Joel Towmsley Rogers – Gozlerine Inanma

Bu esrârengiz gecede, mutlak surette cevaplanması gereken bir sual var : Bu kısa boylu adam (anlattıklarına göre saçları kahverengi, gözleri kızarmış, bir kulağı yırtık, dişleri kurt dişi gibi sivri ve bacakları çarpık olan bu küçük adam) İnis Saint-Erme’i öldürdükten sonra ortadan birdenbire nasıl kayboluvermişti? Bu birinci sual … Bir ikincisi daha var: Haydi adamın Polisler ve civar çiftliklerin uşakları tarafından arâzinin durumu dolayısile yakalanamamış olduğunu kabul edelim. Peki cesedin sağ eli ne olmuştu? Zirâ, bu zavallı Saint-Erme’in şüphesiz bir sağ eli vardı… Şimdi küçük adamı ve bu sağ eli bulmak gerekiyordu. İşte şu anda karşımda bulunan problemin iki bilinmeyeni… Bunu itinâ ile araştırmak ve vakit kaybetmeden çözmek istiyorum. Çünkü katil; Mac Comerou’yu öldürdüğü gibi beni de öldürmek isteyecektir. Meşhur cinâyet mütehassısı Mac Comerou, herhalde fevkalâde bilgisi ile bu problemi çözmüştü. Fakat katil onu tam zamanında susturmuştu. Şimdi şu iki suale cevap bulmam gerekiyor: 1) Nasıl oluyor da katil göze görünmemeyi başarabiliyor? 2) Bu adamın aklının başında olduğunu kabul edersek, bütün bu yaptıklarının gayesi nedir? Nereye varmak istiyor? Polis; bu iki sualin, hattâ yalnız bir tânesinin cevâbı bulunursa, cinâyetlere bir son verebileceğini ümit ediyor. Aslında, meselenin muammâlı taraflârı sâdece bu ikisi değil! Bana göre, izâhı imkânsız olan bir husus daha var: içinde Saint-Erme’in baygın (belki de ölü) yattığı, direksiyonunda şeytan gibi sırıtan bu serseri katilin bulunduğu gri renkli otomobil, akşam üzeri Bataklık Yolunun girişinde durduğum halde, nasıl olup da bana görünmeden yanımdan geçmişti? Yoksa, gözlerim açık, ayakta mı uyuyordum? Ben, Harry Riddle, New-York’lu doktor Harry N. Riddle, dâimâ elinin ustalığı, gözünün keskinliği ve kıvrak zekâsı ile övünen ben nasıl ayakta uyuyabilirdim? Bir an için şuurumu kaybetmiş olmam acaba mümkün müdür? Bataklığa ayrılan yolun başında durmuş, arabamı yeniden çalıştırmaya uğraşıyordum. Bu ölüm arabasının karşımdaki dar ve taşlık yoldan son hızla gelerek Bataklık Yoluna sapmış olması gerekiyor. Bana sürünerek, ayak bileklerime çakıllar sıçratarak yanımdan geçmiş olması lâzım. Demekki elimi uzatsam katile dokunabilirdim. Fakat, onu görememişdim? Belki de şuurumu bir an için kaybetmiş olduğumu sanmam doğru değil. Belki de, yanında öldürdüğü kurbanı ile, dişlerini çıkararak gülen bir katilin sürdüğü bu çılgın otomobil hâdisesinde garip ve tabiat üstü bir şey var.


Her ne olursa olsun, ben bu arabayı görmedim. Bunu defâlarca komiser Rosenblatt ve yardımcılarına tekrar ettim, bu ifademi değiştirecek değilim. Zannedersem, ihtiyar Mac Comerou da sonunda bana inanmaya ve bu noktaya bir mânâ vermeye başlamıştı. Fakat, korkarım ki polis hâlâ kani olmuş değil. Bu noktaya lüzumundan fazla ehemmiyet veriyor olmam mümkün, bunu kabul ediyorum. Fakat, aklım boyuna bundan sonra gözlerime, kulaklarıma ve beynime itimat edip edemeyeceğime takıldığı için dönüp dolaşıp bu noktaya geliyorum. Komiser Rosenblatt oturma odasından çıkarken masanın üzerinde bir defter bıraktı. Akşam boyunca sorguya çektiği şahısların ifâdeleri bu defterde kayıtlı. Bâzı ifâdeleri buraya aktarıyorum: Sual (Doktor Riddle’a). — Cinâyetin işlendiği saatte ve daha sonra bir müddet, bataklığa giden yolun girişinde durduğunuz doğru mudur, Doktor? Cevap. — Evet. S. — Otomobili göremediniz mi? C. — Hayır. S. — Mister Saint Erme’in nişanlısı Miss Darrie ve diğer şahıslar az önce katili târif ettiler.

Bu târife uyan şahsı göremediniz mi? C. — Hayır. Hatırlayabildiğim kadarıyla, bu adamı ömrümde görmüş değilim. S. — Bu dediğinizde ısrar ediyor musunuz? C. — Ediyorum. Başka ne yapabilirdim ki? Meseleye mantık gözü ile bakacak olursak, bu otomobili görmüş olup olmamam pek o kadar mühim değil: Bu araba benim yanımdan geçti, bu muhakkak. Bir sürü şahıs bu arabayı, Kayıp Nişanlı Gölü ile benim bulunduğum yer arasında gördüler. Onlara göre, bu bir hayâlet değildi. Yolun ayrıldığı yere gelmeden bir önceki virajda, evine dönmekte olan John Flail’e çarparak ezdi. Zavallı adam korkudan bir çığlık atarak yolun dışına kaçmak istediyse de, direksiyondaki iblis kahkahalarla onu yere serdikten sonra kemiklerini çatırtılarla ezdi. Böyle bir arabanın varlığından nasıl şüphe edilebilir? İhtiyar Mac Comerou da evinin önünden bu arabanın geçtiğini gördü. Bahçede çalış maktaymış, direksiyondaki acâyip adamı tanıyamamış ama onun yanında baygın gibi uzanmış olan adamın Saint-Erme olduğunu görebilmiş. Ayrıca, Miss Darrie bu arabayı New-York’tan buraya kadar yüz kilometreden fazla bir yol boyunca kullanmış olduğunu söylüyor. Yanında seyahat ettiği yakışıklı adam ise nişanlısı Saint-Erme (ölümünün bu kadar yakın olduğunu nereden bilebilirdi ki?) idi ve evlenmek üzere yola çıkmışlardı.

Nitekim, araba bataklık yolunun az içersinde, katilin bıraktığı yerde bulundu. Motörü henüz sıcaktı ve koltuklarından kan damlıyordu. Gri renkte, sekiz silindirli yeni model spor bir Cadillac arabaydı. Plâkası New-York XL465-297 olup, kapı içersindeki cepde bulunan evraklardan sâhibinin A.M. Dexter, New-York’da Dexter garajı sâhibi (Gece ve Gündüz Hizmetinizde) 14 üncü sokak, 619 New-York’da oturduğu anlaşıldı. Telefonla aranan Dexter, arabanın kendisine âit olduğunu ve SaintErme’e ödünç verdiğini söyledi. Gayet muhteşem, bakımlı ve altı bin kilometreden fazla yapmamış güzel bir arabaydı. Bir hayal olmadığı muhakkaktı. Zavallı Saint-Erme’in cesedi bulundu. Demek ki o da bir hayal değildi. Şimdi eksik olan tek şey var: Kızarmış gözlü, kulağı yırtık, mâvi şapkalı, isimsiz küçük adam… Yâni katil! İşte bu yüzden, bu otomobilin bana görünmeden nasıl yanımdan geçmiş olduğu sualini şimdilik bir tarafa bırakarak, bütün dikkatimle daha mühim diğer problemi çözmem gerekiyor. Hem de DERHAL! Şu anda Mac Comerou’nun kırdaki evinin küf kokan oturma odasmdayım. Saint-Erme’in genç nişanlısı yanıba şımdaki bir divanın üzerinde uyumakta… Gece sıcak ve karanlık… Şafak sökmesine çok az bir zaman olmasına rağmen dışarısı zifiri karanlık. Ellerinde fenerler ve elektrik lâmbaları ile polisler ve çiftlik uşakları köşe bucağı ara maktalar… Uzaklarda birbirlerini çağıran seslerini işitebiliyorum.

Az önce birkaç tânesi kahve içmek için mutfağa girdiler oturdular. Sivrisineklerin ısırdığı yorgun yüzlerini ve dizlerine kadar bulaşmış olan bataklık çamuruna yapışmış marangozhanenin talaşlarını gördüm. Uyanık durabilmek için kahvelerini içerken, birkaçı kapıdan bana ve uyumakta olan genç kıza baktılar. Gözlerimdeki sual ifâdesine cevap olarak başlarını iki yana sallayıp tekrar dışarı çıktılar. Bir şey bulmuş değildiler, aramaya devam edeceklerdi. Nereden bulup getirdiklerini bilmediğim köpeklerin havlamalarını duyabiliyorum. Silâhlı adamlar, en ufak bir ses veya harekette ateş etmek üzere civardaki bütün yolları taramaktalar. Ormanda, bataklıkta, tepelerde ve vâdilerde, bir sürü adam bu kısa boylu korkunç adamı arıyorlar. O ise, elindeki kanlı bıçakla karanlıkta sinmiş, sırıtıyor… Artık sonu pek yakın olan bu kâbuslu gecede, cevabını bulmam gereken bir sual var: KATİL ŞU ANDA NEREDE BULUNUYOR? Benden ve öldürdüğü adamla evlenmek üzere olan bu uyuyan genç kızdan pek uzakta olmadığını hissediyorum. Lâmbalar uzaklaşabilir, köpeklerin havlamaları ve adamların bağırmaları kesilebilir, ama onun yeniden öldüreceğinden eminim! Kendisi için bir tehlike teşkil ettiğimi biliyor o… Henüz ben bunu bilmesem bile! Karanlıkta gezindiğini hissediyorum. Bahçenin zifiri karanlığında, pencere camının gerisinden beni gözetliyor! Belki daha da yakınımızda. Bu eski, ikiyüz sene önce yapılmış, tahtaları sebepsiz yere gıcırdayan evin içinde… Onu göremediğim için eğleniyor olmalı. Onun âsap bozucu gülüşünü işitir gözlerinde ölümü görür gibiyim! Az önce, üst kattaki tavan arasında bir tıkırtı oldu. Herhalde bir sincap veya fâre olmalı. Bu eski evde fâre az değildir.

Daha sonra, ihtiyar Mac Comerou’nun bahçe âletlerini yerleştirdiği, kapının arkasındaki küçük bölmenin içinde döşeme gıcırdadı. Kalemimi bırakıp kulak kabarttım. Gıcırtı tekrarlanmadı. Bu çeşit eski evlerde döşemenin gıcırdaması için üzerinde yürümek şart değil! Mutfakta, ocağın yanında eski tip bir telefon var. Zili arada sırada çalıyor. Biri telefonla aradığı için değil, elektrik tesisâtınm bir muzipliği… Bütün bu gürültülerin dikkatimi problemimden ayırmasına izin vermemeliyim. Mâmafih, bu satırları yazarken kalağımı kabartmam ve gölgeyi gözetlemem gerekiyor. Ben ne profesyonel bir polis, ne de amatör bir detektifim. Cinâi vak’alar beni alâkadar etmez. Mesleğim dolayısıyla, insanları avlamak yerine, onların hayatlarını kurtarmakla meşgulüm… Bununla berâber, bir doktor olmak sıfatıyle olanları tarafsız ve soğukkanlı bir şekilde mânâlandırma kabiliyetine sâhip olduğumu sanıyorum. Dâima, hâdiseleri en ufak teferruatıyle gözlemek ve hâfızamın bir köşesinde biriktirmek alışkanlığım vardır. Şu son birkaç saat içinde toplayabildiğim ipuçları ile, belki de mantıkî bir yoldan, katilin yerini bulabilme imkânım var. Kim olduğunu da çıkarabilmeliyim. Zirâ, onun bir şeytan veyâ insan üstü bir yaratık olmayıp, bir insan olduğu âşikâr. Bunu başarabilmek için, başından sonuna kadar teferruatı (Ehemmiyetsiz görünse bile) ihmâl etmeden hatırlayabilmem lâzım!.

Şimdi tek hedefim bu olmalı… Ortalıkta serbest gezen bir katil var. Onu zarar veremeyecek bir hâle getirmek lâzım. Mesele bu. Tıpkı bir tıbbı teşhis gibi… Bir operatör gibi teşhis edilenleri ele almak ve bir ameliyâta ihtiyaç olup olmadığına karar vermek lâzım. Biraz güç bir metot ama neticeye götürebilecek tek yol bu. Bir sürü fikir, kıvılcım gibi kafanızdan geçebilir, o anda size berrak gibi görünebilirler. Eğer bir tarafa not etmezseniz az sonra hiçbir şeyin kalmadığını, kafanızın bomboş olduğunu görürsünüz. Kâğıda geçirildiği zaman artık var olmuşlardır. Onları karşılaştırabilir, aralarındaki bağları çıkarabilirsiniz. Düşünmek istediğim zaman hep bu yolu seçerim. Şimdi de böyle yapıp, fikirlerimi kâğıda dökmeliyim. Eğer zamanım kaldıysa… İsterse, dışardakiler gecenin karanlığında katili aramaya devâm etsinler, yeni cesetler bulsunlar… Dışardan az önce gelen bağırmalar ve köpek havlamalarına bakılırsa, herhalde yeni bir ceset daha buldular. Fakat ONU bulamadılar. Niçin? Bu cinâyet oyununda ya bir ipucu eksik, yahut da bir tânesi fazla. Hangisi olduğunu bulabilmem için hepsini toparlamalıyım.

Toparlamalı ve öldürülmesinden az önce yolun üzerinde gördüğüm bu zavallı adamın niçin öldürüldüğünü bulmalıyım. Ve katilin (mademki adını bilmiyoruz, ona PARANTEZ diyelim) Parantezin, üstü başı perişân ve sesi benimkine benzeyen bu iblisin nerede olduğunu çıkarmalıyım. Sesi tuhaf bir şekilde benimkine benziyormuş. Bu noktayı da açığa çıkarmalıyım. Açığa çıkarmalıyım ki o zaman hepsinden daha mühim olan şu suale cevap verebileyim: KATlL KİM? Haydi. İşe koyulalım. Önce bulunduğum yerden başlayalım. Şu anda emekli psikiyatri profesörü, rahmetli Adam Mac Comerounun kırdaki evinin oturma odasındaki yazı masasının başında oturuyorum. Mac Comerou vaktiyle Harvard Üniversitesinde profesörlük yapmış. Bu ev Whippleville ile Stony Falls şehirleri arasında, Connecticut’un kuzeyindeki dağlık bölgede ve New-York’dan 130 kilometre uzakta bulunuyor. Saat sabahın üç buçuğu ve günlerden 11 Ağustos Perşembe… Önümde sarı bir kâğıt ve uçlarını açtığım birkaç kurşun kalem var. Bir gaz lâmbası masayı yazı yazmaya yetecek kadar aydınlatıyor. Kafamı kaldırdığım zaman karşı duvardaki profesörün kütüphânesinin camlarında kendimi görebiliyorum. Bu yuvarlak yüzlü, kısa kesilmiş kırmızı saçlı adam benim! Ben, Doktor Harry N. Riddle.

Kendimi tanıdığımdan beri bildiğim adamım, yâni yirmiyedi seneden beri… Kütüphânenin camlarının gerisinde duran kitaplardan bâzılarını görebiliyorum. Kırmızı kapaklı bir kitap var: MEŞHUR AMERİKALILAR ANSİKLOPEDİSİ… Onun yanında, yeşil ciltli BAHÇE ÇİÇEKLERİ ELKİTABI… Ve daha ötede, altı parmak kalınlığında, gri ciltli, Profesörün yazmış olduğu temel kitap duruyor: CÂNİLERİN PSİKOPATOLOJİSİ. Defâlarca basılarak artık klâsik olmuş bir eser bu… Yazı masasının çekmecelerinde bir sürü kâğıt var. Profesörün zaman zaman, yazdığı eserlerde kullanmak üzere aldığı, kısa kısa notlar… Herhalde kitabına ilâve etmek üzere, rastladığı câni tiplerini kaydetmiş. Bir tânesini buraya alıyorum. A… İyi bir âileden, iyi terbiye görmüş, kafasını kullanabilen birisi, 45 yaşında hâlâ servet yapamamış olması ve para hırsı onu, amcasını öldürerek, servetini ele geçirme yoluna itiyor. Kâğıtta yazılanlar burada bitiyor. Acaba bu A… dediği adam, tasarladığı cinâyeti işlemiş mi, işledi ise yakalanıp cezâ görmüş mü? Bunu yazmıyor. Artık yazılmayacak olan bir kitabın yarım kalmış bir sahifesiydi bu… Aynı itinalı elyazısı başka bir kâğıda şunları karalamış: Öğle yemeğinden sonra Barnaby and Barnaby’ye telefon etmeli (Tel. No: 96400). John F

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir