Jason Wilson – Jorge Luis Borges

Londra, Bostan ve Buenos Aires’teki, o kendine has konferanslarında anlattığı kadarıyla tanırdım Borges’i. Bir edebiyat eleştirmeni olarak, onun hakkında pek çok makale yazdım. The Tim es 1′ daki vefat ilanı için, ismimi belirtmeden kısa bir biyografisini hazırladım. Benim için Borges’i okumak bile başlı başına bir maceraydı. Babasının, 1940’larda Buenos Aires’e diplomat olarak tayin edilmesinden sonra, henüz bir çocukken Borges’i keşfetmesiyle hayatı değişen Meksikalı romancı Carlos Fuentes, onunla tanışmayı asla istememişti.2 Borges’in bütün biyografilerindeki ortak sorun, onun dışarıdan görünen yaşantısının can sıkıcı ve sıradan olmasıdır; o, hareketi ve macerayı sevmezdi. Bir Rimbaud ya da bir Hemingway değildi. O, okurlarından çok daha fazla bir iştahla, ne bulursa okurdu. Bu yüzden, Borges gibi bir okurun aklının biyografisini çıkarmak, hiç kuşkusuz, onun kendi yazılarının taklitlerini üretmekten öteye gitmezdi. Hoş, Jorge Luis Borges’in yazılmış çok sayıda biyografisi de mevcuttu. Benim amacımsa, pişmiş aşa su katmak değil, bir biyografinin, kendini geri planda tutan bu adamın çalışmalarını ne kadar aydınlatabileceğini anlamaktı. Borges’in yaşamına ve aklına ulaşmanın en kestirme yollarından biri, onun edebiyatçı dostlarından geçmekteydi. Bu sebeple, Victoria Ocampo’nun, Jorge Luis Borges’in sahip olduğu yeteneği hak etmediği yönündeki temelsiz iddiasından başlamayı uygun gördüm. Ocampo’ya göre, Borges’in şaşırtıcı zekası, bilgeliği ve davranışları arasında bir kopukluk vardı. 3 Ocampo’nun 1 “Jorge Luis Borges”, The Times (10 Haziran 1986).


2 Carlos Fuentes, “The Accidents of Time”, editör, Norman Thomas di Giovanni, The Borges Tradition (Londra, 1995), s. 53. 3 La Naci6n (21 Eylül 2003), s. 2. 7 1931’de kurduğu Sur adlı kozmopolit edebiyat dergisinin ilk sayısında, Borges’e ait bir deneme yazısına yer verilmişti. Borges, Ocampo’nun yerel yıldızıydı. 1933’te, Ocampo’nun aşıklarından biri olan Fransız yazar Pierre Drieu La Rochelle, Borges’le sadece sohbet etmenin bile, Buenos Aires’e yaptığı o uzun yolculuğa değecek kadar önemli olduğunu ve Borges’in, kendisini ünlü edecek öykülerini henüz yazmadığını belirtmişti. Borges’teki tuhaflığa ve anlaşılmazlığa sıkça değineceğim. Yakın zamanda, Arjantinli bir eleştirmen, yabancıların Borges’i bir çeşit E. T. ya da tapılası bir yaratık olarak görmelerinden yakınmıştı ki bunda gerçeklik payı yok da değildi.4 Borges’in Stevenson hayranlığına rağmen, 1957′ de kör olmasından sonra, ilk önce bir dergide yayımlanarak onun en sevilen anlatılarından biri haline gelen, “Borges ve Ben’de”, iyiyle kötünün çatıştığı Dr. ]ekyll ve Mr. Hyde’daki başkarakterden epeyce farklı olarak, benliği ikiye bölünmüş bir Borges görmekteyiz. Bence, onun hiçbir zaman sabit bir benliği olmadı ve öykülerinde kendi benliklerini sürekli alaycı bir üslupla dramatize etti.

1976’da, Alicia Jurado’yla birlikte Budizm üzerine bir kitap yazdı. Schopenhauer’in sadık bir okuruydu, mütevazıydı, şaka yapmaya bayılır, Budist rahipler gibi utangaç bir edayla kıkırdardı. Okurun psikolojisi tuhaftır; başka bir�si hakkında bir şey okurken, başka bir benliğe mi bürünürüz? iyi okur Borges, okumanın perde arkasındaki bu dolaylı deneyimi şöyle formüllüyor: Shakespeare’den bir dize okurken Shakespeare’e, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını okurken, Raskolnikov’a dönüşürüz. Okurlar, yazar tarafından ele geçirilir ya da başka bir deyişle, bildik benliklerinden soyutlanırlar. 1940’ta yazılan ve Ficciones (1944) [Hayaller ve Hikayeler] kitabının açılış “öyküsü” olan “Tlön, Uqbar, Orbis Tertius” adlı fantastik öykünün bir dipnotunda, Tlön’ün mükemmel dünyasındaki kiliselerden birinde, cinsel birleşmenin o baş döndürücü noktasında, bütün insanların bir olduğunun telkin edildiğini okursunuz. Borges’in kurmacalarında, tuhaf biçimde hiç rastlanmayan bu cinsel edim, bizi toplumsal maskelerimizden, kişiliklerimizden arındırarak, yeniden Adem ve Havva’ya dönüştürür. 4 Rodrigo Fresan, Pıigina, 12 (18 Ocak 2005), www.pagina12web.corn.ar/suplementos/radar. 8 Bu nedenle, Shakespeare’den bir dize okuyan tüm insanlar William Shakespeare’in ta kendisidir ve Shakespeare hiç kimsedir.5 Shakespeare edebiyat okumuşluğun ta kendisidir. 1933’te Borges, “Hiç kimsenin esasen belli bir kişi olmadığını, zamanın belirli bir noktasında, herkesin bir başkasına dönüşebileceğini” koyutlamıştır ([Koyutlamak: postulate], tıpkı “çürütmek” [refute] gibi, onun en sevdiği felsefi fiillerden biriydi). 1941’de Yurttaş Kane filmini eleştiren bir yazısında, “Hiç kimse gerçekte kim olduğunu bilmez, kimse belli bir kişi değildir’16 diye ifade ederek, bu kışkırtıcı anlayışını tekrar vurgulamıştır (Borges 1940’larda bir film eleştirmeniydi). Katı benlik anlayışımıza ters gelen bu tuhaf açıklama, okuma işini, ne kadar kısa ya da uzun sürerse sürsün, başından sonuna kadar yapan bir yabancıyı veya farklı benliği, kurmaca bir şekilde benimseyerek, sahte benliklerden kurtulmaktan, yani okumaktan kaynaklanır.

Okumada ve cinsel birleşmede, hepimiz eriyerek, daha derindeki, isimsiz benliğimize kavuşuruz. Borges şaka mı yapıyordu? Acaba, bu Platoncu sürece sahiden inanıyor muydu? Sırf bu iki soru bile, Borges’in yapıtlarını, biyografi yazarının merceğiyle incelemenin ne denli güç bir iş olduğunu göstermektedir. O muzip biriydi, dolayısıyla siz, muhtemelen, onun okumanın ve cinsel birleşmenin, kendi benliğini unutmaya dayalı benzer edimler olduğu provokasyonunu çürütmeye yönelirdiniz. Benliğin çabucak -bir cümle içinde- kendisinin zıddına veya benzerine dönüşmesi, psikolojiyle değil, okurun öyküdeki bir karaktere dönüşmesiyle ilgilidir. “Tanrıbilimciler” öyküsü, Tanrının, teolojik atışmalara daha kayıtsız kalamayarak, Aurelianus’u, onun düşmanı Pannonyalı Yohannes ile karıştırdığı cennette sona erer. Orada şunu okursunuz: “O zaman Aurelianus, Cennette, Ulu Tanrı’nın gözünde, kendisi ve Pannonyalı Yohannes’in (Ortodoks ve sapkının, nefret eden ve nefret edilenin, suçlayanın ve kurbanın) aynı insan olduklarını anladı demek daha doğru olur.”7 Görünüşteki farkları mızın altında, hepi5 Jorge Luis Borges, Obras completas (Buenos Aires, 1974), s. 808. [“Tlön, Uqbar, Orbis Tertius”, çev. Fatih Özgüven, Ficciones – Hayaller ve Hikayeler, İletişim Yayınları, 2010, s. 24]. 6 Borges en Sur, 1931-1999 (Buenos Aires, 1999), s. 200. 7 Jorge Luis Borges, Collected Fictions, çev. Andrew Hurley (Londra, 1998), s.

207. [Jorge Luis Borges, “Tanrıbilimciler”, Alef, çev. Peral Bayaz, İletişim Yayınları, 2005, s. 43]. 9 miz temel insan tipiyiz, tek bir insanız ve de hiç kimseyiz. Borges şairden çok düşünür saydığı Paul Valery’nin, edebiyatın tamamının, çok isimli tek bir kişi, yani insan ruhu tarafından yazıldığı görüşünü sıkça alıntılamıştır. Tahminimce, Borges için edebiyat, kim oldukları meçhul okurlarla metinler arasındaki ilişkiden başka bir şey değildi. Yazarlar da, okurlar da, kendilerini, dilde var olan temel Platonculukla baş başa bırakacak özgünlüğe ve bireyselliğe direnen sözcüklerin içinde kaybolurlar. Bu dil, eşsizliğimizin, Borges’in edebi egoya karşı ileri sürdüğü bahsin konusu olduğunu yok sayar. 1960’ta yayımlanan El hacedor* kitabındaki, “Borges ve Ben” anlatısında geçen iki farklı “Borges” fikrine gelelim. John Updike’dan George Steiner’a, Octavio Paz’dan Michel Foucault’ya kadar, dünyanın önde gelen birçok entelektüelini büyüleyen ve ünü bütün dünyaya yayılan Borges, onun çalışmalarının ürünü olan Borges’tir. Bu, ete kemiğe bürünmüş, evcimen, “gerçek” Borges hakkında hiçbir şey bilmeyen okurların zihinlerinde yarattıkları Borges’tir. Bı:. tanınmış yazar, 1961’de, Samuel Beckett’le beraber Formentor Odülü’nü kazandı, fakat ne utanç vericidir ki, Nobel Ödülü’ne a�la layık görülmedi (tıpkı Nabokov ve Joyce gibi). Borges günümüzde, edebiyat tarihi kitaplarında ve ansiklopedilerde kabul görmüş bir yazardır.

Kübalı yazar Guillermo Cabrera Infante onu, “G6ngora’dan bu yana gelmiş geçmiş en iyi yazar” diye nitelemiştir. Meşhur Borges kibirlidir ve diğer Borges’ e hakimdir. Anıtlaşmıştır. Alçakgönüllü Borges ise içindeki bu diğer adamı hep inkar eder. Bir keresinde caddede yürürken bu adama Borges olup olmadığı sorusu yöneltildiğinde, o “Bazen” diye yanıtlamıştır. Her iki benlik de, abartma ve aldatma tutkusunu paylaşmış, ikisi de Buenos Aires banliyöleri hakkında yazmanın evrelerinden geçip, zaman ve sonsuzlukla ilgili oyunlar geliştirmiştir. Ancak asıl mesele, ilişkilerinin düşmanca olmasıydı. Alçakgönüllü Borges ününden kaçardı. Buenos Aires’in caddelerinde gezinmek, haritaları incelemek ya da kahve içmek gibi, yaşamın basit tatlarından haz alırdı (nefsine düşkün değildi ve kanaatkardı.) Kör bastonunun yardımıyla yürürken, sürekli durdurulan ve yalnızca Borges olmaktan ötü- * Yaratan, çev. Ayşe Nihal Akbulut – Peral Bayaz Charum, İletişim Yayınları, 2011. 10 rü kutlanan, mektup pulları, turist broşürlerindeki resimleri bir yana, çok sevilen bir milli simge haline gelen, öteki Borges’ti. Çatışan benlikleri konu alan “Borges ve Ben” anlatısının sonunda, okur, ondaki yaratıcılığın kaynağıyla ilgili şüpheye düşer, “Hangimiz bu sayfayı yazdı bilmiyorum.” Her ikisi de Borges’ti. O, zaman ilerledikçe, geçmişteki benliklerine yabancılaşırdı; kendi biyografisini, kendi kendine yeten ve birbirinden bağımsız bir dizi monad olarak kabul ederdi.

1941’de, bir yazısında, zaman içindeki çoklu benlik anlayışını açıklarken, “Rudyard Kipling de tıpkı herkes gibi birçok kişiydi” diyerek, bu kişileri listeledi. 8 Borges’ler sayılmayacak kadar çoktu; o kendisi olmayı sevmezdi. Edebi akıl hocalarından Emerson’a yazdığı bir şiirin son dizesi şöyledir: “Bütün kıtada adım bilinir; / Ben yaşamadım. Başka biri olmak istiyorum.”9 Şaka yapmış olabilir miydi? Biyografi, okur Borges’in deneyimlerini de özümsemelidir. Borges, Poe’yu okurken, yalnızca ondan okuduğumuz satırlardaki bir “Poe” ile değil, ama aynı zamanda metnin kendisinden daha büyük bir kişinin imgesi, cümlelerin “yazarı” Poe ile bağlantıya geçtiğimizi varsaymıştır. Biyografilerdeki Poe ile, onu okurken zihnimizde yaratıp, çok iyi tanımaya ve teşhis etmeye başladığımız Poe aynı kişi değildir. Borges için de aynı durum söz konusudur. Kısa öykü ve şiir derlemesi El hacedor (1960), Borg� s’in 1929’dan sonra yazdığı yeni şiirlerini içeren ilk kitabıydı (ileride değineceğim üzere, Borges 1922-1943 Poemas’ına, yeni bir kitabı zar zor oluşturabilecek miktarda şiir eklemesine karşın, 31 yıllık bir yazar tıkanması yaşamıştı.) Körlüğü iyice ilerleyen Borges kitabın epilogunda, 61 yıllık yaşamını şöyle özetledi: “Çok fazla okumuş olsam da, başımdan çok az şey geçti.”10 Yıllar sonra, bu sözü şöyle düzeltti: “Ben bol bol okurken, pek çok şey olup bitti.”11 Sonuçta, yaşadıklarının en iyisi, Schopenhauer okumak ve İngiltere’nin sözlü müziğini öğrenmekti.12 Bu 61 yaşındaki adamın sezgileri, onu tekbenciliği konu alan bir mesel yaz8 Borges en Sur, s. 244. 9 Obras completas, s.

911. 10 Collected Fictions, s. 327. [“Emerson”, İng. çev. Mark Strand, s. 189, Selected Poems 1923-1967]. 11 Pierre Boncenne, “Jorge Luis Borges s’explique”, Magazine Lire (Eylül 1980), s. 34. 12 Obras completas, s. 854. 11 maya sevk edecekti; bir adam dünyayı resmetmeye koyulur; yıllarca boşlukların içini krallıklar, dağlar, koylar, atlar ve insanların görüntüsüyle doldurduktan sonra, ölmeden hemen önce, bu “� ebatkar dizeler labirentinin” kendi yüzü olduğunu keşfeder. işte insan Borges’e dair bir ipucu. Zamanla değişmekte olan benliğini tanıyabilirsin, ancak, nesnel dünyayı tanıyamazsın. Tanımaya başladığını zannettiğin dünya, senin, kendi içindeki muammanın bir yansımasıdır.

Borges zihni, dışarıdaki nesnel dünyayı hiçe sayan düşüncelerle doluydu. Örneğin o, ertesi gün unutulmak üzere yazılmış olduklarını ileri sürerek, asla gazete okumazdı. Aynaya bakmaktan, üremeden, kendi bedeninden tiksinir, her zaman labirentleri, maskeleri ve aynaları düşlerdi. “Borges ve Ben’de” açığa vurduğu içsel savaşın özünde, bu kendinden tiksinme huyu yatar. Yıllar sonra, 1972’de, öteki Borges’in kendi hafızasını, sevgisizliğini, ata kültünü ve cesaretini empoze ettiği “Gözcü” (“El centinela”) şiirinde, bu içsel çatışmayı ele aldı. Borges adımlarında, sesinde, kendisini diğerinin enfermero’su (hemşiresi) gibi hissetmekteydi. İleride değineceğimiz üzere, Borges’in şiirinin gelecekte tekrar yazacağı kilit dizesi şöyleydi: Minuciosamente lo odio (“En küçük şeyinden bile nefret ediyorum onun.”)13 Yaşamının her anında öteki benliğinden tiksinmekteydi. İntihar etse bile, öteki benliği var olmaya devam edecekti: “İntihar kapısı açık, aı_na ilahiyatçılar öteki krallığın uzak gölgesinde var olacağımı öne sürüyorlar, kendimi beklerken.” O halde, Borges okur olarak, kendi yazdıklarını okuyordu. Onun kimi, nasıl okuduğunu öğrenirken, bölünmüş adam hakkında da bir şeyler öğreniriz. Eğer Borges haklıysa, hiç kuşkusuz ki bir biyografi, biyografinin yazarı hakkında da olmalıdır. 1974’te, en iyi versiyonu hala lspanyolcası olan, iki ciltlik Obras completas’ın epilogunda yaşamını bir kez daha özetledi. Bu epilog harika bir insan imgesi sunmaktadır. Şili’de, 2074’te (gelecekte, 100 yıl sonra) yayımlanan, hayali Enciclopedia Sudamericana’da bulunduğu iddia edilen bu not, tipik bir Borgesvari metin ve tarih aldatmacası olduğu gibi, onun ansiklopedi ve harita incelemeye olan aşkının bir başka kanıtıdır.

Bu otobiyografik öğeler içeren 13 A.g.e., s. 1115. [“Gözcü”, Altın ve Gölge, çev. Selahattin Özpalabıyıklar, Sel Yayıncılık, 1992, s. 30]. 12 epilog sayesinde, onun hakkında pek çok şey öğreniriz: Borges 1899’da doğmuştur, psikoloji öğretmeni bir babası ve Norah isminde bir kız kardeşi vardır. Edebiyata, felsefeye ve ahlak bilimine ilgi duymaktadır. Cervantes’in, Don Quijote’yi yazmış olamayacağına inanır. Voltaire, Stevenson, Conrad ve Eça de Queiroz gibi yazarların romanları hariç pek roman okumamıştır. Poe’nun uzun şiir diye bir şey olmadığı görüşünü alıntılamaktan ve kısa öykülerden hoşlanır. Harvard’da ders vermiş, onur dereceleri almış, ancak, akademisyenliğin araç gereçleri olan bibliyografilerden nefret etmiştir. 1960 yılında muhafazakar olmuştur.

Şöhreti sayesinde, sayısız önemli araştırmaya imza atmıştır. Kahramanlara gıpta eder. Birkaç milonga için söz yazmış, önemsiz bir yerel şairin biyografisini hazırlamıştır. Ayrıca, bir efsaneden yoksun olan Buenos Aires şehri için, yeni bir şehir efsanesi yaratmayı den�miştir. Akıl hocaları Paul Groussac ve Alfonso Reyes sayesinde, Ispanyolcayı, barok zırhından arındırarak, basitleştirmiştir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir