Jane Rogers – Jessie Lamb’ın Vasiyeti

O gittiğinden beri ev çok sessiz. Düşmemeye dikkat ederek kalkıyorum ve ayaklarımı sürüyerek pencereye gidiyorum. Işık, yan komşunun bahçesindeki dev ağacı tarafından kısmen engellenmiş. Bulunduğum evin yakınında kimse yaşamıyor. Alnımı pencereye yaslıyor ve ot bürümüş bahçeye dikkatle bakıyorum. Soğuk pencere nefesimle anında buğulanıyor. Atlamak için yüksek olduğunu biliyorum. Zaten pencereler kilitli ve anahtar yok. Odanın içinde ayaklarımı sürüyor, kapıya ulaşana kadar sol elimi duvarın üzerinde tutarak dengemi koruyorum. Ne olur ne olmaz diye tekrar deniyorum. Köşeye benim için peynirli sandviç ve plastik bir şişede portakal suyu bırakmış. Bütün gün dışarıda kalmayı planlıyor olmalı. Neyse… En azından bütün gün tekrar tekrar aynı şeyleri söylemesini dinlemek ya da ağladığını veya huzursuz adımlarla evin içinde dolandığını görmek zorunda kalmayacağım. En azından şimdi düşünecek zamanım var ve kendimden başka endişelenmem gereken hiçbir şey yok. Bisiklet kilidini yeniden kontrol ediyorum.


Açık mavi plastik kaplı olanlarından, plastiğin içinde gümüş kabloyu görebilirsiniz. Her iki ayak bileğimin etrafına da bir tanesini üç kez dolamış ve kilitlemiş, halhal gibi. Ve üçüncüsünü de diğer ikisinin içinden geçirip düğümlemiş ve kilitlemiş. Halkalar bileğimden kayamayacak kadar darlar. Ayaklarımı birbirinden yalnızca on beş santimetre ayırabiliyorum. Bu da zincire vurulmuş bir mahkûm gibi ayaklarımı sürümeme neden oluyor. Halkaların mesafesini korumam gerekiyor, yoksa kilidin takılı olduğu halka bollaşınca diğerleri daralıyor ve canım acıyor. Bana kapaklı bir kova ve tuvalet kâğıdı bırakmış fakat bunları kullanmam çok zor çünkü ayaklarımı düzgünce çömelebilecek kadar birbirinden uzaklaştıramıyorum. Eğlenmem için bir bloknot ve kalem bırakmış. Uyku tulumum ve yastığım duvara karşı yaslanmış. Bozuk ısıtıcı nihayet çalışıyor ve artık o kadar üşümüyorum. Beynim sonunda kapana kısılmış bir fare gibi davranmayı kesti. Kendini oradan oraya savurmayı ve kendi kuyruğunu kovalamayı bıraktı. Ne de olsa beni burada sonsuza kadar tutamaz. Tüm yapmam gereken oturup beklemek.

Onca ağlamamdan sonra burun kemiğimin üzerinde bana garip bir biçimde haz veren bir ağrı başladı ve şimdi bir daha ağlayacağımı sanmıyorum. Yerde uyumaktan dolayı bedenim biraz tutuldu fakat yine de o kadar kötü değil. Daha kötü olabilirdi. Duvarlar boyunca yine ayaklarımı sürüyorum, sonra piknik masasına ve odanın ortasına yerleştirdiği sandalyeye dönüyorum. Sürüyerek konumumu düzeltiyorum ve sandalyeye oturuyorum. Bloknotun ilk sayfasına ismimi yazıyorum: Jessie Lamb. Benden ne yaptığım hakkında düşünmemi istiyor. Şu an öyle bir şey yapıyor değilim. Beklemedeyim ve bu nereJane Rogers deyse artık burada değilmişim gibi hissettiriyor. Amacına ulaşmak için koşturan o Jessie Lamb değilim. Bisiklet kilitlerinin anahtarlarının yere düşürülmüş olduğunu görsem onları yerden alıp bileklerimi çözer miyim? Özgür kalmanın bir yolunu bulmaya çalışır mıyım? Belki yalnızca fark etmemiş gibi yapar ve esir olarak kalırım. Tutsak olmak ve düşünmek zorunda olmamak bir bakıma ra hatlatıcı. Etkin olmak yerine, edilgen olmak… Bana bir çıkış yolu sunmaya çalışıyor. Böylece eğer gösterdiği şeyi yapmazsam, korkaklığımla yüzleşmek yerine onu suçlayabilirim. İstediğin bu mu? Büyükannemin evini kontrol etmeyi önerdiğinde onunla aptal gibi arabaya atlamamı başka ne açıklayabilir? Arkadaşça bir davranışta bulunduğunu düşündün, öyle düşünmek istedin.

Evet… Fakat o zaten seni durdurmak için her ne gerekirse’ yapacağı tehdidini savurmuştu. Öyleyse alıkoyulacağım bilerek mi arabaya bindin? Aslında istediğin bu muydu? Ah! Bütün bunlarla canımı sıkamam. Üstüne gelmesine izin vermek yeterince kötü değil mi? Mantıklı olan, o ne istiyorsa yapmak: Yaptıklarım hakkında düşünmek. Gerçekten de… Kâğıda yaz. Hatırla, yeniden hatırla, bir araya getir. Çünkü bu bir kanıt olacak, değil mi? Gerçekten yapmak istediğin şeyi yaptığının kanıtı. Şunun kanıtı: Ben, Jessie Lamb. Zihinsel ve fiziksel sağlığımın yerinde olduğunu kabul ederek kararımın bütün sorumluluğunu üzerime alıyorum ve hak ettiğim sona doğru devam etmek istiyorum. Bloknot üzerindeki ismimin altını çiziyorum. Asıl sorun, nereden başlamalı? Benim hikâyem nereden başlıyor? Kendi başlangıcım… Sanırım doğduğum gün… On altı seneyi yazmak mı, hayır olamaz! Hayır, fakat başından başlamak gerekir. O feci hissin ya da baskının kafamın içine yerleşip ısrar ederek bir şey yapmam gerektiğini, bir şey yapmam gerektiğini, bir şey yapmam gerektiğini yoksa patlayacağını söylemesinden öncesi. Yapmam gereken kaderimde neyse onu bulmam gerektiği. Olmuş olan her şeyi tam olarak yazacağım, kusursuzca ve dürüstçe yazacağım. Böylece kimsenin kafasında neyi, neden yapmak istediğime dair zerre şüphe kalmayacak. Bölüm Rüzgâra kapılmış bir tüy kadar hedefsizdim.

Haberlerdeki ve gazetelerdeki şeylerin yetişkinler için olduğunu düşünürdüm. Bu onların aptal, sefil, karmaşık dünyalarının bir parçasıydı; benimle ilgisi yoktu. Bir akşam, Roaches’m yukarısında bir hemzemin geçitte çitlerin üzerinde Sal, Danny ve başka birileriyle oturduğumuzu hatırlıyorum. Özellikle demiryolunun her iki tarafı, yanmış siyah fundalıklardan oluşan dik setten dolayı karanlıktı. Aşağıdaki vadide bulunan barın aydınlık pencerelerine ve yol boyunca geçen arabaların küçük, sarı gözlerine baktık. Bizim dışımızda herkes kapalı ortamlardaydı ve biz yukarıda, rüzgârlı karanlıkta, yüzümüzü vadinin diğer tarafında yükselen kara çalı kütlesine dönmüştük. Bir tren uğuldayarak geçti, Huddersfield’e gidiyordu. Sıcak hava akımı bizi neredeyse çitlerin üzerinden uçurdu. Danny, rayın üzerinde dengede durarak yürümemizi önerdi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir