görülüyor ki, Kur’an’ın kimlere yönelik olarak gönderildiğine dair Kur’an’da çelişme var! Çünkü kimi ayetlere göre Kureyş kabilesine, kimi ayetlere göre Mekkelilere, kimi ayetlere göre Arap kavmine ve nihayet kimi ayetlere göre de bütün insanlara indirildiği yazılı! Nereden geliyor bu çelişme? “Yüce”, “alim” ve “asla yanılmaz” olduğu kabul edilen bir Tanrı’nın böyle bir çelişmeye düşebileceğini ve örneğin “Ben Kur’an’ı Mekkelilere gönderdim!” derken, fikir değiştirip: “Kur’an’ı Arap kavmine gönderdim!” demesi ve sonra bütün bu söylediklerini yalanlarcasına: “Hayır! Ben Kur’an’ı tüm insanlara indirdim!” diye konuşması mümkün olamayacağına göre, çelişmenin kaynağını başka yerde aramak gerekiyor. Gerek bu kitabımızın ilk cildinde ve gerek diğer yayınlarımızda belirttiğimiz gibi3 bu çelişki Muhammed’in yaşam hikayesiyle ilgilidir. Şu nedenle ki, kendisini peygamber olarak ilan ettiği ilk başlar2 Bkz. Turan Dursun, Kur’an Ansiklopedisi, Kaynak Yayınları, İstanbul 1994, c.

VII, s.250vd. 3 Bu konuda bkz, İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler ve Aydın ve “Aydın”. da Kur’an’ın Kureyşlilere, yani kendi mensup bulunduğu kabileye ya da Mekke ve çevresinde yaşayanlara gönderildiğini söylemiştir. O an için aklının kenarından tüm insanlara, hatta Arapların tümüne peygamber olmak gibi bir fikir geçmemiştir. Fakat zamanla amacını genişletmiş ve Tanrı’nın Araplar arasından kendisini seçip Arapça Kur’an ile Arap kavmine, yani tüm Araplara gönderdiğini bildirmiştir. Fakat Mekke’den Medine’ye geçipte çete saldırıları ve savaşlar sayesinde ganimetler edinmeye ve bu sayede taraftarlarının sayısını çoğaltmaya başlamış, yavaş yavaş güçlenmiş, güçlendikçe yeni saldırı ve savaşlara girişmiş, bu sayede kendisini Yahudilere ve Hıristiyanlara ve dolayısıyla tüm insanlara gönderilmiş peygamber olarak kabul ettirme yolunu seçmiştir. Bu maksatla Kur’an’a: “Ey insanlar! Rabbinizden size açık bir delil geldi; size apaçık bir nur, Kur’an indirdik…” (Nisa Suresi, ayet 174.) şeklinde ya da biraz yukarıda verdiğimiz örneklere benzer ayetler koymuştur. Ne var ki buna rağmen Kur’an’ı, ne Arapların, ne tüm insanların (ya da insanlardan bir kısmının) yararına değil, fakat esas itibariyle kendi günlük siyasetinin ve yaşam gereksinimlerinin yararına olacak şekilde hazırlamıştır. Başka bir deyimle izlediği temel amaç, insanları, tıpkı Tanrı’ya baş eğermiş gibi, kendisine mutlak şekilde baş eğdirtmek olmuştur: Her ne kadar kendisini, Tanrı buyruklarına en büyük bir sadakatle bağlı bir kul gibi göstermiş olmakla beraber, bunu temel amaca ulaşmanın taktiği bilmiştir. Nitekim Kur’an’a yerleştirdiği ayetler arasında: “Ey Muhammed! Şüphesiz sana baş eğerek ellerini verenler, Allah’a baş eğip el vermiş sayılırlar…” (Fetih Suresi, ayet 10.) şeklinde olanları vardır ki, kendisini Tanrı ile eşdeğerde göstermeye yeterlidir. Fakat yine evvelce belirttiğimiz gibi Muhammed, insanların kendisine, tıpkı Tanrı’ya baş eğer gibi baş eğmeleri, yani teslimiyet göstermeleri gerektiğini söylemekle yetinmemiş, bir de Tanrı’yı kendisine salavat getirir durumda kılmak maksadıyla Kur’an’a şu tür ayetler koymuştur: “AIIah ve melekleri, Peygamber’e çok salevat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin” (Ahzab Suresi,ayet 56).

Tanrı’yı melekleriyle birlikte Muhammed’e salavat getirir şekilde tanımlayan ve müminleri de tam bir teslimiyetle ona selam verdirten ve baş eğdirten bir kitap olarak Kur’an’ı, her şeyden önce Muhammed’in günlük siyasetinin ve yaşam gereksinimlerinin yararına hazırlanmış saymak gerekir. İlerideki sayfalarda, bunun böyle olduğunu kanıtlayıcı örneklerden bazılarını göreceğiz.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir