Ismet Bozdag – Bilinmeyen Ataturk

Yüreğime eğiliyorum, acı taze; dün olmuş gibi. Yılları sayıyorum, uzun bir zaman parçası; kırk bir yıl geçmiş. O gün doğanlar bugün milletvekili, mühendis, doktor, atom bilgini… Gençler görmediler onu… Sesini duymadılar. O ulu insana, büyük Devlet Adamı’na, eşsiz komutana değmediler… Ama hepsinin yüreğinde bir güneş var: ATA TÜRK GÜNEŞİ. Fikir olarak yaşıyorlar, ideal olarak yaşıyorlar, vatan ve millet sevgisi olarak yaşıyorlar Atatürk’ü… Her 10 Kasım’da bizim gibi onların da yürekleri kanıyor! Yaşarken, büyük olmuş, büyük işler başarmış pek çok insan vardır. Fakat öldükten sonra, Atatürk 10 • İ S M E T B O Z D A Ğ gibi her gün biraz daha büyüyen, güçlenen, yasala şan adam seyrektir. Siz bana: “Atatürk’ün özelliklerini belirleyen bir kaç hatıranızı anlatır mısınız?” diyorsunuz. Bir kaç hatıra ile Atatürk’ü anlatmak mümkün mü? Bu, koca bir denizi bir bardağa doldurmak gibi bir iş! Ben, olsa olsa, size bu okyanustan bir kaç damla sunacağım. Size önce, onu nasıl tanıdığımı anlatayım. “Anzavur’u Def Ediniz” Mustafa Kemal adının memleket ufkunda bir ümit yıldızı gibi parlaması, Birinci Dünya Savaşı’n da İngilizlerin Çanakkale’yi zorladığı günlere rastlar. Son Osmanlı Ülkesi, Anafartalar’ın bu genç kahramanında bir süredir ters dönen bahtının gülümsediğini hissetti. Hani, birdenbire seviliveren, yayılıveren, yürekleri dolduruveren şarkılar vardır; Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal de -yediden yetmişe-bütün ülkenin insanları tarafından dilden düşürülmez oldu. Ben de Mustafa Kemal Paşa’ya büyük bir asker olarak, o yıllarda inandım ve hayran oldum. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıktık. İstanbul Osmanlı Mebusan Meclisi, İtilaf Devletleri tarafından kapatılıp dağıtıldı.


Ankara’da birinci Büyük 11 • B İ L İ N M E Y E N A T A T Ü R K Millet Meclisi kuruluyordu. Çalışmalarımı sürdürmek için oraya giderken, Bursa’daki ailemi ziyaret etmek istedim. Deniz yolundan Bursa’ya gitmek tehlikelerle dolu idi. Çünkü Saray ve işgal kuvvetleri tarafından tutuklanmak için aranıyordum. İzmit üzerinden de geçemezdim; İngilizlerin işgali altında idi. Çok zahmetli bir yolculuktan sonra, Bilecik üzerinden Bursa’ya geldim. Çekirge’deki evimize ineli on dakika olmamıştı ki, kapı çalındı. Gidip açtım. Kapı aralığından bir el uzandı ve avucuma bir kağıt bırakıp kayboldu!. Gelen adamın yüzünü bile göremedim. Bu bir Ankara telgrafı idi. “Servis” derlerdi adına postahaneler! Açtım, imzasına baktım: “Heyet-i Temsiliye namına Mustafa Kemal.” Donakaldım. Mustafa Kemal Paşa, beni Bursa’daki evimde nasıl bulmuştu! Beni, işgal kuvvetleri tutuklamak, Malta’ya sürmek için arıyorlar, bulamıyorlardı. Saray, bütün zabıta kuvvetleriyle peşimde idi, ele geçiremiyordu.

Ankara’da oturan Mustafa Kemal Paşa, hem de telgrafla, beni Çekirge’deki evimde buluyor ve bana ilk emirlerini veriyordu! Saat gibi işleyen bir “Haberleşme servisi” kurulmadıkça, devlet kuvvetleri tarafından ele geçirile-12 • İ S M E T B O Z D A Ğ meyen bir insanı telgrafla bulmak mümkün değildir. Bu sefer hayretime hayranlığım da eklendi. Telgrafı okuduğum zaman, MUSTAFA KEMAL’in, ne demek olduğunu anladım! Bana diyordu ki: “Karacabey, Kirmastı (M. Kemal Paşa) istikametinden Bursa üzerine yürümekte olan Anzavur’un, mahalli Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti ile iş birliği yaparak savletini def ediniz.” Mustafa Kemal Paşa bu idi! Ankara’da, bir avuç insanın ortasında oturuyor; askersiz, parasız, topsuz, tüfeksiz savaş yapıyordu: “Anzavur’u defediniz!” Bu, Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal Paşa ile ilk temasımdır. Atatürk’le İlk Karşılaşma İlk yüz yüze gelişimiz, Ankara’da, Büyük Millet Meclisi’nin Başkanlık odasında oldu. Meclis’e Milletvekili olarak katılmak için Bursa’dan gelmiştim. Kendimi tanıtmak ve çalışmalara başlamak için ziyaretine gitmiştim. Odasına girdim. Kalabalıktı. Mustafa Kemal Paşa, büyücek bir masanın arkasında vakur ve sakindi. Odanın kenarlarına sıralanmış iskemlelerde milletvekilleri oturuyorlardı. Odanın ortasında sivil bir genç, emrindeki birliğin nasıl bir savaş düzeni içinde bulunduğunu anlatıyordu. 13 • B İ L İ N M E Y E N A T A T Ü R K Pek de uygun olmayan bir sırada içeri girdi ğimi farkettim. Fakat duraksamadan Mustafa Kemal Paşa’ya doğru yürüdüm ve tanıttım kendimi.

“Hoş geldiniz” dedi, eliyle yer gösterdi. Yanına oturdum. O, ayakta, açıklamalar yapan genci dikkatle dinliyordu. Ben, ilk defa gördüğüm bu genç kumandanı, bu genç Devlet Adamı’nı seyrediyordum. Sakin yüzünden insanlara güç ve güven duygusu yayılıyordu. Ara sıra odadaki milletvekillerine bakıyor, sonra yine ayakta açıklamalar yapan genci dinlemeye devam ediyordu. Bu genç, sivil giyinmişti ama, besbelli bir komutandı. Bir yerde Mustafa Kemal, gencin sözünü kesti: “Kâfi, buyurunuz.” Genç odadan çıktıktan sonra bize döndü. Hepimizin dinlediklerini bir kaç cümle ile değerlendirdi. Sonra: “Bu gördüğünüz efendi, dedi, seksen yüz kişilik bir gönüllü birliğinin komutanı… Söylediğine göre, bir tepeyi tutan irtica kuvvetleriyle karşılaşmış, kuvvetini sağ ve sol cenaha ayırmış. Bir kısmı ile kendisi merkezde bulunmuş ve hücuma kalkmış. Ordu muharebesini andıran bir taktik… Hücumun neticesi ne olmuş?. Bunu söylemiyor. Ben öyle zannediyorum ki, bu genç adam, o söylediği kuvvetlerle karşı karşıya bile gelmemiştir!” İşte bir Kumandan ki, yüzbinleri yönetmiştir… İşte bir General ki, dünyanın en güçlü ordula-14 • İ S M E T B O Z D A Ğ rına karşı zaferler kazanmıştır.

İşte bir Devlet Adamı ki, Türkiye’de hesaba alınması gereken ne kadar insan varsa, nerede ve ne yaptıklarını bilmekte, beni Bursa’dakı evimde telgraf ile bulmaktadır. Bu insan, bir gönüllü birliğinin verip vermediği şüpheli bir savaşın teferruatı için, Milletvekilleri ile dolu bir odada, bütün öteki işlerini bir kenara iterek meşgul oluyor, onu realist bir görüşle değerlendiriyor, hükme bağlayıp tasnif ediyor. Hiçbir şeye “Küçük iş” diye sırtını çevirmeyen bu adam, besbelli ki, Devlet Adamı olarak yaratılmıştı. – 21.5.1972 Celal Bayar’dan dinlenmiştir. İsmet BOZDAĞ, Mükerrem SAROL ve Haluk ŞAMAN ile birlikte illî Mücadele günlerinde kurulan “Yeşil Ordu” ile “Türk Komünist Partisi”ni birbirine karıştırmak yanlıştır. Ben, Yeşil Ordu’ya da, Komünist Partisi’ne de girmedim. Her ikisi de “Anti emperyalist” idi. Yeşil Ordu, bir çeşit antiemperyalist silahlı ve silahsız güçlerden meydana geliyordu. 1920’lerde vatanın kurtuluşunu istemekle, Yeşil Ordu’yu desteklemek arasında bir fark yoktu. Fakir ve yanmış yıkılmış Anadolu’da “bölüşülecek bir şey” olmadığı için, komünizmin doktrin yanı işlemiyordu. Köydeki ağa ile çobanın arasındaki fark, donunda ve pantolonundaki yamaların sayısından ibaretti. Ağa, belki ekmekle zeytinin yanına pekmez de koyabiliyor, çoban zeytinle yetiniyordu. 16 • İ S M E T B O Z D A Ğ İşe yarar at, araba ne varsa, zaten ya milisler tarafından, ya hükümet tarafından toplanmıştı.

“Parası var” bilinenler, milisleri ve orduyu beslemek zorunda bırakılıyordu. Ben Yeşil Ordu’dan yana olanlarla beraber değildim ama, düşüncelerini paylaşıyordum. Tutumum vatanseverlikten yanaydı. Yeşil Ordu’nun sözcülüğünü, Eskişehir’de Arif Oruç’un çıkardığı bir gazete yapıyordu. Eskişehir’de Ordu adına Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, milis kuvvetler adına da Çerkez Etem vardı. Fakat, Çerkez Etem, ne Yeşil Ordu’ya akıl erdirmiş, ne fikir sahibi olmuştum. Bir ara Atatürk, Bakanlar Kurulu’nda, “Eski şehir’de çıkmakta olan Arif Oruç’un gazetesini Ankara’ya getirmesini” ileri sürdü. Gerekçe de mücadele merkezinin Ankara oluşu ve propagandanın buradan yapılması idi. Bize uygun geldi. Hatırladığıma göre, Arif Oruç, istihbarat için Eskişehir’in Ankara’dan daha elverişli olduğunu ileri sürerek Ankara’ya gelmeye taraftar olmadığıdır. Mustafa Kemal Paşa, bu noktada ısrar etmiş, hem Ali Fuat Paşaya, hem Çerkez Etem’e telgraf çekerek gazetenin gönderilmesini istemişti; nitekim Arif Oruç bir süre sonra Ankara’ya gazetesiyle birlikte geldi. “Yeni Gün” hikâyesi, benim bildiğim boyutları ile budur. 17 • B İ L İ N M E Y E N A T A T Ü R K Bu sırada Behiç Bey, Nâzım Bey (Maslup), Baytar Rasim Ankara’da bir komünist partisi kurmak teşebbüsüne geçtiler. Bu arada Behiç Bey bana da geldi. Ben “Bakanlar Kurulu’nda olduğum için bu çeşit teşebbüslerin içinde olmanın yararlı olmayacağını, bazı sakıncaları da bulunduğunu söyleyerek özür diledim.

Bir gün Bakanlar Kurulu’nda Mustafa Kemal Paşa bu partiden söz ederek, bunun önemli bir te şebbüs olduğunu, bu nedenle yakın arkadaşlarının bu partiyi kontrol edebilecek noktalara gelmesinin yararlı olacağını söyledikten sonra: – Mesela Celal Bey gibi bir arkadaşımızın bu teşebbüste bulunması gerekir. Kendileri ne düşünür bilmiyorum ama, başka arkadaşların da partiyi yalnız bırakmamalarını tavsiye ederim, dedi. Ben cevap vermedim. Girmeyi sakıncalı bulduğum için veya benim görüşlerime aykırı olduğu için değil, işimin ağırlığı yüzünde, buna zaman ayıramayacağımı düşündüğüm için, bu teklifi geciktirdim. Mustafa Kemal Paşa da bana doğrudan doğruya böyle bir teklifte bulunmamıştı. Sadece “Celal Bey gibi arkadaşların” demekle yetindi. Fakat bu partiyi teşkil edenlerin hemen hepsi, eski ve yeni arkadaşlarım olduğu için, Ulus’taki “Uyuz Hayvan Hastahanesi” bir avludan ibaretti ve kenarlarında han odaları vardı. Komünist Partisi de bu odalardan 18 • İ S M E T B O Z D A Ğ birinde çalışıyordu, parti merkezine zaman zaman uğruyordum. Bir akşam geç vakit işten çıkıp buraya uğradığım zaman, kapının mühürlenmiş olduğunu, Nâzım Bey’in kapının önünde sinirli sinirli gezindi ğini ördüm. Nazım Bey’e:

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir