Jessamin Swearingen – Risale-i Punk

1976’da The Who’nun “My Generation”ınını yorumlayan Patti Smith, şarkının sonunda “Onu biz yarattık; haydi yeniden ele geçirelim!” diyordu ve neden bahsettiğini de iyi biliyordu. Punk rock 1960’ların ortalarında New York’lu müzisyenler tarafından Amerika’da yaratılmıştı, ama Punk’ın İngiliz versiyonu daha meşhurdu. Punk, New York’ta The Velvet Underground ile doğdu. Velvet, kült olmanın yanı sıra eleştirmenlerce de beğenildi, ama Sex Pistols gibi İngiliz gruplar daha çok tanındı. Sonuçta, 20 yıl sonra punk hala yanlış bir şekilde İngiliz icadı olarak biliniyor. Akademik bağlamda, New York Punk Rock’ını açıklamak zordur. İçerik ve felsefeyle ilgili genellemelerin dışında kalır ve ortaya çıktığı dönemde hiçbir zaman kitle kültürüne dâhil edilecek kadar popüler olmamıştır. New York Punk’ının felsefesi, zorunluluktan hareket etti. Jon Savage, “England’s Dreaming: Anarchy, Sex Pistols and Beyond” adlı kitabında bu fikri ele aldı. Savage, New York’lu grup Television’dan Richard Hell ile görüştü ve Hell’in rock müziği “gençliğin gizli haberi” olarak gördüğünü ortaya koydu (Savage 88). Punk gençlikle ilgiliydi; Rock’ın kökenindeki sokak ve isyan öğelerini alıyor ve kişilik vaat ediyordu. Punk’ı tanımlamanın en iyi yolu, onun ne olmadığını söylemektir. Rock dinleyicilerinin hayalinde, 60’ların sonu ve 70’lerin başındaki pop listeleri isyan ve cinsel devrime doymuştur. Gerçekteyse, listeler homojen bir terbiyeli pop manzarası arz ediyordu. Punk rock, popun kalıbını kırmadı ama onun şuurlarını genişletti.


1973’ün Top 10’u, Punk’ın popüler müzik üzerindeki etkisinin yetersizliğini ortaya koyuyordu. 1973’ün bir numaralı şarkısı Tony and Dawn’ın “Tie A Yellow Ribbon Round The Ole Oak Tree”siydi. Aslında Billboard, rock müzik değil, popüler müzik listelerini temsil eder. Yine de “Tie A Yellow Ribbon” yılın en çok satan albümü olabiliyorsa, popüler müzik rock’a tamamen yabancılaşmış demektir. Diğer yandan punk, rock isyanının ve masumiyetinin özünü canlı tutuyordu. 1970’lerin ortalarındaki Billboard listeleriyle 1950’lerin ortalarındaki listeler arasında paralellikler vardı. Rock’ın ilk üste başarısı 1950’lerin ortalarında, Tin Pan Alley’in ortasında gerçekleşti. Arnold Shaw, The Rockin’ Fifties: The Decade That Transformed the Pop Music Scene adlı kitabında Tin Pan Alley’i, İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra bir ulusu yatıştırmaya yönelik gösterişli balladlar çağı olarak açıklamıştır (Shaw xv). 1950’lerde ortaya çıkan rock müzik sakin balladlardan oluşmuyordu. 1970’lerin ortalarındaki listelerde görülen sakin kalma eğilimine karşı Punk da, Rock’ın izinden gidiyor ve bu düzeni bozuyordu. Barbra Streisand’ın 1974’te bir numara olan melodramik şarkısı “The Way We Were” ve New York Dolls’un 1973 tarihli “Personality Crisis”ini karşılaştırın. Streisand’ın “puslu nehir rengi anılar”ıyla, Dolls’un “bir bahar öğle sonrasında baş balerin”ini… Streisand sakin ve ağırbaşlı kalmaya çabalarken New York Dolls sivri ve kasıtlıydı. Punk, rock müziği yeniden canlandırdı. New York Punk’ı ve İngiliz Punk’ı arasındaki fark, perspektifleri ve etki alanlarıydı. Jon Savage, 70’lerin başındaki New York punk gruplarını, genç kız balon-pop gruplarından Rolling Stones’un saldırganlığına kadar birçok stilin karışımı olarak tanımlamıştır (Savage 60).

Savage’ın bu New York punk tarifi, kendi sesini ve tavrını belirlemeye başlamıştı. New York Punk’ı; Rock’ın 1950’deki gücünü yeniden yaratan, 1970’lerin saldırgan rock’ıydı ve ne düşünme gücünü, ne de mizah duygusunu yitirmişti. Birbirini takip eden punk rock imaj ve müzik formları arasında geniş bir bölünme gerçekleşti. Ramones gibi bazı gruplar vahşi, uyuşturucu bağımlısı sokak serserileri rolünü üstlenirken; New York Dolls’tan David Johansen gibi bazıları da, Rimbaud gibi Fransız sembolist şairlerden etkilendi ve kentsel çürümeyle ilgili şarkılar yazdı (Savage 58). Television gibi punklar düşünceli sanatçılar olarak ortaya çıktı; Velvet Underground gibiler ise grubun sonuna yaklaştıkça kendi kendilerini yok edici ve hedonist tavırlar sergiledi. Dolls’un plak şirketi Mercury’nin yayınladığı bir basın açıklamasında Johansen şöyle diyordu: “Rimbaud, korkunç şehir ve onun türler üzerinde yaratabileceği etkiyi yazardı. Ve işte 1973’teyiz ve her şey çok hızlı hareket ediyor ve ben insanların bununla ilgili ne hissettiklerini, çevreyle nasıl ilişki kurduklarını anlamaya çalışıyorum. Şarkılarını da bununla ilgili.” (Savage 58) Punk müzik de bu yolu izledi. Bazı gruplar saldırırcasına yüksek voltaj ve ses düzeyinde çalıyordu. The Ramones, 1950’lerin rock müziğinin basit üç-akor yöntemini kullandı ama bunu sağır edici ses düzeyi ve sokak serserisi görünüşüyle birleştirerek bir adım ileri taşıdı. Şarkıları ortalama iki dakika sürüyordu ve bir metronun gürültüsünü andırıyordu. Television’dan Tom Verlaine (adını 19. yüzyıl Fransız sembolist şairi Paul Verlaine’den almıştır) uzun gitar soloları ve anlaşılması zor şiirsel sözleri tercih ederken; Blondie gibileri, dar pop yapıları üzerine yoğunlaştı. Bütün bu tarzlar iç içe geçerek “punk” rock’ı oluşturdu – eski tarz rock’n’rol’un yeni tarzla birleşerek yeniden doğuşu.

Punk rock sound’unun tohumları 1950’lerde Amerikan rock’n’roll’uyla atılmıştı. 1950’lerin ortalarındaki isyankâr “yarış” müziğinin taklidi olan rock, genç dinleyicileri ayartıyor ve radyodaki yavan müziğe alternatifler sunuyordu. Böylelikle rock, Amerikan müziğini yeniden hayata döndürdü ve bir isyan modeli yerleştirdi. Elvis gibi beyaz rock yıldızları, bu müziğin yoğunluğunu yakalayıp diğer beyaz dinleyiciler için paketledi. Uzun zamandır rock geleneğinde yer alan kopyalama ve yeniden şekillendirme, Punk Rock’ın da özüydü. Bir anlamda, New York Punk’ı, bir etkiyi bulma oyunuydu. New York punk rock’ı, İngiliz taklidinin aksine, yerleşik rock müziğin sonu olduğunu iddia etmiyordu. İngiliz Punk’ı tamamıyla yeni olduğunu ve kimseden etkilenmediğini iddia ederken, New Yorklular esin kaynaklarına büyük önem veriyordu. İngilizler, suyun diğer kıyısındaki öğeleri almış, tarzları ve soundları kendi sosyo-politik çevrelerinin kızgınlık ve umutsuzluğuna uyana kadar abartmışlardı. Bu yüzden, New York Punk’ı niteliği gereği İngiliz Punk’ından farklıydı. Ama en belirgin fark, birbirinden çok ayrı olan ekonomilerinden kaynaklanıyordu. İngiliz punklar çoğunlukla işsizdiler ve gerileyen bir ekonomiyle boğuşuyorlardı. Sex Pistols’ın “No Future” (gelecek yok) ve The Clash’ın “London’s Burning” (Londra yanıyor) gibi sözleri, onların öfkesini ortaya koyuyordu. İngiliz şarkılarında ifade edilen acılık, kabaydı. New Yorklular da öfke ve düş kırıklığından bahsediyorlardı ama onların temaları sanat ve edebiyatla daha ilgiliydi.

Sex Pistols üyeleri kendilerini Johnny “Rotten” (Çürük) ve Sid “Vicious”(Vicdansız) olarak adlandırırken, Tom Verlaine, edebiyattaki esin kaynaklarına saygılarını sunuyordu. İngilizler daha kıyametsiydi, Sex Pistols’ın “No Future” söylemi gibi ifadelerle, tarih dışı olmaya çalışıyorlardı. New York Punkları tarihi araştırıyor ve Amerikan rock’n rol’unun geride bıraktığı bereketli zeminden besleniyorlardı. 1975’te yayımlanan ilk albümünde Patti Smith, Van Morrisson hiti “Gloria”yı yorumladı, böylece Rock’ın mirasını punk içinde de yaşattı. New Yorkluların aksine İngiliz Punk’ı gelecek olmadığını ilan etmenin yanı sıra, İngiliz rock eleştirmenleri June Burchill ve Tony Parsons’un sözleriyle “rock’n’roll’un ölüm ilanı” olduğunu iddia ediyordu. Bu ikilinin The Boy Looked At Johnny: The Obituary Of Rock’n’roll adlı kitabı, İngiliz Punk’ını konu edinmesine rağmen, ismini bir Patti Smith şarkısından almıştı. Eleştiride bile punk, bir Amerikan yaratışıydı. İngiliz punklar “No Future” demek için henüz ağızlarını bile açmamışken, punk rock Manhattan’da kendi tarihini yazıyordu. 1960’ların ortalarındaki New York müzik sahne stilin oyuncularına bir bakalım. Onlar rock’n’roll’un ölüm ilanını yazmakla ilgilenmiyorlardı; onlar rock müziğe âşıktı ve yeni tarzlar yaratırken esin kaynaklarına da saygı duyuyorlardı. Soundları çok çeşitliydi, ama gençler, rock’n’roll ve sokaklarla ilgili temaları çoğunlukla aynıydı. 1970’lerin başında, rock’n’roll dünyası limuzinlerle gezen samimiyetsiz pop-starlarla dolmuştu. Rock radyosu, büyük başarılar içinde kendilerini bir zamanlar hayata ait yapan sokak öğesini kaybeden Rolling Stones gibi gruplara yer veriyordu. Bir zamanlar, 1965 tarihli Satisfaction’da olduğu gibi genç ve dikkat çekici olan imajları, 1978’deki Miss You ile şık yüksek sosyete diskosuna dönüşmüştü. Buna karşı, New York punkları sokağın bir parçasıydı.

Punk müzik, iki ülkede de bu bağlantıyla ilgiliydi. The Ramones’un “Beat On The Brat”indeki basitlik, şiddetle alay ederek Ramones’un sokak serserisi imajını hafife alıyordu:

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir