İsmet Zeki Eyuboğlu – Hacı Bektaş Veli

Sevgili okuyucu; burada bütün bilimsel eğilimde olma çabalarının dışına çıkarak, seninle Anadolu’nun kırsal kesimlerinden birinde doğmuş, büyümüş, sonra büyük illerden birine göçerek özgün kaynağından uzaklaştırılmış, yumuşaklığı giderilmiş, “tarikat” denen kuruluşların en katısından en yumuşağına değin hepsini gücü yettiğince yaşayarak tanımış bir yazar olarak söyleşmek istiyorum. İkiyüzlülük, büyüklük, alçakgönüllülük gibi sözcükleri bir yana bırakarak, Anadolu toprağından beslenmiş kişilere yakışan bir dille, “Anadoluca” konuşalım. İnsan denen varlığın değerini, önemini, evrendeki yerini, uygarlığın anlamını, etkisini, bilmenin üstünlüğünü, erdemin yaşamda öncülüğünü, gelişmenin yaratıcılığını, evrimin olgunlaştırıcılığını, iyinin-güzelin yönlendirici erkini konu edinen felsefeye karşıysan bu yapıtı okuma, kendini boşuna yorma, “erenler toplantısına” katılma. Sevgili okuyucu; insanı başkalarının yetki aşamalarına göre bir “buyruk varlığı” diye görmeye-göstermeye alıştınlmışsan, bu çalışmadan uzak kal, belleğine doldurulmuş geleneksel kalıntıların uyuşturucu, dondurucu ortamında yaşamının tadını çıkarmaya hak, “erenler”in adını anma, boynuna takılan yönlendirici, bilinçsizleştirici bağlığı taşımakla kendini gönenmiş say, esenliğini 7 boynunda taşıdığın bağlığın dayanıklılığında, katılığında aramaya bak. Sevgili okuyucu; “her dem yeni doğarız” özdeyişinin derinliğinde yatan bilgelik öğesini (incisini değil), bilgelik sözünü anlamak seni tedirgin ediyorsa, yeniliğin geliştirici etkisi, diriltici sıcaklığı seni daldığın kuş uykusundan (kış uykusundan değil) uyandırıyorsa çevrenden ayrılma, geleneğinle-göreneğinle bin yaşa. Sevgili okuyucu; başkalarının yargılarına, yargılamalarına göre düşünmeye-davranmaya-yürümeye-görmeye alıştırılmışsan “erenler derneği”nde kendine yer arama, oraya girme; girmek için değişik yaratılışh, ıvrılıp kıvrılmayı becerip doğrulmayı başaramayan boyalı kimselerin aracılığını gereksiyorsan daha kolay gidilecek yollar, daha esenlikli çayırlar-yaylımlar vardır oralarda dolaş, ışıyan göğe, sislenen büyük ormanlara, çağlayan sulara bak, günlerini geçirmenin genişliğinde esneyiver, gevşeyiver, yorgunluğa katlanma. Sevgili okuyucu; yeniyi bulmanın, eskiyi gerekli yerine koymanın bilgeliğine varamıyorsan, beğendiğin en güzel yemekleri yemeye bak, bütün tatlıların özünde yumuşayan-gevşeyen özsuyun kaynağını sorma, üzümün yetiştirildiği yerde asmanın kökünü arama, sararıp ballaşan salkımı yutmanın becerisini öğreten uzmanlara başvur, çıkarın bir yayla yağı gibi boğazından kursağına kayacak akıcılığında kendini oyala, boyala, Hacı Bektaş Veli denince de senden olmayanları anlayıver. Sevgili okuyucu; başarının-yaratma gücünün, bilgelik erkinin odağını yaşamın elle tutulur-gözle görülür olaylarında aramayı öğrenememişsen kendini yönlendirecek düzmece ışıldaklara bakarak yolunda yürü, arkaya çevirme yüzünü, en yavaş yürüyenler bile senin önüne geçecekler, ışıldakları önlerini değil karşılarını aydınlatıyor; sen onları göremiyorsun, oysa onlar seni görüyor, seninle yanılmanın uçurumuna yuvarlanmaktan kurtuluyor. 8 Sevgili okuyucu; geriye dönük gözler ne denli güçlü, sağlıklı olsa bile ileriyi göremez, uygarlığın yarattığı araçlar arasında geriye giqiş hızı öne gidiş hızını geçen yoktur. Doğanın sapmaları kişinin sapmalarından daha korkunç, daha yıkıcı değildir. Doğa saptığı yerde kendi kendini onarır, yasalarına ters düşse bile yeni bir güç odağı oluşturur; oysa sapan kişinin elinde böyle bir olanak yoktur. Doğa, yarattığı kuşu uçurumdan aşırır, buna karşın kişi kendi eliyle yaptığı yüksek bir engelden yeni bir araç bulmadan aşamaz, aşmaya çalıştığında canından olur. Uçaktan düşen bir taş dağılsa bile yine taştır, oysa uçaktan atlayan bir kişi (araçları yoksa) düştüğü yerde kişi değil bir kalıntıdır (dağılmamışsa). Sevgili okuyucu; söylencelere göre Hacı Bektaş Veli duvarı yürüttü, ermişlik gösterdi. Günümüzde uygarlık daha başarılı işler görüyor, daha şaşırtıcı tansıklar yaratıyor.


Burada; senin, çağımızın bir kişisi olarak, tansıkların nesnel olaylara dönüştürüldüğünü görmen gerekiyor. Uygarlık, göklerin enginliğinde dolaşmak isteyenlere daha çok olanak sağlamış, doğaüstü güçten isteneni doğal yetenek veriyor artık. Sevgili okuyucu; Anadolu’nun yarattığı uygarlık ortamında, bütün ürünlerin toprağımıza basan, ondan beslenen bir tarih sürecinde bulunduğunu anlamak istemiyorsan, böyle bir anlayış düzeyinde değilsen, bu yapıtı kimden-nerden satın almışsan götürüp geri ver, karşılığını yazarının ödeyeceğini söyleyerek alıver. Bunu duymak yazarı sevindirir, yazar senin üzülmeni istemez. Okumayan, okumadan aydın olmanın gizemine ermiş görünen yazarların çoğaldığı, sivrisineklerden daha çok olduğu bir dönemdeyiz (ülkemizde). Sevgili okuyucu; bu çalışmamızda seni sıkacak, bıktıracak yinelemeler, alıntılar, aktarmalar vardır, bunları yazan da biliyor. Ancak, elimizde bulunan, sözümona ‘bilimsel” sayılan kaynakların hepsi birbirinden aktarmış, konuya yeni bir açıklama, yeni bir yorum getirme9 miş (yorum güzel bir iş değil, neyse), yalnızca önce yazılanla yetinilmiş. Burada karşılaşacağın usandırıcı yinelemelerin nedeni de bu tür kaynaklardır. Bu tür çalışmalarda, yineleme bir alışkanlık olmuş, gücümüz verilenin dışına çıkmaya yetmemiştir. Çıktığını sananlar da kendi kendilerini kandırmanın ötesinde bir iş başarmışlar denemez, ortaya konanlar, sergilenenler besbelli. Sevgili okuyucu; bir yapıtı eline alıp okumaya koyulduğunda, önce bir “insan” olduğunu, doğanın sana da birtakım yetiler, yetenekler verdiğini düşün, eleştiri ölçeği- ‘ ni eline al, bütün bileceklerini bu okuyacağından öğreneceğini sanma, bütün gerekli bilgilerin bu yapıtta olacağı kuruntusuna kapılma. Bu yapıt ne denli kapsamlı olursa olsun, verebileceği bilgilerle koşullanmıştır. Gerekli bütün bilgilerin bir yapıtta toplandığına inanmak, bir binitin gereksediği ne varsa yaylımda bulunduğuna inanmanın ötesinde bir anlam taşımaz . • Kimi kişiler, yaşadıkları çağlara göre, toplumun güncel anlayış ortamının dışına çıkarlar, bulundukları yerde kolayca anlaşılamazlar, Bu doğaldır, yaratıcı-yönlendirici güç ortamını aştıkça geleceğe kalabilir; yaşadığı toplumda eriyen bir yetkenin geleceğe söyleyecek sözü yoktur. Bir kişiyi, yalnızca geleneğin “değişmez” sayılan ölçülerine göre, açıklamaya girişmek de bilimsel sayılmaz.

Kişinin ortaya koyduğu nesne doğurucu, üretici bir içerik taşıyorsa geleceği besler, uyarır. Yok, ortaya konan birtakım değişmezlikler getirip bütün yeniliklere karşı çıkıyorsa bundan yarar gelmez, yararla değişme el ele yürür. Çağına açılmayan, bütün düşünsel akımlara kapılarını kapayan bir öğreti verimli olamaz, onun yeri kazıbilim sergileridir. Uygarlık alanında “değişmez” denen nesneyle yalnızca kalıntıları konu edinen bilim dalları ilgilenebilir. Uygarlıkta, bilim alanında, “estetik” adı verilen bir dal vardır, bunun konusu “güzel”dir. Bu 10 “güzel”in, toplumlara göre yorumu, ölçekleri değişir. Ancak, bu “güzel” nesne çağını aşar, geleceğin “estetik” öğretilerine kaynak olursa, yön verirse, örnek sayılırsa bireysel yorumların üstüne çıkar. Bugün, “estetik” denen öğreti alanında yetişmiş bir uzmanın ortaya atılarak ilkçağ Yunan yonutlarına (yontu) güzel değildir demesi beklenemez, böyle bir yargı gülünç olur. Sözgelişi bir Praksiteles’in, bir Giotto’nun, bir Michel-Angelo’nun, bir Raffaello’nun yapıtlarına kim çıkıp kötü, saçma diyebilir? Bu konularda olumsuz yargılarda bulunmak kolay değildir; bulunanlar çoktur biliyoruz, ancak onların bulundukları uygarlık düzeyi de çok mu çok tartışma götürür, bu da başka bir olay … Dilin kemiği yoktur derler, bu bir ölçü olabilir kimi çevrelerde. Oysa bilimin, felsefenin kemikten daha dayanıklı, daha geçerli dayanakları vardır. Bir toplumda, bütün yargılar dilin kemiği yoktur atasözüne göre düzenlenmişse, uygulanıyorsa orada “usun da; bilincin de değeri, geçerliği yoktur” demek en geçerli sözü söylemektir. Sevgili okuyucu; bu söylenenler seni sıkar, içini burultur, biliyorum. Bunları söylemek, senin bulunduğun bilgi aşamasına göre, gerekli gereksiz sayılabilir. Unutmaman gereken olay şudur: Anadolu uygarlığı konusunda ülkemizde düşünülenler hangi bilimsel ölçülere uymaktadır? Felsefenin doğduğu bir ülkede, felsefe yasaklanırsa, özgür düşünmenin önüne birtakım karanlıkörümcekli mağaralardan çıktığı söylenen gizemsel bildiriler “değişmez” engeller çıkarırsa, “sen düşünme, benim dediğimi yap, gösterdiğim yolda yürü” gibi bir kural getirilirse, orada Hacı Bektaş Veli’nin söyleyecekleri ne olabilir? Bu alanda, dar bir çevrede kapanıp kalmamak, çağın ortamını öğrenmek gerekir. Hacı Bektaş Veli’nin yaşadığı dönemde bilinen yeryüzü neydi? Ortaçağ bu durumu, bu soruyu çok iyi biliyordu.

Büyük İskender, Hacı Bektaş Veli’den 1600 yıl önce İran’ı, Hindistan’ı görmüş, tanımıştı. Yine Büyük İskender, Türklerin yaşadıkları 11 (Orta Asya’ya göre Batı Asya’yı) bölgeyi gezmiş, kimi Türk boylarıyla savaşmıştı. Bu dönem iyi bilinirse, Orta Asya-Türkistan-Anadolu arasında süregelen düşünsel alışverişin önemi, nerenin nereyi etkilediği gün ışığına çıkar. Bu, bilimsel savlardan uzak, yalnızca geçmişle ilgili kaynaklard�n edinilmiş bilgilerin kılavuzluğunda, ortaya konan çalışmamızda yönlendirici, buyurucu bir amaç yoktur; vurgulanmak istenen belli inançlara dayanan belgelerle, açıklamalarla yetinilmemek, bütün çağı tanımaktır. Kutsal bile olsa, biricik-değişmez sanılan kaynaklar yanıltıcıdır; bilim kutsalın ötesinde başka bir kutsalın bulunduğunu nesnelleştiriyor, burada susmayı bilelim sevgili okuyucu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir