Ilhan Arsel – Seriat ve Kolelik

Her konuda olduğu gibi “kölelik” konusunda da şeriat, kapkaranlık bir zihniyetin ifadesi olarak karşımızdadır. Şu bakımdan ki, insan varlığının kutsallığı ve haysiyeti ile bağdaşmaz kuruluşları ve bu arada köleliği, hiçbir itiraz ve direnişe olanak bırakmadan, yüzyıllar boyunca sürdüregelmiştir: Hem de gökten indiği söylenen emirlere ve bu emirlerden çıkma geleneklere dayalı olarak. Gerçekten de şeriat hükümleri, kaynaklarıyla belirteceğimiz gibi, köleliğin “doğal” bir kuruluş olup “köle” ile “hür” arasında hukuki eşitsizlikler bulunduğunu, savaşlarda alınan esirlerin köle (ya da cariye) olarak paylaşılmasının “Tanrı emri” olduğunu ortaya vurmaktadır. O kadar ki, Kur’an’da Tanrı’nın büyük cömertlikle Muhammed’e ganimet olarak köleler, cariyeler helal ettiği dahi yazılıdır. Ayet şöyle: “Ey Muhammed! …Allah’ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan cariyeleri sana helal kıldık…” (K. 33 Ahzab Suresi, ayet 50) Yine şeriat verilerine göre Muhammed, yaşamı boyunca ve çeşitli yollardan (ve genellikle savaşlar yolu ile) köleler edinmek, köleleri kendi hizmetinde tutmak (örneğin tarlalarında çalıştırmak, cariyeleri de “odalık” olarak kullanmak), ona buna satmak, hediye etmek, Müslümanlara köle edinmeleri için olanak sağlamak, köleleri azadlamaktansa başkalarına hibe etmenin daha hayırlı bir iş olduğunu anlatmak ve böylece kendinden örnekler yaratmak suretiyle, köleliği, “Tanrısal” ve “dinsel” bir kuruluş olarak geçerli kılmıştır. Hem de öylesine ki, köleleri efendilerine “sadıkane” ve “yararlı” bir şekilde hizmet ettirebilmek için: “Cennet’e ilk girecek olanlar… efendilerine sadakatle hizmet eden kölelerdir.” Demiş; ölmeden önceki “Veda haccı” vesilesiyle yaptığı konuşmada: “Efendisinden başkasına intisaba kalkan”ların “Allah’ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün Müslümanların ilencine” uğramalarını dilemiştir. Muhtemelen bundan dolayıdır ki, köle azadlama işini, her ne kadar bazı kurallara bağlamış ise de, bir bakıma efendisinin keyϐine terk etmiş, köle azadlayan kimsenin, azadladığı köle üzerinde “velayet hakkını” ya da “Karabet-i hükmiyye”sini sürdürtmüş, Tanrı’ya ve kendisine dua eden müminlerin köle azadlama zorunluluğundan uzak kalmaları kolaylığını yerleştirmiş ve köleliğin yok olmasını “Kıyamet alameti” şeklinde belirtmiştir. Bu nedenledir ki tüm İslam ülkelerinde kölelik, yirminci yüzyıla gelinceye kadar “doğal” ve “resmi” bir kuruluş olarak iş görmüştür; panayırlarda ve esir pazarlarında insanlar, tıpkı hayvanlar gibi parayla alınıp satılabilmişlerdir. 20. yüzyılın başlarında kölelik, Müslüman ülkelerde resmen kaldırılmaya başlanmış olmakla beraber, ne uygulanması gerçekten yok edilebilmiş ve ne de zihniyet olarak terk edilebilmiştir. O kadar ki Isǚ lam dünyasının en büyük “bilim” yuvası sayılan el-Ezher Udžniversitesi, köleliğin Kur’an’dan kaynaklanan bir kuruluş olduğunu ve savaş esirlerinin “köle” olarak kullanılmalarının doğal olduğunu savunmaktan geri kalmamıştır (Bkz. “Macalla”, Temmuz 1962). Yine bunun gibi 1962 yılında Kral Faysal, Batı ülkelerinin zorlamasıyla köleliği kaldırır görünürken, din adamları, bu kuruluşun temellerinin Kur’an’da yattığını söyleyerek, direnme yolunu seçmişlerdir.


Din sorunları alanında “allame”liği kimseye bırakmak istemeyen bizim kendi mollalarımız ise, yirmi birinci yüzyıla girmek üzere bulunduğumuz şu dönemlerde bile hâlâ, Isǚ lamda köleliğin (cariyeliğin) “Harp esirleri kurumunu inhisar ettirildiğini” ve bu nedenle “güncelliğini yitirmiş bir konu olmadığını” belirterek “Isǚ lam’da cariye harp esiridir. Harbler ise dünyamızın gündemindedir.” Diye ahkâm yürütürler. Onların bu “parlak” görüşlerinden anlaşılan o ki, Isǚ lamda kölelik zihniyeti, daha nice yılar boyunca, sonu gelmez bir “iltifata” mazhar olacak demektir. Nitekim Atatürk’ün büyük bir idealizmle yıkmak istediği bu zihniyet, farklı adlar altında bugün hâlâ hükmünü sürdürmektedir: Çoğu evlerde çalıştırılan “beslemeler” (ki yoksul ailelerden allınmış küçücük kızlar olup köleden farksız şekilde iş görürler) bunun canlı kanıtlarından biridir. * 1400 yıllık uygulamanın ortaya vurduğu gerçek bu olduğu halde, şeriatçılar, bu gerçeği görmezlikten gelerek ve şeriat verileriyle olmadık cambazlıklara girişerek, Isǚ lamın köleliğe karşı olduğunu, köleliği daha ilk anlardan itibaren ortadan kaldırma amacına yönelik bulunduğunu, fakat toplumda düzensizlik olmasın diye bu işi zamana bıraktığını söylemekten geri kalmazlar. Söylerken de kendilerine dayanarak edindikleri yalanların, hem bir yandan Tanrı ϐikrini zedelediğini ve hem de insanlarımızın kafalarını ütülediğini düşünmezler. Düşünseler ile şunu bilirler ki, karşılarında, şeriatın içeriğinden habersiz, akılcı güçten nasipsiz ve her şeye körü körüne inanmaya hazır yığınlar vardır. Bizlere düşen göre, hiç yılmadan, bu yığınları, şeriatçının yalanlarına kanmayacak kerteye ulaştırıp, onların pençesinden kurtarmaktır. Bu da ancak şeriatın içyüzünü eleştirip sergilemekle mümkündür. Temmuz 1997 I İSLAM ŞERİATININ KÖLELİK DENEN ŞEYİ BENİMSEMEDİĞİ VE KÖLELİĞİ YOK ETME AMACINI GÜTTÜĞÜ İDDİALARINA DAYALI YALANLAR Şeriatçılara göre Isǚ lam dini güya köleliğe karşıdır ve güya Kur’an insan denilen varlığın özgür (hür) olarak doğduğunu ve özgür şekilde yaşaması gerektiğini kabul eder; insanların tek bir asıldan geldiklerini, rengi, dili ve sosyal durumu ne olursa olsun her insanine eşit yarabildiğini öngörür. Yine şeriatçılara göre diğer dinler ve eski medeniyetler köleliği yok etmeyi düşünmedikleri halde Muhammed, kölelerin durumunu iyileştirmiş ve köleliği kökten yok etmeyi amaç edinmiştir. Her ne kadar köleliği kaldıramamış ise de eşitlik getirmiştir: köleleri efendilerinin seviyesine yükseltmek istemiştir. Yine şeriatçılara göre ilk olarak insanlar arası eşitliği öngören ve köleci zihniyete karsı gelen Kur’an’dır ve güya bu olay, insanlık tarihi bakımından yep yeni bir gelişme sağlamıştır. {1} “Eğer bu böyle ise, neden dolayı Muhammed köleliği yasaklamamıştır, kökünden yok etmemiştir?” şeklindeki bir soruyu da şeriatçılar şöyle yanıtlarlar:“Bir kere”, derler; “kölelik İslam öncesi dönemlerden beri süregelen bir kuruluştur.

Muhammed bu kurulusu, yaşamın bir gerçeği olarak buldu. Eğer köleliği yasaklamış olsaydı iç kargaşalıklara ve ayaklanmalara sebep olmuş olurdu. Daha başka bir deyimle Araplar arasında geçerli bulunan kölelik sistemini bir hamlede kaldırıp atmak Tanrı’ya ve Muhammed’e sakıncalı göründü.” {2} “Öte yandan” derler; “savaşlarda alınan esirlerin durumu itibariyle kölelik sisteminin kaldırılması mümkün değildi. Çünkü Muhammed, her ne kadar savaş denen şeye karsı idiyse de, savaşları önleyemezdi. Savaşlar olacak ve esirler alınacaktı. İste bu nedenledir ki Muhammed köleliği kökünden yok etmedi fakat bu kurulusu insanlık haysiyetini zedeler nitelikten çıkardı, ve daha sonraki dönemler itibariyle yok olucu esaslara bağladı.” {3} Bu iddialara sarılan şeriatçılara (özellikle Arap yazarlara) göre, Muhammed’in, köleliği kaldırmak ve kölelerin durumunu düzeltmek maksadıyla getirdiği kurallar, daha sonraki dönemlerde uygulanmamıştır ve uygulanmamasının sorumluları da genellikle Türklerdir. Çünkü Türkler “İslamı anlayabilecek yeterlikte olmamışlardır.” Bu itibarla köleliğin sürdürülmesine sebep olan Türkleri İslam’ın temsilcisi olarak görmemek gerekir. {4} Yine şeriatçı yazarlara göre bugün artık “Kölelik ve efendilik tarihe karışmıştır ki İslam dininin gaye-i mesaisi de (amacı da) bu(dur).” {5} II İSLAM ŞERİATI, KÖLELİĞİ KALDIRMAK DEĞİL, SÜRDÜRMEK AMACINA DAYALIDIR Hemen belirtelim ki bu yukardaki iddialar, baştan aşağı yalandan ibarettir. Çünkü ne Kur’an “özgür” insan tipi yaratmak istemiştir, ne Muhammed köleliği yok etmeyi kendisine amaç edinmiştir ve ne de kölelik kurulusu Türkler yüzünden sürüp gitmiştir. Aksine köleliğin Tanrısal (ve dolayışıyla doğal) bir kuruluş olarak iş görmesine ve 1400 yıl boyunca hiç kalkmamacasına sürüp gitmesine sebep olan, doğrudan doğruya Isǚ lam şeriatı olmuştur. Bu düzenin kurucusu olan Muhammed, biraz ilerde örnekleriyle göreceğimiz gibi, ömrüboyunca köleler edinmiş, savaşlarda ele geçirilen esirlerin paylaşılması sırasında kendi payına düşen kölelere sahip olmuş, kendi hizmetinde ve arazilerinde köleler çalıştırmış, köle satın almış, köle satmış, ona buna köleler hediye etmiştir.

Söylendiğine göre sahip bulunduğu kölelerin sayısı 60 ilâ 80 arasında olmuştur. Odžldüğü zaman, mallar, hurmalıklar ve araziler yanında, hizmetinde tuttuğu köleleri de ailesi efradına miras bırakmıştır. Bu itibarla sorulmak gereken soru sudur: köleliğin kaldırılmasını kendisine amaç edinen bir din hiç köleliği “doğal” bir kuruluş olarak yerleştirir mi? Ya da kendisini böyle bir dinin “peygamberi” olarak tanıtan bir kimse hiç köle edinerek, ya da kullanarak başkalarına kötü örnek olma yolunu tutar mı? Gerçek şu ki, Isǚ lam şeriatı, köleliği kötü gözle görmek ve kaldırmak şöyle dursun fakat doğal bir kuruluş bilmiş ve genel olarak insan varlığını “özgür” değil “kul” olarak görmüş ve kulların da kendilerine ait kulları bulunduğunu kabul ederek köleliğin hiç kalkmamacasına sürüp gelmesine vesile olmuştur. Gerçekten de Kur’an’a göre insanlar “hür” ve “köle” olmak üzere yasam sürerler. “Köle” insan, başkasının mülkü sayılan, onun hizmetinde olan, onun tarafından yönetilen, alınıp satılabilen insan demektir (dişi köleye “cariye” denir). Köle olmayan, ya da kölelere efendilik yapanlar ise “hür” sayılırlar. Ancak ne var ki Kur’an’ın “hür” olarak tanımladığı insanlar dahi aslında gerçek anlamda hür (özgür) olmaktan uzaktırlar: gökten indiği söylenen buyrukların uygulayıcısıdırlar; yani özgür iradeye sahip olarak is görme olasılığından yoksundurlar. Çünkü Kur’an’a göre Tanrı insanları (ve cinleri) esas itibariyle kul diye yaratmıştır. “Kul” sözcüğü Kur’an’da “abd” olarak geçer ki esas itibariyle “köle” anlamındadır. Her insan Tanrı’nın kölesi olmak üzere yaratılmıştır, şu bakımdan ki Tanrı’nın buyruklarına göre “güdülüp yönetilir”. Zariyat Suresi’nde şöyle yazılı: “Cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etmeleri için yaratmışımdır.” (K. Zariyat 56) “Bana kulluk etmeleri için yaratmışımdır” sözlerini: “Buyruklarımı yerine getirmeleri için yaratmışımdır” şeklinde anlamak gerekir. Nitekim Bakara Suresi’nde şu var: “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin! Ki ‘Ona karsı gelmekten korunmuş olabilesiniz.” (K.

Bakara 21) Sayısız denecek kadar çok bu buyruklar arasında Tanrı’ya tapmak ve ibadet etmek, gibi olanlar yanında kişinin ve toplumun (devletin) tüm yaşantılarını, en ince noktasına varıncaya kadar düzenleyen hükümler vardır. Fakat Tanrı’nın bu “kul”ları arasında, kullara “kulluk” (kölelik) edecek olanlar da vardır; çünkü Tanrı, o sinirsiz keyϐiliği içerisinde, istemiştir ki insanlardan bir kısmı, diğer bir kısmına kölelik etsin. Nitekim Kur’an’da, köleliğin doğal bir kuruluş olduğunu ortaya vuran hükümler vardır ki (örneğin Nahl 75) birazdan özetleyeceğiz. Fakat şimdilik şeriatçının kölelik konusundaki diğer iddialarındaki isabetsizliklere değinelim. Bu iddialardan biri şöyle: “Kölelik Araplar arasında yerleşik bir kuruluş idi. Eğer Tanrı köleliği bir anda kaldırmış olsaydı, halk ayaklanır, kargaşalık olurdu.” Söylemeye gerek yoktur ki böyle bir iddia, Tanrı’yı “acz” içerisinde, “güçsüz” bir “Yaratan” imiş gibi gösterip Tanrı ϐikrini zedelemekten başka bir ise yaramaz. Zira iktidarına sinir bulunmayan ve her şeyi dilediği gibi yaratıp dilediği sekle sokabilen bir Tanrı’nın, kölelik gibi kötü bir kurulusu, sırf halk ayaklanır endişesi ile yasaklamadığını söylemek, O’nun iktidarını ve yüceliğini inkâr demek olur Odžte yandan toplum düzenini sağlamak üzere en sert ve amansız cezaları öngörmekten geri kalmayan (örneğin şarap içimini yasaklatan, ya da hırsızın bileklerinin kesilmesini emreden) bir Tanrı’yı: “Köleliği yasaklarsam toplumda kargaşalık çıkar” mazeretine sığınmış gibi göstermek, Tanrı fikrini küçültmekten başka bir şey değildir. Yine aynı şekilde: “Tanrı köleliği savaş esirleri sistemiyle sınırlamak istedi, bu nedenle tüm olarak yasaklamadı. Amacı devrim (niteliğini) taşıyan düsturlar koyarak kökten kaldırmaktı” şeklindeki iddianın da tutar bir yönü yoktur, çünkü Kur’an’da kölelik, ne savaş esirlerine münhasır bir kuruluş olarak ele alınmıştır ve ne de ortadan kaldırılmak amacına dayatılmıştır. Kur’an’a göre Tanrı, insanlardan bir kısmını “efendi” ve bir kısmını da “köle” şeklinde tutmuş olmakla övünür (K. Nahl Süresi, ayet 75)

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir