John Berger – Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar

Diyorsun ki bacak gövdeyi taşır Peki ama hiç görmedin mi Bilekteki tohumu Gövdenin kendisinden büyüdüğü tohumu? Diyorsun ki (eğer köprüler yapıyorsan Sandığım gibi) her duruşun Doğal bir dengesi olmalı Peki ama hiç görmedin mi Dansçıların o serkeş adatelerinin Doğal olmayan kendi dengelerini? Diyorsun ki (eğer umduğum gibi Akılcıysan) iki hacaklıların evrimi Tamam la nd ı çoktan 7 Peki ama hiç görmedin mi Kalçadan biraz içeride Yirmi üç sancim aşağıda Gövdenin ikiye çatallanacağını söyleyen O mucizevi işareti? Gel beraberce bakalım (İkimiz de biliriz ki Işık uzayla zamanın Aracısıdır) Bakalım bu fıgüre Doğrulamak için Ben tanrıçaını Sen gerilimi De ki bir köprü Bak, hacağın yoluna geriden gelip Kalçada ve omuzda eklemleni yor Avuçtan topuğa sapasağlam Bir bacak payanda Dizin üstünde uyluk Dirsekli eleman. De ki bir köprü, insanların bir zamanlar Unutuş Irmağı dediği şeyin üstünde Bak, üstünden geçtiğimiz Kırılgan, meskun, sıcak, sıradan gövde de Gerilime dayanıyor. Ölü Yük, Canlı Yük. Ve Uzunlamasına Direnç. Bu dansçının bizim için kemerini kurduğu köprü Tüm eski önyargıların gerilimine di rensin Doğrulamak için Sen Tanrıçaını Ben gerilimi. 1960 9 Ressam Olmak . Güneşte çimenlere uzanmışsınız. Üstünüzde bir kayın ağacı. Hafif bir rüzgar ince dalları sallıyor, yaprakları kıpırdatıyor. Uzaktan yaprakların bu sabit hareketi, ağacın yeşil fonunun önünde yeşil bir kar yağıyormuş hissini veriyor, tıpkı bir zamanlar gri sinema perdesi önünde gümüşi bir kar yağıyarmuş hissine kapıldığımız gibi. Yarı kapalı gözlerle yukarı bakıyorsunuz. Yarı kapalı çünkü dikkatle bakıyorsunuz. Bir dal diğerlerinden daha uzun. Üzerindeki yaprakları saymak olanaksız.


Bu yaprakların hem arasında hem çevresinde gördüğünüz mavi gökyüzü, kelimelerin harflerinin arasından görünen kağıdın beyazlığına benziyor. Gök fonunun önünde gördüğünüz yaprakların dağılımı hiç de gelişigüzele benzemiyor. Acaba bu yaprakların sıralanışı bir kitaptaki harflerin ve kelimeleı ı rin sıralanışı gibi açıklanabilir mi diye düşündüğünüzü fark ediyorsunuz. Sonra tıpkı iyi bir öğretmen gibi, karışık kafanızı yönlendiren bir imge keşfediyorsunuz. Her şey -diyorsunuz kendi kendinize- varolabilmek için bir hedefi tam ortasından vurmalı; on ikiyi ıskalayan hiçbir şey varolamıyor. Ama öğretmen sınıftan çıktıktan sonra, sözleri genellikle hayal kırıklığı yaratır. O yüzden orada öylece kalıp, başınızın üstündeki dalın nasıl olup da tüm balıarı temsil edebileceğini anlamaya çalışıyorsunuz … Böyle düşünerek filozof olabilirsiniz, ama ressam olabileceğinizi sanmıyorum. Uzanmışsınız, başınızın altında dikkatle katlanmış bir ceket var. Ağacın boyunun en az yirmi metre olduğunu hesaplıyorsunuz. Hiç tarnurcuk var mı? Başınızı uzatıp bakınıyorsunuz. Hiç kalmamış. Mevsim sizin oralara göre bir on beş gün daha ileri olmalı. Daha alçak bir bölge, hem yüksek yaylalar tarafından da korunuyor. Dikkat çekmeyen çiçekleri görebilir miyim diye bakıyorsunuz sonra. Dal çok yüksekte, ışık da çok parlak. Kıtlıklar sırasında insanların kayın meyvesi yediğini hatırlıyorsunuz.

Ne de olsa kayın kestane ile aynı aileden; domuzlar da sonbaharları kayın arınanına girer. Ama domuzlar ne olsa yer zaten. Gözleriniz dal boyunca ilerliyor. Dalın ı 2 şekli bir atın arka bacağının yandan görünüşüne benziyor. Uykunuz geliyor, ama başınızı kaldırıp bu dalın üzerinden bir ip attığınızı hayal ediyorsunuz. Artık düşünmüyorsunuz, dalıyorsunuz, gözleriniz neredeyse kapalı. Ama avuçlarınız ve diz altlarınız, çocukken tırmandığınız böyle eğri büğrü dalların anısıyla geriliyor. Ağacın parçalarına şu ya da bu yolla hükmedebilirsiniz … Ama resim yaparak değil. Tembel tembel, arada bir gözlerinizi kapatıyorsunuz. Yaprakların oluşturduğu şekil, sönüp gitmeden önce, bir an için retinamza nakşedilmiş halde kalıyor, ama kıpkırmızı, koyu rododendron renginde. Gözlerinizi tekrar açtığınızda ·ise ışiK o kadar parlak ki, dalga dalga üzerinize geldiği hissine kapılıyorsunuz; çimenlerin üzerinde ne kadar küçük bir ada olduğunuzu hatırlıyorsunuz. Etrafınızda oynayan çocukların farkındasınız, ve izleyemeyeceğiniz kadar hızlı -ama sonradan hatırlayacağınız- bir çağrışımla, bir ağaçta ne kadar çok kuşun saklanabileceğini düşünüyorsunuz. Alacakaranlıkta bir insan yaklaştığında bir tek ağaçtan kırk elli sığırcık havalanıp gökyüzünde bir tur daha atarlar; ansızın açılıp sonra tekrar kapanan bir yelpazenin üzerindeki kuş resimleri gibi. Ağaç hayal edilmiş ve hatırlanan olaylarla doludur. Ama sizin için ağaç, her şeyin ötesinde, zaman içinde varolur; büyüklüğü, yeşilliği, onu eken ada13 ının ve aynı derecede onun kesilmesini emreden adamın akıl yürütmeleri, hepsi size bu gerçeği hatırlatıyor.

Ansızın gökyüzünün maviliğinin tekdüze olmadığını fark ediyorsunuz. Orada, ağacın üstünde daha uçuk mavi bir şerit var, üst kısmında farklı yönlere çatallanıyor. Aslında o da bir ağaç gibi diyorsunuz kendi kendinize. Sonra onun bir aslan kafasına dönüşmesini izliyorsunuz. Gözlerinizi kullanıyorsunuz; bir şair gibi belki, ama bir ressam gibi değil.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir