Kenize Mourad – Toprağımızın Kokusu – Filistin ve İsrail’in Sesleri

Bu kitapta adı geçenler dışında, sağladıkları bilgiler ve yardımlarından ötürü İsrailli dostlarını Amnon Kapeliouk, Avraham Havilio, Uri Davis Naomi VVeiner’e; Filistinli dosdanm Emine Hamşari, Kamile ve Sylvie Mansur, Yakub Odeh, Vera Tamari, Diala Hüseyni, Hasaıı Abdullah, Issam, Leyla, Samira, Etedel’e ve aynı zamanda Dominique Vidal, Benjamin Barthe ve Faruk Mardam Bey’e teşekkürlerimi sunarım. Kudüs’te görev yapan eski Fransa konsolosu sayın elçi Denis Pietton’a olayları her yönüyle kavrayan çözümlemeleri ve sayın eşi Marla’yla birlikte gösterdikleri sıcak konukseverlik için ayrıca teşekkür ederim. İspanya’da, verdikleri tavsiye ve desteklerle beni yüreklendiren yayıncım Mario Muchnik ve eşi N icole’a, güneşli evlerinde xi beni konuk eden sevgili kardeşlerim Jean Roch ve Marie-Louise Naville’e de teşekkür ederim. Fransa’da, verdikleri destekler için dostlarım Jaques Blot, Janine Euvrard, Malika Berak, Rana Kabani, Ken Takasi, JcanMichel ve Frédcrique Gueneau, Claude ve Lisa Broussy’ye de teşekkür borçluyum. Bilgisayarımla ne zaman başım derde girse yardımıma koşan Thierry Bleuze’e ve doktor reçetesine benzer el yazımla sabırla uğraşıp metinleri bilgisayara geçiren Colette Ledannois’ya da aynca teşekkür ederim. Son olarak, Editör Robert Lalfont’a, baskı öncesinde kitabımı büyük bir sabır ve titizlikle tekrar tekrar okuyan sevgili Sylvie Dclassus’ye de minnettar olduğumu belirtmek isterim. TOPRAĞIMIZIN KOKUSU Filistin ve İsrail’in Sesleri GİRİŞ m, Ortadoğu, özellikle de İsrail-Filistin çatışması konusunda uzman bir gazeteci olmama rağmen, on beş yıldır artık bu konuya pek eğilmiyordum. Çünkü böyle bir konuda, kimilerine göre Yahudi karşıtı, kimilerine göre de Arap düşmanı olarak sınıflandırılmadan kendini ifade etmek çok zordu. Fakat, bu bölgede son iki yıldır yaşananlar karşısında suskunluğu sürdürmek artık mümkün değildi. Çünkü bütün büyük insan dramları bizi ilgilendirir ve burada söz konusu olan, bir hak ve adalet savaşıydı. İsrailliler huzurlu bir ortamda yaşamak isterken, Filistin halkı da, sadece hayatta kalmayı değil, İsrailli yetkililerin onları ülkeden atmaktan bahsettiği şu günlerde,’ toprak1) Filistin halkını Ürdün ve Lübnan topraklarına göndermekten çok (bu ül1 larında yaşama hakkını da istiyordu. Bencilliğimize gömülüp, olanları görmezlikten gelmek hepimiz için çok kötü sonuçlar doğurabilir. Filistin tıpkı bir barut fıçısı gibi; bununla birlikte, sadece Ortadoğu’nun değil, ikiyüzlülükle suçlanmış bütün Batı dünyasının alevler içinde kalması pahasına durumun kötüleşmesine izin veriliyor. Hiçbir şey ya da hiç kimsenin önüne geçemeyeceği, eşi benzeri görülmemiş bir terör dalgası geliyor. Bu konuda bize söylenen ne olursa olsun, terörizm polis ve askeri müdahalelerle engellenemez, terörizmi önlemenin tek yolu, onu çılgın ya da fanatik eylemlerle uzaklaştırmak değil, onun nedenlerini ortadan kaldırmak olacaktır.


Birçok İsrailli durumun farkında: Şaron’un askerleri ne kadar çok Filistinli’vi öldürürse, intihar komandolarının sayısı da o kadar artacak. Baskı sadece kısa vadeli bir önlem. Ben bu bölgeye, siyasi analizlerden ve yüksek mercilerle yapılan görüşmelerden sakınarak, “sıradan insanlara” , Israilli ve Filistinli, kadın, erkek ve çocuklara söz vermek için geldim. O nların ve kimilerine göre ölüm kamplarından kaçmayı başarmış, kimilerine göreyse Filistin’deki köylerinden kovulmuş ve mülteci kamplarına mahkûm edilmiş atalarının hikâyelerini anlatarak, onların ihtiyaçlarını, endişelerini ve bugünü nasıl değerlendirdiklerini anlamaya çalıştım. İsrail toplumundaki sertleşmeyi anlamaya çalıştım. İki ülkenin banş içinde bir arada yaşamasını öngören Rabin-Arafat anlaşmasını kabul eden İsrail toplumu, bugün, Şaron tarafından yönetilen ve bağımsız bir Filistin devleti düşüncesine tahammül edemeyen aşinalara yaklaşmaktadır. Filistinlilerin İsrail’in sonunu istediğine inandıkları için, korku içinde yaşayan bir toplum; dünyanın en keler için bir “savaş ncdeııi” olabilecek bir durum), İsrail bir iç göç düşünüyor: Köylerdeki halkı, kuşatılmış toprağı haline getireceği Batı Şeria’nın yedi kentine sürmek, topraklan geri almak ve böylece “insansız bir toprağa” sahip olma hayalini gerçekleştirmek. 2 güçlü ordularından birine sahip olduğu ve karşısında sadece taşlar, birkaç tüfek ve el yapımı basit bombalar olduğu halde, akıl almaz biçimde Soykırım kâbusunu tekrar yaşamaktan korkan bir toplum. Aynı biçimde, İsrailli yöneticilerin onlara yalan söylediğine, bir iilkeye sahip olmalarına izin vermeyi asla düşünmediğine, hatta tam tersine “Büyük İsrail” hayallerini sonunda gerçekleştirmek amacıyla onlan saf dışı bırakmak için uygun bir firsat beklediğine inanmış olan Filistin halkının korku, endişe ve acılarını da anlamaya çalıştım. Yeni yerleşimlerin artması karşısındaki isyanlarını, sistemli bir istimlak, sokağa çıkma yasağı, baskı ve kısıtlama politikasıyla mutsuzluğa itilmiş bir halkın üzüntüsünü, onlan akla gelebilecek en kötü, en uç durumlara götüren umutsuzluğu anlamaya çalıştım. Fakat bu, orada bulunduğum süre boyunca bir an bile peşimi bırakmayan korkunç bir yanlış anlaşılma duygusunu da beraberinde getirdi. Konuştuğum insaıtiann çoğu, iki tarafın aşın uçları tarafından etki altına alınmış ve karşılarındaki kişilerin onları ortadan kaldırmak istediğine inanıyordu. Bir barikatın önünde, çürük sebze kamyonları ve durdurulmuş ambulanslar arasında, kızgın bir güneşin alnnda saatlerce beklemek, kimileri alaycı, duygusuz askerlere hasta oğlunun geçmesine izin versinler divc yalvaran annelerin sesini duymak gerekmişti. Bir tavuğu yakalamaya çalışırken vurulan sekiz yaşındaki oğlunun ardından ağlayan şu babayı gözyaşlarını saklamaya çalışırken görmek gerekmişti. Hastane yatağındaki şu küçük felçli çocuğun, okuldan dönerken üç askerin “eğlenmek için ona ateş ettiğini” anlatmasına tanık olmak gerekmişti.

Ve yine, kız kardeşi bir intihar saldırısında öldürülmüş olan şu İsrailli genç kız O rit’i, gözyaşlarını tutmaya çalışarak ve isyanla, “Anlamıyorsunuz, onlar barış istemiyor, onların tek amacı bizi tümüyle yok etm ek” diye konuşurken görmek gerekmişti. Diğer yandan, Samira, Leyla ve Etedel de bana tamamen aynı cümleyi söyleyecekti. H er iki tarafta, barış istemeyen ya da onu karşı taratın tümiiy3 lc yok edilmesi karşılığında isteyen bir azınlıkla da karşılaştım. Bu görüşün İsrailli taraftarları, Batı Şeria’nın, İsrail topraklanna ait olması gerektiğini, çünkü onun Yehova taralından kendilerine verildiğini iddia ediyorlar. Buna karşılık bazı Filistinliler de, topraklanna, yani çoğunlukla, bugünkü İsrail’i oluşturan topraklara sığınmış olan bütün mültecilerin geri dönmesini istiyor. Bu da, ülkenin demografik dengesini ve Yahudilcr için kurulmuş “siyonist” devlet eğilimini yıkmak anlamına geliyor. Ama aynı biçimde, her iki tarafta, barışa inanmış ve banş için çabalayan insanlarla da karşılaştım. Bu görüşün Filistinli yandaşlan, güç ilişkisinin tek gerçekçi seçim olduğunun farkındalar. Ancak özellikle bunlar, anlaşabileceklerini düşündükleri bir halkla İsrail hükümetlerini birbirine kanştırmayı reddediyorlar. İsrail tarafındaysa sözü, seslerini sıkça duyma olanağı bulamadığımız, bununla birlikte bu bölgenin umudunu temsil eden küçük bir azınlığa bırakmak istedim. Filistinlilerin hakları için her şeye karşı savaşan bu birkaç insim, bunu kuşkusuz bu mağdur halkın hayatta kalması için, ama aynı zamanda ülkelerinin ayakta kalması için yapıyor. Şaron ve benzerlerinin yürüttükleri politikaların sonunda bir intihar olacağmı biliyorlar. Bu insanlar avnı zamanda, ender görülen bir soylulukla, evrensel insan değerlerine saygı gösterilmesi için de savaşıyorlar. Kendi deyişleriyle, asırlar boyu karşılaştıkları cellatlara benzememek için savaşıyorlar. Bu anlaşmazlığın olası tek çözümü, iki tarafin da karşılıklı olarak bir şeylerden vazgeçmesine bağlı.

Şiddet ve savaşlar çözüm değil; çünkü mağlup her zaman öyle kalmıyor. Herkesin gönülden bağlandığı bu topraklarda, her askeri çözüm geçici olmaya mahkûmdur. Yeni kuşaklar kavgaya devam edecektir, üstelik daha da şiddetli bir biçimde, çünkü ölümler ve acılar biriktikçe, kinler de büyüyecektir. 4 Bu alanda çözümler ileri sürülmüştür,2 fakat bu çözümleri geliştirme isteği, daha da önemlisi onları uygulama cesareti gösterebilmek gerekiyor. Not: Filistinliler’le yapağım görüşmelerde, bana hikâyelerini anlatan insanları korumak amacıyla, kişi ve yer adlarının çoğunu değiştirdim. Bazen bunu yapağımda, bana buna gerek olmadığını, yaşamlarının zaten ölümden farksız denebilecek kadar çekilmez olduğunu söylediler. 2) Bkz. Ek bilgiler, Canip David, Taba görüşmeleri, Geri dönüş hakkı. GUNLUK YAŞAM Ü ç Kez Yıkılmış Bir Ev m Kudüs’e 2 0 0 2 Mayısı’nda bir akşam vakti geldim. Odamın balkonundan alacakaranlığın altın yaldızına gömülmüş eski kenti görebiliyorum. Osmanlı zamanından kalma mazgallı yüksek duvarların ardında, kiliselerin ve büyük camilerin kubbeleri seçiliyor; hemen yanı başlarında Davud yıldızını taşıyan mavi-beyaz bayraklar dalgalanıyor. Kızıla boyanmış gökyüzünde, kırlangıç sürüleri batan güneşin son ışıklan içinde daireler çizerek uçarken, uzakta bir müezzinin okuduğu ezan sesi duyuluyor. Sonra her şey sakinleşiyor. Çevredeki ağaççıklardan baş döndürücü bir yasemin kokusu yükseliyor, bu dingin atmosfer içinizi huzurla dolduruyor, banş kenti, sonsuz Kudüs’ü düşlemeye ve on yıllardır süren kardeş kavgasını unutmaya başlıyorsunuz… 9 Ertesi sabah, Doğu Kudüs’te, American Coloııy’nin bcgonvii çiçekleriyle kaplı iç avlusunda Salim Şavamreh’le buluşacaktım. 19.

yüzyılda Amerikalı bir topluluğun yerleştiği, verandaları ve sivri kemerli yüksek pencereleriyle göz kamaştıran bu eski Filistin yapısı elli yıldır otel olarak kullanılmaktaydı. Filistinlilerin evlerinin yıkılmasına karşı mücadele eden bir komitede görevli olması dışında. Salim hakkında hiçbir şey bilmiyordum; kendi evi de üç kez yıkılmıştı. Kısa boylu, siyah kıvırcık saçlı, güleç yüzlü bir adamın geç kaldığı için bin bir özür dileyerek geldiğini görüyorum. “Kufr Aqap’ta oturuyorum, Kudüs’ün banliyölerinden biri, şehirle arasında askeri bir barikat var,” diye açıklıyor. “Barikatı geçebilmek için çoğu zaman iki-üç saat beklemek gerekiyor, ve bazen, tıpkı bugün olduğu gibi, yolu tamamen kapatıyorlar. T e ­ pelerdeki küçük yollardan geçmek zorunda kaldım.” “Peki yolu neden kapatmışlar?” “Olay çıkmasından korkuyorlar. Bu sabah Ramallah’ta sokağa çıkma yasağı sırasında bir çocuk öldürüldü. İki yıldır her gün çocuklar öldürülüyor. İşin en acı taralı da, bunun artık neredeyse sıradan bir hal alması…” Salim’in ailesi aslında Um ŞavaPta çiftçilik yapmaktaymış, ama 1948’de Haganah3 ordusu tarafından köyleri bombalanınca kaçmak zorunda kalmışlar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir