Graham Hendrick, karısının zina yapışını ilk seyredişinde hiç aldırış etmedi. Hatta kıkır kıkır gülmekte olduğunu fark etti. Perdeleme amacıyla elini kızının gözlerine doğru uzatmak aklına bile gelmedi. Elbette, Barbara vardı bunun arkasında. Barbara, ilk karısı;- zina yapmakta olan ikinci karısı Ann’e cephe alan Barbara. Gerçi, tabiatıyla, o zamanlar bunu bir zina olarak görmüyordu. Bu yüzden pas devant 2 yanıtı uygun bir yanıt değildi. Ve zaten, Graham’ın cicim ayları diye adlandırdığı zamanlardı hâlâ. Cicim ayları 22 Nisan 1977’de, Jack Lupton’ın onu paraşütçü bir kızla tanıştırdığı Repton Gardens’da başlamıştı. Partide üçüncü içkisini içiyordu. Ne var ki gevşemesine hiç faydası olmamıştı alkolün. Jack kızı tanıştırır tanıştırmaz, beyninde bir şeyler kıvılcımlandı ve otomatik olarak onun adını beyninden sildi. Partilerde böyle oluyordu. Birkaç yıl önce, deney olsun diye, tanıştırıldığı kişilerin adlarını el sıkışırlarken yinelemeyi denemişti. “Merhaba Rachel, ” diyordu ve, “Merhaba Lionel, ” “İyi akşamlar Marion.” Ama böyle yapınca erkekler sizin eşcinsel olduğunuzu filan sanıyor, size sakınarak bakıyorlardı; kadınlarsa, sizin bir Bostonlu ya da belki de, bir Pozitif Düşünür olup olmadığınızı soruyorlardı nazikçe. Graham bu tekniği bırakmış ve kendi beyninden utanma duygusuna geri dönmüştü. O ılık nisan gecesi Graham, Jack’in kitap raflarına yaslanmış, sigara içip gevezelik edenlerin patırtısından uzakta, adını hâlâ bilmediği, ve sarı saçlarını özenle biçimlendirmiş çok renkli çizgili ve anladığı kadarıyla ipek bir gömlek giymiş kadına kibarca bakıp durmuştu. “İlginç bir yaşam olmalı.” “Evet, öyle.” “Çok… yolculuk ediyor olmalısınız.” “Evet, ediyorum.” “Gösteriler yapıyorsunuz, sanırım.” Kadının, ayak bileğine bağlı bir kutudan kızıl dumanlar yükselirken havada taklalar attığını hayal ediyordu Graham. “Şey, gerçekte o öteki bölüm.” (Hangi bölümdü o?) “Tehlikeli olmalı, gerçi.” “Nasıl – uçağa binmek mi demek istiyorsunuz?” Şaşırtıcı, diye düşündü Ann, erkekler uçaklardan ne kadar da çok korkuyorlardı. Uçaklar ona hiç rahatsızlık vermiyordu. “Hayır, uçmak değil, ötekisi. Atlama.” Ann soru sorarcasına başını yana eğdi. “Atlama.” Graham bardağını bir rafın üzerine koydu ve kollarını yukarı aşağı kanat gibi çırptı. Ann başını daha da yana eğdi. Graham ceketinin orta düğmesini kavradı ve aşağı doğru keskin, askerce bir hareketle çekti. “Şey, ” dedi sonunda, “ben sizin bir paraşütçü olduğunuzu sanıyordum.” Ann’in yüzünün alt kısmını bir gülümseme kapladı, sonra, gözleri kuşkucu bir acıma ifadesinden eğlenme ifadesine doğru yavaş yavaş değişti. “Jack sizin bir paraşütçü olduğunuzu söyledi, ” diye yineledi Graham; yinelemesi ve sözlerini bir otoriteye maletmesi sanki doğru olmasını daha olası kılıyordu. Tabii, durum tam tersiydi; Jack’in pis şakalarından biriydi bu da. “Bu durumda, ” diye yanıtladı Ann, “siz de tarihçi değilsiniz ve Londra Üniversitesi’nde ders vermiyorsunuz.” “Aman Tanrım, daha neler!” dedi Graham. “Akademisyene mi benziyorum ben?” “Neye benzediklerini bilmiyorum. Başkalarına benzemiyorlar mı?” “Hayır benzemezler.” dedi Graham, bayağı sertçe. “Gözlük takarlar, kahverengi tüvit ceketler giyerler, sırtlarında kamburları vardır, cimri ve kıskançtırlar ve hepsi de Old Spice kullanır.” Ann ona baktı. Gözlüğü ve fitilli kadifeden, kahverengi bir ceketi vardı. “Ben beyin cerrahıyım, ” dedi Graham. “Şey, aslında tam değil. Kendimi yavaş yavaş geliştiriyorum. İnsanın önce vücudun öteki parçaları üzerinde pratik yapması gerek: Apaçık ortada bu. Şu anda omuzlar ve boyunlar üzerinde çalışıyorum.” “İlginç olmalı.” dedi Ann, ona ne dereceye kadar inanmak gerektiğinden emin olamadan. “Güç olmalı, ” diye ekledi. ‘‘Güç.’“ Graham, gözlüğünü önce yana doğru hareket ettirip sonra yeniden eski yerine getirerek burnunun üstünde yer değiştirdi. Uzun boyluydu; uzunca köşeli bir yüzü ve sanki birisi üzerine tıkalı bir biberlikten biber serpmişçesine şurada burada kırlaşmış teller bulunan, koyu kahverengi saçları vardı. “Aynı zamanda tehlikeli.” “Herhalde öyledir.” Tevekkeli değil, saçları böyleydi. “En tehlikeli yanı da, ” diye açıkladı Graham, “uçmak.’’ Ann gülümsedi; Graham gülümsedi. Ann sadece hoş değildi; aynı zamanda cana yakın biriydi. “Ben satın alına görevlisiyim, ” dedi Ann, “giysiler satın alıyorum.” “‘Ben akademisyenim, ” dedi Graham. “Londra Üniversitesi’nde tarih dersleri veriyorum.” ‘‘Ben büyücüyüm, ” dedi Jack Lupton, sohbetlerini işitebileceği bir uzaklıkta ortalıkta dolanırken; şimdi de elindeki şişeyi bardaklarına şarap koyacakmış gibi ortasından tutmuştu. “Ben Yaşam Üniversitesi’nde büyü öğretiyorum. Şarap mı, yoksa şarap mı?” “Çek arabanı Jack, ” dedi Graham kararlı bir tavırla. Ve Jack yanlarından uzaklaştı. Geriye bakınca, o günlerde yaşamının nasıl karaya oturmuş olduğunu şimdi apaçık görebiliyordu Graham. Tabii, bu kaçınılmaz açıklık her zaman geçmişe bakmanın aldatıcı bir işlevi olmadığı sürece. O zamanlar otuz sekiz yaşındaydı: on beş yıldır evliydi; on yıldır aynı işteydi; esnek ödemeli bir konut kredisi borcunu yarılamıştı. Yaşamını da yarıladığını düşünüyordu; ve yokuş aşağı inişi artık hissedebiliyordu. Barbara elbette durumu böyle görmezdi. Ve elbette Graham ona durumu böyle ifade de edemezdi. Belki de sıkıntı, bir ölçüde bundan kaynaklanıyordu. O zamanlar Barbara’dan hâlâ hoşlanıyordu; gerçi en azından beş yıldır ona gerçekten âşık değildi, ilişkilerinden ötürü gurur, hatta ilgi gibi bir şey hissetmemişti. Kızları Alice’i severdi; gerçi biraz şaşırarak da görüyordu ki, kızı onda hiçbir zaman çok derin duygular uyandırmamıştı. Kızı okulda başarılı olduğunda memnunluk duyuyordu, ama bu memnunluğun, gerçekte başarısız olmamasından ötürü duyduğu iç rahatlığından ayırt edilebilir olup olmadığından kuşkusu vardı: İnsan bunu nasıl bilebilirdi? İşinden de negatif bir anlamda hoşlanıyordu; her yıl biraz daha az hoşlanıyordu ya neyse, çünkü ders verdiği öğrenciler daha toy, daha fütursuzca tembel, ama her zamankinden daha nazik bir şekilde erişilmez oluyorlardı.
Julian Barnes – Benimle Tanışmadan Önce
PDF Kitap İndir |