Jeffrey Archer – Kusursuz Bir Cinayet

EĞER o gece fikrimi değiştirmeseydim hiçbir zaman gerçeği öğrenme fırsatını yakalayamayacaktım. Carla’nın bana olan sevgisinin yapmacık olduğunu anlamıştım. Ne kadar da aptalmışım. Onun da beni sevdiğini düşünmüştüm hep. Ama başkasıyla yatağa girdiğini asla… Ona kaç kez beni ofisten aramamasını tembih ettiğim halde o gün sürekli telefon açmıştı bana. Aslında başka seçeneği yoktu ya. Beni evden araması oldukça sakıncalıydı. Neyse… O gün kendisine beş çayına gelemeyeceğimi, Fulham’daki hasta kız kardeşini ziyarete gideceğini söylemişti. Gerçekten büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım. Sıkıcı bir gün daha başlıyordu. Beni oyalayacak bir şeylere gereksinimim vardı. “Kardeşinle aranın pek iyi olmadığını sanıyordum” dedim ters ters. Karşıdan bir süre ses gelmedi. “Her zamanki saatte haftaya salı günü yapsak mı şunu?” “Benim için uygun olup olmayacağını bilmiyorum. Sana kesin bir şey söyleyemem.


Randevularımı gözden geçirip pazartesi günü seni ararım” deyip kapattım telefonu. Daha sonra karıma telefon edip biraz sonra ofisten çıkacağımı söyledim. Bu Elizabeth’in günün her saatinde nerede olduğumu bildiğini hissetmesi açısından uyguladığım kurnazca bir numaraydı. Akşam olmuş herkes birer birer ofisi terketmeye başlamıştı. Ben de evraklarımı alıp çalışmaya evde devam etmeye karar verdim. Çalıştığım firma altı ay kadar önce el değiştirmişti. Ben de muhasebe bölümünde çalışmaya başlamıştım. Bütün işler bana bakıyordu. Bu duruma karşı çıkamazdım, çünkü yeni patronum düzenlemeyi beğenmemem halinde işi bırakabileceğimi ve yeni bir iş arayabileceğimi açıkça belirtmişti. Bunu yapabilirdim fakat artık firmaların büyük bir çoğunluğunun yeni yetişmiş taptaze elemanları tercih ettiklerini çok iyi biliyordum. Park yerinden çıkarken Carla’ya karşı neden bu kadar sert davrandığımı düşünmüş büyük bir pişmanlık duymaya başlamıştım. Ona gerçekten haksızlık etmiştim. Sloane Meydanı’nda arabayı park edip karşıya geçtim ve kazancının büyük bir bölümünü pişman âşıklardan elde eden çiçekçiden bir düzine kırmızı gül satın aldım. En azından Carla’ya karşı kendimi affettirmek için ilk adımı attığımı düşünüp yola devam ettim. Sevgilimin evine geldiğimde her zamanki park yeri bulma sorunuyla karşı karşıya kalmıştım.

Arabayı bir kenara çekip beklemeye koyuldum. Tam o sırada Carla’nın dairesinden çıkan o adamı gördüm. Carla da onu izliyordu. Pek de arkadaşça sayılamayacak bir öpücük verdikten sonra kapısını kapattı. Hemen köşeyi dönüp arabamı park ettim. Dikiz aynasından adamın karşıdan karşıya geçtiğini, gazeteciden akşam gazetesini aldığını görebiliyordum. Mavi bir BMW’ye doğru yürüdü. Sileceğe sıkıştırılmış park biletini alıp kendi kendine bir şeyler söylendi. Arabası ne kadar zamandır oradaydı acaba? Carla’nın beni aradığı sırada o adamla birlikte olduğunu düşünmeye başlamıştım. Arabasına atlayıp emniyet kemerini taktıktan sonra bir sigara yakıp oradan uzaklaştı. Hemen Carla için ayrılmış boş kalan park yerine yanaşıp arabayı durdurdum. Bu bana nedense pek dürüstçe gelmemişti. Caddeye şöyle bir göz attım. Hava yeni yeni kararmaya başlamıştı. Gördüğüm kadarıyla da ortalıkta kimsecikler yoktu.

Üzerinde ‘MOORLAND’ yazılı zile bastım —Her zaman kapı anahtarından neden bir tane bana yaptırmayı reddettiğini merak edip dururdum— Carla biraz sonra kapıyı açtı. Önce içten bir gülüş, sonra bir kaş çatması ve onu izleyen bir gülümseme ile karşıladı beni. Sanırım ilk gülüş BMW’li adam için hazırlanmıştı. Aylar önce aklımı başımdan alan o masmavi gözlerinin içine baktım. O gözlerin içinde daha önce hiç görmediğim bir soğukluk farkettim. İçeriye girdim. Noel’de hediye ettiğim şarap rengi sabahlığını giymişti. Odanın ortasındaki cam masada ‘Snoopy’ desenli kahve fincanım duruyordu. İçi boştu. Yanında da Carla’nın fincanı vardı. Tabii o da boştu. Biraz ötede yeni yeni açmaya başlamış bir düzine gül goncası bulunan vazoyu gördüm. Bütün bunlar beni iyice çileden çıkarmıştı. “Biraz önce çıkan adam kimdi?” diye sordum. “Sigorta komisyoncusuydu” diye yanıtladı.

Bir yandan da boş fincanları topluyordu. “Neyi sigorta ediyordu? Aşk hayatını mı?” “Neden hemen sevgilim olabileceğini düşündün?” Sesini yükseltmeye başlamıştı. “Demek sigorta komisyoncusuna bu kılıkla kahve ikram ediyorsun?” “İstediğim kişiyle kahve içme hakkına sahibim sanırım. İstediğim kılıkta tabii. Özellikle de sen sevgili karıcığına koşarken.” “Eğer sevgili karıcığıma çok meraklı olsaydım şimdi onun yanında olurdum. Senin yanında değil.” “Sonra yeniden onun yanına dönerdin ama değil mi? Neyse her fırsatta söylersin ya, herkesin kendi hayatını yaşaması ve hiç kimseye güvenmemesi gerek.” Carla bir şeyi gizlemeye çalıştığı zamanlar hep bu lafa sığınırdı. “Biliyorsun, sandığın kadar kolay değil” dedim. “Hayır hayır. Senin için her şey çok kolay. Ne zaman istersen benimle yatağa giriyorsun. İyi olduğun tek konu da bu. Değil mi?” “Haksızlık ediyorsun?” “Haksızlık mı?.

” “Biliyorsun ki yıllardır karımla sevişmedik!” diye haykırdım. “Tek nedeni de bu değil mi?” “Sana hep sadık kaldım ben.” “Evet, şimdi anlamaya başladım. Sanırım bu da demek oluyor ki, ben de hep sana sadık kalmak zorundayım ha?” “Bir fahişe gibi konuşmayı bırak artık!” Carla deliye dönmüştü. Gözleri yuvalarından çıkacak gibiydi. Elini kaldırdı ve tüm gücüyle suratımın ortasına bir tokat indirdi. İkinci bir tokata izin vermeden kolunu tuttum ve şöminenin kenarına doğru sert bir hareketle ittim. Yeniden toparlanıp üzerime yürümeye başladı. Kan beynime sıçramıştı. Yumruğumu sıkıp kuvvetle yüzünün ortasına vurdum. Yuvarlanıp, şöminenin kenarına vurdu başını. Düşmemek için kolunu arkasına attı. Öç almak istercesine yerinden sıçradı. Saldırmasına izin vermeden kapıyı çarpıp odadan çıktım. Derhal koridoru geçip sokağa çıktım ve arkama bakmadan arabama atlayıp yolu koyuldum.

İçeride on dakikadan daha az bir zaman bulunmama karşın onu bir hayli hırpaladığımı hissetmiş ve rahatsız olmuştum. Gerçekte tüm söyledikleri kelimesi kelimesine doğruydu. Yeniden telefon etse miydim acaba? Kısa bir süredir birlikte olmamıza karşın bu davranışlanmdan pişman olacağımı anlayacak kadar iyi tanıyordu beni. Elizabeth tam geç kalmam hakkında konferans vermeye başlamıştı ki, ona hemen Carla için aldığım gülleri uzatıp, susturmayı başardım. O, gülleri vazoya yerleştirirken ben de kendime bir viski hazırladım. Çiçeklerle ilgilendiği için yemekten önce içki içmem hakkında hiçbir yorumda bulunmadı. Evden Carla’ya telefon edip özür dilemem olanaksızdı. Sabah ofise gidip telefon açmayı uygun buldum. Hem belki yarına kadar biraz sakinleşmiş olurdu. Ertesi sabah yatağıma uzanmış acaba kendimi nasıl affettirsem diye düşünüyordum. Evet, onu çok sevdiği Fransız lokantasına öğle yemeğine davet edecektim. Gün ortasında görüşmemiz ona seks dışında da ihtiyacım olduğunu hissettirebilirdi. Bundan da çok mutlu olurdu eminim. Traş olup giyindikten sonra kahvaltıya indim. Gazete başlıklarında ilgimi çeken pek bir şey yoktu.

Finans haberlerine geçtim. Hisse senetleri yeniden düşmüştü. Bu durumda şirketin yıllık hesaplarını çıkartması halinde iflas etmemesi gerçekten bir mucize olurdu. İkinci fincanı da mideye indirdikten sonra karımın yanağına bir öpücük kondurup arabama atladım. Kararımı vermiştim. Bürodan önce Carla’ya uğrayacaktım. Telefonda işkence çekmektense posta kutusuna bir not yazıp atmak daha uygun olurdu. Hemen elime kağıt kalem alıp, trafik sıkışıklığından yararlanarak notu yazdım: “Beni affet! Saat 13.00’te Sole Veronique’te seni bekleyeceğim. Sevgilerle, Kazanova.” Evet Carla beni hep Kazanova diye çağırırdı. Evinin olduğu sokakta tam bir curcuna yaşanıyordu. Evin karşısında taşıt araçlarının gidiş gelişini büyük ölçüde engelleyen ambulans ve polis arabasını görünce ciddi bir trafik kazası olduğunu düşündüm. Arkamdaki adamın acelesi olmaması için dua ederek olup biteni daha iyi izlemek için arabayı durdurdum. Bu arada karşı yönden gelen araçlar kendilerine yol verdiğimi düşünerek teşekkür etme amacıyla el sallıyorlardı.

Carla’nın apartmanından bir sedye çıkarılıyordu. İki üniformalı hastane görevlisi yolun karşı tarafına geçip sedyeyi ambulansın arkasına yerleştirdiler. Cesedin yüzünü görememiştim. Fakat birden Carla’ya hediye ettiğim sabahlığın, sedyeyi izleyen dedektifin elindeki torbada olduğunu farkettim. Başım dönmeye başlamıştı. Direksiyona dayanarak kusmaya başladım. Ambulans sirenini çalarak uzaklaştı. Arabaların yavaş yavaş dağıldığını, arkamdaki adamın kornasını çalarak beni uyardığını duyabiliyordum. Güçlükle arabayı çalıştırıp oradan uzaklaştım. Günün geri kalan kısmında neler yaptığımı ancak hayal meyal anımsayabiliyorum. Samnm otoparka gelir gelmez yaptığım ilk iş arabanın koltuklarını temizlemek olmuştu. Camı aralık bıraktıktan sonra binanın yedinci katındaki tuvalete gittim. Carla’ya yazdığım notu küçük parçalara böldüm, klozete attım ve sifonu çektim. Saat sekiz buçuğu biraz geçe odama girdiğimde masamın başında beni bekleyen personel şefıyle karşılaşmıştım. Günlerden cuma olduğunu tümüyle unutmuştum.

Şirketin mayıs, haziran ve temmuz hesaplarını istiyordu benden. Öğleye doğru hesapları hazırlayıp kendisine teslim edeceğime dair söz verdim. Tek istediğim pırıl pırıl, aydınlık bir sabahtı. Fakat bu her zamanki gibi gerçekleşmemişti. Her telefon çalışında ya da kapı açılışında polisle karşılaşacağım hissine kapılıp heyecanlanmaya başlamıştım. Öğleye doğru sözümü tutarak personel şefine baştan savma bir rapor hazırlayıp masanının üzerine bıraktım. Ağzıma lokma koymak niyetinde değildim. Fakat bir süre ofisin dışına çıkıp Standart gazetesinde Carla’nın ölümüyle ilgili haber olup olmadığını bakmak istiyordum. Barda her zamanki yerime oturup bir bardak domates suyu ısmarladım. Çevrede pek insan yoktu. Gazetenin sayfalarını ağır ağır, korka korka çevirmeye başladım. İlk dört sayfada aradığımı bulamamıştım. Beşinci sayfadaki küçük bir paragrafta şöyle yazıyordu: “Carla Moorland, 35 yaşında. Bu sabah Pimlico Sokağı’ndaki evinde ölü bulundu.” Yaşını bile doğru dürüst öğrenemediklerini düşündüm bir an.

Yazı şöyle sürüyordu: “Olayı araştırmakla görevli dedektif Simmons soruşturmanın başlatıldığını, patalog raporu elde edilmeden cinayetten şüphelenip şüphelenemeyeceğinin belli olmadığını söyledi.” Biraz çorba içip haberi yeniden okudum. Otoparka gidip arabama girdim, camı açıp radyo bültenini dinlemeye koyuldum. Anlaşılan AİDS, uyuşturucular, anarşi, İran-Irak savaşı, şiddet dışındaki haberler, örneğin 32 yaşındaki bir asistanın ölümü BBC’yi hiç mi hiç ilgilendirmiyordu. Odama döndüğümde masamda personel şefinin raporumla ilgili yazdığı soruları içeren büyük bir dosya kâğıdıyla karşılaştım. Bunları bir an önce yanıtlayıp teslim ettikten sonra tüm bir öğleden sonramı Carla’nın ölümü üzerine kendi kendime yorum yapmakla geçirdim. Onun, ölümüne neden olacak kadar hırpalandığını düşünmüyordum. Fakat sabahlık, dedektifin elindeki sabahlık. Acaba onun üzerinde bana ait herhangi bir iz var mıydı? Onu Harrods’tan almıştım. Özel olarak dikilmemişti ama yine de ona aldığım en değerli hediyeydi bu. Ya o zamanlar üzerine iliştirmiş olduğum not? Carla ya onu yok etmediyse? Ya Kazanova’nın kim olduğunu araştırmaya kalkarlarsa? Bir daha asla Carla’yı göremeyeceğimi düşünerek eve gittim. Saat yedide dördüncü kanal, saat dokuzda da BBC haberlerini dinledim. Cinayetin c’sinden söz edilmiyordu. Readung Walsall arasında oynanan çeyrek final futbol maçı Carla’nın ölümünden daha önemliydi. Elizabeth ise başıma gelen felaketten habersiz, bir köşede oturmuş kütüphaneden aldığı son kitabı okuyordu.

Bütün gece diken üzerinde uyumuştum. Sabah gazetesinin geldiğini duyar duymaz aşağı indim. “The Times” ilk sayfasına şöyle bir başlık atmıştı: BUSH ADAYLIĞINI KOYDU! ‘Cumhurbaşkanı Bush’ diye geçirdim içimden. Hayır hayır, kulağa pek hoş gelmiyordu. Karımın okuduğu “Daily Express’i elime aldığımda üç sütuna yazılmış şu haber başlığıyla karşılaştım: RAKİP SEVGİLİLERİN CİNAYETİ! Bir anda gözüm kararmıştı. Dizlerimin üzerine çöktüm. Paragraflara boş boş bakarken çok komik bir görünüşüm olduğundan emindim. Yazıyı gözlüksüz okuyamıyordum. Yukan çıkıp yatağımın yanındaki küçük masadan gözlüklerimi aldım. Elizabeth hâlâ horul horul uyuyordu. Yazılanları sakin sakin, paniğe kapılmadan okumak istiyordum. Banyoya girdim. Yazı şöyleydi: Polis 32 yaşındaki Carla Moorland’ın bir cinayete kurban gittiğini açıkladı. Olayı araştırmakla görevli Scotland Yard’dan dedektif Simmons, Carla Moorland’ın çenesindeki kırıkların X ray ışınları yardımıyla saptandığını ve bunun bir kavga sonucunda olduğunu bildirdi. Temizlikçisi 48 yaşındaki Maria Lucia, Express’e yaptığı açıklamada o gece Bayan Moorland’ın saat altı sularında bir erkek arkadaşıyla birlikte evden çıktığını söyledi.

Diğer bir tanık, bir yan blokta oturan Rita Johnson saat altıya doğru bir adamın evden çıktığını, köşede park etmiş Range Rover’ına atlayıp uzaklaştığını gördüğünü belirtti. “Aman Tanrım!” diye haykırdım. Umarım Elizabeth uyanmamıştır diye düşündüm. Hemen traş olup, duş aldım. Karım mışıl mışıl uyuyordu. Yanağına bir öpücük kondurup, yanıbaşına şirkette tamamlanması gereken bir dolu iş olduğunu belirten notumu bıraktım. Sabahın çok erken saatlerinde evden çıkıp büronun yolunu tuttum. Kesinlikle onu arayacaktım. Önce ne söyleyeceğimi iyice düşünüp kararlaştırdım. Sürekli tekrarlayıp ezberlemeye çalışıyordum. Büroya girdiğimde saat henüz sekiz olmamıştı bile. Çalışanların gelmesine on beş, hatta yirmi dakikalık bir zaman kalmıştı. Son bir kez söyleyeceklerimi kafamda toparlayıp L/R harfleri yazan rehberden telefon numarasını buldum. Her iş toplantısından önce yaptığım gibi önümdeki kağıda kısaca şu notları aldım: OTOBÜS DURAĞI PALTO 19 NUMARA BMW PARK BİLETİ Ve numarayı çevirdim. Hemen saatimi çıkartıp önüme koydum.

Şirketten yapılan şehirlerarası görüşmelerde üç dakikadan fazla konuşulmadığını biliyordum. İnce bir kadın sesi: “Scotland Yard Polis Amirliği buyrun” dedi. “Müfettiş Simmons lütfen.” “Kim arıyor acaba?” “İsmimi vermek istemiyorum.” “Anlıyorum. Bir saniye, ayrılmayın lütfen. Hemen bağlıyorum.” Dedektifin sesini işittiğim anda ağzımın kurumuş olduğunu farkettim. Tipik İngiliz soyadı taşıyan bu adamın İrlanda aksanıyla konuşması beni oldukça şaşırtmıştı. “Size nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu. “Siz bana değil, ben size yardım edeceğim” diye karşılık verdim sakin sakin. “Edin bakalım.” “Carla mıydı neydi işte o cinayeti soruşturmakla görevli dedektif sizsiniz değil mi?” “Evet benim. Ama nasıl yardımcı olacaksınız?” Aradan bir dakika geçmişti bile. “O gece kadının evinden çıkan bir adam gördüm.

” “O sırada siz neredeydiniz?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir