İsmet Özel – Teknik, Medeniyet, Yabancılaşma

Bir şairin şiiri merkeze almaksızın kaleme aldığı nesirlerden oluşan ilk kitabına on yedi yıl sonra yeni bir önsöz yazmasını hayra yormalı mı? Üç Mesele’nin hala okunuyor, aranıyor olması belki yazarı için bir hoşnutluk vesilesi sayılabilir. Öte yandan, kitabın ortaya çıkmasının saikları göz önüne alındığında olayın düşündürücü yanları var: Üç Mesele’nin ülkemizdeki Müslümanlar katında derinlemesine ve genişçe yeniden ele alınması beklentiler arasındaydı. Geçen zaman boyunca teknolojinin hayatımızda nasıl bir yer tuttuğu meselesi, meseleye kendi açılarından önem atfeden Avrupa ve Amerika’daki düşünce çevrelerinin yaklaşımlarından daha gerçekçi bir çevreye oturtulabilinirdi. İslami hareketin bir medeniyet kurma idealiyle ilişkisi, konunun hakkını veren incelemelere yol açacak çalışmalar için itici güç haline dönüşebilirdi. Yabancılaşma kuramına dayanılarak ortaya çıkan yakıştırmacı söylem yerini Müslümanlara has itikadi bütünlüğün besleyiciliğine bırakabilirdi. Türkiye’de düşünce kendine koruyucu bir ortam sağlayıncaya kadar tefekkürün muhtaç olduğu geçmişe ve geleceğe dönük rabıtalar özlemimiz olmakta devam edecek anlaşılan. Yine de insanlar dünyanın alçaltıcı 7 ÜÇ MESELE zorlamaları karşısında yılgınlığa kapılmayanları aralarında barındırabiliyor. İnsanlara mahsus direnci ve dünyaya teslimiyet gösterenlere karşı başkaldırıyı teşhis etmemize yarayacak işaretler korunabiliyor. Belki de Üç Mesele bu işaretlerden izler taşıdığı için hala okunuyordur. Kitabın yazarının hoşnutluğu ola ki ülkemizdeki Müslümanların atılım ve direnç için elverişli duyarlığı korumalarından doğmaktadır. 8 İsmet Özel 7. 7.1995 Çengelköy İKİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ 1 978 yılında bir kitap olarak ortaya çıkan Üç Mesele teknoloji, medeniyet ve yabancılaşma hakkında yazdığım üç uzunca yazının yanına aynı konulara dokunan günlük fıkralarımın eklenmesiyle oluşmuştu ve kitap kendi amacını teknoloji, medeniyet ve yabancılaşma konularında ülkemiz Müslümanlarının hataya düştüklerini işaret etmekle sınırlamıştı. Bu haliyle Üç Mesele Türkiye’de Müslümanlığın anlaşılma biçimine yeni bir bakış, belki daha çok, yeni bir göz atış niteliğini taşıyordu. Beni böyle bir kitabı yayınlamaya zorlayan da yeni bir bakış açısının gerekli olduğuna dair inancım ve bu inancın bana telkin ettiği görev duygusuydu.


Bu görev duygusunun baskısı altında aceleyle yayıncıya teslim ettiğim Üç Mesele yayınlanır yayınlanmaz beni rahatsız etmeye başladı. Görüşlerimi hiç olmazsa daha özenli bir anlatım içinde sunmuş olmalı, seslenmeyi düşündüğüm okuyucu için kapalı sayılabilecek birçok noktanın daha kolay anlaşılır hale getirilmesini sağlamalıydım. Bu türden kaygularla kitabın yeniden basımı için beş yılı aşkın zamandır yapılan hiçbir öneriye yanaşmadım. Bu süre içinde Üç Mesele’yi yeniden kaleme alma girişimlerim sonuç vermedi, çünkü yazdıkça ilk metinden çabucak uzaklaşıyor, yeni ve başka bir kitaba doğru seyrediyordum. Amacım Üç Mesele’yi yeniden yazmak olduğuna göre, bu yaptığım, amacımdan uzaklaşmak demekti. Üç Mesele’yi yazmamı mümkün 9 ÜÇ MESELE kılan kavrayış tarzını geride bırakmıştım, ama bu durum kitapta sergilediğim düşüncelerin artık geçersiz olduğu anlamına gelmiyordu. Öyleyse neydi? Üç Mesele benim İslam’ı “tecrid” safhasında kavrayışımın bir ürünüdür. İslam’ın kavranılmasında günümüz insanlarının üç safha geçirdiklerini veya geçirmeleri gerektiğini kabul ediyorum. Bu safhaları “tecrid”, “tefrid”, “tevhid” olarak adlandırıyorum. Gerçi bu kelimelere tasavvuf ıstılahları arasında aynı sırayla rastlamak mümkündür, ancak bu kavramlara benim yüklediğim anlam bazı özel kişilerin manevi mertebelerini işaret etme alanına mahsus kılınmaksızın, kendine ve başkalarına karşı İsl:imi sorumluluklar yüklenme gözüpekliği gösteren herkesi kapsayacak biçimde genişletilmiştir. Kavramların kapsayıcı ve yaygınlaşabilir olmasına duyduğumuz ihtiyaç belki içinde yaşadığımız çağın bir özelliğidir. Tecrid, tefrid ve tevhid safhalarında İslam’ı kavramak da içinde yaşadığımız çağın özelliklerine karşı verdiğimiz cevabın üç aşamalı halidir. “Tecrid” (soyutlama), İslam’ın emir ve nehiylerinin bütün zamanlar ve yerlerde geçerli olduğunu bilmektir. İslam’ı anlama bakımından “tecrid” safhasında isek müslim olarak düşünür ve davranırız. Aklımız bizi Allah’ın emirlerine itaatten başka bir çıkış yolu olmadığı noktasına getirmiştir, ama bizi buraya kadar getiren akıl itaat ettiğimiz emirlerin mahiyeti hakkında ikna edici deliller teminine kafi gelmemektedir.

Bu sebeple kendini tecrid safhasında sapıklıktan uzak tutmak isteyen (yani müslim vasfına sıkıca sarılan) kişi Kur’an-ı Kerim’in muhkem ayetlerini birinci derecede güvenilir kaynak olarak benimser, İslam’ın tartışmasız ve açık hükümlerinin önceliğini vurgular. Tartışmalı konularda taraf tutmaktan geri durur ve tevil yoluyla ancak açıklığa kavuşan hususların kendi hayatını yönetmesini istemez. “Tecrid” safhasında Kur’an’da vaz’ edilen apaçık ilkeler öndedir. İslam’ı kavrayan kişinin bu safhayı aştıktan sonra da kaybetmediği büyük kazanç 10 İSMET ÖZEL böylelikle elde edilmiş olur. Bütün doğrular Kur’an-ı Kerim’dedir ve Kur’an dışında “doğru” yoktur. “Tecrid” safhasındaki Müslüman, ilkeleri ön plana alma vasfından ötürü küfrü teşhis etmede zorluk çekmez, ama küfrün hayatımızdan sökülüp atılması sözkonusu olduğunda bir belirsizlikle yüz yüze gelmesi kaçınılmazdır. Bu belirsizlik, onun ya kesin çözümler önermede çekingen durmasına, ki benim Üç Mesele’de yaptığım budur, yahut radikal ve ütopyacı çözümlere kolayca bağlanmasına yol açar ki bunu “müsaid zamanlar mücahidleri”nde sık sık gördük, görebiliriz. Küfre karşı sağlıklı bir tutum takınmak ancak, Islam’ı kavramada “tefrid” safhasına ulaştıktan sonra mümkün olabilir. “Tefrid”, Allah’ın hükmünün yürüdüğünü görmektir. İslam’ın bütün zamanlar ve bütün yerlerde münferiden bir manaya sahip olduğunu, her yer ve zaman için anlaşılması gerekli, özgül (specific) hükümler taşıdığını bilmektir. İslam’ı anlama bakımından “tefrid” safhasında isek mü’min olarak düşünür ve davranırız. Düşünme ve davranma bakımından bir emniyet sahasına sahibizdir. Kulluğumuz elbette başka türlüsünü düşünemeyeceğimiz kadar tabii duruma gelmiştir. Kainatta bulunduğumuz yeri bilir ve kabul ederiz. Zamanımızı bilir ve kabul ederiz.

Her şeyde bir mütekabiliyet olduğunu kavrarız. “Tefrid” safhasının en belirgin niteliği, bir Müslüman olarak sorumluluklarımızın inhisar ettiği alanı iyi tanıyışımızdır. Bu alan, elimizin erdiği, gücümüzün yettiği bir alandır. İlkelere hayatiyet kazandıramazsak, ilkelerin yine yürürlükte olacağını, ama bildiğini yapmamış olmaktan ötürü bunun sonuçlarına rıza göstermemiz zorunluluğunu kavrarız. ‘Tefrid “safhasındaki Müslüman, hepsi aynı millet olan küfre karşı (eğer modern bir deyim kullanmayı tercih ederseniz, bir “sistem” olan küfre karşı) ne yapılması gerektiğini bilir. Bilir ama yapabilir mi? Yapabilmesi için Müslümanın İslam’ı kavrayış bakımından “tevhid” safhasında olması gereklidir. 11 ÜÇ MESELE Tevhid safhasında İslam’ı kavramak nasıldır? Bunun sözlerle anlatılabileceğini pek sanmıyorum, kaldı ki bu mümkün bile olsa, ben ehil değilim. Ancak sezgilerime dayanarak ve okuyucunun sezgi gücüne hitap ederek birkaç noktaya dokunabilirim. Bütün zamanlar ve bütün yerlerde yürürlükte olan İslam ilkeleriyle, bir an ve bir noktada gerçekleşenin bir olduğunu anlamak. Bu konuda Parmenides’ten Hegel’e, Zenon’dan Heidegger’e kadar birçokları birçok şey söylemişlerdir. Ne var ki bütün söylenenler “muvahhid”in varlığına açıklama getirebilecek ağırlıkta sayılamaz. Çünkü “muvahhid”in varlığı ile birlikte, açıklamalar sönükleşecektir. İslam’ı anlama bakımından “tevhid” safhasında olanlar muhsindir. Hatırlamalı ki “şahid” ve “şehid” kelimeleri aynı köktendir. Üç Mesele, yukarıda açıklamaya çalıştığım bilgi serüveninin ilk menzilinde yazılmış sayılır.

Bununla birlikte “tefrid” safhasına ilişkin kuvvetli izler taşıdığı söylenebilir. Esasen İslam’ı kavrayış bakımından yaptığımız bu sınıflamayı mutlaklaştırmak elbette yanlış olacaktır. Doğrusunu Allah bilir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir