Jasinda Wilder – Benimle

“Aptallık etmeyi bırak artık, Malcolm.” Malcolm Henry’yi sert bir şekilde ittim. Sendeledi. “Bu mantıklı bir soru, Dorsey. Fi tarihinden beri Nell Hawthorne’dan hoşlanıyorsun. Ne zaman cesaretini toplayıp kıza çıkma teklifi edeceksin?” Malcolm takımdaki tek siyahiydi. Takımın en hızlı, yıldız arka koşucusuydu. Oyun kurucu Kyle ve top tutucu benimle birlikte takımımızın All-State ödüllü üçlü gücünün üçüncü parçasıydı. Malcolm benim gibi yapılıydı, bsa ve kaslıydı. Özenle uzattığı yetmişler tarzında bonus saçları vardı. Bütün herkesin beyaz olduğu bir takımda tek siyahi olacaksa, buna uygun görünmesi gerektiğini düşünüyordu. “Bence sen tırsıyorsun,” diye beni kışkırttı. “Hiçbir zaman başaramayacaksın.” Ona sert bir bakış attım. “Kapa çeneni, Male.” Diğerlerinin giyinmesini beklerken sahada birbirimize top atıyorduk. Altıncı ders beden eğitimi ve öğretmeni de Koç Donaldson olduğu için ikimiz de erken çıkmıştık. “Tırsmıyorum. Sadece doğru fırsatı yakalayamadım. Bir kere kız Kyle’ın en yakın arkadaşı. Kyle bunu nasıl algılar bilemiyorum. Ayrıca Bay Hawthorne ile Aaron Swarnicki arasında olanları sen de biliyorsun. Kızına çıkma teklifi edersem canıma okur. Kız on altısına daha bir hafta önce girdi.” “Yani bunu planlamak için bir haftan vardı elinde. Hadi, Jay. Beni yeme şimdi. Yedinci sınıftan beri Nell ile şansını denemek istediğini söyleyip duruyorsun. İşte sana şans.” Topu bana attı, sonra da zigzag çizerek koşmaya başladı. Topu ona attım ama büyük bir farkla ıskaladım. “Oyun kurucu olmadığın iyi olmuş, Jason. Hiç beceremiyorsun.” “Sen sanki daha iyisini yapabilirsin de? Sen bir evin koca duvarını bile vuramazsın.” Topu bana, tam göğsümün ortasına attı. “Eminim Nell’in kalçasının duvarını elli metre öteden vurabilirim.” Beni kızdırmaya çalıştığını biliyordum ama işe de yarıyordu. “Onun hakkında böyle konuşma pislik.” Topu ona attım ve az önce yaptığı şeyi taklit ettim. Metrelerce koştuktan sonra topu yakalamak için ona doğru döndüm. “O zaman cesaretini topla. Ona. Çıkma. Teklifi. Et.” Malcolm topu attı. Top doğruca kollarımın arasına düştü. Atış konusunda benden daha iyiydi ama bunu itiraf edecek değildim. “Edeceğim,” dedim. “Edeceğim. Hazır olduğum zaman.” Tam o anda, Blain, Nick, Chuck ve Frankie sahaya doluştular. Kıyafetlerini rastgele bir şekilde kenara fırlattılar. Topu Frankie’ye attım. Topu kolunun altına sıkıştırıp bana doğru gelmeye başladı. Yanımdan geçmesine izin verdim. Sonra onu kolayca yakaladım, yere devirdim ve yan tarafından sertçe tuttum. İkimiz de gülmeye başladık. Ama çarpıştığımızda Frankie’nin ayağa kalkması uzun sürdü. Nefes nefeseydi. “Çok korkaksın, Dorsey.” Frankie yüzünü buluşturarak elini kaburgalarının üstüne koydu. “Kahretsin. Sanırım kaburgalarımdan birini zedeledin.” “Korkak. İkili mücadeleyi kaldıramadm mı? Birkaç maç koşsan, birkaç ikili mücadeleye girsen iyi olur bence. Belki bu, adam olmaya yardımcı olur. Şişko seni.” Bunları söylerken sırıtıyordum çünkü ikimiz de onun hücum oyuncusu olduğunu, yani ben koşarken beni yakalanmaktan koruduğunu biliyorduk. Çok iyi bir oyuncuydu ve Kyle ile Malcolm’dan sonra en yakın arkadaşımdı. “Evet, evet, ben şişkoyum, sen çok sıskasın ya.” Beni yanılttı ve iri kolunu boynuma dolayıp sıktı. Frankie gerçekten dev gibiydi. On yedi yaşındaydı ama boyu şimdiden İ.SO’den fazlaydı ve neredeyse yüz yirmi kiloydu. İlk başta obez birisi gibi görünüyordu ama sizinle mücadeleye giriştiğinde bu yüz yirmi kiionun da kastan oiuştuğunu anlıyordunuz. “Belki de sahada çocuk gibi zıplamaktan vazgeçip blok yapmayı denesen iyi olur. Kendi iyiliğin için.” O boynumu sıkarken nefes alamadım ve kurtulmak için kaburgalarına yumruk atmak zorunda kaldım. Takımda savunma oyuncusu ve arabulucu olan Blain bizi iki yanına aldı ve konuşmaya başladı. “Kesin şunu artık, çocuklar. Koçun böyle şeylere kızdığını biliyorsunuz.” Malcolm, Frankie ve ben hep bir ağızdan, “Sen sus, Blain,” dedik. Malcolm, “Nell’e çıkma teklifi etmeye korktuğun konusuna geri dönelim,” dedi. “Dönmeyelim.” Topu, ikinci çizgide top tutucusu olan Chuck’a attım. O da topu yakaladı ve bir diğer hücum oyuncusu olan Nick’e attı. Frankie, “Sana meydan okuyorum,” dedi. “Hadi yap da görelim.” Güldüm. “İlkokul ikide filan mısın sen? Bana meydan okuyorsun demek? Gerçekten mi?” Frankie gülmedi. “Evet, Nell Hatvthorne’a çıkma teklifi etme konusunda sana meydan okuyorum. Ona olan duyguların büyük bir sırmış gibi davranmandan bıktım. O ve Kyle hariç herkes biliyor. Ya bir hamle yap ya da sonsuza kadar sus.” Malcolm, “İddiayı daha da güzel bir hale getirmek istiyorum,” dedi. “Yüz dolara bahse girerim ona çıkma teklifi edemeyeceksin.” “Bu çok saçma. Bu konuda iddiaya girecek değilim. O benim arkadaşım. Hazır olduğumda ona çıkma teklifi ederim.” Rahatsızlığımı gizlemek için dizliklerimi takmaya başladım. “Evet, o senin arkadaşın. Çünkü seni sadece arkadaş olarak görüyor.” Bunu söyleyen Malcolm’dı. Pislik. “Hiç de öy\e görmüyor.” Kramponlarımı gereksiz yere sıktım. Bağcıkları o kadar sıkı bağlamışım ki ayaklarım acıdı. Çözüp tekrar bağlamak zorunda kaldım. Malcolm her zaman aklımı okurdu. “Evet, öyle. Bunu sen de biliyorsun.” Benimle burun buruna geldi. “Yüz dolar. Yap veya sus. Onu ittim ama o tekrar gelip karşımda durdu. “Bu konuda iddiaya filan girmeyeceğim,” dedim. Frankie, “Korkak tavuksun da ondan,” dedi. Bu, hücum çizgisi boyunca dizilmiş arkadaşlarım arasında kahkaha tufanına neden oldu. Hepsi gelip etrafımızda toplandılar. “Korkak tavuk mu?” diye alay ettim. “Bunu gerçekten söyledin mi?” Frankie bana doğru yürüdü. İyice kabarmıştı. Mücadeleye hazırdı. “Evet, söyledim. Çünkü sen bir korkak tavuksun.” Onunla yüzleştim ama ikimiz de Frankie’ye gerçekten kafa tutamayacağımı biliyorduk. Yoksa ikimiz de hastanelik olurduk. Dişlerimin arasından, “Korkmuyorum,” dedim. Ama gerçekten de korkuyordum. Nell Hawthorne ile ilkokul üçüncü sınıftan beri arkadaştım ve o zamandan beri de ondan hoşlanıyordum. Frankie, Kyle ve o hariç herkesin bildiğini söylerken haklıydı. Belki de Kyle biliyor ama görmezden gelmeyi tercih ediyordu. Emin değildim. On senedir çıkma teklifi etmeye cesaret edemediğin birinden hoşlanınca, çıkma teklifi etme fikri korkutucu geliyordu. Ama iddiayı kabul etmezsem bütün futbol takımının alay konusu olacağımı da biliyordum. “Kahretsin. Tamam, ona yarın çıkma teklifi edeceğim.” Bunu zorla yapmaktan nefret ediyordum ama diğer türlü asla yapmayacağımı da biliyordum. “Yarın antrenmanda bana borçlu olacaksın.” İddiaya sadece ikisi katıldığı için Malcolm ve Frankie elimi sıktılar. Antrenmanda otomatik pilotta gibiydim. Düşünmeden koştum, topu tuttum. Zihnim kilometrelerce uzaktaydı. Ne söyleyeceğimi ve bunu elime yüzüme bulaştırmadan nasıl halledeceğimi düşünüyordum. Ertesi gün okula gittiğimde çok gergindim. Babamın işten eve erken gelip beni hırpalamasının da pek yardımı dokunmamıştı tabii. Kaburgalarımdaki ve sırtımdaki çürüklerle antrenman bugün zor geçecekti ama artık alışmıştım. Babam bunun beni güçlendirdiğini söylerdi. Benim iyiliğim için olduğunu söylerdi. Aslında bir bakıma haklıydı. Bunlar beni güçlendirmişti. Oyunda girdiğim hiçbir ikili mücadele onun yumruklan kadar yakmıyordu canımı. Dördüncü derste Batı Medeniyeti’nde ve beşinci derste ABD Tarihi’nde Nell ile aynı sınıftaydık. Hamlemi iki ders arasında yapmayı pianiiyordum. Dolabına kadar onunla birlikte yürüyecek ve kitaplarımızı değiştirirken ona çıkma teklifi edecektim. Bayan Hasting’in birinci kattaki sınıfının önünde durdum ve Nell’in gelmesini bekledim. Malcolm beni yan tarafımdan yakalayıp kahverengi omzunu çürüklerden birine geçirince yüzümü buruşturmamak için dudağımı ısırmak zorunda kaldım. Kendimi zorlayarak güldüm ve ondan kurtuldum. Hippi Nöbetçi Öğretmen Neşeli Harry yanımızdan geçene ve neşeli bir şekilde, “Ayrılın sizi gidi serseriler,” diye seslenene kadar güreştik. Neşeli Harry herkesin arkadaşıydı. Uzun kabarık saçlarıyla, kirli sakalıyla ve yuvarlak gözlükleriyle John Lennon’a benziyordu. Altmışlı yıllarda çok uyuşturucu kullanmıştı ve o zamanda beri zihinsel olarak bıraktığı da söylenemezdi. Müdür Bowman m kardeşiydi. Kendi halinde, herkese karşı aşırı derecede nazik biriydi ve daima gülümserdi. Kimseden bir şeyi iki kere istemek zorunda kalmamıştı çünkü en sert kabadayılar bile Harry’yi severdi. “Ee, dersten sonra mı yapacaksın?” Malcolm işaretparmağı ile ortaparmağı arasında üçe katlanmış bir yüzlük tutarken kendinden emin bir şekilde sordu. Paraya uzandım ama hemen çekti. “Evet,” dedim. “Dördüncü dersle beşinci ders arasında dolapların oralarda ol.” Kaburgalarımın üstünde ve sırtımda üzüm büyüklüğünde mor-sarı bir çürüğün oluştuğu yeri ovaladım. Malcolm da omzuyla aynı yere vurmuştu. Arkamdan Kyle’m sesi geldi. “Baban yine mi seninle dalaştı?” Annem dışında babamın beni dövdüğünü bilen tek kişi Kyle’dı. Ona da kimseye söylememesi için söz verdirmiştim. Söylemenin bir fiıydası olmuyordu. Babam kasabamızdaki polis biriminin başıydı. Raporları ortadan kaldırır, bu işe bulaşmaya kalkan sosyal hizmet uzmanlarını korkuturdu. Daha önce de olmuştu. Sekizinci sınıfta karnımdaki morluğun babam yüzünden olduğunu beden eğitimi öğretmenine söyleme hatasını yapmıştım. O da sosyal hizmet uzmanına başvurmuştu. Beden eğitimi öğretmeni bir hafta içinde başka bir bölgeye gönderildi. Sosyal hizmet uzmanıysa kovuldu. Herkese “hasta” olduğum söylendi. Bir hafta okula gitmedim. Aslında canım yataktan çıkamayacak kadar çok yanıyordu. Vücudumdaki çürüklerin kaybolması bir ay sürmüştü. Ondan sonra kimseye söylemeye kalkışmadım. Zamanımı elimden geldiği kadar okulda, antrenmanda ve Kyle’larda geçirip babamdan uzak durmaya çalıştım. Zaten onun istediği de buydu. Daha en baştan çocukları olsun istememişti. Benim onun için bir hayal kırıklığı olduğumu söylüyordu. Birinci sınıfta en iyi takıma seçilmiş olsam bile onun için bir hayal kırıklığıydım. Aynı yıl tek bir sezonda bölge rekorunu kırmış olsam bile işe yaramazın tekiydim. Babamın rekorunu kıramamıştım. Önemli olan da buydu. Babam lisedeyken üç yıl üst üste All-State ödülünü almıştı. Sonra da Michigan State için top tutucu olarak oynamaya başlamış, üniversite futbolunda en iyi oyunculardan biri olmuştu. Kansas City Chiefs, Minnesota Vikings ve New York Giants tarafından keşfedilmişti. Giants ile ilk maçında ön çapraz bağını yırtmış, bu da onun kariyerini bitirmişti. Michigan’daki memleketine dönmüş ve huysuz, kızgın bir adam olarak polis kuvvetine katılmıştı. Birinci Körfez Savaşı çıkınca, orduya katılmış ve piyadelerle birlikte iki kez savaşmıştı. Gördüğü ve yaptığı şeyler yüzünden eskisinden de kötü bir halde dönmüştü. Babam işten sonra içmeyi severdi. Bana korku hikâyeleri anlatırdı. Eski askerlerin çoğunun aksine, babam yaşadıkla-rmi anlatmayı çok severdi. Ama sadece benim yanımdayken ve şişenin dibini bulmuşken. Bana vurduğu adamları, el yapımı patlayıcılarla patlayan, keskin nişancılar tarafından veya roketatarla vurulan adamları anlatırdı. Gitmek istediğimde beni döverdi. Sarhoşken bile heybetliydi. Ön çapraz bağını yırtması onun profesyonel top tutucu olarak kariyerini bitirmişti ama bu onu fiziksel olarak daha az korkutucu yapmıyordu. Benden uzundu. Güçlü pazuları ve sağlam ön kolları, geniş omuzları vardı, önümde sallanırken, kısa ve ağarmış saçları terliyordu. Yumrukları hızlı ve sertti. Sarhoşken bile isabet ettirebiliyordu. En fazla acıya sebep olmak için nereye vurması gerektiğini biliyordu. Onu engelleme ve ondan kaçma konusunda gitgide daha iyi oluyordum. Babamın da istediği buydu. Benim erkek adam, savajçt olmamı istiyordu. Erkekler acı duymazdı. Erkekler yaralı kaburgalarla ve hırpalanmış böbreklerle maça çıkabilirdi. Erkekler ağlamazdı. Erkekler kimseye bir şey anlatmazdı. Erkekler rekorlar kırardı. Kyle bütün bunları biliyordu ve bunları yaşamamış biri ne kadar anlayabiliyorsa o da o kadar anlıyor ve kimseye bir şey söylemiyordu. “Evet ama iyiyim.” Bana acınmasından nefret ediyordum. Kyle bakışlarımla buluştu ve beni inceledi. Acı çektiğimi asla kabul etmeyeceğimi biliyordu. Bu yüzden durumumun ne kadar kötü olduğunu ölçme konusunda ilerleme kaydetmişti. “Emin misin? Koç bugün step alıştırması yaptırmak istiyor.” “Kahretsin,” diye mırıldandım. Step alıştırması, koç veya oyun kurucusunun topu fırlatması ve tutucunun yan çizgilerin yanında topu tutmaya çalışması, bu sırada da bir veya iki ayakla step yapmasıydı. Koç bu alıştırmaların tam müdahaleyle yapılmasını istiyordu. Yani bir savunma oyuncusu beni durdurmaya çalışırken topu tutmaya çalışa-çaktım. Bu da antrenmanın çoğunda tekrar tekrar mücadele içine gireceğim anlamına geliyordu. Zedelenmiş kaburgalarla, sahadan kendi gücümle ayrılabilirsem şanslı olacaktım. “İyiyim,” dedim. “Cuma günü Brighton ile oynuyoruz. Beni iki kişiyle sıkıştırmayı seviyorlar. Antrenman yapmam lazım.” Kyle sadece kafasını salladı. “Çok inatçısın.” Güldüm. “Evet. Ama eyaletteki en iyi top tutucuyum. Babamın ‘antrenman programıyla ilgili söylenecek çok şey var.” Antrenman programı kısmında havada tırnak işareti yapmıştım. “Bay Lang’ın dün kullandığı kelime neydi? Spartalılar ve savaşçıları nasıl eğittikleri konusunda?” Kyle çantasından bir Powerbar çıkardı ve açtı. Yansını bana uzattı. “Agoge, ’’diye cevap verdim. Kyle çikolatayı gürültülü bir şekilde yerken, “Hah o,” dedi. “Spartalıymışşm ve bir agoge’âa. antrenman yapıyormuşsun gibi düşün.” Kendi parçamı yerken, “Onun bina gibi bir şey olduğunu sanmıyorum,” dedim. “Daha çok bir yaşam tarzı, program. Evet, temel olarak böyle. Mike Dorsey, Spartalı agoge antrenörü.” Yarı şaka yapar bir halde, “Seni yine sahadan sürüklemek zorunda mı kalacağım?” diye sordu. “Muhtemelen,” diye cevap verdim. “Antrenmandan sonra sığınağa gideriz.” Kyle beşinci ders için okulun diğer tarafındaki fen sınıfına gitmek üzere yanımdan ayrıldı. Geç kalmamak için acele ediyordu. “İyi olur,” diye seslendim. Sığınak, bizim evin arkasındaki ağaçların arasında bir yerdi. Orada yaşlı, yıldırım çarpmış bir meşe ağacı vardı. Kocaman dalları yere kadar eğiliyor ve mağaraya benzer bir yer oluşturuyordu. Yıllar boyu Kyle ile ben burayı bir tür lokale çevirmiştik. Kapalı bir alan elde edebilmek için ağaç dallarını, eski kartonları, eski kamyonun oradaki hurdalıktan teneke parçaları toplayıp bir araya getirmiştik. Eski sandalyeleri, kasaları, hatta kırık dökük bir kanepeyi buraya getirmiştik. Bu bizim sırrımızdı. Gizli bir lokalimizin olmasından utanacak yaşa geldiğimiz bugün bile bunu gizli tutuyorduk. Kuzenim Doug bir seferinde her nasılsa bir içki dükkânından ucuz bira bulmuş ve birkaç tanesini bana vermişti. Kyle ve ben bir şeyler içmek için sık sık buraya gelirdik. Benim için burası sadece babamdan uzaklaşabildiğim bir yerdi. Pek çok kez geceyi burada geçiriyordum. Zaten sandıkların birine eski bir yün battaniye koymuştum. Malcolm ve daha sonra Kyle ile ettiğim sohbet, beşinci dersten önceki yedi dakikanın çoğunu tüketmişti. Nell’in hâlâ derse gelmemiş olmamasına şaşırmıştım. Kendimi ona çıkma teklifi etmeye bu kadar hazırladıktan sonra Nell derse gelmezse herhalde altıma ederdim. Sonra o göründü. Saçları açıktı. Gülümsüyordu. Bir tarafında Becca, diğer tarafında Jill vardı. Bana göre, bu üç kız bütün okuldaki en seksi üç kızdı ve ben hangisinin daha seksi olduğuna hiçbir zaman karar verememiştim. Bu çoğu zaman ruh halime göre değişiyordu. Ben en iyi Nell’i tanıyordum. Zaten günümün çoğunluğu yavru bir köpek gibi Nell’i hayal etmekle geçiyordu. Ama Becca da ferklı bir biçimde seksiydi. Boyu daha kısaydı ve vücudu Nell’e göre daha kıvrımlıydı. Becca nın saçları kıvırcık, siyah, uzundu. Saçının kıvırcığı o kadar yoğundu ki esnek lülelerden oluşan bir yığın gibiydi. Nell’in saçlarıysa kızılsan bir perde gibiydi. Becca’nın teni koyu karamel rengindeydi. Nell’inkiyse fildişiydi, beyaz ve solgundu. Nell dışa dönük ve neşeliydi. Becca sessiz ve utangaçtı ama çok zekiydi. Nell ve Becca ile birlikteyken Jill neredeyse aralarında kayboluyordu. Bana sorarsanız, onlarla rekabet edemiyordu diyebilirim. Tek başmayken veya diğer insanlarla birlikteyken ona baktığınızda Jill de kesinlikle seksiydi ama Nell ve Becca ile aynı kulvarda değildi. Jill tam anlamıyla gerçek bir Barbie bebek gibiydi. Uzundu, mükemmel bir şekilde orantılı bir vücuda sahipti. Sarı saçları ve mavi gözleri doğaldı. Jill tanışabileceğiniz en tatlı kızdı. Evet, erkeklerin “tatlı” kelimesini kullanmadığını biliyordum ama bu sözcük Jill’e uyuyordu. Jill bir kaşık şeker gibi tatlıydı. Aşırı derecede hoppa ve hatta sığ olmasıyla da tipik aptal sarışınlardandı. Ama arkadaşlarına sonuna kadar sadıktı. Onun bu huyunu seviyordum. Ytidızlar Takımt’nâzn fırlama bir an gibiydi: Okuldaki en seksi üç kız, güneşin vurduğu bir koridorda yan yana yürüyorlardı. Nell ortadaydı, herkes onu izliyordu. Ona hayranlık duyuyordu. Sonra gelip tam önümde durdu ve bana merhaba dedi. Donup kaldım. Afallamıştım. Birisi arkadan bana sert bir şekilde çarptı ve beni rüyamdan uyandırdı. Malcolm öksürerek yanımdan geçti. “Benim hatam kanka. Görmemişim seni.” Nell ve diğerlerine başıyla selam verdi. “Hey, n’aber kızlar? Bakıyorum da bugün güzel görünüyorsunuz. Hem de çok güzel. Sence de öyle değil mi, Jason?” Malcolm, kendi tabiriyle “siyahi oluşunu vurgulamayı” severdi. Bunu özellikle de komik olmaya çalıştığı zamanlar yapıyordu. Yani çoğu zaman. Malcolm’a baktım. Sonra dikkatimi Nell’e verdim. “Selam, Nell. N’aber?” Rezil. Gerçekten çok rezil. Nell sırıttı. “Selam, Jason.” Becca ile Jill yürümeye devam ettiler ve birkaç metre uzaklıkta dolaplarının önünde durdular. Burası, yani birinci katta yemekhanenin yanında ve avluya açılan kapının bitişiğindeki koridor, lisemizin sosyal dünyasının odak noktasıydı. Burası her şeyin gerçekleştiği yerdi. Kızlara burada çıkma teklifi ederdin. * High School Musical, (ç.n.) Erkeklere burada meydan okuyup kavga ederdin. Sevgilinden burada ayrılırdın. Popüler biriysen burada takılırdın, burada tanınırdın. Grupların liderleri burada dikkat çekmeye çalışırdı. Tabii ki ben de futbol takımının yıldızlarından biri olarak Nell’e çıkma teklifini burada edecektim. Nell popülerdi ama herhangi bir grubu olmayan tarzda bir kızdı. Herkesle arası iyiydi. Güzel, akıllı ve kasabamızdaki en etkili ikinci adamın kızı olduğu için popülerdi. Birinci etkili adam Kyle’ın babasıydı. Nell, Kyle’m da en yakın arkadaşıydı. Kyle ise okulun bir numarasıydı. On altı yaşında All-State ödülünü alan yıldız oyun kurucu ve senatör oğluydu. Saçma derecede yakışıklıydı. Mükemmel bir hayatı vardı. Okuldaki en güzel kızın en yakın arkadaşıydı, zengindi, yakışıklıydı, popülerdi, atletikti, mükemmel bir ailesi vardı. Arabası bile vardı. Abisinin tamir ettiği ve on yedi yaşında evden kaçarken bıraktığı klasik bir Camaro SS’i vardı. Kyle’dan nefret etmememin tek nedeni en yakın arkadaşım olması ve onu anaokulundan beri tanıyor olmamdı. Herkese üçüncü sınıfta nasıl altına yaptığını ve onu idare ettiğim zamanı anlatabilirdim. Herkes beni izliyordu. Bir şeylerin döndüğünü biliyorlardı. Malcolm ve Frankie muhtemelen tanıdıkları herkese, yani gerçekten herkese Nell’e çıkma teklifi edeceğimi anlatmışlardı muhtemelen. Bu yüzden “havalı çocukların” hepsi koridorda duruyor ve bizi izlemiyor gibi yapıyordu. Şimdi geri dönemezdim. Kahretsin. Yutkundum ve ellerimi yanlarımda yumruk yaptım. “Ee, Nell. Diyorum ki. Yarın akşam benimle çıkar mısın? Saat yedide?” Sesim titremedi veya kısılmadı. Tamamen soğukkanlı gibi duruyordum. Nell’in gözleri büyüdü ve şaşırarak derin bir nefes aldı. Sonra dişlerini sıkıp durdurmasına fırsat kalmadan ağzından bir ciyaklama çıktı. “Evet! Yani, tabii ki. Çok isterim. Nereye gideceğiz?” Neyse ki kendimi buna hazırlamıştım. “Bravo’yu düşünmüştüm.”

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir